"Allah, Cennet karşılığında müminlerden mallarını ve
canlarını satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürür ve öldürülürler. Bu,
Allah’ın Tevrat, İncil ve Kur’an’da onlara vadettiği bir haktır… Sözünde
durmak için Allah’tan daha iyi kim olabilir? İşte ey müminler! Yaptığınız bu
alışveriş ile müjdelenin, sevinin. Çünkü en büyük kazanç budur."1

GİRİŞ

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur külliyatında bir çok ayet-i
kerimenin tefsiri yapılmaktadır. Bu asra uygun tefsirlerin, diğer tefsirlerden
farklılıkları mukayeseli bir şekilde pek yapılmamıştır. Biz bu mütevazi
çalışmamızda bunun küçük bir örneğini vermeye çalıştık. Altıncı Söz’de izah
edilen Tevbe Süresi’nin ilk ayet-i kerimesine çeşitli tefsirlerin bakış
açılarını ve Risale-i Nur’daki açıklamaları fazla yoruma girmeden nazarlara
sunmaya çalıştık. Bu çalışmamızın ayrı mevzularda çalışma yapacaklara "ufuk
açmasını" diliyoruz.

Tevbe Suresinde geçen 111. ayet-i kerimenin önce nüzûl sebebine
bir bakalım:

Rivayet olunduğuna göre, Resul-i Ekrem’e, Akabe gecesi, Mekke’de
Ensar’dan yetmiş kişi olarak biat ettikleri zaman, yani ikinci Akabe biatında,
Abdullah b. Revaha "Rabbin ve kendin için bizden dilediğini şart koş" demişti.
Peygamber (s.a.v.)’de, "Rabbım için O’na ibadet etmenizi ve hiçbir şeyi O’na
şirk koşmamanızı, kendim için de beni, kendinizi ve malınızı nasıl koruyup
savunuyorsanız öyle koruyup savunmanızı şart ederim" buyurdu. Onlar da "Bunu
yaptığımız takdirde bizim için ne var?" dediler. Hz. Peygamber "Cennet"
buyurdu.2 Bunun üzerine "Bu alış-veriş kârlıdır. Bu sözleşmeyi ne bozarız, ne de
bozulmasını kabul ederiz" dediler. Sonra işte bu ayet nazil oldu. Bir gün Hz.
Peygamber bu ayeti okurken bir arabi geldi "bu kimin sözü?" dedi. Resulullah,
"Allah kelamıdır." diye cevap verdi. O arabi, "Vallahi bu çok kârlı bir
alışveriş, biz bunu ne bozarız, ne de bozulmasını isteriz" dedi ve gazaya çıktı,
nihayet şehit oldu.

Bu ayet-i kerime tefsirlerin birçoğunda savaş manasındaki
"cihad" yönünde izah edilmekte, bazılarında ise kâfirleri Allah yoluna "hüccet
ile davet" veya "nefisle cihad" şeklinde açıklanmaktadır.

Ayetin kapsamı

Elmalılı M.Hamdi Yazır, tefsirinde bu ayetin izahına iki sayfa
ayırmıştır. O’na göre, Allah’ın yarattığı canlar ve rızık olarak ihsan ettiği
mallar baştan sona Allah’ın mülküdür ve bundan dolayı Allah’ın onları satınalma
yoluyla mülkiyetne geçirmesi tasavvur olunamaz. Burada Allah Teala’nın büyük bir
lütuf gösterisi olarak kullarını cihada ve ibadete daveti vardır, teklifi
vardır. Allah insanlara can ve mal vermiş ve onlarda muvakkat bir tasarruf ve
faydalanmaya da izin vermiştir. Böylece kullar kendi şahıslarında ve mallarında
geçici bir hüriyet ve mülkiyet hakkı ile yine muvakkat bir tasarruf ve
faydalanmaya maliktirler. Fakat kullar bunları kendi rıza ve ihtiyarları adına
sarfetmemelidir. O takdirde fani mal, fani maksatlar uğruna feda edilmiş olur,
hiçbir kâr ve menfaat de elde edilmez. Ama insanlar hürriyetlerini ve tasarruf
haklarını çok iyi kullanarak bunları Allah yolunda sarfederlerse, Allah onları
heder etmeycektir. Kendilerini cennet ile sevaplandıracak, ebedi nimetlere
erdirecektir. Yani fani lezzetler Allah için feda edilecek, buna karşılık ebedi
olan hayır ve menfaatler elde edilecek.

Bu görüşlerden sonra Elmalılı, "Bir mümin Allah yolunda savaşa
katılır, can verir ve o yolda malını infak ederse bu yaptığı iş boşa gitmeyecek
ve başkalarının sıkıntısından uzak olarak sırf nimetlerle dolu olan ebedi
mutluluk içinde yaşayacaktır" ifadesini kullanmaktadır.

Burada temsili bir ifade bulunduğunu bildiren Elmalılı, ayette
hukuk dilinin kullanılmış olmasının, hukuki muamele ve sözleşmelerin temel
özelliklerini belirlemeye yönelik bir sözleşme örneği ortaya konulduğuna işaret
ettiğini bildirmektedir. O’na göre ayetin hükmü ve kapsamı, nüzul sebebi olarak
bildirilen Akabe biatını haber vermekten ibaret değildir, bütün müminlere
şamildir.3

Kârlı alış-veriş

Prof. Dr. M.Mahmut Hicazî’nin bu ayeti izahında şu cümleler yer
alır: "Bu ve benzeri ayetler temsildir. Çünkü bu ayetle, canlarını ve mallarını
Allah yolunda kullanan kimselere mükâfaat olarak cennetin verileceği ifade
edilmiştir. Bu ayette müminlerin satın alınan mallarına ve canlarına bir
karşılık ödeneceği belirtilmiştir ki, bu da Allah tarafında yapılan bir fazl-ü
keremdir. Cihaddan geri kalanların -ki onlar münafıklardır- durumunu
açıkladıktan sonra bu ayette insanları cihada teşvik etmektedir, yüce Allah."4

Görüldüğü gibi bu çağdaş müfessir de, ayetin müminlere cihad
yolunu gösterdiğini ve müşevvik olduğunu ifade etmekle iktifa etmiştir.
Hicazî’nin ayeti biraz daha izah ettiği, ancak bu çerçevenin dışına pek
çıkmadığı görülmektedir. Canların ve malların Allah’a nasıl satılacağı sorusuna,
"canlarını, kıymetli olan mallarını ve diğer şeylerini Allah yolunda feda ederek
savaşacaklar" şeklinde cevap vermekte, bunun sonunun da şehidlik ya da gazilik
olduğunu bildirmektedir.5

Yine çağdaş bir müfessir olan es-Sabunî, bu ayetin belagatın
zirve noktasında bir temsil olduğuna dikkat çekmekte, cihad edenlerin
ecirlerinin beyan edildiğini kaydetmekte ve "Allah cihad edenlerin nefis ve
mallarını kendi yolunda harcadıklarından dolayı bunu içinde alış-veriş bulunan
bir akid ile temsil getirmiştir" demektedir. Hasan (r.a.)’nın şu sözleri de
orada zikredilir: "Allah onlarla alış-veriş yapmış ve fiyatlarını çok pahalı
vermiştir. Allah’ın cömertliğine bakın: Canları Allah yarattı. Malları Allah
yarattı. Sonra o yarattıklarını hibe olarak insana O verdi. Sonra da bu pahalı
fiyatla satın aldı. Bu çok kârlı bir alış-veriş."6

Mehmet Vehbi Efendi’nin tefsirinde ise, Fahreddin-i Râzi’nin
tefsirinden kısa bir nakil yapıldıktan sonra, ehl-i imanın bedenleri ve canları
mukabilinde vaad olunan cennete nail olmalarının, Allah ile aralarında cerayan
eden "pazarlık" suretinde bir akid neticesi olduğu kaydedilmektedir.7

Vehbi Efendi, diğer mefessirlerden farklı olarak "pazarlık"
ifadesini kullanmakta, bunun ise izahına girmemektedir. Bu ifadenin manaya uygun
olup-olmadığını işin erbabına bırakıyoruz.

Seyyid Kutup ne diyor?

Kutup, tefsirinde Akabe biatı üzerinde durmakta, bu biatta
bulunanları övmekte, bu ayetin bunlar dışında kimselere de şâmil olduğunu
bildirmektedir. O’na göre bu ayet, Akabe biatını yapanlarla birlikte, bu dini
yeryüzüne hakim kılmak, marufu emr, münkeri nehiy için omuzlarına yüklenilen
mükellefiyetlerle ilgilidir.8

Ona göre ayette Allah’ın nizamını yerleştirmek ve korumak için
bu dinin yeryüzüne yayılması gereği belirtilmekte, ister tecavüz etsinler, ister
etmesinler kâfirlere karşı "devamlı bir savaşın sürüp gitmesi" emredilmektedir.
Bu alışverişten sonra müminler herşeylerini Allah’a vermişlerdir. Artık mümin
Allah yolunda herhangi bir şeyini esirgeyecek değildir.9

Seyyid Kutup, almanın ve vermenin müminin iradesi dışında
cerayan ettiğini, alışverişin bittiğini, bundan sonra satın alan zatın dilediği
gibi tasarruf edeceğini, satılan kimse için de artık söz hakkı kalmadığını
söyleyerek, "Her emre, başımla gözüm üstüne diyerek itaat etmek düşer
kendisine… Bütün bunların bir karşılığı vardır… Cennet… gidilecek yol ise
cihad yolu, ölmek ve oldürülmek yolu. Netice ya zafer, ya şehadet" demek
suretiyle "savaşı" ön plana çıkarmaktadır.10

Dahil ve hariçte cihad aynı mı?

Seyyid Kutup tefsirinin ilerleyen sayfalarında, bu zamanda
Müslümanların cihadın ne demek olduğunu bilmediklerini ve yerlerinde
oturduklarını iddia ederek, bu günkü Müslümanlar hakkında ifrata varan ifadeler
kullanmaktadır.11 Halbuki Peygamberimiz (s.a.v.)’in Mekke dönemindeki cihad
anlayışı ile Medine dönemindeki cihad anlayışı arasında dağlar kadar fark olduğu
aşikârdır. Bunun yanında Resul-i Ekrem’in nefisle cihada da büyük önem verdiği
izahtan varestedir. Burada Seyyid Kutup’un, Bediüzzaman’ın eserlerinde "dahilde
menfice hareket etmeyiniz. Dahilde müsbet hareket edeniz" mealinde söylediği
sözlerden farklı bir tavır sergilediği görülmektedir. Onun dahilde cihad ile
hariçte küffara karşı cihad arasında pek fazla bir fark görmediği bu
izahlarından da anlaşılmaktadır. Burada şunu ifade edelim ki, dahilde ve hariçte
cihad ayrı bir yazı mevzuudur. Burada o konuya girerek mevzuyu dağıtmak
istemiyoruz.

Fahr-i Râzi’nin görüşü

Konuya "küçük cihad" şeklinde yaklaşan müfesirlerin yanında,
"büyük cihad veya hüccetle cihad" tarzında yaklaşanlar da vardır. Bunların
başında Fahr-i Râzi gelmektedir. Fahr-i Râzi Tefsirü’l-Kebir’inde ayetin nüzul
sebebini zikrediyor ve o da diğer müfessirler gibi, "ayet cihadın faziletini ve
hakikatıni beyan ediyor" ifadesini kullanıyor. Ayette geçen, "canları"
manasındaki "enfüsehüm" kelimesini, "canlarıyla Allah yolunda savaşanlar" olarak
izah ederken; "ve emvalehüm" kelimesini de, "mallarını Allah yolunda, kendileri,
aile ve ıyalleri için infak ederler" şeklinde açıklıyor. Burada Râzi’nin malı
yanlızca savaş için infak etmeye hasretmediği ilk göze çarpan farklılıktır. O,
malı infak etmenin kapsamını geniş tutmaktadır.12 Gerçekten de kişinin ailesi
için harcadığı mal da "sadakadır" ve Allah yolundadır.

"Ebrar" sınıfına nasıl girilir?

Râzi’ye göre Allah, müminin malını ve canını cennet karşılığında
satın alacağını söylemekle, onu çocuk yerine koyuyor. Zira çocuk alışverişte
kendi başına bırakılsa, kendi menfaatlerini gözetmez.13

Bu izahtan anlaşılan husus, Cenab-ı Allah’ın insanın iradesini
meydana getiren müyûlatına bu ayetle yön vermekte, iradesini hangi yolda
kullanırsa daha kârlı çıkacağını beyan etmekte, daha sonra insanı iradesiyle
başbaşa bırakmakta olduğudur. Zira insan her ne kadar âkıl ve bâliğ olduktan
sonra menfaatini ve zararlı şeyleri ayırt edecek duruma gelmiş olsa da, ilahi
nasihatler ve ikazlar onu "deneme-yanılma" yoluyla ömür boyu iyi ve kötüyü
ayırdetme zahmetinden kurtarmaktadır. Allah’ın ihsanından başka bir şey
değildir.

Bu kısa izahtan sonra, tekrar Râzi’ye dönelim. Râzi çocuk
benzetmesini yaptıktan sonra, ikinci bir latif nükte olarak, insanın çeşitli
azalarla donatılmış "mürekkep bir varlık" olduğunu, malın da insanın bu bedenini
korumaya vesile teşkil ettiğini belirtiyor ve şu değerlendirme ile tefsire devam
ediyor:

"Cenab-ı Hak insandan bu mürekkeb olan bedeni ve malı cennet
karşılığında satın alıyor. Çünkü insanoğlu mal ve bedene sahip bir kimse olarak,
şu değişken âlemin menfaatlerine kalbini bağlarsa, bu onun yüce saadetlere ve
şerefli derecelere yükselmesine mani olur. Ama değişken alemin menfaatlerine
kalbini bağlamaktan vazgeçerse bu onu, bedenin savaş için, malın da Allah’ın
rızasını kazanmak maksadıyla infak için olduğu fikrine ulaştırır. Bu sebeble
Hüda hevaya, Mevlâ dünyaya, ahiret ûlâya galib gelmiş olur. Bundan dolayı da
‘ebrar’ ve ‘ahyar’ sınıfına girer. Burada satıcı kudsi ruh cevheridir. Müşteri
Allah’tır. İki ivazdan birisi fani mal, çürük cesettir. İkinci ivaz, baki
cennet, daimi saadettir. Kazanç meydana gelmiş, sıkıntı ise gitmiştir."14

Hüccetle cihad daha evlâdır

Râzi’ye göre cihadın bütün nevileri bu ayetin içine girmektedir.
Kafirleri tevhid delillerine çağırıp onlarla "hüccet ve davet ile cihad", savaş
ile yapılan cihaddan daha tesirlidir. Bir hadis-i şerifte "Allah’ın senin elinle
bir kişiyi hidayete getirmesi, üzerine güneş doğan şeylerden daha hayırlıdır"
buyrulmaktadır. Hüccet cihadının yapılmasından sonra savaş yapılırsa daha güzel
olur. Ona göre hüccetle cihad, deri tabaklamaya benzer. Bununla derinin pis
unsurları, bozucu maddeleri izale edilir. Ama deri kalır. Savaş yoluyla cihad
ise zatı yok etmeye yöneliktir. Birinci makam, ikincisinden daha evlâdır.15

Râzi’nin yukarda naklettiğimiz tefsirinde en ilginç nokta, onun
bu ayetin şumulüne bütün cihad çeşitlerinin girdiğini belirtmesi ve insanları
imana davet etme cihadının savaştan daha evlâ olduğunu bildirmesidir.

Bursavi’nin tefsiri

İsmail Hakkı Bursavi’nin Ruhu’l-Beyan isimli tefsirinde ise
ayette geçen "enfüsehüm" kelimesi, tıpkı Râzi’de olduğu gibi "mürekkep beden" ve
ondan farklı olarak, "insanın mücerret ruhunun kemalatı kazanmak için ona
takılan aletler" şeklinde açıklamaktadır "ve emvalehüm" kelimesi ise, "bedenin
menfaatlerini korumaya vesile olan şeyler", şeklinde izah edilmektedir. Burada
müfessirin Râzi’den istifade ettiği anlaşılmaktadır.16

İsmail Hakkı, bu ayetin savaşa teşvik için olduğuna işaret
ettikten sonra, aynı zamanda bedenî ve mâlî ibadete bir çağrı niteliği
taşıdığını bildirmektedir. Diğer taraftan, ayette geçen ve "satın aldı" manasına
gelen "iştera" fiilinin, müminlerin Allah yolunda serfettikleri mallarını ve
canlarını "kabul" ettiğine istiare ile işaret edildiğini kaydederek, şu dikkat
çekici izahı da yapmaktadır: "Bil ki kim malını ve canını Cenneti isteme yolunda
feda ederse, Cennete nâil olur. Bu küçük cihaddır. Kim de, kalb ve ruhunu
Allah’a kavuşma yolunda feda ederse ona Cennetin Rabbine kavuşmak vardır. Bu,
cihad-ı ekberdir. Çünkü nefsi kötülüklerden arındırma ve kötü ahlâkı değiştirme
yolu, zahirî düşmanla çarpışmaktan daha zordur. Ya zahirî düşmanı öldürmek, ya
da bâtınî düşman olan nefsi öldürmek… Bu daha önemlidir"17

Bediüzzaman’ın tefsiri

Bediüzzaman Sözler isimli eserinde (Altıncı söz) bu ayeti tefsir
ederken, konuya ayetin tamamını değil, baş kısmını alarak giriyor. Ayetin baş
kısmının meâli şöyledir: "Allah, müminlerden canlarını ve mallarını,
karşılığında onlara Cennet vermek suretiyle satın almıştır."

Bediüzzaman, Allah ile kul arasında meydana gelen bu alışverişi
"kârlı bir ticaret" olarak görmekte, ayetin zihnimize getirdiği temsil
dürbünüyle bir temsili hikayecik zikretmektedir. Cenab-ı Hakkın insana dünyada
verdiği mal ve can içeresinde, "cisim, ruh, kalb ve onlar içindeki göz ve dil,
akıl ve hayal gibi zahiri ve bâtınî hasseler" vardır. Ona göre bu fırtınalı
dünya yüzünde bütün bunlar elimizden çıkacak, fani olup kaybolacak. Bunları
bakiye tebdil edip, ibka etmek çaresini ise Kur’an bu ayetiyle gösteriyor. Hem
de beş mertebe kârlı bir surette. Bu da ancak emaneti hakiki sahibine satmakla
olur. Acaba bu satış nasıl olacaktır.

Bediüzzaman bu satışı anlatırken, savaş olarak bilinen "küçük
cihad"dan bahsetmemektedir. O "büyük cihad" isminden de bahsetmemektedir. Ancak
anlattığı şeyler, bu zamanda nefisle mücadelenin en güzel yönlerini
göstermektedir.

Onun izahlarına göre, "ömr-ü zail" O’nun yolunda sarfedildiği
zaman, bakiye inkılab eder, baki meyveler verir.

Bediüzzaman birinci kârda yukardaki ifadeleri kullanırken,
ikinci kârda, "cennet gibi bir fiyat verildiğini" söylüyor. Üçüncü kârda ise
diğer müfessirlerden farklı olarak çok orjinal bir şekilde "aza ve hasseleri"
Allah’a satmaktan bahsediyor. Burada Said Nursi’nin üç örnek üzerinde durduğu
müşahade ediliyor. Bunlar ise akıl, göz ve dildir. Ona göre akıl bir âlettir. O
âlet Allah’a satılmayıp da nefis hesabına "çalıştırılırsa", "müz’iç ve muacciz
bir âlet" olur ve geçmiş zamanın hüzünlü elemlerini, gelecek zamanın da
korkutucu hallerini insanın başına yükletir. Bu sebeble fasık adam, aklın iz’aç
ve tacizinden kurtulmak için ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer o akıl
âleti Allah hesabına çalıştırılırsa, tılsımlı bir anahtar olur ve nihayetsiz
rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve sahibini ebedi saadete
hazırlayan bir "mürşid-i Rabbani" derecesine çıkar.18

"Satmak" "çalıştırtmak" demektir

Yukarıdaki izahlarda "satmak ile çalıştırmak" eşanlamlı olarak
kullanılmaktadır. Bediüzzaman ayette geçen "satınalmak" kelimesini,
"çalıştırtmak" şeklinde anlamaktadır. Bu, genel manaya da uygun düşmektedir.
Çünkü meselâ akıl aleti kimin hesabına çalışırsa, ücretini de o verir. Nefis
hesabına çalıştırılırsa ücreti uhrevidir, daimidir ki, onu da Allah takdir eder.

Nitekim çalıştırmak tabiri, göz hassesinden bahsederken de
kullanılmıştır. Nefis hesabına çalıştırılan bir göz geçici, devamsız bazı
güzellikleri, manzaraları seyrederek, şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir "kavvad"
derecesinde hizmetkâr olur. Ücretini içinde bin elem bulunan "acil lezzet"
olarak alır. Ama o gözü, Saniine satıp, Onun hesabına ve izni dairesinde
çalıştırsa o zaman, bu büyük kainat kitabının bir mütalaacısı, Rabbanî sanat
mucizelerinin bir seyircisi derecesine çıkar. Ve küre-i arz bahçesindeki rahmet
çiçeklerinin mübarek bir arısı olur.19

Bu izahta da "gözü Allah’ın izni dairesinde çalıştırmak" ifadesi
yeni bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Demek ki, gözü Allah’a satmak onu,
O’nun izni çerçevesinde kullanmak demektir.

Öyleyse göz harama nazar etmeyip helâl ile iktifa etmeli,
marifetullah balı için bir arı gibi kâinatı çiçek çiçek dolaşmalı, topladığı
nektarları aklın tefekkür teknesine atmalıdır ki, o göz Allah’a satılmış olsun,
Allah hesabına çalıştırılmış olsun. Buradan anlaşılan; iman ve ibadetin aza ve
hasselerle donatılan insan bedeninin kıymetinin birden bine çıktığı olur.

Ona göre nefis ve malını, nefsine ve bedenine takılan aza ve
duygularını Allah hesabına satan bir insanın dördüncü kârı, tevekküldür. Allah’a
tevekkül etmeyen bir insanın vicdanı daima azablar içinde kalır.

Beşinci kâr ise, insanın bütün o aza ve aletlerinin ibadeti,
tesbihatı ve o yüksek ücretleri en muhtaç olduğu bir zamanda cennet yemişleri
tarzında insana verilecek olmasıdır.

Bütün bunları nefis hesabına çalıştıranların ise beş derece
hasareti var . Bir defa insanın malı, evladı, nefsi, gençliği, hevası ve hayatı
zayi olacak, günah ve elemlerini insana bırakacak. Sonra insan emanete hıyanet
cezasını çekecek. Bunun yanında kıymetli cihazları kıymetsiz şeylerde sarfedip
nefislere zulmedilmiş oldu. İnsanın hayat yükünü zayıf beline yükleyip daima
vaveylâ etmesi de işin cabası. En büyük hasaret de, insana cennet kapısını
açacak olan akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel Rahmanî hediyeleri, cehennem
kapılarını acacak bir sûrete çevirmektir.

Bediüzzaman Said Nursi, insanın nefis ve malını cenab-ı Allah’a
satmasının ağır bir şey olmadığını belirtiyor ve "helâl dairesi geniştir, keyfe
kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Feraiz-i ilahiye ise hafiftir,
azdır" diyor. Mevzuyu da şöyle noktalıyor.

"Allah’a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki,
tarif edilmez. Vazife ise, yanlız bir asker gibi, Allah namına işlemeli,
başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli, almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde
hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse istiğfar etmeli ‘Ya Rab, kusurumuzu
affet. Bizi kendine kul kabul et. Emaneti kabzetmek zamanına kadar bizi emanette
emin kıl, Amin!’ demeli ve ona yalvarmalı."20

Sonuç

Görüldüğü gibi cihadla ilgili olan Tevbe Suresinin 111. ayet-i
kerimesi müfessirler tarafından çok değişik şekillerde tefsir edilmektedir.
Çoğunluk bu ayet-i kerimeyi maddi cihadla sınırlarken, bazı müfessirler ise
bunun her türlü cihadı kapsadığını ifade etmektedirler. Bediüzzaman hazretleri
de, Altıncı Söz’de bu ayeti açıklarken, büyük cihad olan nefisle mücadeleye
yardımcı olacak unsurları ziketmektedir. Bu açıklamalarıyla bu zamanda bu ayetin
nasıl algılanması gerektiğini dile getirmektedir. Ki kendi nefsini ikna eden ve
hizaya getiren bir kimse başkalarını da ıslah etmek için çalışacaktır. Bu
zamanın şartları nazara alınacak olursa, Bediüzzaman Said Nursi’nin ortaya
koymuş olduğu nefisleri terbiye etme medodunun bu zamanın en büyük cihadı olduğu
anlışılır. Fahr-i Râzi de asırlar öncesinden "tevhide hüccet ile davet
cihadından" bahsederek bizlere nasıl bir yol tutmamız gerektiğini
göstermektedir. Bütün bunlar kâfirlerle savaşmanın ehemmiyetsiz olduğunu
göstermez.* Ama şunu unutmamak lâzımdır ki, kâfirlerle cihad farz-ı kifâyedir.
İnsanın nefsiyle cihadı ise farz-ı ayndır.

Dipnotlar

1. Tevbe: 111.

2. Süyûti, ed-Dürrü’l- Mensur, IV, 294. Nakleden:Yazır, Elmalılı
M. Hamdi, Hak Dini, Kur’an Dili, IV, 408.

3. Yazır, a.g.e., IV, 409-410.

4. Hicazî, M. Mahmud, Furkan Tefsiri, II, 542, Terc. Mehmet
Keskin.

5. Hicazî, a.g.e., II, 542.

6. es- Sabunî, Muhammed Ali, Saffetü’t- Tefasir, I, 567, Beyrut,
1976.

7. Vehbi, Konyalı Mehmet, Hülasatü’l- Beyan, V, 2131, İstanbul,
tsz.

8. Kutup, Seyyid, Fî-zılâli’l- Kur’an, VII, 411, Terc. Hakkı
Şengüler vd., İstanbul, tsz.

9. Kutup, a.g.e., VII, 415-416.

10. Kutup, a.g.e., VII, 416.

11. Kutup, a.g.e., VII, 417.

12. er-Râzi, Fahr, Tefsirü’l-Kebir. VIII, 198-199, Beyrut, tsz.

13. er-Râzi, a.g.e., VIII, 198-199.

14. er-Râzi, a.g.e., VIII, 199-200.

15. er-Râzi, a.g.e., VIII, 200.

16. Bursavî, İsmail Hakkı, Ruhu’l- Beyan, III, 513, İstanbul,
tsz.

17. Bursavî, a.g.e. III, 513.

18. Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, 32, İstanbul, 1994.

19. Nursi, a.g.e, 32.

20. Nursi, a.g.e, 32-33.

* Bediüzzaman, harici düşmanlarımızı "şeriat-ı garranın
berahin-i katı’asının (keskin delillerinin) elmas kılınçlarına havale etmemiz"
gerektiğini ifade etmektedir. (Hutbe-i Şamiye,s.88)

Bu husus mevzumuzun dışında olduğu için tafsilata girmiyoruz.