Özet

İnsanoğlu, dünyaya dâhil olduğundan bu yana nüfusunun artmasıyla birlikte, beşeri ilişkiler üzerinden gelişen temel hak ve hürriyetler ağında hayata dair pratikler yaşamıştır. Hz. Âdem’in (as) oğullarıyla başlayan bu pratikler, kitlesel kült kültürlerin oluşmasıyla hem bireysel hem de sosyal doku içerisinde bazen içinden çıkılmaz hale dönüşmüştür. İslam, insanlığa insani hayat, varlığın hikmeti, geleceğe dair sorumluluklar açısından büyük bir yenilik getirmiştir. Bu yeniliklerin esin kaynağı bakımından Kur’an ve pratik uygulayıcısı Hz. Muhammed (sav) insanlığa en büyük rehber olmuşlardır. İslam’da, bir insanın hakkı tüm insanlığın hakkıyla ilişkilendirilmiştir. Peygamberin (sav) Veda Hutbesi (632) insanın yaratılmışlar arasında en kutsal varlık olduğunu, sosyal hayat içerisinde hayatını tehdit eden unsurların asla kabul edilemeyeceği vurgulanmıştır. Büyük Sözleşme diye anılan Magna Carta (1215) sözleşmesi özgürlüklerin yolunu açmak için imza altına alınmıştır. Asırlar sonra BM’nin kurulmasıyla benimsenen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948) insanlık ailesinin bütün üyelerinin sosyal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olma ilkesiyle yola çıkmıştır. AB’nin oluşmasıyla birlikte geliştirilen Kopenhag Kriterleri (1993) daha çok birlik üyelerinin temel kriterleridir. İnsanın refah, mutluluk, huzur, güven, temel hak ve hürriyetlerini esas alan tüm beşeri kabullenmelerin özünde Veda Hutbesinden etkilenme ve esinlenme vardır. Sonuçta hepsinin merkezinde insan ve onun yüksek onur ve şahsiyeti odağa alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Veda Hutbesi, Magna Carta Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Kopenhag Kriterleri, Temel Hak ve Hürriyetler

 

 

In the Relationship between Farewell Sermon, Magna Carta, Universal Human Rights and Copenhagen Criteria; Fundamental Rights and Freedoms

 

Abstract

Human beings have experienced life practices in the network of fundamental rights and freedoms that have developed through human relations, along with the expansion of its population since entering the world. These practices, which started with the children of Prophet Adam (pbuh), have sometimes become inextricable within both the individual and social fabric with the formation of mass cult cultures. Islam has brought a great innovation to humanity in terms of human life, the reason for existence in the world, and responsibilities for the future. The source of inspiration for these innovations is the Quran and its practical implementer is the Prophet Muhammad (pbuh), has been the greatest guide to humanity. In Islam, one person’s right is associated with the right of all humanity. The Farewell Sermon of the Prophet (pbuh) (632) emphasized that human beings are the most sacred being among creatures and that elements that threaten their lives in social life can never be accepted. After the six centuries later, The Universal Declaration of Human Rights (1948) set out with the principle that recognizing the dignity and equal and inalienable rights of all members of the human family in their social structure is the basis of freedom, justice and peace in the world by the establishment of the UN. By the formation of the EU, The Copenhagen Criteria (1993) developed, are the basic criteria of the members of the union. At the core of all human acceptances based on human welfare, happiness, peace, trust, fundamental rights and freedoms, there is influence and inspiration from the Farewell Sermon. As a result, human beings and their high personality are at the center of all of them.

Key Words: Farewell Sermon, Magna Carta Convention, Universal Declaration of Human Rights, Copenhagen Criteria, Fundamental Rights and Freedoms

 

  1. Giriş

Hayatın başlangıcından bu yana hızla artan dünya nüfusu ve kaynakların sınırlı olması, topluluklar arası kitlesel gerginliklere sahne olurken düşünce, insani farklılıklar ve hayat tarzlarının farklılığı, özelde bireylerin ve genelde ise toplumların üstünlüklerine veya kısıtlamalarına yol açmıştır. İnsan fıtratı, kendi üstünlük alanını genişletme meyline sahipken bu genişlemenin cazibesi bir başkasının konfor alanını daraltma neticesini vermiştir. M.Ö. 460’lı yıllar, Grek Yarımadasındaki Helenistik kültürde, temel hak ve hürriyetler konusunda çetin fikri sınavlar verilmiştir. Sokrates, Eflatun ve Aristo’nun öncülüğünü yaptığı “Atina Okulu” pozitif ve sosyal bilimlerin yanı sıra, hayatın merkezindeki insanı koruma arzusunu kamçılamayı hedeflemiştir. Atina okulunun ideasında “İnsan konuşan, düşünen ve sosyal varlıktır.” İnsanın bir nizam altında olması kendisi ve toplumu açısından gereklidir. Atina okulundan üretilen “Devlet” isimli kitabın ana ilkeleri müreffeh bir toplum anlayışı içindir[1]. Sokrates’in sağlıklı ve mutlu bir toplum hayatı için düşündüğü devlet modelini anlatan Platon’un bir eseridir. Günümüzdeki devlet felsefesi üzerinde temel kaynaklardan biri olması açısından önemlidir. Aynı zamanda mutluluk felsefesi üzerine yazılmış bir metindir. Eserde Platon’un hocası olan Sokrates’in konuşmaları yer almaktadır. Devlet denilen düzenli yapı ise bireylerin üretim, tüketim, korunma, eğitim, kendini ispatlama, saygı görme, bireysel tatmin gibi pek çok unsuru temin etme ve sürdürme amaçlı kurulmuştur. Bu gerçeklik, binlerce yıl sonra 1943 yılında Abraham Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” olarak literatüre giren kuram, kişilerin hayatları boyunca her zaman ihtiyaçlarının olması, bu ihtiyaçları giderebilmek üzere hedefler koyması temeline de dayanmaktadır[2]. Maslow’un beş basamağa ayrılmış ihtiyaçlar zincirinde; fizyolojik ihtiyaçları, güvenlik ihtiyacı, sevgi ve aidiyet duygusunu tatmin, saygınlık ihtiyacı ve kendini gerçekleştirme ihtiyacı şeklinde oluşan bir piramit yer alır.

Anadolu coğrafyasında kurulan okullar da Atina okulundan esinlenmiştir. Atina okulunun tarihi misyonu Eflatuncu geleneğe sahip olan Simplicius tarafından Harran Okuluna da yansıtılmıştır[3]. M.S. 700’lü yıllarda kurulan “Harran Okulu”nda temel tıp bilimleri, mühendislik ve sosyal bilimlerle birlikte insan ve felsefi düşünce olgusu önemli bir yer teşkil etmiştir.

Bu çalışmada tarihi seyri içerisinde insan, taşıdığı sosyal ve manevi değerler, meydana getirdiği ilişkiler ağı ve bu ilişkileri etkileyen çevre faktörü üzerinde durulmuştur. Sosyal ağ içerisinde birey ve toplum adına verilen hukuki çabalar ve uygulamada karşılaşılan açmazlar üzerinde durulmuştur.

  1. Son Veda Haccı ve Veda Hutbesi

İslam; beşere insani hayat, varlığın hikmeti, geleceğe dair sorumluluklar açısından büyük bir yenilik getirmiştir. Hayat felsefesi bağlamında dünyaya geliş gayesi “neciyim, nereden eliyorum, nereye gidiyorum, bu dünyadaki maksadım nedir?” sorularına cevap aramak üzerine kurulmuştur.[4] Bu sorular, Hz. Âdem’den (as) beri tüm insanların akıllarını hayrette bırakan, zihnini kurcalayan ve cevap aramaya sevk eden özgün bir gizeme sahiptir. Bu sorgulama bilimsel bilginin temelini sorgulayan ve eleştirel düşünceyi geliştiren, 5N1K (Ne, Nasıl, Neden, Nerede, Ne zaman, Kim?) soruları ile örtüşmektedir. İnsanların ve özellikle Müslümanların zihinlerindeki bu sorulara aranana cevaplara en büyük kaynaklığı: en büyük kitap olan Kur’an-ı Kerim ve pratikte onun rehberi olan son peygamber Hz. Muhammed (sav) etmektedir. Kur’an şamil olduğu muhteva ile “Yaş ve kuru ne varsa, hepsi Kitab-ı Mübinde vardır.”[5] ayetinin temsilidir. Bediüzzaman’a göre Hz. Muhammed (sav); ebedi saadetin müjdecisi, rahmeti sonsuz olan Allah’ın isimlerinin kâşifi, göstericisi, tanıtıcısı, seyircisi ve ilancısıdır. Dünya hayatında bu iki rehbere sımsıkı sarılanlar, öğütlerine ve öğretilerine kulak verenler hem bu dünyada hem de ahiret hayatında rahat ve huzur içinde yaşarlar.

Peygamberimiz (sav) hayatı ve nübüvveti sırasında insanlığa davranışlarıyla yol gösterici olmuştur. Ömrünün sonuna doğru gerçekleştirdiği veda haccında verdiği Veda Hutbesi (632), insanın yaratılmışlar arasında en kutsal varlık olduğunu, sosyal (içtimai) hayat içerisinde bireyin hayatını tehdit eden unsurların asla kabul edilemeyeceği vurgulanmıştır[6]. Söylemlerinde, bir insanın hakkı tüm insanlığın hakkıyla ilişkilendirilmiştir. Peygamberimiz (sav) Veda haccında Müslümanlarla son buluşmasının hitabında; “Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz!” diye başlamış, hak, hukuk ve adaleti ilgilendiren başlıkları şöyle özetlemiştir:

– Mekke, mukaddes ve mübarek şehirdir. Canınızı, malınızı nasıl koruyorsanız Mekke’yi de öyle koruyunuz.

– Benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!

– Kimin yanında bir emanet varsa onu hemen sahibine versin. Biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız.

– Cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır.

– Size, kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır.

– Müslüman Müslüman’ın kardeşidir ve bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da malı da helal olmaz.

– Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.

– Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada Allah’tan korkmaktadır.

– Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz.

– Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu nedeniyle oğlu da babasının suçu nedeniyle suçlanamaz.

– Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: Allaha hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız, Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı haksız yere öldürmeyeceksiniz, hırsızlık yapmayacaksınız.

– Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Biri Allah’ın kitabı Kur an-ı Kerim ve diğeri sünnetimdir.

Peygamberimizin (sav) sunduğu hutbede, bireysel haklardan, kadın ve miras hukukuna, eşitliği, temel hak ve hürriyetleri içeren tüm başlıklar ele alınmıştır. İnsanlığa ve İslamlığa (Müslümanlık) sunulan bu ölçülere riayet eden tüm insanların hem kendi hukukunu korumasına hem başkasının hukukuna riayet etmeye özen göstermesine mani bir durum yoktur. Dünyada insanlar arası ilişkilerde hukuk ve adaletin işlemesi, diğer karşılaşabileceği problemleri bertaraf edebilir. Hukuk ve adalet yoksa insan hayatına anlam katabilecek ölçüler de zail olmaktadır.

 

  1. Magna Carta Sözleşmesi

Magna Carta Sözleşmesi (Büyük Sözleşme veya Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) 1215 yılında İngiltere kralını yetkilerinin birkaçından feragat etmesi, yasalara uygun davranması ve hukukun, kendi arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesini zorunlu kılınarak İngiltere kralı I. John’un yetkilerini kısıtlayan ve derebeylere bazı haklar tanıyan, özgürlüklerin önünü açmak için imza altına alınan bir sözleşmedir[7]. 63 maddeden oluşun sözleşmede, temel hak ve hürriyetlerin özüne dönük ilk üç maddesi oldukça önemlidir:

– Hiçbir hür insan; yürürlükteki kanunlara başvurulmaksızın tutuklanamaz, hapsedilemez, mülkü elinden alınamaz, sürülemez veya herhangi bir şekilde yok edilemez.

– Adalet satılamaz, geciktirilemez, hiçbir hür yurttaş ondan yoksun bırakılamaz.

– Yasalar dışında hiçbir vergi, yüksek rütbeli kilise adamları ile baronlardan meydana gelen bir kurula danışılmadan, haciz yoluyla veya zor kullanılarak toplanılamaz.

Sözleşmenin detaylarına girmeden, aradığımız hususlara cevap verebilecek 39. madde önemli olup bireyin özgürlük alanını en genel çerçevede tanımlayan hakları özetler:

“Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak veya hapsedilmeyecek veya mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak veya kanun dışı ilan edilmeyecek veya sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”

Bu madde vatandaşların hakları ve özgürlükleri açısından bağlayıcı kurallar getirmiş olup hukukun üstünlüğü ilkesinin birçok ülkede yerleşmesine de emsal teşkil etmiştir.

  1. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi

Birleşmiş Milletlerin, 24 Ekim 1945’te kurulmasıyla birlikte dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslararası ekonomik, toplumsal ve kültürel iş birliği oluşturmak için çalışmalar da başlatılmıştır. Birleşmiş Milletlerin uluslararası bağlayıcılığı olarak imza altına aldığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948) insanlık ailesinin tüm üyelerinin sosyal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu ilkesiyle yola çıkılmıştır[8]. Beyanname insanlığı ilgilendiren 30 maddeden oluşmaktadır. Birey ve toplum açısından temel hak ve hürriyetleri ilgilendiren bölümleri özetlersek:

– Bütün insanlar özgür; onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar.

– Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklı olmak veya doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu bildirgede açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.

– Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.

– Hiç kimse köle ya da kul olarak kullanılamaz; kölelik ve köle alım satımı her türlü biçimiyle yasaktır.

– Hiç kimse işkenceye ya da acımasız, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ya da muameleye uğratılamaz.

– Herkes, nerede olursa olsun kişiliğinin tanınması hakkına sahiptir.

– Yasa önünde herkes eşittir ve herkes ayrım gözetilmeksizin yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma hakkını taşır.

– Her kişinin kendisine Anayasa ya da yasa ile tanınan temel haklara aykırı işlemlere karşı ilgili ulusal mahkemelerin etkin koruyucu önlemlerinden yararlanma hakkı vardır.

– Hiç kimse; keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz, sürülemez.

– Herkes, haklarının ve ödevlerinin ya da kendisine yöneltilen ve ceza niteliği taşıyan herhangi bir suçlamanın saptanmasında davanın bağımsız ve tarafsız bir mahkemece, tam bir eşitlikle, adil ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir.

– Herkes, savunma hakkı kapsamında açık bir yargılama ile yasaca suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır. Hiç kimse, ulusal ya da uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan eylem ya da ihmalden dolayı mahkûm edilemez, suçun işlendiği sırada uygulanan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

– Hiç kimse; özel yaşamı, ailesi, konutu ya da yazışması konularında keyfi müdahaleye, onuruna ve adına karşı saldırıya uğrayamaz.

– Herkes, bir devletin sınırları içinde özgürce dolaşma ve oturma, herhangi bir ülkeden ayrılma ya da kendi ülkesine yeniden dönme hakkına sahiptir.

– Herkesin zulüm karşısında başka ülkelere sığınma hakkı vardır.

– Herkesin bir yurttaşlık hakkı vardır, yurttaşlığını değiştirme hakkından keyfi bir biçimde yoksun bırakılamaz.

– Evlenme çağına gelen her erkek ve kadın, ırk, uyruk ya da din bakımından hiçbir sınırlamaya bağlı olmaksızın evlenme hakkına, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit haklara sahiptirler. Evlilik, evleneceklerin özgür ve tam rızası ile gerçekleştirilebilir. Aile ve temel devletçe korunur.

– Herkesin, tek başına ya da başkalarıyla birlikte mülk edinme hakkı vardır.

– Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır.

– Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır.

– Herkesin barışçıl biçimde toplanma ve dernek kurma, katılma/katılmama özgürlüğü vardır.

– Herkesin doğrudan ya da özgürce seçilmiş kişiler aracılığıyla ülkesinin kamu yönetimine katılma hakkı vardır. Seçme ve seçilme hakkı vardır.

– Her kişinin toplumun bir üyesi olarak sosyal güvenliğinin sağlanması hakkı vardır.

– Herkesin eğitim hakkı vardır. Eğitim ilk ve temel eğitim evrelerinde parasız ve zorunludur.

Bildirgenin tüm maddeleri BM tarafından güvence altına alınmıştır. Dikkat edilirse bir insan için hukuk adına ihtiyaç duyabileceği tüm hak ve hürriyetler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile güvence altındadır.

  1. AB ve Kopenhag Kriterleri

Bir ekonomik topluluk olan Avrupa Birliği’nin kurulması sürecinde birliğin üyeleri tarafından geliştirilen[9] daha çok birliğin üyelerinin temel kriterlerini ve ekonomik ortaklığı içerir.[10]

Aday ülkeler demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıklara saygıyı, serbest piyasa ekonomisini, üretme ve rekabeti garanti eden kurumların istikrarını sağlamış olmalıdır.

Siyasi Kriterlerde demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlık haklarına saygının güvence altına almasını sağlayacak istikrarlı kurumların varlığı,

Ekonomik Kriterde (i) İstikrarlı piyasa ekonomisinin mevcudiyeti, (ii) başta AB olmak üzere dış dünya rekabetine dayanma kapasitesi, baskılara dayanabilecek bir serbest piyasa ekonomisinin işletilmesi,

Topluluk Mevzuatında siyasi birlik ile ekonomik ve parasal birlik dâhil olmak üzere AB’nin müktesebatına uyum kapasitesi, yani siyasi, ekonomik ve parasal birlik için gerekli yükümlülükleri yerine getirebilmesi gibi mevzuatı oluşturan kriterleri içerir.

Kopenhag Zirvesi’nde gerçekleşen müzakereler ve benimsenen ilkelerle, AB’ye girmek isteyen aday ülkelerden:

– İstikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması, kurumsallaşması,

– Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü,

– İnsan haklarına saygının teminat altına alınması,

– Azınlıkların korunması gibi dört ana kriteri sağlayanlar değerlendirmeye alınacaktır.

  1. Bediüzzaman’ın Cumhuriyet, Demokrasi ve Hürriyet Hakkındaki Düşünceleri

Peygamber varisi olan Bediüzzaman Hazretleri insanın dünyada bulunma gayesini, “Dua ve ilim vasıtasıyla tekemmül etmek.” olarak özetlemiştir.[11] İçtimai hayatta bu gayeye ayak bağı olan her şey, ne makuldür ne de meşrudur. Hayatını yüce değerler uğruna verdiği mücadeleler ile geçiren Bediüzzaman, dünyalık en büyük imtihanını Saltanat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminde bir türlü yakasını bırakmayan kanun namına yapılan kanunsuzluk alanında vermiştir. Saltanatın tek adamlığını hiçbir zaman benimsememiştir. Meşrutiyet, padişahın yetkilerini kısmen seçilmiş parlamentoya verse de kendisinin aradığı yönetim anlayışında, demokrasinin menşei olan meşrutiyet-i meşrua yer almıştır. Cumhuriyetle birlikte mutlak demokrasi ve adalet anlayışının ete kemiğe bürünmesi gerekmektedir. İsimden ve resimden ibaret olmayan demokratik bir cumhuriyet anlayışında her düşünce kendisine yer bulabilirdi. 23 Nisan 1920’de bir Cuma gününde dualarla açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi Anadolu’nun dört bir yanından gelen mebuslarla yasama faaliyetlerine başlamıştır.  29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilanıyla Türkiye Cumhuriyeti yeni bir devletin kurulduğu ilan edilmiştir. Kuzeyden gelen komünizm cereyanın Anadolu’yu etkilediği bir dönemde Bediüzzaman’ın cumhuriyete vurgusu: “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim.” şeklinde olmuştur. Bediüzzaman’ın cumhuriyet tanımlaması, parlamenter sistemin özünü ve işlevini temsil eder; “Cumhuriyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. Manasız isim ve resim değil.”[12] O halde, cumhuriyetin hamurunda adalet, meşveret ve kuvvetler ayrılığı olmalıdır. Bediüzzaman’a göre cumhuriyetin sahip olduğu değerlere göre işleyen meşrutiyet meşrudur, meşrutiyet-i meşruadır. “Meşrûtiyet, adalet ve şeriattır[13]. Meşrûtiyetin (Cumhuriyet) ağası haktır, kanundur, efkâr-ı ammedir (kamuoyu).”[14]

Cumhuriyetin banisi hürriyettir. Hürriyetin kısıtlandığı bir cumhuriyet, isimden ve resimden ibarettir. Ekmeksiz yaşayabileceğini ama asla hürriyetsiz yaşayamayacağını beyan eden Bediüzzaman, hürriyete orijinal ve kapsayıcı bir tanım getirmiştir; “Hürriyet odur ki ne nefsine ne gayrına zararı dokunmasın.”[15] Bediüzzaman, sefahet ve rezaleti esas alan mutlak hürriyeti, bireyin şeytana ve nefsine esir düşmesi, yani hayvan gibi yaşaması olarak tarif etmiştir. Yani, insan her ne kadar hür olsa bile ubudiyet noktasında Allaha karşı yine kuldur. Hür ve demokrat ortamda hukuk korunmalı kimse kimseye zorbalık yapmamalıdır. Çünkü hürriyet Allah’ın insana bahşettiği bir hediyesidir ve imanın bir esasıdır. İman ne kadar güçlü ise hürriyet o kadar hissedilebilir, tıpkı Asr-ı Saâdetteki gibi. Malumdur ki, cuma namazının farziyeti dahi hür olmayı gerektirir.

Bediüzzaman hürriyetin çok hassas olduğunu ve gereken değer verilip sahip çıkılmazsa elden kaçabileceğini vurgular; “Ey ebna-yı vatan!  Hürriyeti sû-i tefsir etmeyiniz, tâ elimizden kaçmasın. Ve müteaffin (kokuşmuş) olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın.”[16] Hürriyetin gitmesi, esaretin, keyfi muamelenin, istibdâdın yeniden başlamasıdır: “İstibdâd; tahakkümdür, muamele-i keyfiyedir. Kuvvete istinad ile cebrdir. Re’y-i vahiddir. Sû-i istimalata gayet müsaid bir zemindir. Zulmün temelidir. İnsaniyetin mâhisidir (yok edicisi).”[17]

Cumhuriyete, demokrasiye, adalete, meşverete, hürriyete büyük önem atfeden Bediüzzaman, beşeriyetin saadet, huzur, mutluluk ve güvenini gidip dâhil olunabilecek beş kapıya işaret ediyor: “Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim dâhil olalım! Birinci kapısı şeriat dairesinde ittihad-ı kulûb (kalplerin birliği), ikincisi muhabbet-i milliye (milletine muhabbet, sevgi duyma), üçüncüsü maarif (eğitim, ilim, bilgi sahibi olmak), dördüncüsü sa’y-i insanî (insanın çalışması), beşincisi terk-i sefahettir (haram zevk ve eğlencelerin, günahların terk edilmesi).”[18]

Sonuç

Beşeri sistemler, sosyal hayata dair pratiklerini büyük oranda dinin yaygın etkilerinden almıştır. Peygamberimizin (sav) Müslümanlara hitap ettiği hutbe, Magna Carta Sözleşmesi’nin, İnsan Hakların Evrensel Beyannamesi’nin ve Kopenhag Kriterleri’nin esasını teşkil etmiştir. Hepsinin odağında insanlığın mutluluğu, saadeti yer almıştır. İnsanlık ve İslamlık, bu ilkelere uydukça huzura erecek, insan gibi yaşamayı sağlayacaktır. Bu yüksek değerler, kolay elde edilmediği için çabuk da kaybedilememelidir.

İnsanoğlu maziden günümüze, yaşadığı dönemin sosyal olayları ve sunduğu imkânlara göre çeşitli dönemlerden geçerek uzun bir zaman tünelinde yerini almıştır. Bediüzzaman insanlığın yaşadığı bu dönemleri “vahşet ve bedevilik, kölelik, esaret, ücret, mülkiyet ve serbestiyet dönemleri” olarak özetler.[19] Artık insanlık esir olmak istemediği gibi ücretli de olmak istemiyor, zihnini mülk sahibi olmaya ve hareket serbestiyetine odaklamış durumdadır. Yeni bir Cumhuriyet yüzyılında insanlığın hürriyeti, demokratik bir cumhuriyeti gerektirmektedir. İnsanlık, fıtrat-ı İlahiyeye uygun olması nedeniyle, Cumhuriyetin kazanımlarından asla vazgeçemez. Bediüzzaman’ın cumhuriyet ve hürriyet anlayışında tek adamcılık, kanunda keyfilik, uygulamada izafiyet, yetki karmaşası, azınlığın çoğunluğa veya çoğunluğun azınlığa tahakkümü, ahlaksızlığa medeniyet elbisesi giydirme gibi gayr-ı insani ve gayr-ı İslami hususlar yer almaz.

Sonuç olarak, Bediüzzaman yönetimin halkta ve onun temsilcilerinde olduğu, adaletin hakiki olarak uygulandığı, İslam’ın insana tanıdığı hürriyetleri sağlayan, dindarlık manası taşıyan bir cumhuriyeti benimsemiştir.

 

 

Kaynaklar

Bakkal, Ali, Harran Okulu, Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi: 51, 2008.

Magna Carta Libertatum, Büyük Özgürlükler Sözleşmesi, Thames nehri Runnymede çayırı. 27 Mayıs 1217.

Maslow, A. H. A Theory of Human Motivation. Psychological Review, v. 50, 1943

Rohde, George. Eflatun: Devlet. Ankara: MEB. 1946.

Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, Veda Hutbesi, Cilt 42, 2012.

United Nations, Universal Declaration of Human Rights, December 10, 1948.

Nursi, Said, İşârâtü’l-İ’câz, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022.

Kopenhag Zirvesi Sonuç Bildirgesi, https://www.ab.gov.tr/_302.html  (Erişim tarihi: 10.11.2023)

Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022.

Nursi, Said, Divân-ı Harb-i Örfî, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022.

Nursi, Said, Münâzarât, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022

Nursi, Said, Divân-ı Harb-i Örfî, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2016

Nursi, Said, Münâzarât, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022.

Nursi, Said, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2016.

Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022.

 

 

[1]       Rohde, George. Eflatun: Devlet. Ankara: MEB. 1946.

 

[2]       Maslow, A. H. A Theory of Human Motivation. Psychological Review, v. 50, 1943, p. 370-396.

 

[3]       Bakkal, Ali, Harran Okulu, Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:51, 2008.

 

[4]       Said Nursi, İşârâtü’l-İ’câz, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022, s. 17.

 

[5]       Said Nursi, İşaratü’l-İ’caz, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022, (Bakara Sûresi 31-33. Âyetlerin Tefsiri)

 

[6]       Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, Veda Hutbesi, Cilt 42, 2012, s. 591-593

 

[7]       Magna Carta Libertatum, Büyük Özgürlükler Sözleşmesi, Thames nehri Runnymede çayırı. 27 Mayıs 1217.

 

[8]       United Nations, Universal Declaration of Human Rights, December 10, 1948.

 

[9]       Kopenhag Kriterleri 1993

 

[10]     https://www.ab.gov.tr/_302.html  (Erişim tarihi: 10.11.2023)

 

[11]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022, Yirmi Üçüncü Söz, s. 286.

 

[12]     Said Nursi, Divân-ı Harb-i Örfî, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022, s. 64.

 

[13]     A.g.e., s. 65.

 

[14]     Said Nurs,; Münâzarât, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022, s. 23.

 

[15]     A.g.e., s. 35.

 

[16]     Said Nursi; Divân-ı Harb-i Örfî, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2016, (İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi), s. 17.

 

[17]     Said Nursi; Münâzarât, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022, s. 50.

 

[18]     Said Nursi; Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2016, (Hürriyete Hitap), s. 73.

 

[19]     Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2022, s. 581.