Risale-i Nur’lar İslami eserlerden hangisine göre tasnif
ve telif edilmiştir? Bir tefsir sayılabilir mi? Yoksa kelam kitabı mıdır?
Risale-i Nur’lar, İslami eserlerden hiç birisine göre tasnif
veya te’lif edilmiş değildir. Risale-i Nur’lar çok başka bir şeydir. Ancak
Risale-i Nur’dan Üçüncü Şua (Münacaat) risalesi, Hz. İmam-ı Ali’nin (r.a.) bir
münacatının üslûp ve tarzı esas alınarak te’lif edilmiştir diyebiliriz.
Buna göre, Risale-i Nur’lar, hem Kur’an’ın imani hakikatlerini
ifade eden ayetlerinin ispatlı, berrak, itminan-bahş bir hakiki tefsiri olduğu
halde, aynı zamanda Kur’anî bir kelâm kitabıdır da.
Kur’an’ın nazil oluşundan günümüze kadar, her çağın
şartlarına hitap eden değişik eserler te’lif edilmiştir. Size göre Kur’an’a
ayine olmak mevzuunda Risale-i Nur’u nasıl değerlendirmek gerekir?
Kur’an’ın hin-i nüzûlünden günümüze kadar -dediğiniz gibi- bir
çok tefsirler, kelam ve tasavvuf kitapları yazılmıştır. Her asrın ihtiyacına
göre Kur’an’dan alınan edviyeler o asırlara uygun gelmiş, kâfi gelmiştir. Lakin
şu ahirzaman asrında beşerin fıtratındaki kuvve ve istidatların dünya hayatına
yönelik inkişafatı ve o oranda maddi terakkide, dehşetengiz bir mesafe
kat’edilmesi neticesi, insanın kafasında pek çok sualler belirmiştir. Tüm bu
inkişaf karşısında eski mübarek eserler ve -Üstadın tabiriyle- “silahlar” kafi
gelmemeye başladığı haysiyetiyle Risale-i Nur’lar asrı kucaklayan, şümullü
izahatı ve her türlü suallere cevaplar verdiği; her çeşit vesvese ve şüpheleri
defettiği için Kur’an’ın filhakika çok nurani ve parlak bir hazinesi hüviyetini
kazanmıştır. Elbette hakperestane bir değerlendirme icabettiğinde ehl-i insaf,
Nurlar’ın bu mezkur hüviyetini teslim eder.
Müellif eseri için, "Kur’an’ın elinde elmas bir kılınç"
veya, "Risale-i Nur, Kur’an’ın i’caz-ı manevisi" gibi ifadeler
kullanmaktadır. Bunları nasıl anlamalıyız?
Risale-i Nur müellifi, Kur’an’a direkt mensubiyeti itibariyle ve
Kur’an hesabına edilecek bütün medih ve senaların Kur’an’a rücu’ ettiği
noktadan, hak ve gerçek olarak Nurlara o tarifi yapmıştır ve yapmaya da hakkı
vardır.
Bulundukları çağın insanına hitap eden, iman ve İslam
hakikatlarının ("marziyyat-ı ilahinin") doğrudan doğruya Ezeli Kelamdan
anlaşılmasına hizmet eden tefsir çalışmalarının İslam düşüncesinin
oluşumunda etkisi ne yönde ve ne kadar olmuştur?
Hakaik-ı imaniyeyi doğrudan doğruya ezeli kelam olan Kur’an-ı
Muciz’ül Beyan’dan alarak asrın idrakine sunmak çok büyük bir meseledir. Bu
büyük işi herkes yapamaz. Ancak veraset-i nübüvvet asfiyaları olan müceddid ve
müçtehitler yapabilir. Veliyy-i Kâmil olan bu zatların yazdıkları eserler birer
ayine gibi Kur’an nurlarının aksettirilmesine vesile olur. Elbette, böyle asli
kaynağından hakikatları alıp, olduğu gibi yansıtmak hakikatlerin nurlu
simalarını küduretsiz çok parlak tebellür ettirdiği gibi, İslami düşüncenin
oluşmasını ve gelişmesini de arızasız olarak sağlar. İşte bunun örneği Risale-i
Nur eserlerindeki Kur’anî meslek ve sahabi meşreptir. Tabii ki Risale-i Nur’da
olan tarzıyla…. Yoksa şahısların görüşlerinin – bazen yanlış- tezahürü gibi
değil.
Şimdiye kadar yapılan tefsirlerin içinde sahabe, tabiin
ve tebe-i tabiin alimlerinin oluşturduğu selef-i salihini de içine alan
"Cadde-i Kübra-i Kur’aniyyeyi" sizce tam olarak ortaya koyabilenler
hangileridir? Veya, "ehl-i Sünnet anlayışı"nı tam olarak yansıtan Kur’an
yorumunu taşıması gereken temel özellikler sizce nelerdir?
Zaten Cadde-i Kübra ise selef ve halefin imtizac-ı efkârının
mukabelesidir. Bu tarz bir tefsir veya Kur’an yorumunu tam aksettiren veya
ortaya koyan tefsirleri diğerlerinden ayırmak hadd-i acizin fevkındedir. Lakin
bunlar da mücerred olarak tek birisi veya bir ikisi o vasfı kendi kendine ibraz
ediyor diyemem. Ama mecmuundan böylesi bir neticenin çıkarılması mümkündür.
Risale-i Nur’lar ise, icaz ve i’caz ile mütezeyyine olduğu için, öz ve esasat
itibarıyla o vasfı göstermektedir.Evet, Nurlar meydandadır, herkes görüyor.
Günümüzün şartlarına uygun ve insanımızın anlayıp
hayatına uygulayabileceği prensipleri açıklığa kavuşturur mahiyette bir
Kur’an yorumu hangi özellikleri taşımalıdır?
Bence, hayat kitabını okuyan kişiler, insanların seciyelerinin
fıtri seyrini anlayan, beşerin içtimai merhalelerini tezekkür edebilen bir
allame-i adilin yaptığı yorumundan hayatın prensipleri düzenlenebilir. Acaba bu
mahiyette bir eser mevcut mudur?
Bence bütün bu vasıfları taşıyan böyle bir eserin varlığı
müteazzirdir. Ama mevcutlarda dağılmış bulunan o hakikatleri toplamak mümkündür.
Asrımızda hazır komprimeler tarzında ve esasî prensip olarak Nurlar, bu mevzuda
ve bu vadide yegâne eserdir.
Diğer taraftan asrımızda Kur’an’dan sonra en çok basılan,
satılan ve okunan bir eser vasfını kazanmış olan; Avrupa’da Papalıkça
yapılan araştırmada "İslamiyeti seçen hristiyanların yözde 35’inin
Müslümünlığı seçmesinde müessiriyet rolü oynayan Risale-i Nur’a bakınca,
müellifin bu sözleriyle bu durum nasıl irtibatlandırılabilir? Sizce Risale-i
Nur’un bu fevkalade muvaffakiyetinin sebebi nedir?
Bugünkü alemde hakikaten en çok okunan ve basılan yegâne eser
Risale-i Nur’dur. Derin ve geniş ilmi meseleler oldukça ağır bir lisan ve
üslûpla yazılmış olmasına rağmen, Türkiye’de en çok okunan, benimsenen ve onun
prensiplerine göre hareket edilen bir eserdir. Bunun sırrı ve sebebi ise,
"Konuşan yanlız hakikattir" başlıklı, müellifin bir yazısında oldukça bariz
şekilde beyan edilmiştir. Oradaki izahın özünün özü, sırr-ı ihlastır. 21. Lema-ı
ihlasta da bu sır bir derece beyan edilmiştir.
Evet, Risale-i Nur’a aşina olan kimselerin ma’lumudur ki; Nur
müellifi, Risale-i Nur’da iman ve Kur’an hakikatlarını ispat ve tavzih ettiği
kadar, Risale-i Nur’un kendisinin bu asırda Kur’an hesabına pek mühim bir hadise
olduğunu da söyler. Elbette bununla (haşa!) kendi şahsını satmak niyet ve
gayesinde değildir.
Risale-i Nur müellifi ayrıca, "Risale-i Nur’un bahşettiği
feyiz ve makamlara talebelerinin kanaat etmesini istemektedir. Hatta başka
kitap okumaya bile gerek olmadığını söylüyor. "Bir sene Risale-i Nur’u
anlayarak okuyanların zamanın hakikatlı bir alimi olacaklarını" ifade
ediyor. Bu ifadeler zaman ve şahıslarla kayıtlı mıdır? Herkes için geçerli
mi? Hangi şartlar için söz konusudur?
Üstad Bediüzzaman’ın bu tavsiye ve direktifleri, elbette ki
evvela ve birinci derecede Nurlara talip ve talebe olmuş kimseleredir ve
dolayısıyla da, hakikata aşık, İslam nuruna müştak herkesedir.
Evet, Risale-i Nur’lar hakaik-ı imaniye ve akaid-i İslamiye
noktasında; bilgi, kanaat ve iman için kâfi ve vafidirler. Elbette Nurlardaki
veciz, kestirme hülasa olan hakikat ilmini bir sene zarfında anlayarak okuyup
elde eden kimse, muhakkik bir alim olabildiği gibi, mezkur ilim için başka
eserlere de muhtaç kalmaz. Bu hakikat haktır,mübalağasızdır.
Risale-i Nur’un cemaatle okunmasını neye bağlıyorsunuz?
Geçmiş asırlarda bu tür cemaatle okunan ve cemaatleşmede etkin başka eser
varmıydı?
Risale-i Nur’un özünde mıknatıs gibi nevvar bir cazibe vardır. O
manevi cazibe, okuyucusunu çekiyor, nurlu cemaatın büyük havuzunda derecesine
göre eritiyor, halis bir şahs-ı manevi cemaatından bir cüz’ediyor. Bu meseleye
bir misal olarak bir zatın naklettiği bir hatırayı burada kaydetmek istiyorum.
İmam-hatip talebesi bir genç, meşhur alim Ömer Nusuhi Bilmen’e
soruyor."Hocam sizin kitaplarınızı okuyan neden bir Nasuhiciliği meydana
getirmiyor da, Said Nursi’nin eserlerini okuyanlar hemen birbiriyle tanışıyor
bir cemaat oluşturuyorlar?
Nasuhi hocamız o gence şöyle cevap vermiş: "Benim de kulağıma
manen üfleyenler olsaydı, yazdığım eserler de o tarz bir cemaat oluştururdu."
Evet bu sualin kısaca cevabı budur. Ama geçmişte de bir eser bu
hali yaşatmış mıdır? sualine ise, cevaben derim: İhvan-ı Safa cemaatının da
Risale-i Nur talebelerine benzer bir hal gösterdiklerini tarihler yazıyor.
Müellif eserlerinde Hz. Ali (r.a) efendimizin Celcelûtiye
isimli eserinden ve onunla olan irtibatından söz ediyor. Bunu nasıl
değerlendirmek gerekir?
Gayet makul ve müstahsen bir iş olarak değerlendirmek gerekir.
Çünkü, evvela Bediüzzaman Hazretleri İmam-ı Ali (r.a.)’ ın Ercûze ve Celcelûtiye
gibi cihanbaha kasidelerinden pekçok gaybi işaretleri bulmuş, çıkarmıştır. O
işaretlerin mecmuu sarahaten bir hakikati gösterdiğini yazmıştır. Hakaik-ı
Kuraniye ve imaniye üzerinde en çok alakadarane duran Hz. İmam-ı Ali (r.a.)’dır.
Risale-i Nur’da doğrudan doğruya aynı meslek üstünde olduğu ve en çok ona hizmet
ettiği malum olmakla; elbette Bediüzzaman’ın manevi ve ruhani tarzda Hz. İmam-ı
Ali ile görüşmesi ve ondan ilm-i hakikatı ders alması ve kendisini onun bir
veled-i manevisi olarak bilmesi, o irtibatlandırmayı açıkça gösteriyor. Bu
meselenin esrarını öğrenmek isteyenler 28. Lema’ya baksınlar.
Bediüzzaman Kur’an’da dört temel unsurun bulunduğunu,
bunun da bütün sûre ve ayetlere nüfuz ettiğini söylüyor. Buna İşaratü’l
İ’caz adlı eserinde örneklerde veriyor. Risale-i Nur’da bu dört unsur nasıl
aksetmiştir ?
O dört unsur, Risale-i Nur’da risaleler tarzında tezahür
etmiştir. Mesalâ tevhid unsuru için 2. Söz, 32. Söz, 2.Şua gibi risaleler
gösterilebildiği gibi; Haşir unsuru için 10.Söz, 9. Şua v.s. risaleler… Keza,
nübüvvet ve adalet için ma’lum risaleler gösterilebilir.
İşaratül İ’caz tefsiri bu eserin üslûp ve ruhuna vakıf
heyetlerce devam ettirilebilir mi? Geçmiş asırlarda bazı alimlerin takrirlerinin
talebeleri tarafndan eser haline getirildiği, hatta üstadlarının yarım kalan
kitaplarını tamamladıkları bilinmektedir. Bu husustaki düşünceniz nedir?
Bu hususta benim düşüncem değil, Üstadın o işe işaret etmesi
esastır. Risale-i Nur’da bir kaç yerde işaret vardır. Yani, istikbalde öyle bir
izin zuhur edeceğini işaret buyurmuştur. Herhalde ihtiyaç mübrem olduğu zaman o
gibi vazifeyi yapacak insanlar da meydana çıkar.
Müellif bir yerde, "bu zamanda iman hizmetinde fetva
vazifesi ile vazifeli, kılınmışız" diyor. Ve kendinden sonra gelenlerin de
"Risale-i Nur’un şerh, izah ve tanzimini yapabileceklerini" söylüyor.
Bununla hangi tür çalışmalara kapı açmaktadır?
Hazret-i Müellif, ahirzamanın büyük müçtehidi ve müceddidi
olduğunu o beyanla izhar etmek istiyor. Risale-i Nur’un ilmine, üslûbuna,
beyanına vakıf olan zatlar Hazret-i Üstad’ın mezkûr makamlara liyakatını anlar.
Hatta kendisinden sonra, şerh, izah tanzim işinini talebelerine bırakmıştır.
Bunun tatbikat programı hakkında bir çok mektuplarda izahat vardır. Şayet edebi
ve ilmi şerh ve izah ihtiyacı olursa, selef-i salihinden günümüze kadar devam
edip gelen adet ve kaideye göre olmalıdır. Yoksa sadeleştirme namı altında şahsi
bir tahrif kaziyesi değildir.
Bediüzzaman Said Nursi, şimdiye kadar yapılan tefsirlerin
"Kur’an’a ayine olmadıklarını ve ezeli kelamın kudsiyetini
hissetirmedikleri" yönünde bir tenkit getirmektedir. Ona göre İslamın hayata
geçirilmesi için vicdanları tahrik eden "kaynağın kudsiyeti" gözardı
edildiği için, müfessirlerin büyük çoğunluğunun ortaya koydukları eserlerle
Kur’an’ı Kerim’in indiriliş maksadına tam olarak hizmet edememişler ve
sonuçta Kur’an anlaşılarak hayata geçirilmesi gereken İslamiyetin esaslarını
taşıyan bir vahiy olarak değil, "teberrüken tilavet olunan bir mübarek
kitap" olarak kabul edilmiştir. Halbuki tefsir Kur’an’a gölge ve vekil
olmamalı, ayine olmalı, ondaki hakikatları yansıtırken kudsiyeti
perdelememelidir. Bu yaklaşıma iştirak ediyorsanız, bu problemin aşılması
için düşünülmesi gereken tedbirler neler olabilir? Ve kimlere vazife
düşmektedir?
Hayır, sualde sehiv vardır. Bediüzzaman tefsirler demiyor.
Şeriat kitaplarının tasnifatı diyor. Tefsir ayrı, tasnifat ayrı şeylerdir. Üstad
eskiden yazılmış mübarek tefsirlere hürmetkâr olmuştur. 29. Mektub’un ıspatı bu
dediğimizi isbat eder.
Risale-i Nur’un çağımızda yazılan bir Kur’an tefsirinde
olması gereken temel özellikleri taşıdığını söyleyebilir misiniz? Geleneksel
tefsir usulü açısından Risale-i Nur’a bakıldığında diğer tefsirlerden önemli
farkları nelerdir? Kur’an yorumuna dayalı İslam düşüncesine ne gibi
katkıları bulunmuştur?
Evet, Risale-i Nurlar asıl tefsir özelliklerini, yani usul ve
kaidelerini en rasih bir şekilde taşımaktadır. Kur’an’ın nasıl tefsir
edilebileceğini bize göstermiştir. Geleneksel lafzî tefsirlerin usûllerini,
doğru, mutabık ve hakikat olarak kabul etmekle beraber, Risale-i Nur’da bilfiil
gösterilen bir yeni tefsir metoduyla, Kur’an’ın maksat ve muratlarının -manevi
bir tefsir tarzıyla- izahatının yapılmasının gerekliliğine işaret etmektedir.
İşte büyüklük budur ve Nurların muvaffakiyet ve günümüzde gittikçe orijinallik
kıymetini gösteren tarafı işte onun baştan sona, -direkt olarak- Kur’an yorumu
olması hususiyetidir.