Özet

Bu makalede; demokratik eğitim anlayışının temelini oluşturan eğitimde fırsat eşitliği, özgürlükçü eğitim, psikolojik danışma ve rehberlik hizmeti, eğitimde iş bölümü, branşlaşma, ihtisaslaşma ilkelerinin öneminden bahsedilmiştir. Eğitimde hür ortamın ve fikir özgürlüğünün önemi üzerinde durulmuş, ilmi istibdadın insan davranışlarının şekillenmesinde ne kadar zararlı bir etkiye sahip olduğu izah edilmiştir. İnsan fıtratıyla uyumlu bir eğitim planlamasının nasıl yapılması gerektiği ve fıtrata uygun olarak planlanmayan bir eğitimin neden olabileceği sonuçlardan bahsedilmiştir. Eğitim kurumlarında görev yapan yöneticisinden öğretmenine, güvenlikçisinden hizmetlisine kadar istihdam edilen tüm personelin liyakatli, uzman ve yeterli bilgi birikime sahip olmalarının önemi üzerinde durulmuştur. Fikirleriyle insanlığa ışık tutan İslam âlimi Bediüzzaman Said Nursi’nin eğitim hakkında öngördüğü fikirlerinin, demokratik eğitim anlayışıyla ilişkili olup olmadığı değerlendirilmiştir.

Anahtar kelimeler: Demokratik eğitim, Said Nursi ve eğitim, eğitmde fırsat eşitliği, özgürlükçü eğitim, eğitimde iş bölümü

 

Abstract

This article explores the principles of democratic education, including equal opportunity in education, freedom of expression, psychological counseling and guidance services in education, as well as the concepts of work sharing, branching and specialization within education. The importance of a free educational environment and the freedom of thought in education were emphasized. An attempt has been made to explain how harmful scientific pressure in shaping of human behaviours. It has been examined how an education approach compatible with human nature should be. It has been mentioned that there are negative consequences associated with an education that is not aligned with human nature. The importance of having qualified and knowledgeable personnel in educational institutions, from administrators and teachers to security guards and support staff, is emphasized. The ideas about education foreseen by Bediüzzaman Said Nursi have been evaluated to determine whether they are related to the democratic education approach.

Key Words: Democratic education, Said Nursi and education, equal opportunity in education, freedom of expression, work sharing within education

 

  1. Giriş

Cumhuriyet rejimi, düşünce özgürlüğünün ve hürriyet taraftarlığının arttığı günümüzde; ortak aklın dikkate alındığı, halkın yönetimde söz sahibi olduğu, uzun yılların tecrübesi, deneyimi, bilgi birikimi ve fikirlerin tekâmülü sayesinde, insanoğlunun keşfettiği mevcut diğer yönetim biçimleri arasındaki en güzel yönetim şekli olarak tanımlanabilir. Demokrasi ise evrensel insanî değerlerin, temel hak ve hürriyetlerin uygulama tarzını veya yaşam felsefesini ifade eder.  Bu nedenle cumhuriyet rejimi, demokrasi ile taçlandırıldığı zaman anlamlı ve değerli olur. Bu açıdan demokrasi, cumhuriyet rejiminin ruhu niteliğindedir. Cumhuriyet ve demokrasinin öngördüğü temel esasların bir araya gelmesiyle ancak demokratik cumhuriyet anlayışı ortaya çıkacaktır.

İslam âlimi ve mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursi cumhuriyete İslamiyet adına sahip çıkmış, her zeminde savunmuş ve övgüyle bahsetmiştir. Bediüzzaman Said Nursi, kendisine cumhuriyet hakkındaki fikri sorulduğunda, “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim”[1] şeklinde cevap vererek, cumhuriyet taraftarı olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca  “Hulefa-i Raşidin hem halife, he reis-i cumhur idi”[2] tespitiyle ve “Cumhuriyet ve demokrat manasındaki”[3]…”Meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve ilmen dört mezhepten istihracının mümkün olduğunu dava ettim.”[4] iddiasını dile getirerek, Risale-i Nur Külliyatı içerisinde yer alan çeşitli ifadeleriyle bu davasını da ispat etmiştir. Böylece İslam dininin özüne en yakın yönetim şeklinin günümüzde demokratik cumhuriyet olduğunu tüm İslam âleminin nazarlarına sunmuştur. Bu davasını, Kur’an-ı Kerimde Allah katında en hayırlı insanların özeliklerinden bahseden “Onların aralarındaki işleri, istişâre iledir.”[5] âyet-i kerimesine ve Cenab-ı Hakkın Peygamber Efendimize (asm) yönelik, “Yapacağın iş hususunda onlarla istişare et.”[6] emrine dikkat çekerek delillendirmiştir. Müslüman ve mütedeyyin bir insanın da cumhuriyet ve demokrasiye sahip çıkması gerektiğini yaşamıyla da göstermiştir. Baskıcı, otoriter ve tek adama dayalı rejimler, hem İslamiyet’in özüne zıttır, hem de insani değerlerle çelişen bir durumdur. Oysa hakkıyla uygulanabilen “katılımcı demokratik cumhuriyet”, Kur’an’ın emrettiği istişare, meşveret ve ortak akla dayanan, insani değerlere sahip çıkan ve İslamiyet’e en yakın bir yönetim anlayışıdır.

Diğer taraftan Bediüzzaman, cumhuriyetin ruhuna aykırı olarak sergilenen tutum ve davranışları, değişik zeminlerde dile getirmiş ve tenkit etmiştir. Keyfiliğe, hukuksuzluğa, liyakatsizliğe ve adaletsizliğe dikkatleri çekerek, cumhuriyetin “mânâsız isim ve resim(den)…”[7] ibaret olmaması gerektiğini savunmuştur.

Bediüzzaman, daima hürriyet ve demokrasinin tesisine çalışmıştır. Kur’an tefsiri Risale-i Nur Külliyatı’nın çeşitli yerlerinde “Hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir”[8] ve “Hürriyet-i fikir ve hürriyet-i vicdan düsturunu en geniş mânâsıyla tatbik eden cumhuriyet idaresinin demokrasi kanunlarıyla…”[9] ifadelerini kullanan Bediüzzaman, hürriyetlerden – kısmen bile olsa – arındırılmış ve korku atmosferiyle özgürce fikirlerin beyan edilemediği bir cumhuriyet rejiminin, “çoğulcu, katılımcı demokratik Cumhuriyet” rejimi olarak adlandırılamayacağına dikkatleri çekmiştir.

Demokratik yaşam biçimi, her toplum için ideal olmakla beraber, göründüğünden daha zordur ve sorumluluk bilinci gerektirir. Bu nedenle hürriyet ve demokrasi kültürünün geliştirilmesi için gayret sarf etmek, özverili davranmak ve ümitsizliğe kapılmadan çalışmak gerekir. Demokrasi, insan hayatına mutluluk kazandıran, toplum hayatını güzelleştiren ve huzurlu bir ülkenin vatandaşı olma duygusunu tattıran bir hayat felsefesidir. Pakistan’ın millî şairi Muhammed İkbâl, demokratik yaşam felsefesini şu cümlelerle ifade eder: “Diktatörlüklerde hayat küçük bir dereden ibarettir. Hürriyet rejiminde ise sınırsız bir okyanusa dönüşür.”[10]

Katılımcı demokratik cumhuriyetin sağlıklı işlemesi, demokratik bilince sahip bireylerin çokluğu ile ilişkilidir. Demokratik cumhuriyet rejimlerinin doğru, istikametli, etkili ve başarılı olabilmesi için demokratik değerleri benimseyen, haklarını bilen ve savunan bilinçli bireylerin yetiştirilmesi gerekir. Demokratik bilince sahip bireylerin sayısı, toplum içerisinde ne kadar yüksek olursa, demokratik hakların temini de o kadar çok mümkün olacaktır. Demokratik bilinç doğuştan kazanılmadığına göre planlı ve sağlıklı bir eğitim ile bireylere kazandırılması gerekir. Çünkü eğitim, demokratik bir toplumun şekillenmesinde, demokrasinin daha etkin hale getirilmesinde müspet eleştiri veya muhalefet yapabilme kabiliyetini kazandıran ve siyasilerin denetlenmesinde etkin rol alabilecek ruha sahip bireyleri zihinsel olarak hazırlayan en önemli vasıtalardan birisidir. Bu nedenle uygulanması planlanan bir eğitim sisteminin de demokratik niteliklerle şekillendirilmiş bir eğitim sistemi tarzında hayata geçirilmesi zorunludur.

Bu çalışmada, demokratik eğitimin temel esasları üzerinde durulacaktır. “Kur’an ve kâinat kitabından aldığı feyz ve marifet, Resul-i Ekrem’den (asm) tedris ettiği ahlak, edeb ve İmam-ı Ali’den (ra) aldığı manevi ders sayesinde yüz binlere hatta milyonlara öğretmenlik yapmış ve yapmaya devam eden”[11] büyük İslam mütefekkiri ve Kur’an müfessiri Bediüzzaman Said Nursi’nin, eğitim ile ilgili görüşlerinin demokratik eğitim anlayışıyla uyum içinde olup olmadığı ve hangi farklılıkların veya benzerliklerin mevcut olduğu üzerinde çeşitli değerlendirilmeler yapılacaktır.

  1. Demokratik eğitimin önemi

Demokratik bir yönetim sisteminde, eğitim sisteminin de demokratik alt yapıya sahip olacak şekilde tasarlanması beklenir. Ayrıca demokrasiyi benimseyen bir toplumun şekillenebilmesi için de bireylerin demokratik bir eğitimden nasibini alması gerekir. Çünkü demokratik eğitim sürecinden geçmeyen bireyler, temel hak ve özgürlüklerini bilemezler. Bu niteliklere sahip bireylrin çoğunlukta olduğu toplumlarda demokrasi kültürü her alanda ve her kurumda sağlıklı bir şekilde yaygınlaşmaz. Bu nedenle demokratik bir eğitimin nasıl olması ve hangi temel ilkelerin esas alınarak planlamaların yapılması gerektiği büyük önem arz eder. Demokratik eğitimin farklı özelliklerine dikkat çekmek amacıyla değişik tanımlamaların yapıldığını görmekteyiz. Demokratik eğitimin önemine vurgu yapan şöyle bir tanımla karşılaşırız: “Demokratik eğitim, demokrasinin ilke ve kurallarının, insan hak ve özgürlüklerinin eğitim ve öğretim programlarında açık ya da örtük hedeflere dönüştürülüp, öğrenme yaşantıları yoluyla bireylere uygulamalı olarak kazandırıldığı eğitimdir.”[12] Demokratik eğitimdeki fırsat eşitliğinin önemine dikkat çeken diğer bir tanımlama ise şöyledir: “Demokratik bir eğitim, insanların sınıf, ırk, cinsiyet, düşünce farklılığına göre değil, bireysel kavrama gücüne dayalı olarak düzenlenen eğitimdir.”[13]

Binbaşıoğlu, demokratik bir eğitim sisteminde,“seçme ve seçilme, eleştirme ve eleştirilme, sorumluluk duygusu, kendine güven duygusu, yardımlaşma duygusu, arkadaşlık, adalet, zihinsel eğitim, toplumsal eğitim, ahlak eğitimi”[14] gibi değerlerin bireylere kazandırılabileceği etkin bir eğitim ve öğretim programı hazırlanmasının önemine değinir.

Demokratik eğitimin hedefleri arasında, “bağımsız, dünyaya bakışında sorgulayıcı ve çözümleyici olan ve yine de demokrasinin kuralları ile uygulamalarını derinlemesine bilen yurttaşlar yetiştirmek”[15] ilkesi yer alır. Bu bilincin de geliştirilebilmesi için “bireylere fırsat eşitliği sağlayan öğrenci merkezli, paylaşmaya, yardımlaşmaya, etkin katılıma olanak veren ve öğrenci farklılıklarını karşılayarak birlikte öğrenmeye olanak sağlayan bir eğitim ve öğretim programının”[16] sağlıklı bir şekilde uygulanması gerekir. Planlı ve etkin bir demokratik eğitim sisteminin uygulandığı toplumlarda, “demokratik yaşama bilinci uyandırılır, geliştirilir ve halkın demokratik yaşama etkili olarak katılması sağlanır.”[17]

Demokratik bir eğitimin kazandırdığı en önemli vasıf, bireylerin zihinlerinde kalıcı demokrasi düşüncesini ve toplumlarda da demokrasi kültürünü geliştirmektir. Demokrasinin, bir yaşam tarzı haline gelmesine katkı sağlamaktır. Bir toplumun eğitim seviyesi ne kadar yükselirse, demokratik kültür bilinci de o kadar gelişir. Bireylerdeki sorumluluk duygusu ve farklı düşüncelere saygı, hoşgörü ve asgari müştereklerde uzlaşı kültürü gibi demokratik davranış bilinci ne kadar çok benimsenir ve yaygınlaşırsa, demokratik sistemin işlerliği de o nispette güzel olacaktır. Aksi takdirde, Eflatun’un da uyardığı gibi“halkın eğitimi yetersiz olduğu zaman, belli ilkelere bağlı olmayan liderlerin doymaz arzuları, demokrasiyi kolaylıkla demagojiye ve despotizme dönüştürebilir”[18] sonucunun ortaya çıkması muhtemel olacaktır.

Demokratik eğitim sistemlerinde, eğitim ortamları da büyük önem taşır. Çünkü “Demokratik değerlerin bireylere aktarılması, erken yaşlarda okullarda verilen eğitimle güç ve hız kazanmaktadır.”[19] Eğitim kurumları, genç kuşaklara hem demokrasinin güzelliklerini anlatmalı hem de çeşitli uygulamalarla işlerliğinin ne kadar verimli olduğunu göstermelidir. Eğitim kurumları, demokrasi uygulamalarına fırsat tanıyacak niteliklere sahip etkinliklerin gerçekleştirilebileceği ortamlara dönüştürülmesi gerekir. Aynı zamanda demokratik okul yapısının oluşturulabilmesi için okul yöneticisinden, öğretmenlere ve diğer okul çalışanlarına kadar tüm bireylerin gerekli demokratik bilgi, beceri ve anlayışla donanmış olması hedeflenir. Eğitim ortamları, demokratik yaşam tarzının uygulanabileceği ve küçük bir toplumsal model özelliğine sahip olacak şekilde hazırlanmalıdır. Okullarda seçme, seçilme ve oy kullanma kültürünün kazandırılmasına yönelik faaliyetlerin planlandığı ve öğrencilerin karar alma süreçlerine etkin katılımının sağlandığı ortamların hazırlanması gerekir. Okullar, demokratik vatandaşlık bilincinin oluşmasına, demokratik kültürün gelişmesine ve özümsenmesine katkı sağlayan ortamlar olmalıdır. Nitekim MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından, konunun önemine binaen öğrencilere demokrasi kültürü ve okul yönetimine katılma hakkı kazandırmak için “Demokrasi Eğitimi ve Okul Meclisleri Projesi” konulu bir proje hazırlanmış ve 2004 yılından itibaren eğitim kurumlarında uygulamaya konulmuştur. Bu projeyle, çocuklarımıza çoğulculuk, katılımcılık; farklı din, inanç ve düşünceler ile bireyin hak ve özgürlüklerine saygı; hoşgörü ve diyaloga açıklık; seçme, seçilme, oy kullanma vb. demokratik değer, tutum ve becerileri kazandırmak; okullarımızda ve toplumumuzda demokrasi kültürü ve bilincini geliştirmek amaçlanmıştır.[20]

Ülkemizde demokratik eğitim bilincinin oluşturulması çabaları, oldukça eskiye dayanır. Ülkemizde demokratik cumhuriyetin gelişimine ve demokratik eğitimin uygulanmasına önemli katkı sağlayan Demokrat Parti’nin iktidar oldukları ilk yıllarından itibaren, demokratik bir eğitim anlayışı ile eğitim ve öğretim sistemini düzenleme konusunda kararlı oldukları, 1946’da basılan parti programından anlaşılmaktadır. Parti programlarında dikkati çeken önemli hususlardan biri de “çağdaş eğitim ile dini eğitiminin kurumsal yapı içerisinde bir araya getirilmesi”[21] fikrinin yer almış olmasıdır.

  1. Demokratik eğitim nasıl olmalıdır?

Demokratik ülkeler, düşüncesini özgürce beyan edebilen nitelikli bireyler yetiştirilebilmesi için eğitimin hür bir ortamda gerçekleştirilmesi gerektiği fikrini savunur. Öğretmen veya öğrencinin, özgürce fikrini beyan edebilme özgüvenine sahip olmasını ister. Başta üniversiteler olmak üzere tüm eğitim ortamlarının özgür düşüncenin, bilimsel çalışma ve tartışmaların merkezi haline getirilmesini hedefler. Eğitim kurumlarında, bireyin demokratik düşünce yapısının şekillendirilmesine katkı sağlayacak ve ideolojik etkilerden uzak bir müfredatla eğitim-öğretim faaliyetlerinin yürütülmesini amaçlar.

Demokratik eğitim sistemi içerisinde yetişen bireylerin, şahsi menfaat temini yerine insanlığa, milletine, ülkesine hizmet etme duygu ve düşüncesine, evrensel insani ve ahlaki değerleri benimseyen niteliklere sahip olmaları beklenir. Milletine hizmet etme düşüncesinin bireyin çalışma gayret ve azmini arttıran en önemli itici güç olduğu hatırdan çıkartılmamalıdır. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de maddi terakkinin zembereğinin, milletinin menfaatini kendi şahsî menfaatinden üstün tutarak, fedakâr bir şekilde çalışma azmine bağlar. “Bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.”[22] tespitini yaparak, bu hakikatin önemini nazarlara sunmuştur.

Demokratik bir eğitim, tornadan çıkmış tek tip fertler değil; haksızlıklara karşı demokratik tepkisini gösterebilen, fikrini her ortamda beyan edebilen, tetkik ederek karar verebilen, sorgulayıcı, eleştirel düşünmeye açık ve araştırmacı kültüre sahip nesiller yetiştirmeyi hedeflemelidir. Eğitim-öğretim ortamlarının, beceri odaklı öğrenmeyi sağlayabilecek niteliklerde donatılmasını amaçlamalıdır. Çünkü beceri odaklı öğrenme, geleneksel eğitim sistemlerinden farklı olarak öğrencilere pratik beceriler kazandırmayı hedefleler. Bu hedef, öğrencilerin problem çözme yeteneklerini geliştirir, takım çalışmasına yönlendirir ve yeni şeyler keşfedebilecek faaliyetlerde bulunmasına katkı sağlar.

Demokratik bir eğitim, fertlerin yeteneklerinin açığa çıkmasına, arzuladığı hedefler doğrultusunda kabiliyetlerinin gelişmesine ve eğitimde fırsat eşitliğine imkân sağlayacak tarzda planlanmalıdır. Fertlerin hak ve özgürlüklerinin neler olduğunu anlatmakla beraber, fertlerin görev ve sorumluluklarının neler olduğu bilincini de yerleştirmelidir. Vatandaşların kendi demokratik haklarını bilmeleri ve nasıl kullanabileceğini bilmeleri konusunda katkı sağlamalıdır.

Demokratik bir eğitimden, fertlerin toplumun her kesimiyle uyum içinde yaşayabilme alışkanlığını kazandırması beklenir. Çünkü demokrasi, farklı görüşleri dinlemeyi, hoşgörülü olmayı ve farklı fikirlere sahip insanlarla demokrasinin çizdiği “asgarî müşterekler” çerçevesinde birlikte yaşamayı öngören bir kültürü benimser.

Demokratik bir eğitimde manevi değerlerin eğitimi de oldukça önemlidir. Nitekim demokrasi tarihimizde önemli yer tutan Demokrat Parti, kültürel ve ahlaki değerlerin korunmasında dini eğitimin çok önemli olduğunu savunmuş ve bunu gerçekleştirmek için önemli çalışmalar yürütmüştür. “Demokratlar, eğitimi sadece Batı’nın materyalist yönüyle ele alınmasının doğru olmadığını, manevi değerlerin de eğitimde çok önemli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu iki öğeyi aynı potada birleştirmeyi hedeflemişlerdir. Bu bağlamda dini, eğitimin önemli bir parçası olarak gören DP iktidarı, okullarda fizik, matematik gibi ilimlerin esasları nasıl öğretiliyorsa, insani ve milli kültürün ilk esaslarından biri olan dinin de öğretilmesinin gerekli olduğunu savunmuşlardır.”[23]

  1. Bediüzzaman Said Nursî’nin eğitim anlayışı

Bediüzzaman, insanın bu dünyaya gönderilmesinin esas gayesini ilim öğrenmek, fiili dua yapmak yani çalışmak, gayret etmek, istidatlarını inişaf ettirmek, Rabbini tanımak ve O’na ibadet etmek, marifet ve tefekkür gibi ulvi hasletlerini inkişaf ettirmek olarak tarif eder. İnsanın tekâmülünü ilim öğrenmek ile ilişkilendirerek, bu hakikate şu veciz cümlelerle ışık tutar: “İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla her şey ilme bağlıdır.”[24] Elbette bu gayenin gerçekleştirilmesindeki en önemli vasıta, insan merkezli, doğru ve nitelikli bir eğitimdir.

Bediüzzaman’ın eğitim anlayışının temelini, ilim ile iman ilişkisi oluşturur. Her öğrenilen ilmin, insanı Allah’ı bilmeye ve tanımaya yönelik hakikatlere ulaştırması gerektiğini savunur. İnsanın ilim vasıtasıyla ulvi duygularının tekâmül etmesi sonucu ulaşabileceği âli makamlar ile ilgili şu müjdeyi paylaşır: “Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.” [25]

Bediüzzaman, eğitim müfredatı ve ders materyalleri hazırlanırken, ilimlerin esas kaynağı olan Cenab-ı Hakkın Esma-i İlâhîye’si ile ilişkilendirmesi gerektiğini savunur. Çünkü kâinatta var olan bütün mevcudatın hakikatleri, Cenab-ı Hakkın Esma-i İlâhîye’sine mazhar olduğu görüşündedir. Her bir ilim, her bir fen Cenab-ı Hakkın pek çok ismine dayandığını söyler ve telif ettiği Risale-i Nur Külliyatında da çeşitli misallerle bu hakikati ispat eder. Bediüzzaman, bu hakikati şu veciz cümlelerle nazarlara sunar: “Her bir kemâlin, her bir ilmin, her bir terakkiyâtın, her bir fennin bir hakikat-i âliyesi (yüksek bir hakikati) var ki, o hakikat bir ism-i İlâhîye (Allah’ın bir ismine) dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyâtı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla, o fen, o kemâlât, o san’at kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette, nâkıs (noksan) bir gölgedir. Meselâ, hendese (mühendislik, geometri) bir fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehâsı (en yüksek noktası), Cenâb-ı Hakkın ism-i Adl (Allah’ın her şeyi ölçülü ve dengeli yaratması) ve Mukaddir’ine (her şeyi önceden ölçülü olarak belirlemesi) yetişip, hendese aynasında o ismin hakîmâne cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir. Meselâ, tıp bir fendir, hem bir san’attır. Onun da nihayeti ve hakikati, Hakîm-i Mutlakın Şâfî ismine dayanıp, eczahane-i kübrâsı olan rû-yi zeminde Rahîmâne cilvelerini edviyelerde görmekle, tıp kemâlâtını bulur, hakikat olur.”[26] Demek ki her bir varlık, her bir fen, her bir kanun, her bir sanat belirli bir ölçü, denge, intizam, ahenk, uyum, tenasüb ve teavün içerisinde, belirli bir gaye ve fayda gözetilerek yaratılmış olması nedeniyle, çeşit çeşit Esma-i İlâhîye’ye ayine olmaktadırlar. İşte Bediüzzaman, bu hakikatin genç yaşlarda, eğitim vasıtasıyla zihinlere aktarılması gerektiğini savunur.

Bediüzzaman, küçük yaşlarda iman eğitimine önem verilmesi gerektiğini hatırlatır. Eğitim programlarını geliştirirken, insanı çok iyi tanımanın ve fıtratını doğru olarak okumasının gerekliliği üzerinde durur. İnsanı sadece akıl yönüyle değil vicdan, ruh ve beden bütünlüğünde ele alarak eğitim ve müfredat planlamasının yapılması gerekliliğini ifade eder. İnsanın özellikle ahlaki ve vicdani yönünün asla ihmal edilemeyeceğini ve bu değerlerin ne kadar önemli olduğunu hatırlatır. Söz konusu değerlerin gelişmesinde “iman eğitiminin” de vazgeçilemez bir unsur olduğunu bildirir. Çünkü iman nuruyla aydınlanan bir insanın, vicdani ve ahlaki değerlere bakışının müspet yönde değişeceğini savunur. Ferdin hakiki manada adaletli, merhametli, vicdanlı, dürüst, güvenilir ve benzeri güzel vasıflara sahip olmasının iman akidesi ile mümkün olabildiğini ortaya koyar. Böylece bireyin, toplum içerisinde takdir edilen, saygı duyulan ve sevilen bir fert haline gelebileceğini beyan eder.

Bediüzzaman Said Nursi, insan eğitiminin akli, kalbi, ruhi ve bedensel bütünlüğü sağlayacak tarzda yapılması gerektiğini savunur. Sadece aklın eğitilmesi değil, kalbi ve ruhi duyguların da eğitilmesi gerektiğini dile getirir.  Bu hedef doğrultusunda Bediüzzaman’ın teklif ettiği “Medresetü’z-Zehra” Projesi içeriğinde fen, sanat, mesleki, beşeri ve sosyal eğitimin yanı sıra, hem manevi-imani eğitimin hem de latifelerin eğitiminin yer aldığını müşahede ediyoruz. Bu projede kalp, ruh ve latifelerin akılla beraber eğitilmesi, insanın maddi ve manevi kabiliyetlerinin gelişiminde ne kadar büyük bir önem arz ettiği vurgulanır.  Bu yaklaşımın, insan fıtratına hitap eden en münasip bir eğitim olduğunu dile getirir. Dolayısıyla bu bakış açısını dikkate aldığımızda, insan fıtratına uygun bir eğitim anlayışının, demokratik bir eğitim anlayışı haline getirilmesi gerektiği sonucuna varabiliriz. Bu anlayışın günümüz demokratik eğitim sisteminde “çocukların beden, zihin ve duygu gelişimlerini ve iyi alışkanlıklar kazanmalarını sağlayacak bir eğitim anlayışı”[27] olarak uygulanması yönünde çalışmaların yapıldığına şahit oluyoruz. Bu nedenle, Bediüzzaman’ın bir asır önce tespit ettiği bu anlayış ile demokratik eğitim anlayışının birbirini desteklediğini söyleyebiliriz.

Bediüzzaman insanı tanımlarken, insanın Allah’a muhataplığı nispetinde değerli bir mahlûk olabileceğini dikkatlere sunar. Bu husus, telif ettiği Risale-i Nur Külliyatında şöyle ifade edilir: “Vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belağatlı bir lisan-ı nâtıkı (bütün varlıklar namına Allah’a muhatap olarak en güzel bir şekilde konuşan dili) ve şu kitab-ı âlemin (kitap şeklinde yaratılmış şu âlemin) hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuatın (san’atkârane yaratılmış varlıkların) hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.”[28] Bu tanımlama kapsamında ifade edilen insana ait vasıflar dikkate alınmadan hazırlanan bir eğitim planlaması eksik kalacaktır. İnsanın aklına, kalbine, his ve ruh âlemine hitap eden bir yaklaşımla eğitim sisteminin şekillendirilmesi ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır.

İnsanın kalp, ruh ve vicdanına yönelik isteklerini ihmal ederek, sadece maddiyatı önemseyen bir nesil yetiştirmek, toplumun ahenk ve huzurunu olumsuz yönde etki edeceği bilinen bir hakikattir. Nitekim maddi refaha erişen pek çok insan, manevi huzuru bulamadığı ve yaşamın anlamsızlığı nedeniyle, intiharın çözüm olarak görüldüğü haberleri gündemi meşgul ediyor. Hiçbir toplum, böyle acı bir sonu elbette istemez. Oysa dini duygularını inkişaf ettirmiş ve ahirete inancını sağlamlaştırmış bireylerin, intihar girişimlerinin oldukça düşük seviyelerde kaldığını yapılan araştırmalar göstermektedir.[29] Bu tespit, Bediüzzamanın savunduğu maddi ve manevi eğitimin beraberce verilmesi gerektiği anlayışının ne kadar da doğru olduğunu göstermektedir.

Bediüzzaman, insanın sadece dünyevi arzularının olmadığını, aynı zamanda ebedi isteklerinin de olduğunu hatırlatır. Bu hususu şu şekilde izah eder: “İnsan, kâinatın ekser envaına (nevilerine) muhtaç ve alakadardır. İhtiyacı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder”[30] O nedenle sadece dünyevi isteklerinin karşılanabileceği bir eğitimin verilmesinin yeterli olamayacağını savunur. Çünkü insanın diğer bir yönünün eksik kalacağını hatırlatır. İnsanın maddi ve mânevî pek çok duygularla donatılarak yaratıldığına dikkatleri çeker. İnsana hizmet edecek eğitim planlamasının, insanın ta ebede kadar uzanan sonsuz arzularının bulunduğu, çeşitli istidat ve kabiliyetlere sahip olduğu hesaba katılarak yapılması gerektiği üzerinde durur.

Bediüzzaman, ferdin hem maddi ve hem de mânevi yönüyle ele alındığı bir eğitim anlayışını destekler. Bu tarz bir eğitim anlayışın, insan fıtratına en uygun bir anlayış olduğunu ifade eder. Eğitim sistemi içerisinde “dini ve manevi değerler eğitiminin” ihmal edilmemesi gerektiğini her zeminde dile getirir. Fen,  mühendislik, sağlık, sosyal ve felsefe gibi ilimlerinin okutulduğu gerek ortaöğretim gerekse üniversitelerimizde, eğer gençlerin mânevî yönleri ihmal edilirse, sadece şahsi menfaatini her şeyin üstünde tutan ve kısa yoldan zengin olabilme hesapları yapan bireylerle karşılaşma ihtimalimiz artacaktır. Doğruluk, dürüstlük, insana saygı, çalışkanlık, kişi haklarını ihlal etmeme gibi insani değerlerin kazanılması, dini telkinlerin doğru bir tarzda ve yerli yerinde yapılması sayesinde çok daha etkili olacaktır. Çünkü İslam dini, bireyleri terbiye ederek, toplum hayatının huzur ve saadetine katkı sağlar. Bediüzzaman, bu hakikati şu veciz cümleyle dile getirir: “Hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip, onunla mânevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz. Evet, sıdk ve doğruluk, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinin ukde-i hayatiyesidir.”[31]

Bediüzzaman fen, sosyal, mühendislik, tıp gibi tüm meslek alanlarına yönelik uzman kişilerin yetiştirilmesi fikrindedir. Fakat bu ilimlerin tahsilinde yaratıcının hesabına yani manay-ı harfiyle nasıl bakılması gerektiği anlayışının da beraberce verilmesini tavsiye eder. Bunu sağlamak için de fen ve din ilimlerinin beraberce okutulduğu bir eğitim sistemi modelini öner sürer. Çeşitli ilimlerinin okutulduğu ve mesleki eğitiminin yapıldığı ortaöğretim veya üniversitelerimizde, gençlerin mânevî yönlerinin de ihmal edilmemesi gerektiğini söyler. Çünkü Kur’ani ve Nebevi bakış açısıyla vardığı sonuç şudur:“Vicdanın ziyası ulûm-u diniyedir. Aklın nuru fünûn-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”[32] Bu tahlilinin dikkate alınarak eğitim programlarının hazırlanması gerektiğini önerir.

Bediüzzaman, insanın daima inanmaya ihtiyacı olduğunu, “Dinsiz bir millet yaşayamaz, dünyaca bir umûmî düsturdur.”[33] tespitiyle hatırlatır. Bu nedenle “din derslerinden tecerrüt eden maarrifin”[34] rehber edilmemesi gerektiğini savunur.

1950 seçimlerinden sonra iktidara geçen Demokrat Parti döneminde açılan İmam Hatip Okulları, imamlık mesleğine yönelik dini ilimlerin yanı sıra, fen ve sosyal ilimlerin beraberce okutulduğu bir müfredatla eğitim yapmaya başlamışlar. Bediüzzaman’ın yıllar önce yaptığı önerisi, kısmen de olsa ortaöğretim seviyesinde gerçekleştirilmiştir. Bediüzzaman, bu okullardan övgüvle bahseder. Hatta bu yıllarda Bediüzzaman’ı ziyeret eden imam hatip okulu talebelerine hitaben söylediği “Ben imam hatip mekteplerine çok önem veriyorum. Onlar gelecekte bu memlekete büyük hizmetler yapacaklar”[35] sözü de bu hakikate işaret etmektedir.

İmam Hatip Okulları ile ilgili şu hatırlatmayı da yeri gelmişken ifade etmek gerekir. Siyasi partilerin yaptığı hatalardan birisi, imam hatip okullarını “arka bahçe” şeklinde ele almalarıdır. Oysa imam hatip okulları, siyasetin arka bahçesi gibi düşünülmemelidir. Nasıl ki din siyasete alet edilmemesi gerekiyorsa, bu okulların da siyasetten uzak kalmasına dikkat edilmeli ve ideolojik tarafgirlikle hareket eden öğrencilerin yetiştirildiği kurumlara dönüştürülmemesi gerekir. Siyasette dini duyguların istismar edilmesinin pek çok zararları olduğu tecrübelerle bilinmektedir. O nedenle imam hatip okullarının, siyasetin bir malzemesi haline getirilmesinin de pek çok menfi sonuçlar doğuracağı akıldan hiç çıkartılmaması gerekir.

Bediüzzaman, bir asır öncesinden günümüze ışık tutarak, İslamiyetin akıl ve fen ilimlerine verdiği önem doğrultusunda kalkınabileceğini söyler. Bediüzzaman şöyle der: “Her bir mü’min i’lâ-yı kelimetullah (Allah’ın dinini yüceltmek) ile mükelleftir. Bu zamanda (i’lâ-yı kelimetullahın) en büyük sebebi maddeten terakki etmektir. Zira ecnebîler fen ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı mânevîleri altında eziyorlar. Biz de, fen ve san’at silâhıyla i’lâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehalet, fakirlik ve ihtilâfla cihad edeceğiz.”[36] Demek ki günümüzde cephe savaşından daha önemlisi –icap ederse cephede de savaşılır– ilmi, teknolojik, ekonomik ve katma değeri yüksek ürünler üretilmesine yönelik savaştır. Teknoloji, bilimsel araştırma, ekonomik gelişmişlik ve gelir düzeyini yükseltmek, ülkelerin en önemli hedefleri arasında yer almalıdır. Bu hedefe ulaşmanın ancak kaliteli bir eğitim süzgecinden geçen bireylerin yetiştirilmesine bağlı olduğunu da unutmamak gerekir.

Bediüzzaman, bir asır önce 31 Mart Hadisesi ortamının hazırlanmasında etkili olan Harbiye mezunu olmayan (alaylı) subayların isyanında sekiz tabur askeri itaate getiren konuşmasında bu husustan bahseder. “Şimdi hükümferma şecaat-i imaniye ve akliye ve fenniyedir. Bazen bir münevverü’l-fikir yüze mukabildir. Ecnebiler size bu şecaatle galebe çalıyorlar. Yalnız şecaat-i fıtriyye kâfi değil.”[37] Bu hitabı ile subayların şiddete başvurarak değil, bilakis fıtri, akli ve fenni cesaretlerini kullanarak başarı elde edilebileceğini nasihat verir. İdeal bir subaydan hem fıtraten cesur olması (fıtri şecaat) hem kendine güven hissi verecek modern teknolojik imkânlara sahip olması (fenni şecaat) hem de ileriyi görerek planlama yapabilen ve harp sanatında mahir kurmay zekâya (akli şecaat) sahip olması beklenir. Yoksa sadece kuru bir fıtri cesaretten başka elinde bir şey olmayan bir subay, yetersiz ve eksik bir asker demektir. Bu misali, tüm meslek gruplarına tatbik etmek mümkündür. Dolayısıyla akli ve fenni cesareti kazanmanın yolu, insan kabiliyetleriyle uyumlu bilgi ve donanım kazandıran güzel bir eğitim almaktan geçtiğini unutmamak gerekir.

Bediüzzaman, aynı nasihatinde subayların başarılarını överken, şartların değiştiği asrımızda kuvvet ve hissiyat yerine, akıl ve bilimin ön plana çıktığını da dile getirir. Çünkü maddi gücün en önemli aracı, artık akıl ve bilimdir. Bizlerin de ders alması gereken subaylara verilen nasihat şöyledir: “Nasıl ki, şimdiye kadar dimağdan kalbe mecrâ açmakla, aklı kuvvete mezc ederek maarifinizi kılıçlarınızın hutut-u cevherinden öğrenmekle şecaat-i maddiyede terakki ettiniz; şimdi ise kalbden fikre karşı menfez açınız, kuvveti aklın imdadına ve hissiyatı efkârın arkasına gönderiniz. Ta ki, şecaat-i akliye-i medeniyet meydanında namus-i millet-i İslâmiye pâyimal olmasın. Kılıçlarınızı, fen ve san’at ve tesanüd-ü hikmet-i Kur’âniye cevherinden yapmalısınız.”[38] Bediüzzaman, İslâm âlemindeki geriliğin, fakirliğin ve ihtilafın en önemli sebebi olarak cahilliği gördüğü için fen ilimlerine, tekniğe, teknolojiye, sanata, girişimciliğe ağırlıklı olarak önem verilmesi gerektiğini söyler. Bediüzzaman, asıl kuvvetin ilme bağlı olduğunu şu veciz cümlelerle dile getirir: “…kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir. İlim yaşını aldıkça tezâyüd, kuvvet ihtiyarlandıkça tenâkus ettiklerinden, kuvvete istinad eden kurûn-u vustâ (orta çağ) hükûmetleri inkırâza mahkûm olup, asr-ı hâzır hükûmetleri ilme istinad ettiklerinden, Hızırvârî bir ömre mazhardırlar.”[39]

Bediüzzaman, insan kabiliyetlerinin doğru istikamette geliştirilebilmesi amacıyla verilen, doğru veya yanlış eğitimin doğurduğu sonuçlar ile ilgili şöyle bir tespitte bulunur: “Fıtrat-ı insan (insan fıtratı) bir mezraa (bir tarla) hükmündedir ki, secayâ-yı hasene (güzel huylar, güzel karakterler) temâyülât-ı şerriye ile beraber (kötülüğe duyulan meyiller veya eğilimlerle beraber), taneler gibi dest-i kaderle (kader eliyle) içinde ekilmiştir. Bu taneler neşvünemâ bulmak (büyüyüp gelişebilmesi) için bir suya muhtaçtır. Hevâdan (faydasız, gelip geçici nefsanî arzulardan) gelse, şer taneleri neşvünemâ bulur: Şimdiki şu medeniyet-i habisenin (çirkin, pis medeniyetin) heyet-i içtimaiyeye (toplumsal hayata) verdiği tesir gibi… Fıtraten, çendan hayır ciheti galiptir; fakat sümbüllenmiş, semere vermiş on çekirdek, yüz değil, bin kurumuş çekirdeğe galebe eder. İşte şunun çaresi, o bab-ı fitneyi (fitne kapısını) kapatmakla suyu hûdâ tarafından vermek lâzımdır.”[40] Bediüzzaman, bu paragrafta insanın fıtrat tarlasındaki iyi veya kötü kabiliyetlerinin inkişafına, şahsiyetinin ve ahlâkî değerlerinin şekillenmesine sebep olacak en önemli sebeplerden birisinin, sefih medeniyetin sunduğu hayat felsefesi olduğunu hatırlatır. Pis, ahlâksız ve çirkin bir medeniyetin sunduğu eğitim, insaniyete zıt, nefsanî arzuların tatminine yönelik faaliyetleri teşvik ettiği için insanlardaki güzel karakterlerin, huyların gelişmesine katkı sağlamayacağını söyler. Hatta kötü huyların veya ahlâksızların yaygınlaşmasına katkı sağlayabileceğini hatırlatır. Hevâdan beslenen pis ve çirkin medeniyet suyu ile sulanan insan tarlasında, şer taneleri yeşereceğini ve güzel huylu tanelerin ise yeşeremeyeceğini ifade eder. O sebeple insan şahsiyetinin güzel bir şekilde şekillenebilmesi için hüda suyuyla sulamak gerektiğini savunur. Hûdâ suyuyla fıtrat tarlasının sulanması demek, doğru bir eğitim vermek, Kur’ânî ve Nebevî ölçüleri dikkate alarak insanları yetiştirmek ve Kur’ân medeniyetinin güzellikleri ile aşılayarak insanî ve İslâmî ahlâk değerlerinin yeşermesine imkân tanınmak demektir.

  1. Demokratik eğitimin ilkeleri ve Bediüzzaman’ın görüşleriyle ilişkisi

Bu bölümde demokratik eğitim anlayışının temelini oluşturan bazı ilkelerden bahsedilecektir. Bu ilkelerin önemi üzerinde durulacak ve Bediüzzaman’ın eğitim anlayışı ile benzer veya benzer olmayan yönleri ele alınacaktır. Bölümde ele alınacak ilkeler şunlardır: Eğitimde fırsat eşitliği, özgürlükçü eğitim, psikolojik danışma ve rehberlik hizmeti ve eğitimde iş bölümü, branşlaşma, ihtisaslaşma.

5.1. Eğitimde fırsat eşitliği

Demokratik toplumlarda fırsat eşitliği, temel bir hak olarak nitelendirilir. Bu nedenle demokrasiyi hayat tarzı olarak benimseyen toplumların eğitim sisteminde de her bir vatandaşın veya bireyin ayrım yapılmaksızın eğitim hizmetlerinden eşit ölçüde yararlanma şansına sahip olmaları hedeflenir. Bu hedef, eğitimde fırsat eşitliği olarak tanımlanır. Eğitimde fırsat eşitliği fikrinin uygulanması sayesinde, hangi şartlara sahip olursa olsun herkesin eğitim alabilmesine, kabiliyetlerini geliştirebilmesine ve eşit şekilde bir başlangıç yapabilmesine imkân tanınmış olunur.

Eğitimde fırsat eşitliğini esas alan bir eğitim sistemi, toplumun her bir bireyini kapsayacak şekilde planlanır, hukuki alt yapısı hazırlanır ve uygulamaya konulur. Erken yaştaki çocuklardan tutun da yükseköğretimdeki gençlere ve yetişkinlere kadar, engelsiz veya engelli ayırt etmeksizin bütün bireylerin eğitim hizmetlerinden yararlanabilecekleri ortamlar hazırlanır, plan ve programlar geliştirilir. Hatta eğitim süreçlerinin planlamasında, “hayat boyu öğrenme” prensibi esas alınarak, yaş sınırı olmaksızın eğitim hizmeti verilmesine imkânlar sağlanır.

Bediüzzaman Said Nursi de eğitim hizmetinin toplumun tüm bireylerini kapsayacak şekilde verilmesi gerektiği üzerinde durur. Hatta eğitim faaliyetlerine, ebeveynleri vasıtasıyla küçük yaştaki çocuklardan başlanılması gerektiğini ifade eder. Ebeveynlerin, küçük yaşlardaki çocuklar üzerinde en tesirli eğiticiler olduğunu şu veciz ifadeyle bizlere hatırlatır:“İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir.”[41] Hatta kuvvetli iman dersini, çocuğun küçük yaşlarda alması gerektiğini nazarlara sunar. Nitekim “çocukta zekâ gelişiminin %70’lik kısmının 7 yaşına kadar tamamlandığı ve öğrenme becerisi bu yaşta geliştiğine”[42] dair yapılan tespitler dikkate alındığında, Bediüzzaman’ın eğitim sürecinin aile ortamından itibaren başlatılması gerektiği görüşünün ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.

Demokratik ülkelerde, eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacak istikrarlı politikaların geliştirilmesi hedeflenir. Siyasal iktidarlara veya görev yapan siyasi kadrolara bağlı olarak sürekli değişen eğitim politikaları, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamada problemlere neden olacağı düşünülür.

Eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmasında önemli bir kriter de bir ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kadar farklı bölgelerde yaşayan çocukların, eğitim hizmetlerinden eşit ölçüde yararlanabilme fırsatlarını oluşturmaktır. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan çocukların eğitim hizmetlerinden sağlıklı bir şekilde yararlanabilmelerini sağlayacak hizmetler sunulmalıdır. Örneğin; okul açmak, eğitim kadrosunu güçlendirmek, en yakın okula ulaşımını sağlayacak servis imkânları sunmak, barınma, sağlık ve gıda desteği sağlamak gibi.

Bazı demokratik ülkelerde uygulanan “okullarda bütün öğrencilere ücretsiz kahvaltı ve öğlen yemeği imkânının” sunulması da gelir dağılımı dengesiz olan ülkelerde eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmasında önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Aynı şekilde okul veya derslik sayısının artırılması, sınıflardaki öğrenci sayısının nitelikli öğrenmenin sağlanabileceği seviyede tutulması, yeterli sayıda ve nitelikte okul, laboratuvar, araç ve gereçlerin temin edilmesi, sosyal ve sportif faaliyetlerin yapılabileceği alanların açılması gibi uygulamalar da eğitimde fırsat eşitliğini sağlamada önemli faaliyetler olarak değerlendirilir.

Eğitimde fırsat eşitliğinin hedeflerinden birisi, farklı gelir seviyesine veya imkânlara sahip birey veya ailelerin hukuk önünde eşit eğitim alma hakkına sahip olmalarını temin etmektir. Bu hukuki hakkın da kullanılabilmesi için gerekli tüm planlamaların veya alt yapıların hazırlanmasını gerekir. Türkiye’de eğitimde fırsat eşitliğinin istenilen düzeyde sağlanamaması konusundaki eleştirilerden birisi de alt, orta ve üst gelir dağılımı arasındaki bariz farkların ortaya çıkarttığı farklı ekonomik şartlardır. Ekonomik koşulların farklılığı üniversitede bölüm seçmede bile kendini göstermektedir. Örneğin, devlet üniversitelerinde yüksek puanla girilebilen bazı bölümlere, daha düşük puanla yüksek ücretli özel üniversitelerin muadil bölümlerine ekonomik gelir düzeyi yüksek ailelerin çocukları girebilmektedirler.[43]

Fırsat eşitliğinin önemli bir özelliği de ders materyallerine fakir-zengin tüm öğrencilerin eşit oranda ulaşabilmesini sağlamaktır. Türkiye’de eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanabilmesi hedefi doğrultusunda ders kitaplarının yanı sıra yardımcı kaynakların da devlet tarafından ücretsiz olarak dağıtılması projesi, fırsat eşitliği ilkesi açısından çok değerlidir.[44] Kaynak zenginliğini ve farklılığını arttırmak amacıyla gerek öğretmenlere gerekse ailelere ilave maddi destek sağlanarak projenin verimliliğinin daha da arttırılması hedeflenmelidir.

Eğitimde fırsat eşitliğinin en önemli ilkelerinden birisi de vatandaş, ilticacı, göçmen vs. demeden tüm bireylerin eğitim hizmetlerinden yararlanabilmesini sağlamaktır. Oysa demokratik niteliklere göre eğitim anlayışının esas alındığı ülkemizde, her bir çocuğun eğitimden yeterince yararlanamadığı rapor edilmiştir. Nitekim Milli Eğitim Bakanlığı’nın, 2021-2022 eğitim öğretim yılına ilişkin örgün eğitim istatistiklerine göre 5 yaş 219 bin, 6-9 yaş 222 bin, 10-13 yaş 236 bin ve 14-17 yaş 524 bin olmak üzere, 5-17 yaş grubunda toplam1 milyon 201 bin çocuğun okul kaydının olmadığı tespit edilmiş.[45] Hatta bu sayı sığınmacıların çocukları ile birlikte daha da yükseldiği görülmektedir. Nitekim MEB’in resmi verilerine göre 2022 yılında eğitim çağında bulunan 1 milyon 124 bin Suriyeli çocuğun ancak yüzde 65’i, yani 730 bini okula giderken, yüzde 35’i ise eğitim hakkından yararlanamamıştır.[46] Bu raporlardaki eğitimden yararlanamayan öğrenci sayıları dikkate alındığında, eğitimde fırsat eşitliğinin daha fazla yaygınlaştırılabilmesi ve eğitim hizmetlerinin her bir bireye ulaştırılabilmesi için daha etkin ve uygulanabilir projelerin hayata geçirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Eğitimde fırsat eşitliği, toplumun tüm bireylerinin sosyal durum, maddi imkânsızlık, ulaşım, konaklama, ders materyallerine ulaşabilme, yeterli beslenme ihtiyacının sağlanması vs. gibi dikkate alınarak çeşitli projelerin hazırlanmasını gerektirir. Toplumun dezavantajlı bireylerine ne kadar çok ulaşabiliyorsanız, o kadar çok demokratik ve sosyal bir ülke olma yolunda adım atıyorsunuz demektir.

Demokratik eğitimde fırsat eşitliğinin önemli göstergelerinden birisi de eğitim sisteminin ırkçılığa dayalı menfi milliyetçilik temeli üzerine kurulmaması prensibidir. Din, dil, etnik köken gibi ırkçılığa dayanan bir eğitim sisteminde, tarafsız davranılması mümkün değildir. Böyle bir sistem, bireylerde tarafgirlik ve nefret dilinin uyanmasına sebep olacaktır. Menfi milliyetçilik söylemleri, toplumun bir arada yaşama huzuruna katkı sağlayan birlik, beraberlik, barış gibi değerlerin zedelenmesine, ayrışmaya, kin ve nefrete, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, kul hakkının çiğnenmesine neden olacaktır. Bediüzzaman, İslam âleminde menfi milliyetçiliğin uyandırılmasının ve kaşındırılmasının birlik, beraberlik ve ittihadın bozulmasına sebep olacağı tespitini şu cümleleriyle dile getirir: “Fikr-i milliyet, şu asırda çok ileri gitmiş. Husûsan dessas Avrupa zâlimleri, bunu İslâmlar içinde menfî bir sûrette uyandırıyorlar; tâ ki, parçalayıp, onları yutsunlar.”[47] Dolayısıyla Bediüzzaman da din, mezheb, dil, cinsiyet, renk, etnik köken vb. gibi ırkçılığa dayanan bir menfi milliyetçilik anlayışına göre bina edilen bir eğitim sistemini tasvip etmemektedir.

Demokratik eğitim anlayışında fırsat eşitliği, kız-erkek ayırt etmeksizin her bir bireyin eğitim imkânlarından eşit ölçüde faydalanmalarını öngörür. İnsanlık tarihi incelendiğinde dini inançlar, erkekleri kadından üstün tutan geleneksel anlayışlar, farklı kültürel bakışlar, küçük yaşta kız çocuklarının evlendirilmesi ve gelir düşüklüğü gibi çeşitli sebeplerden dolayı, kız çocuklarının eğitimine önem vermeyen ve eğitimden yoksun bırakan toplumlarla karşılaşılır. Oysa tarihi tecrübeler göstermiştir ki “Kadının toplumsal hayatta lâyık olduğu yeri alabilmesi ve kendinden beklenenleri yerine getirebilmesi için öncelikle eğitimde cinsiyete dayalı fırsat eşitliğinin olması gerekir.”[48]

Eğitim-öğretim konusuna son derece önem veren İslam dini, bu konuda kadın-erkek ayrımı yapmamıştır. İslam dini, kadınlarımızın eğitim-öğretim almalarının önüne engel koymamıştır. Aksine teşvik etmiştir.  Kur’an-ı Kerim’in  “Yaratan Rabbinin adıyla oku!”[49] emri, cinsiyet gözetilmeksizin kadınıyla erkeğiyle tüm insanlara hitap etmektedir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!”[50] âyet-i kerimesi, hem kadına hem de erkeğe seslenmektedir. Peygamber Efendimiz’in (asm) “İlim öğrenmek kadın-erkek her Müslümana farzdır.”[51] beyanı, her iki cinsin de eğitim-öğretim görmesini zorunlu kılmaktadır. Fıkıh ilminde pek çok âlimin hatasını düzelten, birçok hadisin doğru anlaşılmasına rehberlik eden, kadınlarla ilgili fıkıh meselelerinde görüşüne başvurulan Hz. Aişe (ra) validemiz, Peygamber Efendimiz’in (asm) hem hanımı hem de en değerli talebesi olduğunu unutmamak gerekir.

5.2. Eğitimde psikolojik danışma ve rehberlik hizmeti

Demokratik eğitim anlayışında, öğrencilere psikolojik danışma ve rehberlik hizmetinin verilmesi büyük bir önem arz eder. Çünkü okullarda öğrencilere verilen psikolojik danışma ve rehberlik hizmeti, bireyin kendisini fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal yönleriyle tanımasına katkı sağlar. Öğrencinin çevresi ile dengeli ve sağlıklı bir uyum sağlamasına, maddi, manevi ve psikolojik problemlerinin çözümünde destek olunmasına, doğru kararlar verebilmesine,  duygularını sağlıklı bir şekilde kontrol edebilmesine, kabiliyetlerine göre meslek seçebilmesine vb. konularında sistemli ve profesyonel yardım desteği sağlar. Bu nedenle demokratik eğitimin hedeflendiği okullarda, “Psikolojik Danışma ve Rehberlik” hizmetlerinin etkin bir şekilde yer alması zorunludur.

Bediüzzaman da eğitimde psikolojik danışma ve rehberlik hizmetinin verilmesinin önemine dikkat çeker. Bediüzzaman, öğrencilerin geleceğe dair endişelerinin izale edilmesi ve ümitsizliğe sebep teşkil edebilecek düşüncelerin ıslah edilmesi gerektiğini hatırlatarak, rehberlik hizmetine vurgu yapar. Hatta öğrenciye verilen eğitim içeriğinde ümitsizliğe yol açabilecek fikirlerin bile yer almaması ve ümitsizliğe yol açabilecek davranışlardan kaçınılması gerektiği üzerinde durur. Çünkü Bediüzzaman’a göre toplumların gelişmesine engel teşkil eden en önemli mânevî hastalıklardan birisi de ümitsizliktir. Bu hususu şöyle nazarlara sunar: “Ye’is mâni-i herkemaldir (ümitsizlik bütün güzellik ve mükemmelliklerin önünde bir engeldir)”[52] “Ye’is (ümitsizlik), ümmetlerin, milletlerin, “seretan” (kanser) denilen en dehşetli bir hastalığıdır.”[53] Nasıl ki bir kanser hücresi, girdiği bedeni hasta ediyor ise ümitsizlik de insan hayatını, başarısını, huzurunu olumsuz yönde etkileyen dehşetli manevi bir hastalıktır. Ümitsizlik hastalığına kapılan bir insandan başarılı bir çalışma beklenemez. Sınav kaygısı ile ümitsizliğe düşen bir öğrencinin, sınavlarda başarılı olma ihtimali düşüktür.

Düşünün ki mühendislik eğitimi alan bir öğrencinin “gelişmiş ülkelerde çalışan mühendisler gibi başarılı icatlar yapmam mümkün değil” şeklinde düştüğü karamsarlık veya ümitsizlik girdabı, o mühendisin çalışma motivasyonunun kaybolmasına sebep olacaktır. Hatta “bizden adam olmaz” gibi güvensizlik duygusu, çalışma performansını olumsuz etkileyeceği için bireyin ve toplumun fakirleşmesine sebep olacaktır. Tüm bu ve buna benzer ümitsizlik veya karamsarlık hallerinin oluşmaması veya tedavi edilebilmesi ile ilgili tüm pedagojik katkıların ve rehberlik hizmetlerinin etkin bir şekilde eğitim kurumları içerisinde işlerlik kazanması gerekir. Ülkemizde ortaöğretim kurumlarında psikolojik danışma ve rehberlik hizmeti birimleri kurulmuş ise de isim ve resimden ibaret bir demokrasi uygulaması nedeniyle mesafe alınamadığı görülmektedir. Üniversitelerimizin çoğunda etkin çalışan bir psikolojik danışma ve rehberlik hizmet merkezlerinin olmadığı dikkat çekmektedir. Sadece öğretim elemanlarına yüklenen öğrenci danışmanlığının mevcut olduğunu görmekteyiz. Oysa rehberlik hizmeti, uzman kadrolarca eğitimin tüm safhalarında etkin bir şekilde verilmesi gerekir.

Okullardaki rehberlik hizmetinin hedeflerinden birisi de öğrencinin kabiliyet, yetenek, istek ve arzularına göre yönlendirilmesine katkı sağlamaktır. Çünkü insanın yetenekleri ve istekleri doğrultusunda iyi eğitim alması demek üretken, nitelikli ve başarılı bir birey olmasına katkı sağlamak demektir. Öğrenci kabiliyetlerinin körelmemesi demektir. Rehberlik hizmeti verilirken bu husus dikkate alınmazsa, Bediüzzaman’ın da dikkat çektiği gibi yaratılış kanunlarına ters durumlarla karşılaşılacaktır. Bediüzzaman, “Bir adam müstaid ve kabil olduğu şeyi (yetenek ve kabiliyetine uyumlu bir şeyi) terk ve ehil olmayan şeye teşebbüs etmek, şeriat-ı hilkate (yaradılış kanunlarına) büyük bir itaatsizliktir.”[54] cümlesiyle bu hakikati nazarlara sunmuştur.

5.3. Özgürlükçü eğitim

Demokratik eğitimin hedeflerinden birisi de fikirlerini ifade edebilen, özgür ve eleştiri esaslı düşünebilen bireyleri topluma kazandırmaktır. Demokratik eğitim terminolojisinde bu anlayış, özgürlükçü eğitim olarak tanımlanır. Özgürlükçü eğitimde, öğrencilerin ilgi duydukları konulara odaklanmaları teşvik edilir. Sadece akademik bilgiye değil, aynı zamanda insani değerlere, ahlak, edeb, etik ve sosyal sorumluluk gibi konulara da önem verir. Öğrencilere bilgiyi sorgulama ve farklı açılardan bakabilme becerileri kazandırır.

Özgürlükçü eğitimi hedefleyen demokratik eğitim, baskıcı, dayatmacı, aşırı disiplin ve otorite yanlısı tavırların sergilendiği bir eğitim anlayışını tasvip etmez. Fikrini beyan edebileceği, muhakeme kabiliyetini ve özgüvenini geliştirebileceği, sosyal gelişimine katkı sağlayabileceği, iletişim becerilerini arttırabileceği, sorumluluk bilinci kazanabileceği, aktif katılımcı olabileceği, kısacası öğrencinin bireysel gelişimine katkı sağlayabilecek demokratik, pozitif, hür ve özgür eğitim-öğretim ortamlarının oluşturulmasını amaçlar. Bilhassa demokratik eğitim, bilimsel bilgilerin üretildiği, elde edilen bilgi birikimin nesillere aktarıldığı ve toplumla paylaşıldığı üniversitelerde görev yapan öğretim üyelerinin, yetkin ve uzman oldukları bilim alanları ile ilgili görüş ve fikirlerini yayımlamasında veya paylaşmasında herhangi bir siyasi müdahalenin olmamasını amaçlar. Üniversitelerin, öğretim üyelerinin özlük haklarını kaybetme, işinden atılma, soruşturma açılma gibi korkularla hareket etmeyecekleri özgür ortamlara dönüştürülmesi hedeflenir.

Bilim insanlarının kendi uzmanlık alanlarına yönelik fikirlerini özgürce ifade edebilecekleri bir ortamın var olmasından bahsederken, “akademik dürüstlüğe sahip tarafsız bir bilim insanı” olarak etik davranılması gerektiğini de hatırlatmak gerekir. Filozof Alain Deneault, günümüzde bazı bilim insanlarının “düşüncesini onu istihdam edenlerin çıkarları uyarınca formatladığına”[55] dikkat çekiyor. Otoriter siyasal sistemler, kendi varlıklarını, icraatlarını ve fikirlerini meşrulaştırmak için bilim insanlarını kendi menfaatlerine alet etmek istediklerini ve bu duruma severek katkı sağlayan bilim insanlarının bulunduğunu filozof Alain Deneault şu cümlesiyle nazarlara sunar: “Kendilerini meşrulaştırmak için ona (bilim insanına, gazeteciye, yazara vs.) ücret ödeyenlerin ihtiyaç duydukları pratik ya da teorik verileri sağlar.”[56] Elbette akademik dürüstlüğe aykırı etik olmayan böyle bir çıkar ilişkisi, bilim insanlarının zaafiyetini gösterir. Prof. Dr. Orhan Elmacı da bu durumu “Kurumsal Dalkavukluk ve Toplumsal Afazilik” adlı makalesinde şöyle dile getirir: “Bir Kurumda/Ülkede dalkavukluğun sağladığı çıkar, dürüstlüğün sağladığı çıkardan daha verimli olursa o Kurum/Ülke batar.”[57]

Bediüzzaman da gerek eğitim-öğretim ortamlarında gerekse bilimsel araştırma alanlarında, düşünce ve ifade hürriyetinin önemine vurgu yapar. Özellikle bilim insanlarının düşündüklerini özgürce ifade etmesinin önünde hiçbir engelin olmaması gerektiğini savunur. Diğer taraftan, bilim insanlarının kendi fikrini herkese kabul ettirmek veya yorumlarını insanlara dayatmak tarzındaki bencil davranışlardan uzak durmaları gerektiğini de hatırlatır. Çünkü böyle bir anlayışın, ancak ilmi istibdadı doğuracağını söyler. Oysa ilmi istibdadın olduğu ve özgür düşüncenin olmadığı yerlerde, bilimin gelişemeyeceği ve hakikatlerin teşhis edilemeyeceği aşikârdır. Bediüzzaman, ilmi gelişmelerin önündeki en büyük engellerin çekememezlik, kıskançlık, art niyet, bencillik, takıntılı aşırı şüphecilik ve vesvese gibi hastalıklı duyguların olduğunu ve bu hastalıkların tedavisinin de fikir hürriyetinin sağlanması ve “şahane serbest” bir zeminin hazırlanması sayesinde olabileceğini hatırlatır. Özellikle hakikatlerin teşhis edilebilme yolunu kapatan, “taklit hastalığının” ortaya çıkmasına sebep olunacağı tahlilini yapar.

“Hükümran ilim ve marifettir; kuvvet ve cebir değildir.”[58] tespitini yapan Bediüzzaman, ilmi konularda “ispatlayıcı delillerle haklılığını ortaya koyanın kuvvetli olduğu” prensibinin geçerli olduğunu, aksi takdirde ilmi istibdadın, baskının ve dayatmanın devreye gireceğini haber verir. Bediüzzaman, bu hususa şu cümleleriyle dikkat çeker: “Ta ki, efkâr-ı umumiye-i ilmiye (ilim insanlarının fikirleri, düşünceleri) feveran ile ağraz (nefret, kin, kötü niyetler) ve enâniyet ve evham ve şübehâtı bel’ etsin (ortadan kaldırsın). Zira her bir âlim kendi fikrini herkese kabul ettirmekle taklit yolunu açmak ve taharri-i hakikatin yolunu seddetmekle bir nev’i istibdad-ı ilmiye yapıyor. Elhasıl, istibdat gerek idare, gerek ilimde olsun semerât-ı sa’yi (çalışmanın, emeğin meyvesini) istihlâkla (tüketmekle) istikbale istidbâr ediyor (yüz çeviriyor). İdarede kuvvet kanunda olmalı ve ilimde hakta olmalı. Yoksa istibdat hükümfermâ olur.”[59]

Bilimsel veya teknolojik gelişmelerin önünde bulunan engellerden birisi de siyasi baskıların sonucunda ortaya çıkan ilmi istibdattır. Bediüzzaman, bir fikre veya düşünceye kapalılık halini temsil eden körü kürüne taklit veya taassuptan da uzak durulmasını tavsiye eder. Çünkü taklit veya taassup, yeniliklere ayak diretir, bireyin eleştirisel düşünmesini engeller ve muhakeme kabiliyetini zayıflatır. Bediüzzaman gerek taklidin gerekse siyasi istibdatın zararlarına şu cümleyle dikkat çeker: “Evet, taklidin pederi ve istibdad-ı siyasînin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfıziye, Mûtezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.”[60]

Bediüzzaman, ilmi istibdatın zararlarına dikkat çeker. İlmi istibdatın, siyasi istibdatın bir sonucu olduğunu söyler. Baskıcı ve dayatmacı bir anlayış, yanlış fikirlerin ortaya çıkmasına katkı sağladığını ifade eder. Çünkü hür bir ortamda serbestçe beyan edilen fikirler sayesinde yanlışların çok daha kolay bertaraf edilmesine, yanlış yorumların ıslah olunmasına, eksikliklerin tamamlanmasına ve doğruların berraklaşmasına katkı sağlayacaktır.

İlmi istibdat, bilim insanlarının akademik özgürlüğünü ve özgürce fikrini beyan etmelerini kısıtlayan en önemli etkenlerden birisidir. İlmi istibdat, genellikle otoriter rejimlerde karşımıza çıkar. İktidarı elinde bulunduran siyasi otorite, siyasi geleceğini tehdit edebilecek farklı düşünce ve fikirlerden rahatsız olur. Bu fikirlerin dillendirilmesine korku, baskı veya tehdit vasıtasıyla fırsat vermek istemez. Hatta bu siyasi baskı, sadece akademik özgürlüğü kısıtlamaz, aynı zamanda toplumun en kılcal damarlarına kadar sirayet ederek, toplumsal bir korkuya dönüşür.

5.4. Eğitimde iş bölümü, branşlaşma ve ihtisaslaşma

Demokratik eğitim, mesleki branşlaşmayı esas alan, uzman bireyler yetiştirmeyi hedefleyen ve iş bölümü yaparak grup çalışmalarını teşvik eden çağdaş bir anlayışa sahiptir. Demokratik eğitim anlayışında, ülke kalkınmasında çok önemli rolünün olduğu düşünülen “bilgi ve beceriyi bütünleştirerek üretime dönüştüren bir mesleki eğitimin verilmesi” fikri vardır.

Bediüzzaman da önerdiği “Medresetü’z-Zehrâ” projesinde, iş bölümü yapılmasının ve uzman fertlerin yetiştirilmesinin önemine yönelik şu beyanatta bulunur: “Taksimü’l-a’mâl (iş bölümü yapma, ihtisas çalışma grupları oluşturma) kaidesini bitamamihâ (tamamen) tatbik etmek – tâ şubeler birbirine medhal (giriş) ve mahreç (çıkış) olmakla beraber, her bir şubeden mütehassıs (uzman) çıkabilsin.”[61] Bu cümlede yer alan “taksimü’l-a’mal” teriminden iş bölümü yapma ve ihtisas çalışma grupları oluşturma anlamlarını çıkartabiliriz. İş bölümü, grup çalışmalarını teşvik eden ve bilgi birikiminin bir havuzda toplanmasına katkı sağlayan bir çalışma disiplinidir. Bir kişinin bir yılda yapabileceği işi, on kişilik grup bir ayda hatta daha kısa bir sürede yapmaya muktedir olabilecektir. Kısa zamanda sonuca ulaşmak demek, zamanı iktisatlı kullanmak demektir. Bu da gelişmenin zembereğini oluşturacaktır. Diğer taraftan çeşitli bilim dalları arasında disiplinler arası çalışma ortamları hazırlama veya çok disiplinli araştırma grupları oluşturma veya ortak dersler alabilme imkânlarını sağlamak, problemlerin çözümüne farklı açılardan bakılabilmesine, bilgi ve becerilerin hem hızlı hem de verimli bir şekilde paylaşılmasına katkı sağlayacaktır.

Bediüzzaman aynı zamanda branşlaşmanın önemine de işaret eder. Aslında her bilim dalı birer branştır. Günümüzde branşlar o kadar gelişti ki artık her ana branşın alt branşlarının da ortaya çıktığına şahit oluyoruz. Bu açıdan bakıldığında her alt branş için uzman, mütehassıs ve liyakat sahibi fertlerin yetiştirilmesi önem arz eder. Bu nedenle branşlaşma ve ihtisaslaşma, eğitim sisteminin temelini oluşturan en önemli unsurlarından birisi haline gelmiştir. Demokratik eğitim anlayışında da ihtisaslaşmanın verimli bir şekilde yapılabilmesi için gerekli altyapıların hazırlanması, müfredatların hazırlanması ve nitelikli eğiticilerin yetiştirilmesi hedefleri yer alır.

Kâinattaki yaratılış kanunları incelendiğinde iş bölümü, branşlaşma ve ihtisaslaşma esaslarının mükemmel bir şekilde işlediğine şahit olunur. Arı bal ustası, inek süt ustası, tavuk yumurta ustası, kunduz baraj ustası vs. gibi uzmanlık konularına yönelik faaliyetlere binlerce misal sıralamak mümkündür. Bu misaller gösteriyor ki dünyevi işlerde de branşlaşma ve ihtisaslaşma, gelişmenin, başarının veya ilerlemenin belkemiğini oluşturan önemli bir esastır. Bu hususa dikkat çeken Bediüzzaman da yaratılış kanunlarını dikkate almayan insanların kabiliyetlerinin gelişemeyeceğini ve başarısız olacağını şöyle dile getirir: “Sâni-i Zülcelâlin hilkat-i âlemde cârî ve taksimü’l-a’mâl kaidesinden akan kanun-u tekemmül ve terakkîde mündemiç olan rıza ve işaretinin imtisali farz iken, itaat tamam edilmemiştir. Şöyle: Kaide-i taksimü’l-a’mâli muktazi olan hikmet-i İlâhiyenin dest-i inayetiyle beşerin mahiyetinde ekmiş olduğu istidadat ve müyûlâtı ile şeriat-ı hilkatin farzü’l-kifayesi hükmünde olan fünun ve sanayiin edasına bir emr-i mânevî vermişken, su-i istimalimizle o istidattan tevellüd eden meyle kuvvet ve medet verici olan şevki, bu hırs-ı kâzip ve şu re’s-i riya olan meylü’t-tefevvuk ile zayi edip söndürdük. Elbette, isyan eden, Cehenneme müstehak olur. Biz de bu hilkat denilen şeriat-ı fıtriyenin evamirine imtisal edemediğimizden, cehennem-i cehl ile muazzeb olduk. Bu azaptan bizi kurtaracak, taksimü’l-a’mâl kanunuyla amel etmektir. Zira seleflerimiz taksimü’l-a’mâlin ameliyle cinan-ı ulûma dâhil olmuşlardır.”[62]

  1. Sonuçlar

Demokratik eğitim anlayışının temelini oluşturan eğitimde fırsat eşitliği, özgürlükçü eğitim, psikolojik danışma ve rehberlik hizmeti, eğitimde iş bölümü, branşlaşma, ihtisaslaşma ilkelerinin incelendiği ve Bediüzzaman Said Nursi’nin eğitim hakkında öngördüğü fikirleri ile demokratik eğitim anlayışı arasındaki benzerlikler ve farklılıklar üzerinde çeşitli değerlendirmelerin yapıldığı bu çalışmanın genel sonuçları kısaca şunlardır:

Bediüzzaman’ın “fikr-i hürriyet ve meyl-i taharrî-i hakîkat nev-i beşerde başlaması(yla)”[63] tespiti doğrultusunda, düşünce özgürlüğünün, en güzel idare şeklini bulabilme heyecanının ve hürriyet taraftarlığının arttığı günümüzde; ortak aklın dikkate alındığı, halkın yönetimde söz sahibi olduğu, uzun yılların tecrübesi, deneyimi, bilgi birikimi ve fikirlerin tekâmülü sayesinde, insanoğlunun keşfettiği mevcut diğer yönetim biçimleri arasındaki en güzel yönetim şeklinin, cumhuriyet rejimi olduğu söylenebilir.

Bediüzzaman Said Nursi, kuvvetin kanunda olduğu, bağımsız adalet mekanizmasının işletildiği, ortak akla dayanan meşveret esaslarının uygulandığı, insani değerlere sahip çıkan ve kamuoyunun taleplerine duyarlı olan “çoğulcu, katılımcı demokratik cumhuriyet” yönetimine, İslamiyet adına sahip çıkmış, her zeminde savunmuş ve övgüyle bahsetmiştir.

Demokratik cumhuriyet rejimleri, demokratik bir toplumun şekillendirilmesinde rol alabilen, demokratik değerleri benimseyen, haklarını bilen ve savunabilen bilinçli bireyleri zihinsel olarak hazırlayan ve yetiştiren bir demokratik eğitim sisteminin hayata geçirilmesini zorunlu kılar.

Bireylere sorumluluk duygusu, farklı düşüncelere saygı, hoşgörü ve asgari müştereklerde uzlaşı kültürünü kazandırmak, demokratik eğitimin hedefleri arasında yer alır.

Demokratik eğitimin verildiği eğitim-öğretim kurumlarında, genç kuşaklara hem demokrasinin güzellikleri anlatılmalı hem de çeşitli okul faaliyetleriyle ve pratik uygulamalarla demokratik işlerliğin ne kadar verimli ve başarılı sonuçlar kazandırdığı gösterilmelidir. Okullar seçme, seçilme ve oy kullanma kültürünün kazandırılmasına yönelik faaliyetlerin planlandığı ve öğrencilerin karar alma süreçlerine etkin katılımının sağlandığı ortamlara dönüştürülmelidir.

Demokratik niteliğe sahip okullarda yöneticisinden, öğretmenine ve diğer okul çalışanlarına kadar tüm bireylerin siyasi tarafgirliği öne çıkaran mülakat esaslı değil, bilakis bilgi, beceri ve liyakat esaslı bir yaklaşımla istihdam edilmeleri esas alınmalıdır.

Demokratik eğitim sistemi içerisinde yer alan okullarda fizik, matematik, kimya, biyoloji gibi beşeri ilimlerin temel esasları nasıl öğretiliyor ise dini ve manevi değerler eğitiminin de verilmesi, “nur-u iman ile âlâ-yı illiyyîne”[64] çıkabilme istidadına sahip insanın tekâmülüne büyük bir katkı sağlayacaktır.

Demokrasiyi hayat tarzı olarak benimseyen toplumlar, ayrım yapmaksızın eğitim hizmetlerinden her bir bireyin eşit ölçüde yararlanmasını hedefler. Eğitim sistemlerini din, dil, etnik köken gibi ırkçılığa ve menfi milliyetçiliğe dayalı bir temel üzerine kurmazlar. Kız-erkek gibi cinsiyet ayırt etmeksizin, her bir bireyin eğitim imkânlarından eşit ölçüde faydalanmalarını hedefler. Ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kadar farklı bölgelerde ve kırsal kesimlerde yaşayan vatandaşların, eğitim hizmetlerinden eşit ölçüde yararlanabilecekleri fırsat eşitliğini sağlayan planlamaları hayata geçirir.

Demokratik eğitimin hedeflendiği okullarda, öğrencinin çevresiyle dengeli ve sağlıklı bir uyum gerçekleştirebilmesine, psikolojik problemlerinin çözümünde destek sağlanmasına, duygularını doğru bir şekilde kontrol edebilmesine, kabiliyetlerine göre meslek seçebilmesine, sistemli ve profesyonel yardım desteği katkısı veren “psikolojik danışma ve rehberlik” hizmetlerinin, etkin bir şekilde yer alması gerekir.

Demokratik eğitim, fikirlerini ifade edebilen, özgür ve eleştirisel düşünebilen bireyleri, özgürlükçü bir eğitim anlayışıyla topluma kazandırmayı hedefler. Öğrencilere bilgiyi sorgulama ve farklı açılardan bakabilme becerileri kazandırır.

Demokratik eğitimin olmazsa olmazı, özgürlükçü bir eğitimdir. Özgürlükçü eğitim, üniversitelerde görev yapan öğretim üyelerinin özlük haklarını kaybetme, işinden atılma, soruşturma açılma gibi korkularla hareket etmeyecekleri, görüş ve fikirlerini söylemede herhangi bir siyasi baskıya maruz kalmayacakları ortamların mevcudiyetini gerektirir.

Özgürlükçü eğitim anlayışı, liyakatin kalkmasına, kayırmacılığın öne çıkmasına ve bilimsel faaliyetlerin zayıflamasına sebep olan “okulların siyasete alet edilmesinin” yanlış olduğunu kabul eder.

Demokratik eğitim anlayışında, ülke kalkınmasında çok önemli rolü olan “bilgiyi beceriyle bütünleştirerek üretime dönüştüren mesleki eğitimin verilmesi” hedefi vardır.

Demokratik eğitim sistemi, şahsi menfaat temini yerine insanlığa, milletine, ülkesine hizmet etme duygu ve düşüncesine, evrensel insani ve ahlaki değerleri benimseyen niteliklere sahip bireyleri topluma kazandırmayı hedefler. Bediüzzaman Said Nursi de maddi terakkinin zembereğini harekete geçiren en önemli enerji kaynağının, milletinin menfaatini kendi şahsî menfaatinden üstün tutan ve fedakârca çalışma azmine sahip bireylerin varlığına bağlar.

Her öğrenilen ilmin, insanı Allah’ı bilmeye ve tanımaya yönelik hakikatlere ulaştırması gerektiğini savunan Bediüzzaman’ın eğitim anlayışında ilim, fen, kâinat ile iman bağlantısının kurulması yer alır. Bediüzzaman’ın“Allah’ın hesabına kâinata bakan adam, her ne müşahede ederse ilimdir”[65] tespitiyle, Allah hesabına müşâhede edilen her şey ilimdir. Her bir ilmin, her bir fennin, her bir kemalin, her bir kanunun en yüksek hakikatinin Cenâb-ı Hakk’ın Esma-i İlâhîye’sinin tecellisine mazhar olduğu ve bir İsm-i İlâhiye dayandığı hakikatini de Risale-i Nur Külliyatı’nda misalleriyle beraber ispatlar.

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin esas gayesini ilim öğrenmek, çalışmak, gayret etmek, Rabbini tanımak ve O’na ibadet etmek, marifet ve tefekkür gibi ulvi hasletlerini inkişaf ettirmek olarak tarif eden Bediüzzaman, bu gayenin gerçekleştirilmesindeki en önemli vasıtasının, insanı merkeze alan nitelikli bir eğitim anlayışı olduğunu savunur.

Bediüzzaman, insanı sadece akıl yönüyle değil vicdan, ruh ve beden bütünlüğüyle ele alınarak eğitim ve müfredat planlamasının yapılması gerektiğini savunur. İnsan fıtratına da uygun bu fikrini, teklif ettiği “Medresetü’z-Zehra” projesi kapsamında fen, sanat, mesleki, beşeri ve sosyal eğitimin verilmesinin yanısıra kalp, ruh ve latifelerin akılla beraber eğitilmesi şeklinde beyan eder.

Bediüzzaman; din, mezheb, dil, cinsiyet, renk, etnik köken gibi ırkçılığa dayanan bir menfi milliyetçilik anlayışına göre bina edilen eğitim sistemini tasvip etmez.

Bediüzzaman, öğrenciye verilen eğitim içeriğinde ümitsizliğe yol açabilecek fikirlerin yer almaması, ümitsizliğe yol açabilecek davranışlardan kaçınılması ve ümitsizliğe sebep olabilecek düşüncelerin ıslah edilmesi gerektiğini savunur.

Bediüzzaman, ilmi gelişmelerin önündeki en büyük engellerin çekememezlik, kıskançlık, art niyet, bencillik ve vesvese gibi hastalıklı duyguların olduğunu ve bu hastalıklı duyguların tedavisinin ise fikir özgürlüğünün anayasal güvence altına alınması ve “şahane serbest” bir ortamın hazırlanması sayesinde olabileceğini savunur.

Bediüzzaman, baskıcı ve dayatmacı bir siyasi anlayışın sonucunda ortaya çıkan ilmi istibdadın, ters tepkiye yol açacağı ve yanlış fikirlerin ortaya çıkmasına katkı sağlayacağı düşüncesindedir.

Bediüzzaman, eğitimin ve bilimsel çalışmaların verimli olabilmesi için bilgi birikiminin bir havuzda toplanmasına katkı sağlayan grup çalışmalarına ve iş bölümü yaparak ihtisas çalışma gruplarının oluşturulmasına önem verilmesi gerektiğini tavsiye eder.

Sonuç olarak; Bediüzzaman Said Nursi’nin eğitim ile ilgili görüşleri, insan fıtratı ile uyumlu ve bütün insanlığı ilgilendiren evrensel demokratik bir niteliğe sahiptir. Toplumlarda demokratik fikirler olgunlaştıkça ve tekâmül ettikçe, mevcut demokratik eğitim sistemleri de herkesi kucaklayacak tarzda evrenselleşecek ve Bediüzzaman Said Nursi’nin eğitim anlayışıyla örtüşecektir.

 

Kaynakça

Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 626

A.g.e. s. 626

Said Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1997, s. 53

Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 124

Said Nursi, Eski Said Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 124

Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 359

Said Nursi, Emirdağ Lahikası II, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 707

Kemal GÜÇLÜOL, “Demokrasi için eğitim”, XIII. Eğitim toplantısı, Türk Eğitim Derneği,

Şafak Matbaacılık, Ankara, 1989.

Mustafa ÖZTÜRKÇÜ, “Risale-i Nur okulu hayat boyu eğitim vermektedir”

Prof. Dr. İlyas ÜZÜM ile röportaj, Yeni Asya Gazetesi, 07 Eylül 2022.

Kasım KARAKÜTÜK, “Demokratik ve Laik Eğitim”, Anı Yayıncılık, 2001, Ankara.

Feyyat GÖKÇE, “Devlet ve Eğitim” Tek Ağaç Yayınları, 2005, Ankara.

Cavit BİNBAŞIOĞLU, “Okulda Ders Dışı Etkinlikler”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, 2000, İstanbul

Davut HOTAMAN, “Demokratik Eğitim: Demokratik Bir Eğitim Programı, Kuramsal Eğitim Bilim, 3 (1), 2010, s. 29-42

  1. Dilek GÖZÜTOK, “Öğretmenliğimi Geliştiriyorum”, Siyasal Kitabevi, 2004, Ankara

Mine GÖZÜBÜYÜK TAMER, “Okulların demokratik ve katılımcı öğrenim ortamlarına dönüştürülmesi, Millî Eğitim Dergisi, Sayı 192, Güz 2011, s. 7-25

http://mevzuat.meb.gov.tr/dosyalar/1444.pdf

Demokrat Parti Tüzük ve Programı, Galata Merkez Basımevi, Ankara, 1946

Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, İstanbul, 2010, s. 255

Yaşar BAYTAL, “Demokrat partinin eğitim politikalarında din ve dini okullar”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi Sayı: 66, Bahar 2020, s. 91-122

Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 504

Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 374

Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 415

Suat KOL, “Okul öncesi eğitimde teknolojik araç gereç kullanımına yönelik tutum ölçeği geliştirilmesi”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt:20 No:2, Mayıs 2012, s. 543

Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 525,

Halil APAYDIN, Şuayip ÖZDEMİR ve Asiye ZOROĞLU ÜNAL, “İntihar girişiminde bulunan bireylerde bazı değişkenlerle intihar girişimi ilişkisi”  https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/217910

Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 509

Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 344

A.g.e. Münazarat, s. 291

Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 849

Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 924

https://www.risalehaber.com/said-nursinin-imam-hatip-okullariyla-ilgili-sozleri-387459h.htm

Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Makalat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 51

A.g.e. Diva-ı Harb-i Örfi, s.133

A.g.e. İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi, s.164

Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 217

Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Tuluat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 20101, s. 578

Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 462

Arif Yağcı, Musa Karaman, İbrahim Abbas Kılıç, Metin Bestil, Sedat Aslan ve Ahmet Erdoğdu, “Okul Öncesi Eğitimin Önemi ve Ailelere Tavsiyeler, International Social Sciences Studies Journal Vol:9 Issue: 114, s.7852-7872, August 2023

Devlet üniversitesi mi yoksa vakıf üniversitesi mi seçmeliyim? Devlet ve vakıf üniversiteleri arasındaki farklar nelerdir?

https://www.egitimhane.com/devlet-ucretsiz-dagitti-ogrencilerden-halen-kaynak-isteniliyor-h25834.html

Lale Elmacıoğlu https://www.indyturk.com/node/553331/haber/yeni-e%C4%9Fitim-d%C3%B6neminin-cevap-bekleyen-sorusu-4-milyona-yak%C4%B1n-%C3%A7ocuk-nerede 2022

https://egitimsen.org.tr/2022de-egitimde-neler-oldu/

Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 462

Mustafa Erkal, Sosyoloji, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1987

İbn Mace, Mukaddime, 17

Said Nursi, Eski Said Eserleri, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 342

A.g.e. s. 342

Said Nursi, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 78

Alain Deneault: “Dünyayı vasatlar yönetiyor”

https://portal.dpu.edu.tr/orhan.elmaci/makale_oku/398/radikal-blog-da-ki-denemelerimden-7kurumsal-dalkavukluk-ve-toplumsal-afazilik, 5 Aralık 2011

Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Nutuk, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 97

Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Makalat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,2010, s. 61

Said Nursi, Eski Said Eserleri, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 209

Said Nursi, Eski Said Eserleri, Münazarat, Yeni asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 291

Said Nursi, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 50

Said Nursi, Eski Said Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 330

Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 495

Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye, Şemme, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 315

 

 

[1]       Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 626

 

[2]       A.g.e. s. 626

 

[3]       Said Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1997, s. 53

 

[4]       Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 124

 

[5]       Şura Suresi: 42/38

 

[6]       Al-i İmran Suresi: 3/159

 

[7]       Said Nursi, Eski Said Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 124

 

[8]       Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 359

 

[9]       Said Nursi, Emirdağ Lahikası II, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 707

 

[10]     Kemal GÜÇLÜOL, “Demokrasi için eğitim”, XIII. Eğitim toplantısı, Türk Eğitim Derneği, Şafak Matbaacılık, Ankara, 1989.

 

[11]     Mustafa ÖZTÜRKÇÜ, “Risale-i Nur okulu hayat boyu eğitim vermektedir” Prof. Dr. İlyas ÜZÜM ile röportaj, Yeni Asya Gazetesi, 07 Eylül 2022.

 

[12]     Kasım KARAKÜTÜK, “Demokratik ve Laik Eğitim”, Anı Yayıncılık, 2001, Ankara.

 

[13]     Feyyat GÖKÇE, “Devlet ve Eğitim” Tek Ağaç Yayınları, 2005, Ankara.

 

[14]     Cavit BİNBAŞIOĞLU, “Okulda Ders Dışı Etkinlikler”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, 2000, İstanbul

 

[15]     Davut HOTAMAN, “Demokratik Eğitim: Demokratik Bir Eğitim Programı, Kuramsal Eğitim Bilim, 3 (1), 2010, s. 29-42

 

[16]     A.g.e.

 

[17]     F. Dilek GÖZÜTOK, “Öğretmenliğimi Geliştiriyorum”, Siyasal Kitabevi, 2004, Ankara

 

[18]     A.g.e

 

[19]     Mine GÖZÜBÜYÜK TAMER, “Okulların demokratik ve katılımcı öğrenim ortamlarına dönüştürülmesi (Demokratik okul yönetimi), Millî Eğitim Dergisi, Sayı 192, Güz 2011, s. 7-25

 

[20]     http://mevzuat.meb.gov.tr/dosyalar/1444.pdf

 

[21]     Demokrat Parti Tüzük ve Programı, Galata Merkez Basımevi, Ankara, 1946

 

[22]     Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, İstanbul, 2010, s. 255

 

[23]     Yaşar BAYTAL, “Demokrat partinin eğitim politikalarında din ve dini okullar”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi Sayı: 66, Bahar 2020, s. 91-122

 

[24]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 504

 

[25]     Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 374

 

[26]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 415

 

[27]     Suat KOL, “Okul öncesi eğitimde teknolojik araç gereç kullanımına yönelik tutum ölçeği geliştirilmesi”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt:20 No:2, Mayıs 2012, s. 543

 

[28]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 525,

 

[29]     Halil APAYDIN, Şuayip ÖZDEMİR ve Asiye ZOROĞLU ÜNAL, “İntihar girişiminde bulunan bireylerde bazı değişkenlerle intihar girşimi ilişkisi” https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/217910

 

[30]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 509

 

[31]     Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 344

 

[32]     A.g.e. Münazarat, s. 291

 

[33]     Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 849

 

[34]     Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 924

 

[35]     https://www.risalehaber.com/said-nursinin-imam-hatip-okullariyla-ilgili-sozleri-387459h.htm

 

[36]     Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Makalat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 51

 

[37]     A.g.e. Diva-ı Harb-i Örfi, s.133

 

[38]     A.g.e. İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi, s.164

 

[39]     Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 217

 

[40]     Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Tuluat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 20101, s. 578

 

[41]     Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 462

 

[42]     Arif Yağcı, Musa Karaman, İbrahim Abbas Kılıç, Metin Bestil, Sedat Aslan ve Ahmet Erdoğdu, “Okul Öncesi Eğitimin Önemi ve Ailelere Tavsiyeler, International Social Sciences Studies Journal Vol:9 Issue: 114, s.7852-7872, August 2023

 

[43]     https://www.kariyer.net/universite-rehberi-blog/devlet-universitesi-mi-yoksa-vakif-universitesi-mi-secmeliyim/

 

[44]     https://www.egitimhane.com/devlet-ucretsiz-dagitti-ogrencilerden-halen-kaynak-isteniliyor-h25834.html

 

[45]     Lale Elmacıoğlu https://www.indyturk.com/node/553331/haber/yeni-e%C4%9Fitim-d%C3%B6neminin-cevap-bekleyen-sorusu-4-milyona-yak%C4%B1n-%C3%A7ocuk-nerede 2022

 

[46]     https://egitimsen.org.tr/2022de-egitimde-neler-oldu/

 

[47]     Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 462

 

[48]     Mustafa Erkal, Sosyoloji, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1987

 

[49]     Alak Suresi: 96/1

 

[50]     Zumer Suresi: 39/9

 

[51]     İbn Mace, Mukaddime, 17

 

[52]     Said Nursi, Eski Said Eserleri, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 342

 

[53]     A.g.e. s. 342

 

[54]     Said Nursi, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 78

 

[55]     https://umutsen.org/index.php/2017/07/alain-deneault-dunyayi-vasatlar-yonetiyor/

 

[56]     A.g.e.

 

[57]     https://portal.dpu.edu.tr/orhan.elmaci/makale_oku/398/radikal-blog-da-ki-denemelerimden-7kurumsal-dalkavukluk-ve-toplumsal-afazilik, 5 Aralık 2011

 

[58]     Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Nutuk, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 97

 

[59]     Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Makalat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,2010, s. 61

 

[60]     Said Nursi, Eski Said Eserleri, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 209

 

[61]     Said Nursi, Eski Said Eserleri, Münazarat, Yeni asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 291

 

[62]     Said Nursi, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 50

 

[63]     Said Nursi, Eski Said Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 330

 

[64]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 495

 

[65]     Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye, Şemme, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 315