Bektaşilik İslam dininin Anadolu tasavvuf felsefesi içinde
yorumlanması sonucu başlayan ve daha sonra Alevilik olarak ortaya çıkan
yorumlama ve yasama biçimidir. Kısacası, Alevilik İslamın sadece bir yorumu
olarak kalmamış ve bir yaşam tarzı haline getirilmiştir. Bir başka deyişle,
İslam dininin Anadolu’daki hakim kültürler ve siyasi şartlar altında yorumudur.
Ama, merkezi bir eğitim sistemi kurulamadığı için ve çok ücra bölgelerde
yaşanıldığı için Alevilik coğrafyanın ve dışlanmışlığın etkisinde kalarak daha
somut bir inanç sistemi olarak evrilmiştir. Ortada, tek bir Alevilik değil
bölgelere göre ve eğitim seviyesine göre farklılık arz eden bir Alevilik-ler-den
bahsetmek zorundayız. Bu yazıda Alevilik felsefesinin genel hatlarına
dokunduktan sonra, siyasi çerçeveden nasıl etkilendiğini belirteceğim.
Türkiye’deki toplumsal barışın inşası; 1- ‘Deconfessional İslam’ anlayışı ve 2-
Dinin, devletleştirilmeden özgürce yaşanması ve yorumlanmasıyla mümkündür.
Deconfessional İslam, dinin hiç bir grubun tekçi yorumuna tabi kalmadan kelimeyi
şahadet çerçevesinde minimum asgari müşterekler olarak ele alınmasıdır. Asgari
müşterekler konusunda oydaşmaya varırken tartışmalı yorum ve uygulamalardan
kaçınılmalıdır.

Alevilik ve Aleviler

Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 11 ile 30’unu (rakam kişiden
kişiye değişiyor) oluşturan Aleviler, bir ‘sycretic’ inanç sistemine sahipler.
Alevi inançlarının ana kaynağı Anadolu tasavvufu olmasına rağmen Şamanizm’in,
Şiiliğin ve Hıristiyanlığın izlerini bulmak mümkündür. Farklı şekillerde ve
zamanlarda İslam’a giren Türk boyları ve Anadolu’daki yerli gruplar İslam’ı
farklı şekillerde algılamış ve yorumlamışlardır. İki ana yorumlardan biri
Alevilik diğeri ise Sünnilik olarak yaşam alanı bulmuştur. Aslında sosyolojik
faktörler sonucu oluşan bu dini ayrım daha sonraki sosyal ve siyasi ayrışımlara
‘yataklık’ etmiştir. Tıpkı, Endonezya’daki ‘abandan’ (syncretic) ile “santri”
(orthodox) Müslümanlar arasındaki ayrımda olduğu gibi sycretic özellikler arz
eden Müslümanların hem milliyetçilik hem de sol eğilimli ideolojilere daha yakın
olduğu görülüyor. Aynı sürecin Anadolu’daki Müslümanlar için de geçerli olduğunu
görüyoruz. Aslında coğrafi şartların zorlaması ve merkezileştirilemeyen bir
eğitimin sonucunda bölgelere göre, vurgusu değişen bir İslam yorumuyla karşı
karşıyayız.

Alevi yorumun ana noktası; insanın esas alınmasıdır. İnsan,
‘okunması gereken bir kitap’ olarak ele alınır. Burada aslında Kur’an’ın insana
indirgenmesinden daha çok, Kitab’ı anlayan ve anlatan ve hedefi olan ‘insan-ı
kamil’ vurgusu var. Bir başka deyişle, içeriden-dışarıya doğru giden ve ahlaklı
toplum şiarında bir yorum var. Dinin ibadet yönleriyle beraber insanı hedef alan
felsefesi üzerinde bir Anadolu tasavvuf ‘açılımı’ var. Bu açılımın ‘anlatım’
haline getirilmemesi yoruma ve ‘diriliğe’ verilen önemdendir.

Herkesin üzerinde oydaşmaya vardığı bir Alevilik kitabının veya
eserinin olmaması Alevilik için bir kayıp veya zayıflık olmamış, tam tersine
yüzyılların şartları ve baskıları içinde yorumlanarak günümüze akan bir
‘açılımlar’ ırmağı olmuştur. Kısacası, yazılı değil daha çok sözlü kültürün
ürünüdür. Yazılı olsaydı belki günümüze taşınması daha güç olabilirdi. İnsan
dışında Alevi ‘hermeneunitiği’ olarak ele alacağım ikinci özellik aslında
birinciyle yakından ilgili.

Alevi ‘hermeneunitiği’ sözlü kültür içindeki efsane ve Ali
bağlantılı olayların ve hikayelerin günümüz sorunlarının yerel dil ve kültür
içinde aktarılması ve anlaşılmasını sağlamaktadır. Aleviliğin özünü oluşturan
sözlü kültürün yorumu herkese açıktır. Yerel koşullar içinde ‘yaşayan’ İslam
olduğu için herkesin paylaştığı bir gelenektir. Hikaye veya efsaneden
çıkarılacak tek bir ders de yok. İşte, bu yazılı olamamasından kaynaklanan sözlü
özellik Aleviliği ‘diri’ kılan önemli bir yöndür. Bir başka deyişle Alevilik
İslam’ın Anadolu tasavvufu içinde ‘yerelleşmesi’dir. Toplumsal huzura büyük önem
veren Alevilik “diline, beline ve eline sahip ol” ilkesiyle ortak yaşamın temel
prensipleri olarak: Kimseye zarar vermeyecek şekilde ifade özgürlüğü, insanların
özel yaşamını sarsacak ve toplumun temel direği olan ailenin korunması için
cinsellikteki sınırı belirlemektedir. İnsanları ‘ellerine’ sahip olmaya
çağırarak davranışların ahlaki ilkelere uygun olmasını dile getirmektedir.
Tamamen İslam’ın özündeki prensipleri yaşama aktarmaya çalışan Alevilik, zengin
bir ahlaki temele sahiptir.

Türkiye’deki Alevilerin çoğu Türk olmasına rağmen önemli bir
kısmı Kürttür. Kürt Alevilerin Cem evindeki ibadet dilleri ise Türkçe’dir. Kürt
Alevileri genelde Zazaca konuşurlar. Alevilik genelde Alevi olmayı kana
bağlamışsa da son yıllarda ciddi değişmeler var. Aleviliğin ana sembolleri: Saz,
Cem, ve Dede’dir. Saz evrensel mesaj veren İslam’ın müziksel olarak geniş
kitlelere, özellikle Arapça bilmeyen kitlelere yansıtılmasında büyük araç
olmuştur. Saz ve aşık ile İslam şiirselliğin zirvesine taşınmıştır. Cem ise hem
bir yerel ‘haram’ kavramı içinde oluşturulan bir ibadet ve asıl olarak ‘kamu
alanı’dır.

Toplumun sorunları ve şikayetleri dinselliğin yoğun olduğu bu
alan içinde ele alınmaktadır. Burada, ‘haram’ ile kamu alanının
ilişkilendirilmesi herkesin doğruyu söylemesi ve diğerlerine zarar vermemesi
ilkesidir. Alevi ‘cemleri’ aslında katılımcı yerel demokrasinin yaşandığı
yerdir. Dede Avrupa’daki hukukun üstünlüğü (the rule of law) ilkesine uygun bir
görevi icra etmekte ve bu hukuk içinde bir toplumsal katılım (communitarian) söz
konusudur.

Aleviliğin yanlış anlaşılmasında Alevi aydınların sorumluluğu
büyüktür. Alevilerin Aleviliğin arkasındaki Anadolu tasavvufu çerçevesinde
kendilerini anlatmaları yerine, Türkiye’deki aşırı solcu ke-simlerin birer
‘yatağı’ haline getirilmeleri bu zengin kültürü tamamen bir siyaset aracı haline
getirmiştir. Cumhuriyet döneminde Aleviliğin laik ulus üretme politikası için
‘araçlaştırılması’ ve solcu ideolojilerin ‘yatağı’ haline getirilmesi Alevi
kimliğinin içsel zenginliğini köreltmiş ve Alevilik “Sünni olmayandır” şeklinde
tanımlanmıştır. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki baskı politikalarına tepki
olarak siyasetleştirilen Sünni İslam’a karşı Aleviler bir karşıt güç olarak
kullanılmış ve kullanılmaktadır. Bu durum, Türkiye’deki sağ-sol ayrışmasının,
Alevi-Sünni şeklinde mobilize edilmesiyle sonuçlanmış ve birçok masum Alevi
Çorum, Sivas, Kahraman-maraş olaylarında öldürülmüş veya sakat kalmıştır.
Cumhuriyet ideolojisi daha sonra Sünni İslam’ı kullanmaktan geri kalmamış ve
Evren döneminde DPT’de projeler dahi hazırlatılmıştır. 1980 öncesi katliamları
ve 1980 sonrası izlenen politikalar Alevileri ulusal proje dışında Aleviliği bir
dinsel kimlik ötesinde bir bağımsız ethno-religious (etnik-dini) kimlik olarak
görmesiyle sonuçlanmıştır. Bugün, gittikçe ayrı ve bağımsız bir kimlik olarak
gelişen ve devletin de işine gelince kullandığı bir oluşumla karşı karşıyayız.