-I-

Bir zamanlar Rabb’in meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife
yaratacağım" demişti. Melekler, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini
mi yaratacaksın? Oysa biz Seni överek tesbih ediyor ve Seni takdis ediyoruz"
dediler. (Rabb’in) "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi.

Bakara Sûresi,
30.

Din, uyulup uyulmadığı en son din gününde karara bağlanacak olan ve
Allah’ın insanlara belirli şartlar altında yüklediği kurallar bütünüdür.
İnsanların bu kurallardan sorumlu tutulmalarının bir şartı da kendilerine dinin
tebliğ edilmesi, yani bir elçinin, bir nebinin bu kurallar bütününü insanlara
aktarmasıdır. (İsrâ Sûresi,15.)

Siyaset ise yönetim kurumlarına ait rollerin
kim(ler) tarafından yerine getirileceğinin belirlenmesi ve bu rol sahiplerinin
yönetim işini nasıl ve hangi kurallara göre yapacağının kararlaştırılması
işidir.

Çok açık bir biçimde görüldüğü gibi–peygamberler dışında–bütün insanlar
bu iki kurumla kaçınılmaz olarak aynı anda muhatap olmaktadırlar. Başka bir de
işle, din ile tanışan, bu sorumluluğu üzerine alan–istinasız–her insan, aynı
anda siyasetle de tanışmış olmakta ve siyasetin beraberinde getirdiği bir takım
sorumluluk ve haklarla da muhatap olmaktadır. Yine tekrarlayalım ki, bu sadece
ve sadece bir insanın kendisinin peygamber olması ve de aynı zamanda ümmetsiz
olması durumunda böyle değildir. Bir diğer "garip" durum da bir kişinin, bir
peygambere ümmet olması ve ardından da peygamberin vefat etmesi sonucunda o
kişinin tek kalması durumudur. Ancak burada açıkça görüleceği gibi din ve
siyaset aynı anda devreye girmekte ve fakat peygamberin vefatıyla siyaset kurumu
da diğer kişi için ölmüş olmaktadır. Bu da dinin dünya üzerinde–kısa bir
süre–siyasetsiz kalması demektir. Ancak bu durum bile, paragrafın basında
verdiğimiz hükmün geçerliliğine halel vermemektedir.

Kısaca bu hükmün "neden"ine
de değinelim:

Bu iki kavramın tanımından kolayca çıkarılabileceği gibi hem din
(peygamberler dışında) ve hem de siyaset ancak ve yalnız en az iki insanın
varlığı durumunda var olabilmektedir. Din hem tebliğ edenin, hem de edilenin
olmasına baktığı için bu hükmün içindedir. Siyaset ise ancak iki insanın olması
durumunda bir "yönetme" kavramından bahsedebileceğimiz için hükmümüze dahildir.

Şimdi yukarıda belirttiğimiz biri "istisna" diğeri "garip" iki durumun
hiçbirinin de artık günümüzde yaşanmayacağını da göz önüne alarak diyebiliriz ki,
din ve siyaset bir birinden kopmaz, ayrılamaz ikiz kardeştirler. (Dinin, dünya
üzerindeki herkese tebliğ edildiğini var sayarsak (ki bunu teoride var sayıyoruz,
aksi taktirde pratikte tebliğden ne kastedildiğini sorgulamak durumundayız.)
Bugün, herkes bu iki kurumla birlikte yaşamaktadır.

Görüldüğü (ve bizim
vurgulamak istediğimiz) gibi, bu iki kurumun beraberliği kaçınılmaz olduğuna
göre karşımıza çıkan ilk büyük konunun, bu kurumların arasındaki ilişkinin nasıl
olduğu, olacağı ve olması gerektiğinin hem kurumlar, hem de kişiler açısından
faydalı olacağıdır.

-II-

Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık
ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah
yanında en üstün olanınız (Allah’ın buyrukları dışına çıkmaktan) en çok
korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır.

Hucûrat Sûresi,13.

Yukarıda ifade
ettiğimiz "garip" durumdan da görülebileceği gibi teoride siyaset dinin "olmazsa
olmaz"ı değildir. Ancak dinin kesintisiz devam edebilmesi ve benzeri gibi
sebeplerden ötürü bu iki kurum pratikte ikizdirler. Buradan siyasetin toplumda
"bozgunculuk yapacak, kan dökecek" durumlara meydan verilmemesi için düşünülen
ve yürütülen bir yol, bir iş ya da bir araç olduğunu çıkarabiliriz. Yani
insanların istekleri, hırsları ya da ihtiyaçları çakışmasaydı, biz siyaset
kurumu ile tanışmış olmayacaktık. Başka bir ifade ile, eğer "erkekler ve
kadınlar, milletler ve kabileler" gibi hep ve her zaman biri diğerine boyun
eğecek yada boyun eğdirilecek olsaydı, o zaman siyasete gerek kalmayacaktı.

Nitekim, "garip" durumdaki kişi din ile tanışmış ve muhatap iken, onun için
siyaset ölmüştür. Görüldüğü gibi insanların din sınavından iyi yada kötü not
alabilmeleri, mutlaka ve ayrılmaz bir şekilde siyasete bağımlı bir şey değildir.
İşte yukarıda kısaca tanımlamaya çalıştığımız din ve siyaset kurumlarnın
tabiatlarını göz önüne getirerek ve yukarıda öne sürdüğümüz önermelerden yola
çıkarak –ve aynı zamanda günümüzde olup bitenleri de hesaba katarak– aşağıda
sıralayacağımız varsayımlara ulaşabiliriz:

-III-

Affı (kolaylık yolunu) tut,
iyiliği emret, cahillere aldırış etme!

A’raf Sûresi,199.

1. Dindeki hiyerarşinin
tepesinde olan insanların, aynı zamanda siyaset hiyerarşisinin de tepesinde
olması –en azından– her zaman için şart değildir. Ve olmamaları da bu iki kurumun
alanları hesaba katıldığında normal bir durumdur (Halifelik-devlet başkanlığı,
imamlık-muhtarlık gibi). Diğer dini ve siyasi roller için de bu durum
geçerlidir.

2. Buna ek olarak dinde iyi bir konuma sahip sayılan kişilerin de
yine siyasi olarak iyi bir konuma sahip olmaları, atanmaları ya da seçilmeleri
"farz" değildir.

3. Hiçbir birey ya da hiçbir topluluk başka birilerinin
"kötülüğü"ne hüküm veremez. Bir kimsenin ya da bir topluluğun yaptığı işlerin
dine uygun mu değil mi; helâl mi haram mı; iyi mi kötü mü olduğuna dini
otoriteler (müftü, kadı, şeyhü’l-İslâm) karar verirler–başkaları değil. Ancak
burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta da şudur: Bu otoriteler söz konusu
insan ya da insanların iyiliğine ya da kötülüğüne, faziletli ya da faziletsiz
olduklarına dair toplu bir hüküm verecek de değillerdir. Bu otoritelerin
yapacağı, kişi ya da kişilerin söz konusu fiillerinin haram ya da helâl olduğunu
tespit etmektir. Bu iki davranış ya da yaklaşım arasında çok önemli bir anlam
farkının olduğunu düşünüyor ve bu yaklaşımların yukarıda yazılı âyetin (Hucûrat,
13) yaşanılması açısından çok önemli ve hayati farklar doğuracağına inanıyorum.
Bu üçüncü maddeyi özetleyecek olursak, dünyada din günü (Fatiha, 3.)
yaşanmamakta ve hesaplar burada kesilmemektedir. Ayrıca hiçbir insan da diğer
bir insanın hakimi değildir.

4. Din, insan aklının ürünü olmaları hasebiyle,
hiçbir siyasal ideolojiye diğerinden daha yakın değildir. Bir ideoloji olarak
muhafazakârlığa ne kadar yakınsa, sosyalizme ya da faşizme de o kadar yakındır.
Bunların pratikteki uygulamaları bizim bu hükmümüze halel getirmez. Buradan
varmaya çalıştığımız düşünce şudur: Her insan temelde dine denk uzaklıktadır. Ve
yine her bireyin doğuştan dine olan yakınlığı denktir. Böyle olunca din–dindar
ya da dinci insanlar değil–hiçbir insan için ön yargı beslememektedir. Bu
varsayımın da çok iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

5.
Birinci maddede sözü geçen bu iki kurumun alanları konusunun kastettiğimiz
anlandan sapmasını da önleyeceğini sandığımız bir diğer durum da şudur: Din şu
ya da bu şekilde, şu ya da bu derecede insanların dünya işlerini de düzenleyen
bir kurallar bütünüdür. Diğer bir deyişle din, "bozgunculuğun ve kan dökmenin"
en amansız düşmanlarından biridir. Siyasetin de insanların arasında çıkacak
problemleri en az kaza ile, zararla atlatılması için işletilen bir süreç, bir
kurum olduğunu düşünürsek; (a) En azından bu anlamda bu iki kurumun ortak
hedeflerinin olduğunu, (b) dolayısıyla barışı, insanlar arası ilişkilerde
hoşgörü ve uzlaşmayı her iki kurumun da birincil amaçlarından saydığını ve (c)
buna bağlı olarak ta din adamlarının ve siyaset adamlarının ortak hedeflerine
halel getirebilecek her türlü telâkki ve davranışlardan kaçınmalarının, hele
hele birbirlerinin önüne engeller çıkarmaktan katiyyen uzak durmalarının
kendileri ve bütün bir toplum için dünyevi ve uhrevi vazifeler açısından hayati
bir sorumluluk olduğunu kolayca çıkarabiliriz.

-IV-

Ve eğer bir kadın kocasının
huysuzluğundan yahut kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa, anlaşma ile
aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur. Barış daima iyidir. Zaten
nefisler cimriliğe hazır duruma getirilmiştir. Eğer güzel geçinir (kötülükten)
sakınırsanız, Allah yaptıklarınızı alır.
Nisa Sûresi, 128.

Elçiye düşen sadece
duyurmadır. Allah neyi gizleyip, neyi açığa vurduğunuzu bilir.

Mâide Sûresi, 99.

Din ve siyaset kavramlarının ortak amaçları olan barışı sağlayıp korumaları ve
bunu yaparken de öncelikle kendi içlerinde ve kendi aralarında" barışık"
olmaları acaba, nelere bağlıdır? Bu hedeflere giderken kullanılacak "somut"
araçlar nelerdir?

Biz burada yazımızın hacmini de hesaba katarak bu barış
ortamına çok büyük katkı ve yardımları olduğuna inandığımız, her toplum için
hayati öneme haiz olduğunu düşündüğümüz iki kurumu hatırlatacağız. Birincisi ve
"araç" sözcüğünün sınırlarını taşan bir barış sağlayıcısı, ailedir. Kulaktan
duyma ve yılların, yüzyılların öğütmesi sonucu bir kuşa benzeyen, benzetilen
geleneksel efsane ve mitlerden arındırılmış büyüklerin de küçükler kadar hatalı
ve âciz olabileceklerinin kabul edildiği, bunun yanında kadınların da erkekler
kadar düşünebildiğini sorumluluk ve hak sahibi olduklarının ön görüldüğü ve buna
karşılık ve bu bilincin getirdiği tabii bir sonuç olarak ta barışın, bilginin ve
düşünmenin (sorumluluğun) hakim olduğu bir âile ve toplumda âileler, toplumda
oluşturulabilecek din-siyaset uzlaşmasının temel taşlarından biri ve de
birincisidir.

İkincisi ve de hem önem, hem de konum acısından âileden farklı
düşünülemeyecek olanı da "eğitim"dir. Eğitim–istenmese bile yaşanılması
kaçınılmaz bir gerçeklik olan–değişim ve değişikliklere toplumun ayak
uydurmasının ya da uydurabilme çabalarının diğer bir adıdır. Ver toplum için de
devam edebilmenin, ayakta kalabilmenin, kimlik bunalımı yaşamamanın ve nihayet
gelişebilmenin her anlamda en temel şartıdır.

İnsanların kendilerini
geliştirebilmelerinin en uygun ortamı ve bir anlamda da şartı, toplumsal
barıştır. Toplumsal barışın en birinci şanlarından biri ise, toplumdaki
kurumların–dolayısıyla konumuzu oluşturan din ve siyasetin–barışık olmalarıdır.
Âile ve eğitim kurumlarını sağlıklı bir temellere oturtmadıktan sonra bir
toplumda ne din, ne de siyaset kurumları kendi üstlerine düşen görevleri doğru
dürüst yerine getirebileceklerdir.

-V-

Ama hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde,
gece saatlerinde ayakta durup Allah’ın âyetlerini okuyarak secdeye kapanan bir
topluluk ta vardır.

Onlar, Allah’a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder,
kötülükten men ederler. Hayır işlerine koşuşurlar. İşte onlar iyilerdendir.

Yaptıkları hiçbir iyilik inkâr edilmeyecektir. Şüphesiz Allah, (günahlardan)
korunanları bilmektedir.

Âl-i İmran Sûresi,113-115.

Din ve dinler (özellikle
ehl-i kitabın dinleri) insanlar için en yüksek ve yüce idealleri öğütleyen
"iyiliği emredilir, kötülüğü uehyeden" ve birer nasihat olan kurumu ve kurumlar
olarak diğer bütün toplumsal kurumların üzerinde ve onları kapsayan yapıdırlar.
Bu açıdan bu yüce kurumlar, hiçbir surette, hiçbir şan altında ve hiçbir zaman
başka hiçbir kurumun (dolayısıyla siyasetin yönetme işinin getirdiği ve belki de
gerektirdiği kuralların, öğretilerin) aracı yapılmamalı ve insanlar kendi
kişisel ve insani zaaflan için bu kurumun yüceliğine saygısızlıkta bulunmamalı
ve nihayet bu kurtuluş yolunun (yollarının) tıkanmaması, her insan için açık
kalabilmesi için gerektiğinde kendilerini kişisel ve insani çıkarlarını feda
etmelidirler.

Dinin dünya üzerinde yayılması ve aynı zamanda da, dinlerin
birbirlerine yaklaşmaları, asgari müştereklerini–ki bir hayli çoktur–göz önünde
bulundurarak kurtuluşa birlikte kanat çırpmaları bugün için çok gerekli bir
şeydir ve istisnasız dünya üzerindeki herkesin, her bireyin ve her toplumun bu gelişmeden
alabileceği birçok güzellik ve iyilikler vardır. Her ülke ve hatta bütün ülkeler
için konuşacak olursak, yurt içinde ve dışında hiçbir siyasal konu, temelde din
ile çatışmamaktadır ve çatışır göründüğü anda da hiçbir siyasal mesele dinin ve
dinlerin kuralları çiğnenerek, yabana atılarak ve yok sayılarak
çözülemeyecektir. Bunun böyle olduğuna bütün bir geçmiş tarih şahittir ve bundan
sonra da bütün bir gelecek tarih buna şahit olacaktır.

Not: Bu yazıda, dinî hiçbir konuda "fetva"
verilmemiştir.