Hafiz, "Korumak, görüp gözetmek, ihmalkâr ve gafil davranmayıp,
dikkatli ve basiretli bulunmak; anlayıp bellemek, ezberlemek" anlamına gelen
"hıfz" kökünden sıfat olup, "koruyan, hiçbir şeyin kaybolmaması ve ihmal
edilmemesi için gerekli tedbirleri alan" demektir. Aynı manadaki "hafız"
kelimesine nispetle mübalağa ve süreklilik ifade eder. Hafiz, Allah’ın
isimlerinden biri olarak "kâinatta zerre kadar bir şey bile gözetiminden uzak
olmayan ve tabiatı dengede tutan" anlamına gelir. Hıfz kavramı Kur’an-ı Kerim’de
kırk yerde geçmekte olup, bunların on üçü Allah’a, dördü meleklere, altısı
peygamberlere, biri ilm-i İlahi veya Levh-i Mahfuz manasındaki "kitab"a, diğeri
de insanlara nispet edilmiştir. Hafiz, doksan dokuz ismi ihtiva eden Tirmizi ve
İbn Mace rivayetlerinden sadece Tirmizi’de yer almıştır.1

Kur’an’ın dört ana meselesinden birisi haşirdir. Kur’an
ayetlerinin manasındaki mucizeliği ispat eden ve hakikatlerini her yaştan ve
seviyeden insanın anlayabileceği tarzda açıklayan Risale-i Nur’da da haşir
meselesi önemli bir yer işgal etmektedir. Haşir meselesinin en önemli
esaslarından biri de eskiyen, dağılıp kaybolan her şeyin hakikatinin muhafaza
edilmesidir. Bu açıdan Hafiz isminin tecellisi olan muhafaza ve hafiziyet
hakikati Nur Külliyatına, özellikle de haşir ile ilgili pek çok bölüme konu
olmuştur.

Kur’an kâinattan bahsederken, bazen Cenab-ı Hakk’ın fiillerini
ve yaratmış olduğu sanatlı eserlerini tafsilat vererek, insanların nazarları
önüne sermektedir. Sonra, çeşit çeşit ve sürekli değişen işlerini, eserlerini
külli isimlerine dayandırarak "sabit hakikatler" suretine çevirmekte ve özet bir
şekilde akıl sahiplerine hıfzettirmektedir. Cüz’i hakikatleri külli hakikatlere
bağlamak, insanları sebeplere takılmaktan kurtarmak ve Cenab-ı Hakk’ın
isimlerini kâinat sayfalarından okumayı öğretmek için bir kısım ayetlerin
sonları Esma-i İlahi zikredilerek bitirilmektedir. Kur’an’ın bu özelliği
Risale-i Nur eserlerine de aksetmiştir. Bediüzzaman, bir konu içinde Cenab-ı
Hakk’tan bahsetmek gerektiğinde, o konuya uygun "esma-i hüsna"yı kullanmayı
tercih etmektedir. Haşirle ilgili meselelerde çoklukla kullanılan isimlerden
biri de Hafiz2 ismidir ve değişik terkipler halinde istimal edildiği
görülmektedir. Örneğin: Hafiz-i Hakiki,3 Hafiz-i Rahim,4
Hafiz-i Alim,5 Alim-i Hafiz,6 Hafiz-i Hakîm,7
Hafiz-i Zülcelal,8 Hafiz-i Zülcelal-i ve’l-ikram,9 ism-i
Hafiz,10 ism-i Hafiz ve Rahim, ism-i Hafiz ve Rakib,11
Zat-ı Hafiz,12 Zat-ı Hafiz-i Bizeval,13 Zat-ı Hakîm-i
Hafiz14

Hakimiyetini ve saltanatını muhafaza etmek için sonsuz dikkati
olan Cenab-ı Hakk, mülkünde meydana gelen her şeyi ihtimamla muhafaza
etmektedir. En sıradan olayı ve en basit bir hizmeti bile kayıt altına almakta
ve aldırmaktadır. Kâinatın her tarafında geçerli olan bu muhafaza kanunu, Onun
hiçbir şeyi başıboş bırakmadığının ve her şeyin her haline dikkat ettiğinin bir
göstergesidir.

Hiçbir varlık, hatta en basit hayat tabakasından olan bir bitki
bile yok olmak, unutulmak ve çürüyüp kaybolmak için yaratılmamıştır. Ölümle
bedenini kaybediyor olsa bile, binlerce hafızalarda ve tohumlarda daimi bir
vücudu kazanmaktadır. Hafiz isminin tecellisiyle, her şeyin "manası",
"hakikati", "misali", "dünyevi ve uhrevi meyveleri", "hüviyeti", "sureti", ruh
sahibi ise "ruhu", "hafızalarda", "elvah-ı mahfuzada", "sermedi manzaraların
film şeritlerinde", "ilm-i Ezelinin meşherlerinde", "amel defterlerinde",
"daire-i Esmada" ve buna benzer sayısız vücut alemlerinde manevi varlık
kazanmaktadırlar.15

Cenab-ı Hakk’ın kendisi baki olduğu gibi, bütün sıfatları ve
isimleri de daimi ve sermedidir. O baki ve daimi olan sıfatlarının ve
isimlerinin tecellileri olan varlıklar da ölümle ve son bulmakla yokluğa mahkum
olmayacaklardır. Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin sınırsız mertebelerinin açığa
çıkması ve yeni vazifedarlara yer açılması için, varlıkların terhis edilerek
"daire-i kudret"ten "daire-i ilm"e, "alem-i şehadet"ten "alem-i gayb"a ve
"alem-i tegayyür ve fena"dan "alem-i nura, bekaya" giderlerken, manalarının ve
hakikatlerinin korunmasını, muhafaza edilmesini Hafiz ismi gerektirmektedir.

Gökte yerde, karada denizde, yaş kuru, küçük büyük, adi âli her
şeyi mükemmel bir şekilde muhafaza eden ve neticelerini saklayan bir hafiziyet
hakikati,16 ihatalı ve azametli bir şekilde hükmetmektedir.
Gökyüzünden gelecek zararlı maddelere ve ışınlara karşı atmosferle örtülen
yeryüzü, direkler ile muhafaza edilen bir gemi gibi dağlar ile kazıklanarak
zararlı sarsıntılardan da Hafiz isminin tecellisiyle koruma altına alınmıştır.
Ayrıca, dağların sulara kaynaklık yapması, havayı temizlemesi, toprak tabakasını
denizin istilasından koruması ve beşerin medeniyeti için çok büyük ihtiyaç
duyduğu madenlere hazinedarlık etmesi gibi hayati önemdeki faydaları,
hafiziyetin dağlar azametinde bir tecellisidir. Yeryüzünde canlı hayatının
devamı için çok önemli üç unsur olan su, hava ve toprağın muhafaza edilmesinde
büyük bir vazife gören dağlar üzerinde Hafiz ismi ihtişamlı bir şekilde
gözükmektedir.

Senelik haşir meydanı olan bahar mevsimi de, Hafiz isminin azami
tecellilerine mazhardır. Yer altında defnedilen tohumlar İsrafil’in (a.s.) sûr
üflemesini hatırlatan gök gürültüleri ile uykularından uyandırılmaktadırlar.
Birbirine benzeyen ve karma karışık bir vaziyette toprak altında bulunan
tohumların süratle, hatasız olarak ve kolay bir tarzda canlanmaları fevkalade
bir muhafazanın varlığını göstermektedir. Demek ki; "Her bir tohum, ism-i
Hafiz’in cilvesiyle ve ihsanıyla, ona pederinin ve aslının malından verdiği
irsiyeti, iltibassız, noksansız muhafaza edip gösteriyor."17

Ağızdan çıkan bir kelime, çabucak geçmiş zamanın karanlıklarında
kayboluyor gözüktüğü halde, Allah’ın izniyle kulaklarda, kağıtlarda, kitaplarda
ve akıllarda sayısız vücutlar kazanmaktadır. Bunun gibi bir gül çiçeği de, kısa
bir zamanda vazifesini tamamlamakta ve solup gitmektedir. Fakat, gerçekte onu
gören insanların hafızaları ve neslini devam ettirecek tohumları miktarınca
suretleri ve manaları arkasında bırakarak beka kazanmaktadır. O gül için
hafızalar ve tohumlar, suretini, zinetini muhafaza etmek için birer
menzildirler.18

Her canlının hayatının muhafazası için gerekli olan aletlerin ve
cihazların verilmesi de hafiziyetin latif bir güzelliğidir, aslında. Arının
zehirli iğnesinden, dikenli çiçeklerin süngücüklerine ve çekirdeklerin sert
kabuklarına19 kadar geniş bir yelpazede yaşanılan muhafaza hakikati,
eşsiz bir yaratılış gerçeğini gözler önüne sermektedir.

Hayvanlar alemi yüz binlerce nevden oluşan büyük bir ordudur. Bu
ordunun giydirilmesi, silahlandırılması ve eğitilmesi gibi beslenmesi de çok
mükemmel bir sistemin varlığını gerektirmektedir. İhtişamlı büyük ordu olan
hayvanlar aleminin beslenmesi için tohumlar ve çekirdekler çabuk ve kolay
pişirilen Rahmani konserveler suretinde yaratılmıştır. Pişirilme tarifeleri de
kaderin manevi kalemleriyle yazılarak bu küçük sandıkların içinde muhafaza
edilmiştir.20 Bu da göstermektedir ki, hayvanlar aleminde parlak ve
azametli bir şekilde görülen beslenme hakikati, Rahman isminin Hafiz burcunda
tulu etmesinden başka bir şey değildir.

Kâinat iç içe sayısız dairelerden meydana gelmektedir. Her şeyin
yapıtaşı olan zerreler de birbiri içindeki bu dairelerden her birine münasip bir
vaziyet, faydalı bir konum ve önemli bir vazife almaktadırlar. Sayısız defalar
farklı farklı varlıkların bedenlerinde görev alan, hayatın hizmetinde defalarca
koşturularak nurlandırılan ve onurlandırılan zerrelerin ihmal edilmesi,
tesadüfün girdaplarına terk edilmesi Cenab-ı Hakk’ın hikmetine, adaletine ve
rahmetine aykırı bir durumdur. Belki, başka yüksek bir aleme hazırlanıyor gibi
terbiye gören bu zerrelerin "manevi alınları"nda manalarının hikmetleri, hiçbir
şeyi kaybetmeyen Hafiz-i Zülcelal’in kader kalemi ile kaydedilmektedir.21
En küçük ve ehemmiyetsiz varlıkları vazifelerinde ücretsiz, maaşsız, kemalsiz
bırakmayan Cenab-ı Hakk, "en kesretli ve esaslı" memurları olan zerreleri de
ücretsiz bırakmayacak ve Hafiz isminin tecellisiyle bütün hizmetlerini muhafaza
ederek, ebedi mükafatlandıracaktır.

"Hadisçe ‘zahr-ı kalp’ denilen insanın hafızası, ekser envaın
bir çeşit muhtasar fihristesi ve bir küçük numune haritası ve şecere-i kâinatın
bir manevi çekirdeği ve ekser esma-i İlahiyenin incecik bir ayinesi"dir.22
Hafiz isminin en parlak tecellilerinden biri de insanın hafıza kuvvesinde
görülmektedir. Hayat boyu görülen, işitilen, yaşanan ve öğrenilen her şey,
insanın başında hardal küçüklüğünde bir yere yerleştirilmiş "kuvve-i hafıza"
denilen kütüphaneye kaydedilmektedir.

Geçici, âdi, bekasız, ehemmiyetsiz şeyleri muhafaza eden Hafiz-i
Zülcelal, gayp alemleri, ahiret alemi, ruhlar alemi ve her şeyi kuşatan
rububiyet-i amme için çok önemli neticeler üreten insanın amellerini de dikkatle
kayıt altına almaktadır. İnsanın büyük ve değerli olan amellerinin, fiillerinin
hesaba ve mizana çekilerek "sahife-i a’malinin neşr"23 edildiği zaman
olan mahkeme-i kübrada, adil bir yargılama olabilmesi için inceden inceye bir
kayıtın yapılması gerekmektedir.

İnsanın işlediği her amel, mucizevi bir sanatla hafızasına
yazılmaktadır. Bu işi yapan Zat, haşirde "büyük defter-i a’mal"i neşrederek
insanları hesaba çekecek olan olmalıdır. İnsandan dünyada işlediği her şeyin
hesabı sorulduğunda, itiraz edememesi ve her işinin inceden inceye yazıldığının
ispatı için, kendi aklının cebinde küçük bir senet olacaktır, kuvve-i hafıza.24

Kâinatta hafiziyetin öyle bir tarzda hakimiyeti vardır ki,
bakteriler, böcekler gibi küçük hayvanlar bile pek büyük rahmet ve hikmetle
muhafaza edilmektedirler. Bu küçük canlılara "hıfzü’l-hayat hissi", yani
hayatlarını koruma duygusu verildiği gibi, vücut sağlıklarının devamı için
bağışıklık sistemi ve düşmanlarına karşı da etkili silahlar ile donatılmaları,
muhafaza hakikatinin ne kadar esaslı olduğunun aşikar bir delilidir. Elbette,
hafiziyetini bu şekilde gösteren bir Zat, ahirette ebedi meyveler veren
ağaçların çekirdekleri mahiyetinde olan insanın amellerini ihmal etmeyecektir,
belki; "Bir incir ağacının tohumunu tavırdan tavıra hıfzeden, devirden devire
himaye eden, inhilalden vikaye eden ve o tohumda incir ağacının teşkilatına
lazım olan esasları kemal-i ihtimam ile muhafaza eden, elbette, halife-i arz
ünvanını alan nev-i beşerin a’malini ihmal etmez, hıfzeder."25

Her vakit "fenaya hazır ol!" emrini bekleyen madde aleminde bile
hıfz ve muhafaza kanunu hükmünü icra etmektedir. Çünkü, hiçbir şey fena için
yaratılmamıştır, bir nevi bekaya mazhardır. Bir çiçeğin bir parçacık ruha
benzeyen "kanun-u teşekkül"ü, bozucu ve çürütücü birçok dış etkenlere rağmen
tohumlarında, Hafiz-i Hakim tarafından korunmaktadır. Kanunlar içinde harici bir
vücut giydirilerek ve şuur sahibi kılınarak yüksek bir mahiyet kazandırılan
insan ruhunun bekadan mahrum kalması, elbette düşünülemez. Bir ömür boyunca
birçok cesetleri değiştirerek halden hale yuvarlandığı halde bekasını muhafaza
eden bir ruh,26 Hafiz isminin tecellisine en fazla liyakat kesb
edendir.

İnsanların halleri ile en fazla ilgili varlıklar meleklerdir.
İnsanın yeryüzünde yapmış olduğu işlere pek büyük bir ehemmiyet vermektedirler.
Cenab-ı Hakk’ın, Hz. Adem’i (a.s.) yaratırken meleklere "müşavere şeklinde
yaptığı muhavere" de bu sırdan kaynaklanmaktadır. Hafiz isminin tecellisiyle bir
kısım meleklerin insanları korumaları, bir kısmının amellerini yazmaları, bu
güçlü yakınlık nedeniyledir.27

Kıymetli bir sözünü ve halini daimileştirme duygusuna sahip
insanoğlu, şiir, yazı, fotoğraf, kaset ve CD gibi kayıt vasıtalarını geliştirmiş
ve yaygınlaştırmıştır. İnsana daimi mükâfat kazandıracak, Cennette ebedi
meyveler verecek ve ahiretin sinemalarında sermedi olarak gösterimde kalacak
olan fiillerini kaydetmekle vazifeli Kiramen Katibin meleklerinin varlığı,
fıtrattaki kıymetli anlarını muhafaza etme duygusunun en güzel bir şekilde
tatmin edilmesidir.28 Bu açıdan bakıldığında, Cenab-ı Hakk’ın Hafiz
ismi Kiramen Katibin meleklerinin vazifelendirilmesiyle şirin bir tarzda tecelli
etmektedir.

İnsanın düşmanları çoktur. Mikroptan kuyruklu yıldıza, depremden
Kıyamete, hastalıktan ölüme ve şeytandan Cehenneme kadar onu taciz eden sayısız
düşmanları vardır. Bütün bunlara karşı silahı ise, aczini fark edip Hafiz-i
Hakiki’nin kudretine iltica etmektir ve "iltica, istiğfar ve hıfz-ı İlahiye"ye29
dayanmaktır.

"Nev-i beşerin en büyük meselesi Cehennemden kurtulmaktır"30
diyen Bediüzzaman’a göre, başta Resul-i Ekrem (a.s.m.) olmak üzere bütün
peygamberlerin ve hakikat ehli insanların her vakit dualarında "Bizi Cehennemden
hıfz eyle!" demeleri bunun en açık belirtisidir. Kâinattaki her türlü şer, elem,
karanlık, çirkinlik ve küfür gibi zararlı unsurların yağdığı ve biriktiği
nihayetsiz büyüklükte bir havuz olan Cehennem, elbette en fazla korkulması ve
sakınılması gereken bir yer olmalıdır.

"İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur.
Onu zayi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve
emin bir ele teslim"31 etmek varlığının en önemli meselelerinden
biridir. Bu açıdan, insanın ruhunu muhafaza etmekle vazifeli "emin bir el" olan
Hz. Azrail’in (a.s.) Hafiz isminin hoş bir tecellisine mazhar olması, azami bir
derecede ayna olduğu Mümit isminin celalli tecellisine ayrı bir letafet
katmaktadır.

Dünya ahiretin tarlası olduğu için, yeryüzünde bir an gözüküp
kaybolan varlıklar, aslında ahiretin sermedi manzaralarını dokumaktadırlar.
İnsanın dünyevi amelleri de ahiret pazarına gönderilerek, uhrevi sinemalarda
dünya maceralarının lezzetle hatırlanması gibi çok vazifeler göreceklerdir.
Bediüzzaman bu hakikati şöyle ifade etmektedir:

"Ehl-i Cennet, elbette arzu ederler ki; dünya maceralarını
tahattur etsinler ve birbirine nakletsinler. Belki o maceraların levhalarını ve
misallerini görmeyi çok merak ederler. Elbette, sinema perdelerinde görmek gibi,
o levhaları, o vak’aları müşahede etseler, çok mütelezziz olurlar. Madem
öyledir; herhalde dar-ı lezzet ve menzil-i saadet olan Cennette ‘Alâ sürurin
mütekabilin [Karşılıklı tahtlarda kardeş kardeş otururlar]’32
işaretiyle, sermedi manzaralarda, dünyevi maceraların muhaveresi ve dünyevi
manzaraları Cennette bulunacaktır."33

"Beni beşerin kuvve-i hafızaları, ağaçların meyveleri,
meyvelerin çekirdekleri, tohumları, elbette bir hafıza-i kübrayı, bir defter-i
ekberi, bir Levh-i Mahfuz-u Azam’ı ihsas eder, iş’ar eder ve ispat eder, belki
keskin akıllara gösterir."34 Levh-i Mahfuz, Cenab-ı Hakk’ın mülkünde
cereyan eden bütün işleri, hadiseleri kaydettiği, suretlerini aldığı ve kâinat
sayfalarındaki zerre miktar hayır ve şerri yazdığı, Hafiz isminin azami bir
tecellisidir.

İnsanda cisimden başka akıl, kalp, ruh, hayal ve hafıza gibi
manevi vücutlar olduğu gibi, büyük bir insan olan kâinatta da cismani alemden
başka alemler vardır.35 İnsanın başında mercimek küçüklüğünde yer
işgal eden hafıza kuvvesinin, bir büyük kütüphane kadar bilgiyi karıştırmaksızın
ihtiva etmesi, bu kuvvenin "nümune-i ekber ve azam"ı olan Levh-i Mahfuzun
varlığından haber vermektedir.36

Bütün varlıkların bütün sergüzeştleri, hayat maceraları Levh-i
Mahfuzun defterleri olan İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin’de yazılmaktadır.37
Başka bir ifadeyle, "Bütün eşya, bütün ahvaliyle, vücuda gelmeden ve geldikten
sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor"38 Bu
defterlerden birincisi olan İmam-ı Mübin; (a) ilim ve emr-i İlahinin ünvanıdır,
(b) gayb alemlerine bakar, (c) geçmiş ve gelecek zamanlarla ilgilidir, (d) her
şeyin aslı, nesli, kökleri ve tohumları ile alakalıdır, (e) kader defteridir,
(f) nazari kader olarak da isimlendirilir. Kitab-ı Mübin ise; (a) kudret ve
irade-i İlahiyenin ünvanıdır, (b) şehadet alemine bakar, (c) şimdiki zamanla
ilgilidir, (d) her şeyin vücudu, mahiyeti, sıfat ve şuunatı ile alakalıdır, (e)
kudret defteridir, (f) bedihi kader olarak isimlendirilir.39

Levh-i Mahfuzdan, beşerin hafızasına, ağacın meyvesine, meyvenin
çekirdeğine, çiçeğin tohumuna kadar uzanan hafiziyet kanunu, her şeyi kuşatarak
"zahir ve batın aynalar"da muhafaza etmektedir. Vazifesinin bitmesiyle ömrü sona
eren ve bu alemden göçüp giden her şey, Hafiz-i Zülcelal tarafından nizam ve
mizan içinde ehemmiyetle yazılarak, kayda geçirilmektedir.

Dünyaya gelişiyle birlikte sürekli öğrenmeye ve kendini
geliştirmeye muhtaç bir varlıktır, insanoğlu. Hayatının sonuna kadar da öğrenme
serüveni devam etmektedir. Bu nedenle, "insanın vazife-i asliyesi taallümle
tekemmüldür"40 denilmiştir. Yani, yaratılış gayesini öğrenerek, bilgi
sahibi olarak istidat ve kabiliyetlerini açığa çıkarması için yeryüzüne
gönderilmiştir.

Her bir insan, "talim-i esma" ile meleklere hilafet davasında
üstün gelen Hz. Adem’in (a.s.) evladı ve istidadının varisidir. Bütün varlıklar
üstündeki o yüksek makama liyakatini ispat etmek için ise ilim, fen ve
teknolojisinde "esma-i hüsna"yı esas yapması ve Cenab-ı Hakk’ın birer ismine
yapışması gerekmektedir. "Her bir kemalin, her bir ilmin, her bir terakkiyatın,
her bir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat, bir ism-i İlahiye
dayanıyor."41 Fenler ve teknolojik gelişmeler Cenab-ı Hakk’ın
isimlerinden birine dayandıkları takdirde mükemmelleşir ve hakikate ulaşırlar.
Tersi olduğunda ise "hikmet-i İlahiye"nin semalarından "tabiat dalaleti"nin
bataklıklarına saplanarak sukut etmeye ve "nakıs bir gölge" olarak kalmaya
mahkum olurlar.

***

Günümüz insanlarının temel problemlerine çareler üretmesi
nedeniyle popüler tartışmalara konu olan ve bilimsel içeriğini çok kısa bir
sürede en fazla arttırabilen alanlardan biri de genetik bilimidir. Her bilim
dalı gibi genetik de, Cenab-ı Hakk’ın kâinat kitabında yazmakta olduğu sayısız
ayetleri, kelimeleri ve mektuplarından sadece canlılar üzerindekileri okumaya ve
manalarını çözmeye çalışan bir uzmanlık sahasıdır. Bu okumalar sonucu olağanüstü
bir kayıt sisteminin canlılar dünyasındaki eşsiz güzelliği daha iyi fark
edilmiştir. Binlerce yıldan beri yaratılan yüz binlerce canlı türünden yalnızca
biri olan insanoğlunun, milyarlarca ferdinin bedenleri içindeki trilyonlarca
hücrelerinin her birinin yüz binde birlik bir bölümünde kütüphaneler dolusu
bilgilerin saklanıyor olması, canlılar alemindeki arşivleme faaliyetlerinin ne
derece harika ve azametli olduğunun açık bir göstergesidir.

İnsan vücudunda 75 trilyondan fazla hücre bulunmaktadır. Her bir
hücrenin içinde bulunan çekirdek, insana ait bütün bilgileri barındırmaktadır.
İnsan bedeninin yaratılış şifresi denilebilecek bu genetik bilgiler DNA molekülü
adı verilen çift sarmal bir yapının içerisinde kodlanmıştır. Yaklaşık olarak 2
metre uzunluğundaki DNA’nın hücre çekirdeğine sığabilmesi için sıkışıp büzüşmesi
sonucu olağanüstü bir paketleme sistemi olan kromozomlar ortaya çıkmıştır.
İnsanda 46 kromozom içine paketlenen genetik bilgilerin işlevsel en küçük
bölümüne "gen" denilmektedir. Her bir gen insana farklı bir özellik
kazandırmaktadır. Göz renginden kan grubuna, saç şeklinden vücudun ihtiyaç
duyduğu hormonlara, salgılara kadar insan bedeninin kompleks yapısını ortaya
çıkaran her ayrıntı genlerin içine programlanmıştır. İnsanda 25 ile 31 bin
arasında değişen sayıda gen bulunmaktadır. DNA’nın işleyişi yaşa göre değiştiği
için bu rakam sabit değildir. Çünkü, bir kısım genler genç hücrelerde aktif
oldukları halde, yaşlandıkça pasif hale geçtikleri için aktif gen sayısının
değişmesine yol açmaktadırlar.

Tek bir hücredeki DNA kodu içinde 3.1 milyar gen harfi
bulunmaktadır. Adenin, Timin, Guanin ve Sitozin (A, T, G, S) adı verilen dört
harfin çeşitli dizilişleri sonucu genler yazılmaktadır. 31 bin genin bir araya
gelmesiyle "genom" meydana gelmektedir. Eğer bir insan kendi genomundan her bir
saniyede tek bir harfini ezberlemeye çalışsaydı, tamamını ezberlemesi için yüz
yıl zaman ayırması gerekecekti. İlginçtir ki, insanoğlu, her bir hücresine
yazılan bu derece muazzam bir bilgiden habersiz olarak binlerce yıldan beri
yeryüzünde yaşamaktadır ve kendi aklına, bilgisine itimat ederek gururundan
vazgeçmemektedir.

Hafiz ismi, hücre çekirdeğindeki DNA’larda canlı bedenlerine ait
bütün bilgilerin arşivlenmesinden, kâinatta olmuş, olmakta ve olacak olan ulvi,
süfli bütün olayların kayıt edildiği Levh-i Mahfuz’a kadar çok geniş bir dairede
hükmünü icra etmektedir. Genetiğin ilgilendiği alan ise bu harika arşiv
faaliyetinin çok dar bir kısmını ihtiva etmektedir. İnsan Genom Projesi gibi
genetik çalışmalar sonucu binlerce genin hayati fonksiyonları anlaşılmış ve
milyarca harften meydana gelen DNA’nın şifresi çözülmüş olsa bile, ulaşılan
merhale Hafiziyetin yalnızca insan üzerindeki tecellisinin zayıf bir gölgesinin
görülmesinden başka bir şey değildir. Çünkü, insanın fıtraten de gereksinim
duyduğu en önemli kayıt hakikati, onun ahirette ebedi neticeler verecek olan her
bir halinin, sözlerinin ve fiillerinin başta kendi hafızası olmak üzere, amel
defterinden alem-i misale, Levh-i Mahfuz’a kadar değişik birçok "batın
aynalar"da muhafaza edilmesi hadisesidir. Fenaya maruz ve çürümeye, dağılmaya,
bozulmaya mahkum bir bedenin, trilyonlarca hücresi ve hücrelerinin içindeki
milyarlarca genlerinin diliyle geçici bir beka için yapmış oldukları dualarına
harikulade bir tarzda fiilen cevap verilmesini anlama çabaları olan genetik
çalışmalar, insanın bedenî ve ruhî her bir halini sayısız arşivlerde hıfzeden
Hafiz isminin cüzi bir tecellisini kavrama yolunda atılan adımlar olarak
görülmelidir.

Olayı başka bir açıdan değerlendirecek olursak, aslında, insanı
insan yapan ve gerçek anlamda onu bekaya mazhar kılan, yaşadığı sene sayısının
iki katı kadar beden değiştirmesine rağmen mahiyeti değişmeyen ruhudur. Zaten,
bedenin canlılığı ve bekası da ruhun varlığına bağlıdır. Ruhun bedenle öyle bir
ilişkisi vardır ki, bütün organları, dokuları ve hücreleri birbirinin yardımına
koşturan, aslında insanın ruhudur. Bedenin her bir bölümünün idaresi, manevi
seslerini işitmesi ve ihtiyaçlarını görmesinde, ruh için bir iş diğerine engel
olmamakta ve karışıklığa yol açmamaktadır. Elbette, böyle bir ruhun sayısız
düşünceleri, duyguları ve hallerine, fani bir bedenin tek bir hücresi kadar
ehemmiyet verilmemesi mümkün değildir. Belki, ruhun en gizli sırları, arzuları
ve duaları daha latif arşivlerde kayda geçirilecek ve onun bir sonraki hayatının
esasları da, o arşivlerde yazılanlara göre cereyan edecektir.

Teknoloji ve mühendislik, hayatın zorluklarını kolaylaştırmak,
daha konforlu ve denetlenebilir yaşantı sürmek için gösterilen çabalar sonucu
ortaya çıkmış ve zamanla gelişmiştir. Mühendislikler içinde en hassas alanda
çalışanlar ise gen mühendisleridir. Öyle ki, bu mühendislik dalında gelişen ve
hızla ilerleyen teknolojiler ile bir canlının genetik yapısına müdahale
edebilme, hatta başka türler arasında gen aktarımı yapabilme imkânlarına bile
kavuşulmuştur. Mesela, insana ait bir gen ile bakterilerde insan proteinleri
üretilmiş ve birçok hastalığın tedavisinde kullanılan "rekombinant ilaçlar" elde
edilmiştir. Bir kısım bitkilerin de genetik yapılarına müdahale edilerek iklim
ve coğrafi şartlara daha iyi uyum sağlayabilen verimi yüksek ürünler
yetiştirilmiştir.

Genetik mühendisliğinin günümüzde en çok yankı uyandıran ve
tartışılan konularından birisi de genetik kopyalamadır. Genetik kopyalama, bir
canlı ile aynı genetik bilgiye (DNA) sahip başka bir canlı üretilmesidir. Normal
üremede genetik bilginin yarısı anneden yarısı babadan gelirken, genetik
kopyalamada genetik bilginin tamamı kopyalanacak canlıya ait olmaktadır. Aslında
genetik kopyalama bitkiler varolduğundan beri tabiatta yaşanılan bir durumdur.
Çünkü, bitki hücrelerinin genetik programları kilitlenmediği için zigot gibi
davranabilmektedir. Böylece bitkilerin kök, dal veya yaprağından bir parça
almakla yeni bir bitki üretmek mümkün olabilmektedir. Oysa günümüze kadar
hayvanlarda özelleşen hücrelerin kilitlendikleri ve zigot gibi davranamadıkları
düşünülmekteydi. Her ne kadar, bir kısım hayvanlarda vücut parçalarından kopan
kısımların yenilenmesi görülse de ve bazı hayvan türlerinde ise zaman zaman dişi
yumurtaları döllenmeden canlı gelişmesinin olabildiği bilinse de, alışılagelmiş
olan genel kanaat değişmemiştir. Ancak, genetik kopyalama teknolojisi
geliştikçe, tabii yollarla üremenin zorunlu bir yol olmadığı ve herhangi bir
hücre içindeki genetik programdan dahi yeni bir hayvan yada insan bedeninin
yaratılabileceğini gerçeği daha bir açıklık kazanmıştır. Cenab-ı Hakk’ın
hafiziyetiyle insan bedenini tek bir hücresine kaydetmiş olduğu, mevcut genetik
bilgilerinden haşirde tekrardan diriltebilmesinin ne kadar akla uygun olduğu,
genetik mühendisliğinin keşfettiği ip uçları sayesinde çok daha iyi
anlaşılmaktadır. Hadiste ‘acbü’z-zeneb’ tabir edilen "ecza-i esasiye" ve
"zerrat-ı asliye"nin42 ikinci diriliş için yeterli olduğunu, çürüyüp
dağılan bütün beden zerrelerinin toplanmalarına gerek olmadan da dirilişin
gerçekleşebileceği hakikatini kendi bilimsel diliyle ilan eden ve haşre iman
hakikatini görmeyen ya da görmek istemeyen gözlere de gösteren bir bilim dalı
olmuştur genetik.

İnsanlığın ulaşmış olduğu en ileri teknolojik seviyeler "celb",
"galebe" ve "cidal" ile değildir. Çok zayıf ve aciz olduğu için her şey insana
boyun eğdirilmiş, onun yardımına koşturulmuştur. İhtiyaçları çok fazla olduğu
için de insana fazlaca ihsanda bulunulmuş ve her şeyi öğrenme konusunda cehaleti
bulunduğundan ilhama mazhar kılınmıştır. Ne zaman ki insanoğlu, Karun gibi "Ben
kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım" diyerek, Cenab-ı Hakk’ın merhametini
ve varlıkları ona teshir etmesini inkâr edecek olmuştur, o zaman kendisine ikram
edilen teknolojik ve ilmi gelişmelerin zararları faydalarına üstün gelerek "azap
tokadı" mahiyetine bürünmüştür.43

Her bir fen ve teknoloji gibi, genetik de Cenab-ı Hakk’ın bir
ismine dayanarak hakikatini bulabilir ve kemal noktasına ulaşabilir. Canlı
bedenlerinin yapıtaşları olan hücrelerin DNA’larında yazılan yaratılış
kanunlarını ve şifrelerini okuyarak Hafiz ismine yetişmeye çalışmakla ve ona
dayanmakla mükemmelleşir, hakikat olur ve felsefi dalaletlere kapı açmaktan
azade olur.

Peygamber kıssaları ve Cenab-ı Hakk’ın isimlerini zikrederek,
insanlığın şimdiki seviyesinden çok daha yüksek noktaları ve en ileri
mertebeleri gösteren, bir nevi teşvik eden Kur’an-ı Kerim’in "talim-i esma"
hadisesinden bahsetmekle vermek istediği mesaj ile konumuzu bitirelim:

"Sizin pederiniz bir defa şeytana aldandı, Cennet gibi bir
makamdan ruy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda
şeytana uyup hikmet-i İlahiyenin semavatından, tabiat dalaletine sukuta vasıta
yapmayınız. Vakit be vakit başınızı kaldırıp, Esma-i Hüsnama dikkat ederek, o
semavata uruc etmek için fünunuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Ta fünun
ve kemalatınızın menbaları ve hakikatleri olan esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o
esmanın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız."44

Dipnotlar

1. Bekir Topaloğlu, "Hafiz", TDVİA., C:XV, İstanbul, 1997,
s. 116.

2. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, İstanbul, 2001, Yeni Asya
Neşriyat, s. 85, 485; Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, İstanbul, 2001, Yeni
Asya Neşriyat, s. 36; Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Germany, 1994, Yeni Asya
Neşriyat, s. 198, 199; Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, İstanbul, 1999,
Yeni Asya Neşriyat, s. 42, 162.

3. Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 100; Bediüzzaman Said Nursi,
Barla Lahikası, İstanbul, 2001, Yeni Asya Neşriyat, s. 84; Bediüzzaman Said
Nursi, Kastamonu Lahikası, İstanbul, 2001, s. 133, 156.

4. Nursi, Sözler, s. 49.

5. Nursi, Sözler, s. 433.

6. Nursi, Şualar, s. 561.

7. Nursi, Sözler, s. 477.

8. Nursi, Sözler, s. 76; Şualar, s. 130, 197, 199, 520.

9. Nursi, Şualar, s. 197.

10. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, İstanbul, 2001, Yeni
Asya Neşriyat, s. 141,142; Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 149,150.

11. Nursi, Sözler, s. 75.

12. Nursi, Lem’alar, s.142; Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 150.

13. Nursi, Sözler, s. 477.

14. Nursi, Sözler, s. 79.

15. Nursi, Şualar, s. 66.

16. Nursi, Sözler, s. 76.

17. Nursi, Lem’alar, s. 190.

18. Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 39.

19. Nursi, Şualar, s. 72.

20. Nursi, Şualar, s. 62.

21. Nursi, Sözler, s. 512.

22. Nursi, Sözler, s. 26.

23. Nursi, Sözler, s. 76.

24. Nursi, Sözler, s. 621.

25. Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 162.

26. Nursi, Sözler, s. 477.

27. Bediüzzaman Said Nursi, İşârâtü’l-İ’caz, İstanbul, 1997,
Yeni Asya Neşriyat, s. 249.

28. Nursi, Şualar, s. 231.

29. Nursi, Lem’alar, s. 123.

30. Nursi, Şualar, s. 209.

31. Nursi, Şualar, s. 231.

32. Hicr Suresi, s. 47.

33. Nursi, Mektubat, s. 284.

34. Nursi, Sözler, s. 56.

35. Nursi, Sözler, s. 523.

36. Nursi, Sözler, s. 149.

37. Nursi, Lem’alar, s. 549, Nursi, Şualar, s. 56.

38. Nursi, Sözler, s. 151.

39. Nursi, Mektubat, s. 40-41; Nursi, Sözler, s. 433, 505.

40. Nursi, Sözler, s. 286.

41. Nursi, Sözler, s. 238.

42. Nursi, Sözler, s. 484.

43. Nursi, Sözler, s. 296.

44. Nursi, Sözler, s. 238.