“İslamyet milliyetinden çıkmak isteyen
adamları Türk bilmiyoruz. Türk perdesi altına girmiş Frenk telakki ediyo-ruz.
Çünkü, yüzbin defa Türkçüyüz deyip dava etseler, ehl-i hakikatı kandıramaz-lar.
Zira fiilleri ve hareketleri,onların davalarını tekzip ediyor ve yalanlıyor.”

Mektubat Shf.437

Birçok sosyal ve siyasal terim gibi, “Türk Müslümanlığı”da
çeşitli ekol ve meşreplerce çok değişik manalar yüklenerek anlaşılmaktadır.
Duygu ve düşüncelerimiz neye temayül, hatta zaaf göstermekte ise,
değerlendirmemizde ona göre olmaktadır. Adeta değerlendirdiğimiz şey (obje)
değerlendirenin (suje) mahkumu veya oyuncağı haline gelmektedir. bu subjektif
anlayış yerine, objektif anlayışı ikame edebilmenin yollarından biri analitik (
tahlili) düşünce olsa gerektir. Biz de burada “Türk Müslümanlığı”nı anlayabilmek
için öncelikle "Türklüğün" ve "Müslümanlığın" ne anlamlara geldiğini, konumuzla
ilgisi kadar kısaca gözden geçirip, sonra "Türk Müslümanlığı" nın çeşitli
ekollerce nasıl anlaşıldığını ve nasıl anlaşılabileceğine cevaplar arayacağız.

Türklük ve Türkler

Türk ve Türkler Asya ve Doğu Avrupa da yaşayan Turan
milletlerinden olup, Asya’nın en meşhur ve büyük milleti, Türkçe’nin çeşitli
lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse anlamına gelir. Keza Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve halktan olan kimse demektir.
“Türklük” ise; Türk olma durumu ve Türklerin meydana getirdiği topluluk
demektir. 1

Bu lügavi verilere göre, Türklük bir soy, ırk, halk ve millet
adıdır.

Konumuzla yakından ilgili olduğundan, Türklerin İslam’la
(Müslümanlıkla) alakalarına da bakmakta fayda var.

Türklerin Müslümanlığı

Türkler, Peygamberimizin (ASM) hicretinden 350 sene sonra Tağ
Han neslinden olduğu rivayet edilen Türkmen Hükümdarlarından Salur Han İslam
dinini kabul ederek Kova Han ismini almış ve kavminin de ekserisine İslam dinini
kabul ettirmiştir.2 Türkler özellikle 10. yüzyıl içerisinde kitleler
halinde Müslüman olmaya başlarlar. Tarihçilerin belirttiğine göre Türkler’in
İslam’a geçişleri, küçük gruplar halinde değil, adeta toplum halinde
gerçekleşir.3

Şimdi şu sorulara cevap arayalım. Türklerin kaçta kaçı
Müslümandır? Müslüman olmayan Türkler varmıdır? Müslüman olmayan veya
Müslümanlık’tan çıkan Türkler Türklükten de çıkar mı? Türkler ne kadar
dindardır? İslam’a hizmet etmişler midir? Etmişlerse ne zamandan başlayarak
etmişlerdir? Hizmetleri önemli midir? Allah’ın (CC) Resulünün (ASM) övgüsüne
mazhar olmuşlar mıdır? Türkler İslam dan tefrik olsalar ne olurlar?

Bediüzzamana Said Nursi, Türkleri kastederek, “işte ey ehl-i
Kur’an olan şu vatanın evlatları; altı yüz sene değil (Osmanlılar) belki,
Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakimin bayraktarı olarak, bütün
cihana karşı meydan okuyup, Kur’an’ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’an-a ve
İslamiyet’e kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı def’
ettiniz; ta "Allah’ ın sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçakgönüllü,
kâfirlere karşı izzet sahibi, Allah yolunda cihat eden bir topluluk
getirecektir". ( Maide, 54) ayetine güzel bir masadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın
ve frenk meşrep münafıkların desiselerine uyup, şu ayetin evvelindeki hitaba
masadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.

Cây-ı Dikkat Bir Hâl: Türk Milleti, anasır-ı İslamiye içinde en
kesretli olduğu halde; dünyanın her tarafında olan Türkler ise, Müslümandır.
Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-i müslim olarak iki kısma inkisam etmemiştir;
nerede Türk taifesi varsa, Müslüman’dır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman
olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır.- Macarlar gibi.- Halbuki küçük
unsurlarda dahi, hem müslim hem de gayr-i müslim var.

Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin
İslamiyet’le imtizaç etmiş; ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen mahvsın!
Bütün senin mazideki mefahirin, İslamiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin
yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle,
desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme!4

Türkler hakkında sena-i Peygamberi muhakkaktır. Birkaç yerde
Türklerden ehemmiyetle bahsetmiş. Bir numunesi Sultan Fatih hakkındaki hadistir.5

Müslüman-Müslümanlık

Müslüman; 1- İslam dininden olan kimse 2- Dinine bağlı, dindar,
3-Doğru, haktan ayrılmaz kimse 4- Mümin, manalarına gelir.6

Müslümanlık ise; 1- Hz. Muhammed’in yaydığı din, İslamlık,
İslamiyet 2- Müslüman olma durumu 3- Müslüman topluluğu demektir.7

Risale-i Nur’da, Müslümanın özellikleri şöyle anlatılır:8
Fakat bir Müslüman iman hakikatlerinden birini inkâr etse, küfre mutlaka düşer.9
Bir Müslüman dinine bağlı olduğu nispette gururdan uzak durur.10
Müslümanlar dinlerine lakayd kaldıkça tedenni etmişler,11 ama
dinlerine sahip çıktıkları ölçüde ilerlemişlerdir.12 Bu sebeple
Müslümanlar maddi ve manevi bütün varlıklarıyla İslamiyet’e yönelmelidirler.13
Müslümanların düşmanı cehalet, zaruret ve ihtilaftır.14 Müslüman
neslinden gelen bir adamın aklı ve fikri İslamiyet’ten tecerrüt etse bile,
fıtratı ve vicdanı hiçbir vakit İslamiyet’ten vazgeçmez.15

“Türk Müslümanlığı”ndan Ne Anlaşılıyor?

“Türk Müslümanlığı” her ne kadar son iki yıldır (28 Şubat
süreci) gündemdeyse de tarihi arka planı olan bir terimdir.

“Türk Müslümanlığı”, ulusçu akımların gelişmesiyle ortaya
çıkmaya başlayan bir kavram olup, ilk defa Osmanlı’nın son dönemlerinde bu
kavramdan bahsedilmeye başlanmıştır. Avrupa da on sekizinci yüzyılda ortaya
çıkarak hızla gelişen, siyasal bağlılığın temelinde ulusların varlığı
varsayımına dayanan ulusçuluk, Osmanlı devleti içinde de yankı uyandırdı. Önce
Balkanlarda yaşayan gayri müslim ulusları etkileyen bu hareketler, zamanla bir
yandan Türk aydın ve politikacılarını diğer yandan Arapları etkisi altına aldı.
İttihat ve Terakki yönetiminin ulusçu uygulamaları İmparatorluğun çözülmesini
hızlandırdı.16 II. Meşrutiyet’ ten sonra güç kazanan Türkçü- Turancı
çizgideki milliyetçilik anlayışı, Osmanlı’yı ayakta tutmak isteyen 3 temel
görüşten birisiydi, bunlar; 1-Garpçılık 2-İslamcılık 3-Türkçülüktü.17
Türkçü-Turancı çizgideki ulusçuluk anlayışı, Anadolu da kurulan yeni Türk
devletinin siyasal ve ideolojik temelini oluşturdu.

Cumhuriyet döneminde etkili olan ulusçuluk anlayışı, aslen Kürt
olan Ziya Gökalp tarafından sistemleştirilmişti. Ulusçuluğun en üstün ideal
olduğu kabulüne dayanan bu anlayışa göre ferdin mutlak bir değeri yoktur. Fert
ancak ulusunu temsil ettiği ölçüde saygınlık kazanır. Ulus yalnız ferdin değil
ailenin ve insanlığında üzerinde yer alır. İslam bağımsız manevi bir güç olarak
kabul edilemez. İslami değerler yalnız Türk kültürü içinde eridikleri oranda
önem taşırlar.18

Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları adlı kitabının Dinî Türkçülük
başlığı altında "Dinî Türkçülük, din kitaplarının ve hutbelerle vaazların Türkçe
olması" demektir. Kur’an-ı Kerimin ve gerek ibadet ve ayinlerden sonra okunan
bütün dualarla münacatların ve hutbelerin Türkçe okunması çok faydalı olur.19
demektedir. Gökalp, Vatan adlı şiirinde:

"Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur
Köylü anlar manasını namazdaki duanın.
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur.
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu hüdanın"

diyerek Türkçe ibadetin fikri temellerini atıyordu.

Keza ünlü şair Mehmet Emin Yurdakul’ da da İslam’a Türkçü bir
bakış görmekteyiz:

Ben bir Türküm dinim, cinsim uludur.
Sinem özüm ateş ile doludur.
İnsan olan vatanının kuludur.
Türk evladı evde durmaz giderim.

Milliyetçilik – Türkçülük temel bir esas, bir dünya görüşü
haline getirildiğinde artık Türk’e ve Türkçülüğe İslami nazarla bakmak yerine
İslam’a Türkçü bir nazarla bakmak kaçınılmaz oluyordu.

"Türk Müslümanlığı” kavramını ilk defa telaffuz eden Yahya Kemal
Beyatlı,20 meşhur tarihçi Prof. Dr. Fuat Köprülü”yü, Ahmet Yesevi
hakkında araştırma yapmaya sevkederek "ilk Türk Mutasavvıflar" adlı eserinin
ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yahya Kemal, bir şiirinde:

Aba var, post var meydanda er yok,
Horasan erlerinden bir haber yok,
Uzun yollarda durdum hiç eser yok

Diyar-ı Rum’a gelmiş evliyadan! diyerek vaktiyle Horasan’ dan
gelip bu yurdun hamurunu mayalayan Yesevi dervişlerini arar ama bulamaz. Bu
konuda doktora çalışması yapan Sait Başer, Yahya Kemal’in İslamiyet’ ten
bahsederken anladığı şey bir tür medeniyetçi, yumuşak, mahallileşmiş,
millileşmiş bir “Türk Müslümanlığı”dır diyor. Onun Türk-İslam çizgisi; Hz. Ali,
Yesevî, Sarı Saltuk, Hallac-ı Mansur, Mevlana, Itri, İsmail Maşuki ve Hanefilik
yanında Hafız-ı Şirazi çizgisidir.

Yahya Kemal’ in şakirtlerinden, edebiyatçı Nihat Sami Banarlı’
nın yazılarında Türk Müslümanlığı anlayışı hayli geniş yer tutar. Ona göre de;
bizim kendimize has bir inanış geleneğimiz vardı. Bu gelenek nesillerin milli
bir vicdan ve karakter terbiyesine göre yetiştirilmesi suretiyle devam
etmekteydi. "Hayatımızı Sinan üslubu , Fuzuli inanışı, Yunus derinliği, Yavuz
şecaati, Nedim zarafeti ve Mevlana muhabbeti ölçüleri içinde tanzim etmiştik."
21

Görüldüğü gibi Yahya Kemal ve ekolünde Ziya Gökalp’in Türkçü –
Milliyetçi bir bakış ve istikbalin İslam’ını Türkleştirme yerine, zengin Türk
İslam anlayışını günümüze taşıma özlemi yatıyor. Yahya Kemal’de Türk
Müslümanlığı sosyal bir olgu olarak ele alınıp, Horasan erenlerinin, Yunusların,
Mevlana’ların hayata sinen imanı ve tarihi tecrübesi öne çıkarken, Ziya
Gökalp’in dini Türkçülüğünde, dini, milliyetçi bir bakışla yeniden izah ve
tanzim etme toplumsal projesi seziliyor. Yahya Kemal İslam’ı, (İslam’ın bir
dönemdeki güzel bir tatbikatını) esas alırken, Ziya Gökalp Türkçülüğü esas
alıyor.

Ülkücülük ve Türk Müsülümanlığı

Ülkücü görüşün teorisyen ve önderlerinden “Türk Müslümanlığı”
konusunda açık, belirli bir yaklaşım edinmek pek kolay görünmüyor. Keza S. Ahmet
Arvasi’nin Türk- İslam Ülküsü ile Alparslan Türkeş’in Türk İslam sentezi, BBP ve
Nizam-ı Alem Ocakları ile MHP ve Ülkü Ocakları arasında bazı farklar görünüyor.
Hatta denilebilir ki bu iki Ülkücü anlayış arasındaki en temel fark
geçmişlerindeki birlikteliklerinde de Hilalciler, Bozkurtçular olarak ortaya
çıktığı gibi, Türklükle, İslamlığın bağdaştırılması noktasında düğümleniyor.
Birisi İslam’ı esas (ideoloji) alıp Türklüğü, Milliyetçiliği bir duygu olarak
görmekteyken diğeri, Milliyetçiliği (Türkçülüğü) ideoloji (esas) olarak
görmektedir, denebilir. Biz burada daha ziyade Milliyetçiliği (Türkçülüğü)
siyasi bir hareket (parti) haline getirmiş, taraftarı sayıca daha fazla ve son
siyasi gelişmeler dolayısıyla daha aktüel olan, Ülkücülüğün efsanevi lideri
Türkeş’in görüşleri çerçevesinde bir değerlendirme yapmak niyetindeyiz.

Alparslan Türkeş’in Temel Görüşler, 9 ışık ve Yeni Ufuklara
Doğru isimli kitaplarından iktibaslar yapıp, Türk Müslümanlığı ile ilgili
yaklaşımlarını öğrenebiliriz. Bu eserler de hemen göze çarpan ve sıklıkla
tekrarlanan sloganı "Her şey Türk için, Türk’e göre Türk tarafındandır". Zaten
doktrinin adı olan 9 Işık’ta, yazdığı önsözde Dündar Taşer, Türkeş’in
görüşlerinin bu cümleyle ifade edilebileceğini söyler.22 Zaten
doktrinin adı olan 9 Işık’ta: 1-) Milliyetçilik 2-) Ülkücülük 3-) Ah-lakçılık
4-) Toplumculuk. 5-) İlimcilik 6-) Hürriyetçilik 7-) Köycülük 😎 Gelişmeci-lik
ve Halkçılık 9-) Endüstri ve Teknikçi-liktir. Bunlardan;

Milliyetçilik; Bütün olayları Türk gözüyle görmek ve her
faaliyetin Türk Milletine yararlı olmasını sağlamaktır. Ülkücülük; Türkleri,
ilimde teknikte, medeniyette yeryüzünün en kuvvetli varlığı haline getirmek,
Türklüğü yüceltmek ve Kızıl Elma denen Türklüğün birleştirilmesidir.23
9 Işığın diğer 7 umdesinde de İslamcılık veya İslamiyet bir umde, bir temel
görüş olarak yer almaz.

Böyle olmakla birlikte ülkücülüğün bir başka ifadesi "Türk İslam
Sentezi"24 "Hira dağı kadar Müslüman, Tanrı Dağı kadar Türküz"
25
"İslamiyet’i ele alıp Türklüğü inkâr etmek ihanettir. Bunun terside
aynı şekilde gaflet ve ihanettir"26 "Milliyetçiliği reddeden bir
dincilik anlayışı ise İslamiyet’e düşman bir milliyetçilik anlayışı, bize
yabancıdır." "Türklük şururu İslam ahlak ve fazileti".27 “Türklük
kanımız, İslam canımız” özdeyişleridir. Görüldüğü gibi bu ibareler de, Türklük
İslam ile birlikte ve yanyana zikredilmektedir. Türklük ve Müslümanlığın böyle
yanyana ve hep birlikte ifadesi Türkçülüğün kabul ettiği bir şey oluyor, acaba
İslamiyet esasları bunu kabul eder mi? Bunu ilahi-yatçılara ve ileri ki konulara
bırakıyoruz. Fakat burada dikkat çeken başka bir hususta, bu Türk -İslam
birlikteliğinde çoğunlukla önce Türklüğün zikredilmesi ve önemsenmesidir. Yani,
Türklük ve İslam’ın sentezi yapılıyor fakat burada ikisinin eşitliğinden ziyade
büyük ve önemli bir unsur ile daha küçük ve tali bir unsurun sentezi
sezilmektedir. Yani İslam’a da Türk için, Türk’e göre Türk tarafından bakılmakta
böylece değerlendirilmektedir.

Nitekim "Türk Milletinin kutlu güç kaynakları" sayılırken önce
"Türk Milletinin yükselmesini sağlayacak en kutlu güç kaynağı Milliyetçilik ve
Türkçülüktür". "Türkçülük ise, kültürde, ilim ve teknikte, politika,ekonomi ve
ticarette her şeyin Türk’e özel ve Türk’e uygun bir konumda olmasını istemek ve
sağlamak demektir." "Her şey Türklük için ve Türk’e göre ilkesi ile ifadesini
bulan görüştür. 2.kaynak İslamiyet ; "Türk Milleti için diğer bir kutlu güç
kaynağıdır." Ve "Türklüğe yeni bir güç ve hız verecek bir güç kaynağıdır.” Fakat
"Türklüğe cephe alan veya Türklüğü inkâra kalkışan bazı kimseler her şeyin
dinden ibaret olduğunu ileri sürmektedirler. “ Bu gibiler ya bilgisizlik ve
gafletin esiri olan kimselerdir veya Türk Milletini yıkmak isteyen kötü
emellerin hizmetçisi olanlardır." 28 denmektedir. "3.güç kaynağı da
birlik ve beraberliktir". Görüldüğü gibi burada Milliyetçilik ve Türkçülük "en
kutlu bir güç kaynağı" "İslamiyet ise diğer bir kutlu güç kaynağıdır." Yine
burada herşeyin dinden ibaret olmadığı şeklinde İslamiyet’e rezerv konulurken,
Türkçülük için bir sınır ve re-zerv konulmamıştır. Keza güç kaynaklarının 2.si
olan İslamiyet’e yüklenen " Türkçülüğe yeni bir güç ve hız verecek" bir misyon
yüklenmesine karşın Milliyetçilik ve Türkçülüğün İslam’a karşı üstlendiği bir
misyondan bahsedilmemektedir.

Türk-İslam sentezi yapılırken Türklüğün ağır basmasından olacak
ki İslam’ın bazı esasları Türklük karşısında feda edilebilmektedir. Fakat
Türkçülüğün İslam karşısında fedakârlık yaptığı pek görülmemektedir. Bunlarla
ilgili şu örnekleri sıralayabiliriz.

9 Işığa göre "ülkücü, ülkücünün öz kardeşidir" 29

Ayrıca "Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur."30
prensibi Kur’anın "mu-hakkak mümin müminin kardeşidir". (el- Hucurat 49/13)
ilkesindeki kardeşlik kıstası olan "mümin olma" yerine, ülkücülük ve Türklük
kıstasları getirmektedir.

Ümmetçilik ile ilgili "Bu fikir hareketi artık siyasi olarak
tesirini kaybetmiştir.” denilmektedir. Oysa bu fikir yüzlerce sene Türklerin
içinde yaşamıştı ve yaşıyordu. İstiklal Harbinde kimse yardım etmedi. Her yere
heyet gönderdik. Bütün İslam Ülkelerine, ama hiç değişen bir şey olmadı. (
Hindistan – Pakistan Müslümanlarının büyük fedakarlıkları ve yardımları
unutulmuş olsa gerek) Bununla beraber “biz Hz. Muhammed SAV’in ümmeti olduğumuzu
inkâr edemeyiz. Elbette o, İslam’ın son peygamberi ve biz de onun ümmetiyiz. Bu
fikri, dini bir inanç olarak kalbimizde taşımaktayız." 31 demek
suretiyle siyasi, idari boyutları olan bir kavram, kalbi bir inanç konusuna irca
edilmesine mukabil, Türklükle ilgili şunlar ifade ediliyor: "Bizim Türk
Milliyetçileri olarak davamız Türk milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyyen
devam ettirmek davasıdır. Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir,
başka bir dava yer alamaz. Türk milletinin varlığını korumak, yükseltmek ve onu
ebediyyen devam ettirmek fikrine hizmet etmeyen, bu fikre uygun olmayan hiçbir
davranış , hiçbir hareket , Türk milleti için meşru olamaz." 32
denilerek meşruiyet için tek kıstas, Türklüğün yüceltilmesi kabul ediliyor.

Bozkurt Sembolü ve Bozkurtlar Başlıklı Yazıda

"Her milletin kendine göre milli bir sembolü bulunmaktadır.
Mesela, Avusturalyalılar’ın Kanguru, Çinliler’in ve Japonlar’ın Ejderha
Hintliler’in, İranlılar’ın, İngilizler’in Arslan, İtalyanlar’ın Kurt, Almanların
Kartal, Fransızların Horoz, Rusların Ayı milli sembolleri olduğu gibi, Türklerin
de Bozkurt, milli sembolüdür. Tarih boyu Türkler Bozkurt’u kutsal saymışlardır.
Bayraklarında Bozkurt taşımışlardır. Hakanlar, Hanlar, Komutanlar "Bozkurtlarım"
veya "Kurtlarım" diye hitap etmişlerdir. Bu mücadelenin önünde bize yine Bozkurt
yol gösterecektir. Türk Milliyetçileri Bozkurtlar olarak atalarımızın yolunda
Türklüğü yeniden yükseltmek için büyük atılımlara girişeceklerdir. Bozkurtuz ve
Bozkurtçuyuz. Bununla övünç duyuyoruz. Yaşadığımız sürece Türk Milleti’nin
binlerce yıldır kutsal varlığının sembolü olan Bozkurdu rozet olarak göğsümüzde,
kolye olarak boyunlarımızda, tablo olarak evlerimizde taşıyacağız ve
bulunduracağız. Bozkurta düşmanlık gösterenleri Türk Milletinini düşmanları
olarak tanıyacağız ve düşmanlıklarını düşmanlıkla karşılayacağız. Bozkurtçuluk,
Türklük düşmanlarının, satılmışların, vatan hainlerinin iddia ettiği gibi ne
faşistliktir, ne emperyalizmdir, ne de putperestliktir. Türk Milliyetçileri Hira
Dağı kadar Müslüman dır. Tanrı Dağı kadar Türktürler. Türk Milliyetçileri
emperyalizmin her çeşidine karşıdırlar. Bunun için hür yaşamayı, doğruluğu,
millet varlığını temsil eden Bozkurtçuluğu kutsal saymaktayız. Kim ne derse
desin…Biz Bozkurtlarız Bozkurtçuyuz ve Bozkurtlar ordusuyuz.33

Burada şu sorular akla geliyor; tarih boyunca ve halen bozkurtu
Bozkurtçuluğu kutsal saymak İslam’a uygun mudur? Bazı gayrimüslim milletlerin
hayvan sembolleri var, çoğunun ise yok, bazılarının hayvan sembolü olması bir
meşruiyet sebebi olabilir mi? İtalyanlarında sembolü kurt olduğuna göre onlarla
ortak yönümüz nedir? Kurt vahşi, saldırgan, canavar bilinen bir hayvan olduğuna
göre, hayvancılıkla uğraşan göçebe Türklerin ve şimdi bizim (hür yaşamanın,
doğruluğun) nasıl sembolü oluyor? Bozkurt bize yine nasıl yol gösterecek? Rozet,
kolye ve tablo olarak evlerde ve üzerimizde Bozkurt taşımak, Hira Dağı kadar
Müslümanlık’la bağdaşıyor mu? Nihayetinde vahşi bir hayvan olan kurta bu hürmet
ve tazim neden? Selçuklularda da çift başlı kartal görüyoruz, sembol olarak o
neden seçilmedi? Hira ve Tanrı dağlarından hangisi daha ulu? Türkler hangi
dönemde ne kadar zaman Bozkurt’u sembol ve bayrak olarak kabul ettiler? Müslüman
olduktan sonra (Selçuklu ve Osmalı’da) Bozkurt’un esamesi okundu mu? Bir dindar
milliyetçi, bozkurtu sevmese, istemese ona hangi gerekçeyle düşmanlık edilecek?
Gayr-i müslim atalarla övünmek, onların yolundan gitmek, onları örnek almak
İslâm’ın yasakladığı müşrik adetlerinden değil mi?

Bu sorular İlahiyatçıların cevaplandıracağı sorulardan olmakla
birlikte şu kadarını belirtelim; Bir çok hadis kitaplarında bazı hayvanlar
"fasık hayvanlar" olarak anılmıştır. Mesela, Türk asıllı bir muhaddis olan İmam
Buhari’de bu hayvanlar; "Karga, fare, kelbi-i akur (azgın- saldırgan köpek)
geçmekte, Müslimde de bu hayvanlar anılmakta, İbn Huzeyme ise Buhari’nin saydığı
hayvanlara "Kurt ve aslan" ı da ilave etmektedir.34

Yine Türkeş; "Kısaca özetlersek "Türklük şuur ve gururu ile
İslam ahlak ve fazileti" milliyetçilik anlayışımızın geniş manadaki ifadesidir"
demektedir.35 Dikkat edilirse burada şuur (bilinç) ve gurur veren şey
Türklük’ tür. İslam’ın ise ahlâk ve fazileti alınmaktadır. Halbuki bize şuur
ve-ren İslam ve onun prensipleri olmalıdır. Keza insan gurur duyacaksa elinde
olmadan, doğumla elde ettiği ırkına mensubiyetten değil, aklı ve kalbi ile iman
ettiği dinine mensubiyetten duymalıdır. Yukarıda "İslam ahlâk ve fazileti"
denildi Fakat başka bir yerde Türkeş; "Ahlâkçılık anlayışımız, Türk ahlâkı ve
Müslümanlık inancından meydana gelmiştir." 36 diyerek burada
ahlâkçılığının da Türk ahlâkı olduğu, Müslümanlığın inanç (itikat) yönünden buna
dahil olduğunu ifade ediyor. Bunlardan şu sonuç çıkıyor. Türklük bize dünyada
yol gösterip şuur ve gurur veren dünyevi ve somut bir dava İslamiyet ise soyut,
uhrevi ve dünyaya pek karışmayan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim
"Laiklik" başlıklı yazıda da, " Yarın milliyetçi Türkiye kurulduğunda
devletimizin her müessesesi, bu görüş çerçevesinde şekil aldığı gibi din ve
devlet münasebetleri de lüzumlu yerine oturacaktır." denmektedir. 37

Sonuç olarak ülkücü görüşün " Türk Müslümanlığı" terimini lafzen
zikretmemekle birlikte, Türk – İslam sentezi ve bu minval üzere yukarıda da
ifade edilen ilkeleri "Türk Müslümanlığı" anlamına geliyor. Zira "Her şey Türk’e
göre Türk için, Türk tarafından" genel ve temel çerçevesi, Müslümanlığa da bu
çerçeveden bakışı gerektiriyor.

Bu bağlamda Ülkücülüğün, Türkçe ibadet gibi bir yaklaşımı
olmamakla birlikte "Türk Müslümanlığı anlayışı" Yahya Kemal’in tarihi, nostaljik
"Türk Müslümanlığı" ndan çok Ziya Gökalp’in "Dinde Türkçülük" toplumsal
projesini çağrıştırıyor. Zaten Milliyetçiliğin ve Türkçülüğün esaslarını ilk
defa Ziya Gökalp’in teorilendirmesi bu benzerliğin sebebi olsa gerektir.

Milli Görüş ve Türk Müslümanlığı

Aşağıda da inceleneceği gibi bazı çevrelerin Alevililiğin "Türk
Müslüman-lığı" Sünniliğin ise "Arap Müslümanlığı" olduğunu, bunun siyasi
arenadaki temsilcisinin de Milli Görüş olduğu iddiasını kısaca değerlendirelim.
Bilindiği gibi "Milli Görüş" lafzında, partileri olan Milli Nizam Partisi, Milli
Selamet Partisi ve gazeteleri olan Milli Gazetede "Millilik" vurgusu göze
çarpmaktadır. Milli ise hem lügavi (etimolojik) hem de örfi anlamıyla, milletle
ilgili,millete özgü, ulusal 38 manalarına gelmektedir. ( Milli
Güvenlik Kurulu ve Milli Takım ibarelerinde olduğu gibi.) Her ne kadar bazen
sadece millete değil de "Din ve millete ait" 39 anlamına da gelse,
yine Kur’an da millet kelimesi bazen din yerine de kullanılsa bile ( Millet-i
İbrahim) bu dinden, Milli Görüşçüler’in kastının,Türk Milleti’nin dini olarak
İslam olduğu anlaşılır.

Yoksa Milli Görüşün klasik sünni (ortodoks) anlayışının ne, S.
Arabistan da ki Vehhabi, ne de İran’da ki Şia (heterodoks) İslam anlayışlarıyla
itikadi ayniyeti, hatta benzerliği pek yoktur. Arabistan da ki devlete hakim
Vehhabi anlayışının Ehl-i Bey’te neredeyse bir nevi husumet duyması, gerek Milli
Görüşün Ehl-i Sünnet anlayışıyla yine bu görüşün partilerin de kısmen de olsa
yer alan Alevilerin kabullenebileceği bir şey değildir. Keza son yıllarda
çoğunlukla Arap kaynaklı radikal İslamcı, anlayışının da Milli Görüş
partilerinin (esas teşkilatlarının) tabiatına aykırı olduğu da açıktır. Zira, bu
radikal anlayışlar Refah ve Fazilet gibi partileri ve bunların mücadelesini
gayr-i meşru bulup neredeyse tekfire vardırıyorlar.

Alevilik ve Türk Müslümanlığı

Türkiye’de 28 Şubat süreci ile birlikte bazı çevreler Alevilik
için, "Türk Müs-lümanlığı" Sünnilik için de, "Arap Müslümanlığı" 40
yakıştırması yapmışlardır. Keza "Aleviler için laikliğin teminatıdır." 41
"Devletin yeni resmi dini Alevilik" gibi görüşler sarf edilmeye başlanmıştır.
Bunun olabilirliğine karar vermek için önce Aleviliğin ne anlama geldiğine
bakmakta fayda var.

Bütün dünya Sünnilerini birleştiren imanın 6 esası ve İslam’ın 5
şartına ilişkin ve daha pek çok müşterek noktalara mukabil Aleviler arasında
böyle ortak noktalar (usul ve füru) yoktur. Bu bakımdan bölgelere, etnik
kökenlere göre, Alevi zümreleri arasında büyük farklar bulunmaktadır. Hatta
komşu iki alevi köy arasında dahi inanç ve ibadet bakımından fark vardır.
Aleviler’in yazılı bir dini kaynaklarının bulunmaması inanç ve ibadetlerin söz
ve rivayetlere, hatta bir alevi yazara göre; masal, hikaye ve hurafelere 42
dayanması Aleviliği – Sünnilik ile karşılaştırmayı zorlaştırıyor. Sünniler’e çok
yakın olan Alevi cemaatlarından tutun da, Sünnilik’le hiç bir temel noktası
bulunmayan, Sünnilik’ten çok başka dinlere yakın bulunan, pek çok Alevi cemaati
vardır. 43

Prof. Dr. Süleyman Uludağ’a göre; "Alevileri sırf teorik açıdan
3 ana gruba ayırmak mümkündür."

1- Sünniler gibi iman ve ibadet esaslarına inanmakla beraber Hz.
Ali, Ehl-i Beyt, On iki İmam ve Kerbela gibi hususlara ağırlık veren, köylerinde
cami ve imam bulundurmakla beraber dede de bulunan ve cem ayini yapan Caferilere
benzeyen ehl-i kıble Aleviler.

2- Ali ilahiler (müselliha) denilen ve Hz. Ali’nin Allah
olduğuna inanan Aleviler. Bunlarda ne Sünnilerdeki inanç esaslarına nede ibadet
hayatına rastlanır. Bunlar gusül, abdest bilmezler. "Namazımız kılınmış,
orucumuz tutulmuş" derler. Melek, peygamber, kutsal kitap, ahiret inancı da son
derece yüzeysel ve simgeseldir. Tenasühe (ruh göçüne) inanırlar.

3- Bu gruptaki Alevilerin bir kısmı birinci gruba bir kısmı da
ikinci gruba yakındır. Üçüncü kısmı da ikisi arasında bir yerdedir. İkinci gruba
yakın olanlarında ve ortada bulunanların da Hz. Ali’yi Hz. Mu-hammed’den daha
üstün görme, hatta onu Tanrılaştırma, tenasühe inanma, cem ayiniyle yetinip,
namaz, oruç ve hac gibi ibadetlere yanaşmama gibi hususlara rastlanır. 44

Aleviliğin yazılı bir dini kaynağa dayanmaması sebebiyle herkes
Aleviliği kendine göre bir başka türlü anlamak eğilimindedir. Aşağıda Alevi
yazarların Aleviliği nasıl anladıklarına bir göz atalım.

Reha Çamuroğlu, Aleviliğin heterodoks bir İslam olduğunu söyler.
Cemşit Bender, Aleviliği Zerdüşt dininin bir uzantısı olarak görür. Nejat
Birdoğan, Aleviliğin İslam dışı bir hareket olduğunu savunur. Lütfi Kaleli
Aleviliğin kökünü eski Türk inançları ve Şamanlıkta görür. Kürt Aleviler
Aleviliğin kökünün Zerdüşt dini olduğunu ileri sürerler. İsmail Kaygusuz,
Aleviliği maddenin dini diye niteler. Rıza Yörükoğlu, Marksist ve Komünist
unsurlar içerdiğini iddia eder. Aleviliği, bir "hayat tarzı" bir "kültür" olarak
görenler de bu hareketin İslam ile olan bağının zayıf olduğunu
belirtmektedirler. Buna karşı İzzettin Doğan, Muharrem Naci Orhan, Mehmet Yaman
ve Ali Haydar Cilasun gibi Alevi dedeler Aleviliği "İslam’ın Türklere özgü
yorumu" "Muhammed "Ali yolu" şeklinde tanımlamaktadırlar. Alevi dedelerinin
kendilerini tanımlamaları yegane geçerli tanımlamalardı ve bunlar ısrarla
Aleviliğin İslamın içinde bir hareket olduğunu söyleye gelmişlerdir. 1960’lı
yıllarda ve izleyen senelerde Alevilik sosyalist, solcu, marksist ve hatta bazen
ateist bir hareket olarak tanımlandı.45 Şurası kesindir ki, Alevilik
göçebe Türkmen ve köylü Müslümanların, İslamlaşma sürecini henüz tamamlayamamış
din anlayışıdır.

Görüldüğü gibi Sünni İslama benzeyen, ona çok yakın Ortadoks
Alevilik’ten, İslamla bağı zayıf heterodoks Aleviliğe, oradan da Sosyalist,
Marksist, hatta ateist Aleviliğe kadar, geniş bir yelpaze ile karşı karşıyayız.
Bu görüşlerin vasat sayılabilecek noktası da, Aleviliğin, yukarıda belirtildiği
gibi, "İslam’ın Türklere özgü yorumu" denebilir. İşte bu nokta Aleviliğin "Türk
Müslümanlığı" olarak algılanabileceği noktadır.

Alevi anlayışları içerisinde "İslamın Türklere özgü yorumu"
yaklaşımı, anlayışlarından sadece birisidir. Aleviliğin eski Türk inançları ve
şamanist kökenli olduğu kabul edildiğinde bu görüş haklı
olabilir.(Şamanizimin’de, Budizm, Konfüçyanizm gibi bir başka din veya milletin
etkisinde olup olmadığı ve asıl mahiyeti ve milliği konusu kesin değildir) Fakat
Kürt Alevilere göre Aleviliğin asıl kaynağı Şamanizm değil Zerdüşt dinidir. Yine
bazı yazarlara göre mani ve mazdek dinleri de Aleviliğinin kökeni olarak
görülmektedir. Bazı yazarlarda " Anadolu Aleviliği" ni eski Judeo- Grek,
Bizans-Hıristiyan ve pagan kültürüyle içli dışlı görürler.46 Bu
dinlerin ise Türklük ve Türklerle pek ilgisinin olmadığı ortadadır. Kabul
edilmelidir ki Şamanizm ve eski Türk inançları Aleviliğe tesir eden bir çok
kaynaktan sadece birisidir, fakat Alevilik İslamın Türklere özgü yorumundan
ibaret değildir. Aslında bütün bu anlayışların Ali taraftar demek olan Alevilik
olarak ifadesi her halde Hz. Ali’nin ruhunu sızlatmaktır. Zira onun bu inanç ve
anlayışlarla uzaktan ve yakından hiç bir ilgisi yoktur. O Kur’an ve sünnet
sevdalısı, katıksız bir Müslümandır.

Prof. Süleyman Uludağ’a göre, Eski Türk inançlarının, Bektaşi ve
Alevi zümrelerin inanç ve ayinleri üzerindeki tesiri ve payı sanıldığı ve iddia
edildiği gibi fazla değildir. Aleviler, sırf milliyetçi ve kavmiyetçi hisleri
okşamak ve o çevrelere şirin görünmek için Türkler’in eski ve milli inanç ve
dini törenlerini sürdürdüklerini iddia etmektedirler. Oysa eski Aleviler’in hiç
bir zaman böyle bir iddiaları ve düşünceleri olmamıştır. Bu iddiaların yeni
oluşu, Kürtler ve Zazalar arasında da Aleviliğin yaygınlığı, asılsızlığını
göstermektedir.

İlginçtir ki,12 Eylül 1980 öncesi çoğunlukla Sünni, Milliyetçi –
Ülkücü kesim Alevi, Solcu- Sosyalist kesimle, Çorum, Sivas, Kahramanmaraşta
kanlı çatışmalara girişmişlerdir.47

Burada Toplum Mühendislerinin sosyal bir proje olarak ileri
sürdükleri "Türk Müslümanlığı" kavramında asıl ilgi alanları Sünniliğe benzer
bir Alevilik olmadığı gibi, Aleviliğin Türklük ve Milliyetçilikle ilgili yönü de
değildir. Asıl ilgilendikleri, yazılı bir kaynakları olmaması veya yazılı
kaynaklarla temassızlıkları dolayısıyla, İslamlaşma sürecini tamamlayamamış, her
yöne çekilebilir, istenen şekil verilebilir bir din anlayışı olarak Aleviliktir.
Burada Suriyede’ki gibi azınlıktaki bir Şia anlayışı olan sapık Nusayriliğin
devlete hakimiyeti gibi, bir hedef seziliyor.

Fethullah Gülen ve Türk Müslümanlığı

Fethullah Gülen Hocaefendi ve cemaati Türk Müslümanlığını açıkça
deklare eden ilk cemaattir. Sahip oldukları haftalık Aksiyon dergisinin 15-27
Kasım 1997 sayısının kapak konusu "Türk Müslümanlığı" dır. Bu dergide
Hocaefendi;

"Türkler Müslümanlığı hiç diriğ etmeden kabul ettiler. İslam
onlara ters gelmedi. İsmail Hami Danişment, “Şama-nizm’in kaynağı Hz. İbrahime
dayanı-yor” der. Hz. İbrahim’in dini, hem Müslü-manlar, hem de Yahudiler
tarafından paylaşılır. Efendimiz geçmiş peygamberler arasında duygu düşünce
yaklaşımları itibariyle kendisini Hz. İbrahime benzetir." Böylelikle Türklerin
İslam’la teması Şamanizm dolayısıyla, taa Hz. İbrahim zamanına kadar gidiyor.

"Eğer Türk Milleti, Türk Milleti ise bu ancak Müslümanlığı
sayesinde olmuştur. İslamiyet’i fıtratına çok uygun buldu ve Müslüman oldu.
Yani, İslam’ın evrenselliği Türk milletinin kendi örfünü, adetini korumasına
karşılık İslamiyet’i kabul etmesine mani teşkil etmemiştir."

"Bütün dünya Müslümanlığı Haremey-n-i Şerifeyn’e medyundur.
Bizim ikinci bir medyuniyetimiz vardır; o da Asya dır. ister fıkıhta, ister
hadiste, ister tefsirde, isterse 4 ve 5.asırda gerçekleştirilen rönesanstan
dolayı, biz Asya’ya çok şey borçluyuz. Erken bir dönemde dine sahip çıkılmış,
dinin yoruma açık kısımların da delillerimiz açısından kitap, sünnet, icma-i
ümmet, kıyas-ı fukaha’ya uygun bir telakki gelişti-rilmiş. Kıyaslarda toplumun
ahlâkının, psikolojik yapısının sosyo-ekonomik du-rumunun müessiriyeti inkâr
edilemez. Türk milleti, bu açıdan da başka milletlerden farklı olarak hep büyük
devletlerle de idare edildiğinden, devlet olmaya da açık çok farklı bir
yelpazeye ulaşmış. İşte bu mana da "Türk Müslümanlığı" tabiri uygundur,
kanaatindeyim. Bunun diğer bir yanı da Müslümanlık biz de kitabın sünnetin
yanında İslam’ın ruhi hayatına açık, tasavvufa açıktır. İslam’ın ruhi hayatının
ele alınmasının yanı sıra,fünun-u müspeteye de ayrı bir bakış açımız olmuş.
Bütün bunlar müşterek beraber gelişmiş. Bizim İslam anlayışımız daha derindir
diyebiliriz." 48

"Türk Müslümanlığı" tabirinin uygunluğuna dair bir diğer gerekçe
de İran devrimi ile başlayıp Somali, Cezayir, Afganistan, Sudan da devam gelen
gelişmelerin, İslam’ı kemaliyle temsil edememesi ve Hocae-fendi’ye göre İslam’ın
evrensel mesajının yanlış tutum ve davranışlardan dolayı, dünyaya
anlatılmamasıdır.49

Mezkur dergide Türk Müslümanlığı şöyle anlatılır:

"Maveraünnehir ekolü olarak İslam düşünce tarihinde yerini alan
hareket Türklerin tarihten getirdikleri özgürlük bilincine daha uygun düşen
itikat da Maturidi, amelde Hanefi mezheplerini benimsemiş, inancını günlük
hayatın pratiğine de Yesevi tarikatının aşk ikliminde geçirmişti. Maturidi –
Hanefi – Yesevi saç ayağı ile ifade edilen Türk Müslümanlığı orta Asya’dan
Anadolu’ya ve Balkanlara Horasan Erenleri diye bilinen Yesevi ocağında pişen,
alperenlerin himmet ve gayretleriyle taşındı."

Hocaefendi anlayışına göre Türk Müslümanlığı, Hoşgörülü İslam
(Gönül Müslümanlığı), tasavvufi derinlik ve Maturidi – Yesevi – Hanefi saç ayağı
diye özetlenebilir. Yine bu terimi ilk defa telaffuz eden Yahya Kemal’in tarihi
bir sosyal olguya duyduğu hasretin iki yönden güncelleşmiş ifadesi gibi
görünüyor. İlk güncellik hemen şimdilerde yeniden ifade edilmesi, konu edilmesi,
ikinci güncellik ise tarih-ten günümüze ve geleceğe taşıma arzusudur.

Hoşgörü gerçekten de, tarih boyunca Müslüman Türklerin önemli
bir vasfı olmuş, böyle tanınmışlardır. Fakat Hoşgörü İslâmi çerçevede sadece
Türklerin değil, bütün Müslüman topluluklar için de kabul edilen bir meziyettir.
Hatta, Hac farizasını ifa edenlerin ortak kanaati, Endonezyalı Müslümanlar’ın bu
konuda daha ileri de olduğu yönündedir.1

Maturidi – Yesevi- Hanefi saç ayağından, İmam Maturidi ve Hoca
Ahmet Yesevi’nin Türk soyundan olması, Türklere mahsus bir İslam anlayışının
temel bir sebebi sayılamaz. Zira Maturidiye, Eş’ariye gibi itikadi mezhepler ve
görüşleri halk tarafından bilinen bir şey değildir. Hatta bizim üniversite
mezunu, dindar bir çevrede yaptığımız küçük bir teste göre Maturidilik ve
Eş’arilik duyulmuş olmakla birlikte Türklerin hangisine mensup olduğu
karıştırılmıştır. Böyle bir durumdaki farazi mensubiyetin ise topluma müessir
olduğu pek söylenemez.

Toplumda esas etkili olan Hanefilik ameli mezhebidir ki zaten
Eş’ariliğin büyük ölçüde Şafi mezhebi ve metodolojisinin, Maturidiliğin ise
Hanefi mezhep ve metodolojisinin bir tezahürü olduğu söylenebilir.50
Öyle olmakla beraber Şafi bir alimin İmam Maturidi’nin, Hanefi bir alimin de
İmam Eş’arinin görüşlerini benimsemesi,veya bir alimin bazı konularda Eş’ari
bazı konularda da Maturidi görüşlerini kabul etmesi sık sık görülen bir
husustur.51 Zaten sayıca Eş’ariler Maturidiler’-den çok olduğundan
tağlip yoluyla her ikisine (eşaire) dendiği de olur. Yani Maturidiliği
Türklerin, Eş’ariliği ise Arapların mezhebi saymak ve hele bunu soy ve eski
kültür ile yakından ilgili görmek biraz zorlama bir yorum olacaktır.

Eş’ariye ve Maturidiye tali görüş farklarından bazılarını ele
alalım. Mesela Eş’ariyye; Allah’ın vadinden dönmesini, İmanın artması ve
eksilmesini, Allah’ın kullarının gücü yetemeyeceği şeyleri teklif etmesini caiz
görürken, Maturidiyye görmez. Yine Eş’ariyye iman mahluktur, nübüvvet için
erkeklik şart değildir. İman ile İslam ayrı şeylerdir, Tevbe-i yeis makbul
değildir. derken, Maturidiyye bunların aksini kabul eder. Bediüzzaman, Şafi bir
alim iken çoğu zaman Maturidiye, bazen Eş’ariyye görüşlere yakın fikirler
serdetmiştir. Bütün bu farklılıkların Araplık veya Türklükle veya başka milletle
ilgisinin olamayacağı da ortadadır.

Kemalizm ve “Türk Müslümanlığı”

Mustafa Kemal ve İnkılapların fikri temellerinin atılmasında
Ziya Gökalp’in önemli rolleri olmuştur.Laiklik, Hilafetin kaldırılması ve öteki
birçok kararda Gökalp’in etkisi açıkça görülür.

Gökalp, dinin, içinde yaşanılan toplum gerçeklerine göre yeniden
yorumlanabileceği görüşündedir. Dini hiç bırakmak istemez, ama dine bir çerçeve
tayin eder ve din orada kalmak ve durmak zorundadır. Hatta onda Cemalettin
Afgani’nin etkileri de görülür. Pan Turkist özlemler kadar, Pan İslamist bir
heyecan da taşır.52

Gökalp’in Kemalist devrimlerin ortaya çıkmasında ki etkisi,
uygulama anlamına gelince, özellikle tek parti döneminde tamamen kayboldu. O bir
nevi Türk-İslam sentezini savunurken, Atatürk ve yardımcıları İslamiyet ve Türk
Ulusçuluğunun bağdaşamayacağı kanısındaydılar.

53Yani Gökalp muasırlaşma (Batılılaş-ma) yanında
Türklüğe ve biraz da İslam’a vurgu yaparken, Kemalist görüş, Batı’ya ve biraz da
Türklüğe önem veriyor, İslamiyet’e kültürel alanda da yer bırakmıyordu.

Zaten, Mustafa Kemal’in dinle ilgili kanaatinin pek müspet
olmadığı aşağıdaki kendi sözlerinden açıkça ortaya çıkmaktadır. Ona göre hayatın
tarifi; "Hayatı, herhangi bir tabiat harici etkenin müdahalesi olmaksızın dünya
üzerinde tabii ve zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesidir."

Yaradılış felsefesi: "İnsanlar sürfeler gibi sulardan çıktılar
en önce..İlk ceddimiz balıktır. İşler daha daha ilerledikçe o insanlar, primat
zümresinden türediler. Biz maymunlarız; düşüncelerimiz insandır. Tabiat
insanları türetti; onları kendine taptırdı da."

"İsa çağının sonsuz sefilliklerini kav-rayan ve genel acılar
dönemi içinde dünyada yavaş yavaş gerçekleşmeye başlamış olan, sevecenlik
gösterme gereğini din kılığında tanıtmak ve anlatmak yolunu bildi" (Hz. Muhammed
(SAV) hakkında da benzer ifadeleri var.)

" Biz din işlerini devlet işleriyle karıştırmıyoruz. Millet ve
devlet işlerinin kabesi milli egemenliğin belirdiği T.B.M.M dir. Din işlerinin
mihrabı ise insanların, şahısların vicdanlarıdır." 54 " Bizim kutsal
kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü
yükselten ve bütün Türkleri birleştiren ulusalcılığımızdır. O halde felsefemizde
din sözcüğünün tam karşılığı ulusalcılıktır." " Din yok millet var." 55

Mustafa Kemal’in her ne kadar din, (Kur’an, Peygamber) hakkında
müspet tavır ve beyanları varsa da, onlar 1925 tarihinden öncedir. Bunlara en
somut delili de Hukuk, harf, kıyafet devrimleri ve daha pek çok icraattır.

Nitekim Mahmut Esat’a göre, "Mustafa Kemal bazen taktik icabı
inanmadığı şeyi söylerdi" Balıkesir Zağanos Paşa camiinde 7.2.1923 de çizmeleri
ile çıktığı minberde Kanuni Esasi (Anayasa) Kur’an-ı Azimüşşandır." diyordu.

Atatürk, bir İslam Cumhuriyeti mi kurdu, yoksa bir batılının
dediği gibi, "O Türk milletine, dinin haber verdiği ilah yerine yeni bir ilahtan
söz ediyordu. Bu batı medeniyetiydi. Gizlemeye gerek yok, Mustafa Kemal hiç bir
dini değere inanmazdı."

Sanıyorum tarih bilgisi açısından son derece gerilerdeyiz.
Mustafa Kemal’in İslam Devletine ve Müslümanların hilafetine son veren bir lider
ya da, İslami Türkiye devletini kuran bir lider olduğunu söylemek aynı derecede
doğru. 56

Şimdi konumuzun esasını teşkil eden din reformu ve ibadet
devrimi konusunda Atatürk’ün anlayışını, meşhur Çankaya kitabından nakledelim;

"Kemalizm aslında büyük ve esaslı bir din reformudur. Tanrı bir
peygambere verdiği şeriatı, ikinci bir peygamberde değiştirmekle, hatta,
Kur’ân’ın bir ayetindeki emrini başka bir ayette kaldırmakla, hükümlerin toplum
evrimini izlemesi gerektiğini göstermiştir. Fıkıhta buna nesih diyoruz.
Muhammed, peygamber olduğuna göre, On’dan sonra nesih hakkı insan aklına
kalmıştır. Onun için İslam bilginleri "zamanla hükümlerin değişeceği"
ictihadında bulunmuşlardır. Mustafa Kemal’in yaptığı işte bu nesih hakkını
kullanmaktı.

İslam’da bütün şer’i meseleler iki büyük bölüme ayrılmıştır.
Birinci bölüm; Ahireti ilgilendirir ki, ibadetlerdir; oruç, namaz, hac, zekat!
İkinci bölüm. Dünyayı ilgilendirir ki,bunlar da nikah ve aileye ait hükümlerle,
muamelat denen mal, borç, dava ilişkileri ve ukubat denen ceza hükümleridir…
Kemalizm, ibadetler dışındaki bütün ayet hükümlerini kaldırmıştır.

Kaldı ki insan aklı nesih hakkını farz-lar üzerine de
götürebilir; zekat, kazanış ve gelir vergilerinin bulunmadığı bir devrin
mirasıdır. Hac, Kabe’den faydalanan Mekkelilerin Müslümanlığını sağlamak için
konmuştur ve döviz çağında Hicaz dışındaki hiç bir yabancı Müslüman halkı buna
zorlanamaz. Namaz, şekli de iskemle olmayan entarili bir halkın yaşayışına
uygundur. Atatürk ibadet devrimine ezan ve namazı Türkçeleştirmekle başlamıştı.
Gerçekte verdiği ilk emir ezan ve namazın Türkçeleşmesi idi. Muhafazakarların
sözcülüğünü yapan İnönü, Atatürk’e yalvarmış, önce ezanı Türkçeleştirelim sonra
namaza sıra gelir demişti. Arkadan dil ve Kur’an metni meseleleri çıkıp namazın
Türkçeleşmesi gecikti idi. Atatürk sağ kalsaydı ibadet reformu olacağından da
şüphe yoktur.

Aynı görüşleri araştırmacı gazeteci Can Dündar’da Atatürk
yaşasaydı başlıklı yazısında savunuyor ve Atatürk’ün kendi el yazısıyla kaleme
aldığı, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabından iktibaslar yapıyor.

"Din insanlara, hakiki mutluluğa öldükten sonra ahırette
kavuşacağı vaadinde bulunmaktadır. Oysa millet uyandığı zaman acı hakikati
görmektedir."

"Muhammed, iptida "Allah’ın resulüyüm" diyerek ortaya
çıkmamıştır. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini
neşreyledikten sonra kendisine hasıl olmuştur." "Türkler İslam dinini kabul
etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra bu din
(….) Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; Milli hislerini, milli
heyecanını uyuşturdu".

"Muhammed’in dinini kabul edenler, Allah’a kendi milli lisanında
değil Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadette bulunacaktı.
Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında,
Türk milleti birçok asırlar, ne yaptığını bilmeksizin adeta bir kelimesinin
manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara
döndüler."

Mustafa Kemal’in bu görüşlerinin teori de kalmayacağı 1932 de
ezanın Türkçeleştirilmesi ve 1933 de Bursa da halkın tepkisinden sonra iyice
ortaya çıktı. Atatürk olaya Bursa da bizzat el koyarak Ankara’ya bir şifre
yazdırdı. "Başvekil İsmet Paşa’ya “Bundan böyle dinin her safhasında Türk dili
hakim olacak-tır.”Emir bu kadardı. Yani bundan böyle sadece ezan değil, tekbir,
hutbe ve namaz da Türkçe olacaktı. Kur’an da Türkleş-tirilecek, Türkçe dualar
yazılacaktı. Fakat bunları gerçekleştirmeye ömrü yetmedi. Can Dündar’a göre bir
kaç yıl daha yaşasaydı her şey çok farklı olacaktı. 57

Bütün bunlardan çıkan sonuç; İslam’ı Türklerin milli bağlarını
gevşettiği, milli heyecanını uyuşturduğu gerekçesiyle batı ve batı
milliyetçiliği gözüyle dini zapturapt altına almak ve gerekli müdahaleleri
yapmak amacı görünüyor. Bunun en önemli enstrümanı da ibadetin her yönü ve
safhalarıyla Türkçeleştirilmesi ve Türkleştirilmesidir. Yani din reformu ve
ibadet devriminin günümüzdeki ifadesiyle Türk Müslümanlığı…

Din olarak İslam’ın etkisini kaybet-meye başladığı devrelerde,
yeni bir kutsal , yeni bir din doğmaya başlamamıştı bile . Türkün Amentüsü ve 54
Farz çıka-rılmştı. Atatürk gaybı biliyor, uzakları görüyor, yoktan varediyor ve
insanlara yeni bir şeriat vazediyordu. O artık Tanrı Türktü, T.C. Devleti ve
Hâlik, idi. Onun için de mevlit yazılmıştı.

M. Vahdet Sungur: İnsan değil canlı bir tarihti o. Şimdi ilah
oldu ve yükseldi o derken.

Behçet Kemal Çağlar: Kaybolunca onu kalbinde bulur her millet.
Tanrı ölmez, o dilerse görünür bir müddet. Tanrı gibi görünüyor her yerde.

H. Bedri Yönetken:Topraklarda, denizlerde, göklerde. Gönül tapar
kendisinden geçerde. Hangi yana göz bakarsa Atatürk diyordu.58

Kemalettin Kamu da: Ne örümcek ne yosun. Ne mucize ne efsun.
Kabe arabın olsun . Bize Çankaya yeter. diyordu.

Dini Anlayış Farkları

Türk Müslümanlığı ile ilgili Ziya Gökalp, M. Emin Yurdakul,
Yahya Kemal, Ülkücüler, Aleviler, Fethullah Hoca ve Mustafa Kemal’in
yaklaşımlarını aktarmaya çalıştık. Gördük ki, her bir anlayış bir diğerinden
farklı. Eminim ki bu her bir görüşün kendi mensupları arasında da ciddi
farklılıklar var. Kitabî kaynaktan yoksun her bir Alevilik anlayışı çok farklı
olduğu gibi. Alparslan Türkeş ile S. Ahmet Arvasi’nin de görüşleri farklı. Kenan
Evren’in Atatürkçülüğü ile Oktay Akbal’ınki de farklı. Bir anlamda Maturidiyye
ile Eş’ariyye, Hanefilik ile Şafilik, Alevilik ile Sünnilik, Nurculuk ile
Süleymancılık. Nakşıbendilik ile Kadirilik, Mersin’de ki Müslüman ile Edirne de
ki, köydeki ile kentteki, genç ile yaşlı. Aydın ile halk, kadın ile erkek zengin
ile fakir Müslümanlığının farklı olduğu söylenebilir. Bu anlamda da Türk, Kürt,
Arap, Boşnak, Acem, Endonezya Müslümanlığı tasnifi de yapılabilir. Bunlar,
sosyolojik, psikolojik, sosyal-psikolojik, kültürel, coğrafi, etnik
sınıflandırılmalardır. Fakat, bunlar belirleyici (dominant) değildir veya
belirleyiciliği sınırlıdır. Bir başka sınıflandırmada da ortak ve benzer yönleri
ortaya çıkabilir. Mesela Endonezyalı, Şafi, genç bir üniversiteli Müslüman ile,
Türkiyeli, Hanefi, genç bir üniversiteli Müslüman, gençlik, üniversitelilik
yönünden çok iyi anlaşabilirler ama onlar kendileriyle aynı mezhep, soy ve
kültürden olan babalarıyla anlaşamayabilirler. Türkiyede’ ki Şiilerden bir kısmı
ise kendilerini Atatürk’e çok yakın bulurken bir kısmı ise Humeyni’ye çok yakın
bulabilir.59 Bazı Aleviler MHP’de buluşurken, bazıları da MHP’ye
düşmanlıkta buluşabilir. İki görüş “Türk Müslümanlığı”nda buluşabilir. Zengin
bir Kahireli Müslüman ile zengin bir İstanbul’lu Müslüman da birbirne çok
benzerken, Suriyeli Nusayriler soydaşı ve komşusu olan bir Sünni’ye düşmanlık
edebilir.

Görüldüğü gibi bir fertten başlanarak aile, tarikat, ekol,
mezhep ,millet, ümmet’e kadar birbiri içinde onlarca daire var. Bunlar sonuçta
İslam ümmetinin içindedir ve onun bir unsurudur. Zira ümmet bütün unsurların
toplamından meydana gelir. Bu mütedahil daireler birbiri aleyhine kullanılamaz,
ayrılık sebebi yapılamaz, her şeyin üstünde görülemez. Millet veya Türk
Müslümanlığı içinde durum bundan farklı değildir. Millet ümmet kadar, mezhep
kadar geniş bir daire değildir.

Sosyal Bir Olgu Olarak Türk Müslümanlığı

“Türk Müslümanlığı” tanımlamasındaki "Türk" bir ırk ( kavim)
veya millet adı veya bir kültürün adı olarak anlaşılabilir. Burada ırk adı
olarak kullanılamayacağı açıktır. “Türk Müslümanlığı”ndan, Türk ırkından
olanların Müslümanlığı anlaşılmaz. Anlaşılsa da hoş bir anlam ifade etmez.
İslamiyet Musevilik gibi bir ırka mahsus bir din olmadığı gibi,bir ırkın
İslamiyet’e katacağı bir şeyde olmaz.

Milleti çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan aralarında
dil, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu olarak ele
alırsak, “Türk Milletinin Müslümanlığı” anlamındaki “Türk Müslümanlığı” bir mana
ifade eder. İslam’ın esasatına aykırı olmayan Türk gelenek ve görenekleri dinin
kabul ettiği hatta hukuki bir değer izafe ettiği bir kaynak sayılabilir.

Fakat Türk Müslümanlığı derken, "Türk" ten daha fazla Türk
kültürünün kastedildiği anlaşılıyor ki bunun içinde de başta din olmak üzere,
örf adet ve gelenek de doğal olarak var. fakat bir milletin kültürünün tarihin
derinliklerinden günümüze kadar aynı kaldığı söylenemez. Türk kültürü bu açıdan
3 ana döneme ayrılabilir;

1- İslam öncesi Şamanistik Türk kültürü 2- İslam Türk kültürü 3-
Cumhuriyet dönemi, batı etkisindeki Türk İslam kültürü.

Fethullah Hoca Türk Müslümalığın’dan 2. dönemi; İslam’ın esas
teşkil ettiği, İslam-Türk Müslümanlığını anlarken, Ülkücülerde 1.ve 2.dönemin
sentezini yapmak istiyorlar. Derin devletin toplum mühendisleri ise İslam’ın
olmadığı 1.dönem ile İslam’ın etkisizleştirildiğin 3.dönemin sentezini
yapıyorlar. Fakat 3.dönemdeki batı kültürünü esas ittihaz ediyorlar.

Burada ki Türk ve İslam’dan İslam, Araplardan bize geçtiği için
gayri milli sayılıp bazılarını tedirgin ederken, batı kültürünün gayri milliliği
hesaba katılmı-yor. Keza İslam öncesi Türk kültürünün ve Şaman dininin milli
kabul edilmesi de tartışmalı bir konudur. Şamanizm’in yüzde yüz Türk’e ait,
katıksız bir Türk dini ve kültürü olduğu tespit edilebilir mi? Eğer Şamanizm
İsmail Hami Danişmend’in dediği gibi Hz. İbrahime dayanıyorsa, Hz. İbrahim
Yahudi ve Arapların ortak atası olduğuna göre, nasıl milli bir din sayılabilir?
Türkler bin yıldır Müslümanlığı benimsemişler, Şamanizm kaç yıl Türk dini oldu?
Şamanizm’in başka milletlerden geçmediği veya başka kültürlerden etkilenmediği
söylenebilir mi? Milli din olur mu? Olmalı mıdır? Dünyanın neresinde başka
millet ve kültürlerden etkilenmemiş saf ve katıksız bir kültür var? Böyle bir
kültür var sayılsa bile ileri ve gelişmiş bir kültür sayılabilir mi?

İslamlık öncesi Türklerin eski Hint, Çin, Fars, Mezopotamya,
Roma, Mısır, İnka, Aztek gibi önemli ve kayda değer bir kültür ve medeniyet
ortaya koyduklarına dair bir bulgu olmadığı, ancak İslam’dan sonra Selçuklu ve
Osmanlı gibi çok önemli bir kültürel ve siyasal organizasyona sahip oldukları su
götürmez bir gerçektir. Yine, bugünkü kültürümüzden İslamiyet ve tezahürlerini
çıkarırsak elimizde, mimari, edebiyat, musiki adına pek bir şey kalmayacağı
ortadadır. Hal böyle iken İslam öncesinden ne bulabiliriz? Bulduğumuzdan ne
alabiliriz? Aldığımız bize ne sağlar?

Aynı şekilde Batı medeniyetinin müspet ilim ve tekniği
(güzellikleri) dışında nesine muhtacız?60 Şu anda yaptığımız,
Avrupa’-nın elde edilmesi zor olan güzellikleri yerine, nefsin aşağılık
isteklerine uygun günahlarını almak değil midir? 61 Biz iki tür
Avrupa dan müspet olanın da kendimizi bulmuyor muyuz? Bediüzzaman "Avrupa
ikidir. Birisi, İsevilik dini hakikisinden aldığı feyiz ile hayat-ı içtimaiye-i
beşeriye ye Şafi sanatları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip
eden Avrupa dan" söz etmiyor mu? 62 Avrupa ve Amerika dan getirilen
sanat aslında İslamiyet’in malı değil mi? 63 Avrupa da İslamiyet’e
ihtiyacını anlamadı mı?64 Avrupa İslamiyet’e hamile değil mi? 65

İnanç ve Adet Münasebeti

Toplumların sahip oldukları yüksek değerlerin hayata yansıması
demek olan inançlar ve adetler, birbirini tamamlayan bir bütünün iki eşit
parçaları gibidirler. Her ikisinin de ortak noktası ise, devamlı yâdedilmesi ve
tekrarlanmasıdır. Farklı yanları ise, "adet", en uygun hareket tarzının seçilmiş
olması halidir veya "tabiat-ı selime yanında makbul olan tekrarlanmış işlerin
gönüllere yerleşmesi halidir." İnanç, daha çok düşünce planında olup, uygulama
olarak hayata pek yansımayan, ama hayatın öyle işlemesini düzenleyen muharrik
bir güç olarak geri planda duran bir özellik gösterir. Yani inanç bir duygu ve
düşünce hareketi halinde, insanın iç dünyasına hakimdir. Adet ise, pratikte
hemen kendini gösterir. onun sahası yaşayan hayatın kendisidir. Hayata yansıyan
inanç, tekrarlanıp durdukça, adet halini alır. Tabi ki bu, kaynağı unutulmuş bir
inanç ögesi ile ilgilidir. Ama inanç ögesi kaynağı ilahi dinler veya felsefi
düşünceler ise ve bu biliniyorsa bunun hayata yansımasına adet diyemeyiz,
bilakis o şuurlu bir harekettir.66

İslam ve Halk İnançları

İslam dan önce, cahiliye deki halk inançları ile İslam’ın
münasebetleri konumuzu izah bakımından büyük öneme haizdir. Böylelikle Türklerin
Müslüman olurken aynı zaman da Araplaşıp Araplaşmadıkları da anlaşılabilecektir.
Bunlar sosyal hayatla ilgili, dini hayatla ilgili ve sağlıkla ilgili halk
inançları olarak üçe ayrılır. Hz. Peygamber halk inançlarının bir kısmını ilga,
bir kısmını ıslah, bir kısmını da ibka etmiştir.

Hz. Peygamberin ilga ettiği (kaldırdığı) halk inançları

1- Uğursuz sayma (Teşeüm) 2- Kâhin ve Araflara başvurarak gayp
hakkında bilgi edinme 3- Tevhit fikrini zedeleyen her şey 4- Fal okları (Ezlam)
5- Büyü ve sihir 6- Her türlü şirk düşüncesi 7- Melekler, cin ve şeytan
hakkındaki yanlış inançlar 8- Delir (Arap kaderciliği) inancı 9- Putçuluğun her
şekli 10- Temaim adlı muskalar 11- Sosyal hayatta halkın köleler hürler ve
mevali (azat edilmiş köleler ) olarak sınıflara ayrılması.

Hz. Peygamberin ıslah ettiği Halk inançları

1- Tanrı inançlarında ki yanlış anlayışlar giderilip Tevhit
anlayışı ikame edilmiştir. 2- Ahıret bas ve neşr inançları doğru şekliyle tekrar
ortaya konmuştur. 3- Mekke ve Kabe konusundaki aşırılık giderilmiştir. 4-
Asabiyet düşüncesindeki aşırılık giderilip yakınlara sevgi ve ilgi konulmuştur.

2- 5- Rukye (dualar okuyarak tedavi etme) inancı ıslah
edilmiştir. 6- Hacamat uygulaması ıslah edilmiştir. 7- Yarayı dağlama en son
çare olarak kabul edilmiştir.

Hz. Peygamberin ibka ettiği (aynen bıraktığı) halk inançları

Tevhide zarar vermemek, şirki ihsas etmemek şartıyla bir çok
inanç ibka edilmiştir.

1- Ateşli hastaları su ile serinletme 2- çörek otu ile tedavi 3-
Tiryak, bal şerbeti ile rahatlama 4- Zemzem ve Hacerü’l – esved hakkındaki
(aşırı abartmaları ıslah ederek) ibka.

Hicaz bölgesi halk inançlarında ve kültüründe eski Mısır’ın ve
kuzeyde Mezopotamya’da kurulmuş olan Sümerler, Asurlar ve Babiller’in izlerine
rastlanmaktadır. Böylelikle, Anadolu da ki halk kültürüyle benzerlikler
görülmektedir. 67

İslam Kültürünün Oluşmasında Hicaz Bölgesi Halk İnançları

Yukarıda açıklamalarımızda da görüldüğü gibi Hicaz halk
bölgesinde ki halk inançları, Tevhit inancı ekseni etrafında yeniden
düzenlenmiştir. Ancak şunu kabul etmeliyiz ki Hz. Peygamber’in vefatından sonra,
geçmişte sahip olunan ve Tevhit inancına ters düştüğü için ilga edilmiş olan bir
takım halk inançlarının tekrar ihya edilmiş olduğunu görüyoruz. Bunların bir
kısmı aynen eski inançların ihyası şeklinde tezahür ederken, bir kısmı da İslami
bir görüntü sergileyerek tekrar yaşatılmaya çalışılmıştır.

Fetihler’le kısa zamanda, çok geniş bir coğrafyaya yayılan
İslam, bu kültürlerle etkileşime girerek bazı değişimlere uğramıştır. Bunların
bir kısmı İslam’ın cevaz verdiği folklorik unsurlar iken, bazen cevaz vermediği
anlayışlarda, İslam kültüründe zaman zaman yer almıştır. İslam Medeniyetinde,
inanç esasları dışında maddi medeniyet ve kültür unsurların eski
medeniyetlerdeki izine rastlamak mümkündür. Zaten, kendi içinde kapalı bir
medeniyet doğup geliştiği görül-memiştir.

İslam kültürünün temelini teşkil eden "İslamî ilimler", Ehl-i
Sünnet" gibi bazı kavramlar hicri III asırda artık birer disip-lin haline
gelmiştir. Fakat bunun yanında iptal ve ilga edilmiş olan bazı cahiliye adet ve
inançlarında yer yer ihya olmuş hatta hatta bazı eserlere dahi yansımıştır.
Bunlara birkaç örnek verirsek:

Asabiyet düşüncesi; Efendimizin vefatından sonra, Hilafetin
kimden olacağı ve kimin hangi kabilenin üstünlüğü tartışılmıştır. Bu konudaki
ehliyet ve liyakat anlayışına karşı soy üstünlüğü gündeme getirilmiştir.68
Daha sonrada Emeviler asabiyeti devlet politikası haline getirerek, Araplar için
de Kureyşliliği, Arap olmayanlara karşıda Araplığı üstünlük sebebi saymışlardır.
Fakat, Abbasi Selçuklu ve Osmanlılarda böyle bir asabiyet pek görülmemiştir.69

Uğursuz sayma ve uğurlu kabul etme; Efendimiz ilga ettiği halde,
baykuş ve karga ötüşü, köpek uluması, yolda önünden yılan, kara kedi domuz gibi
hayvanların geçmesi gibi şeyler uğursuz sayılmaya (teşeüm) devam etmiştir.
uğurlu sayma (tefeül) ise yer yer fal bakmaya dönülmüştür.

İlga edildiği halde, nazardan korunmak, için mavi boncuk, at
nalı, tavşan ayağı gibi nazarlıklar ortaya çıkmış, sihir ve tılsımlar ile ilgili
muska ve temaimler görülmüştür.

Bütün bunların sebebi olarak şuur altına yerleşmiş eski
inançların uyanmasındaki kolaylık, Kur’an ve Sünneti bilmeme, doğru bilgi,
sağlam irade ve salih amel esaslarındaki zayıflık ve eksiklik gösterebilir.

Bir taraftan fetihler sonucu yeni kültürlerden etkilenme bir
taraftan da cahiliyye düşüncesinin tekrar ve yer yer ihyası Bid’at kavramını
gündeme getirmiş. Alim ve Salihler bunlarla mücadele etmiş ve Hicri II. asır
"Bid’atlar doktrini" halinde ortaya çıkmıştır. 70

Türk-İslam Kültüründe Halk İnançları

Türk İslam Kültüründen, Türklerin İslamiyet’i kabul ettikten
sonra ne derece etkilendikleri, İslam kültürü içinde eski inanç unsurlarını
nasıl korudukları veya İslamlaştırdıklarını, İslam’ı yorumlayış biçimlerinden
anlıyoruz.

Türkler, gerek ırk olarak gerekse yaşayış biçimi olarak
Araplardan çok farklıydılar. Cömertlik, kahramanlık, civan mertlik gibi güzel
hasletlerde benzerlik olsa da ayrılan ciddi yönleri bulunmaktadır.

Türkleri de Araplar, Acemler ve diğer Müslüman milletler gibi
İslam’ı kabul etmiş olmalarına rağmen, kopamadıkları bir takım gelenek ve
inançları da İslam’a taşımışlardır.

Selçuklu hükümdarları takip ettikleri İslami siyaset bakımından
Sünniliği savunmalarına, medreselerin yetiştirdiği kimselerinde bu konuda
kendilerine büyük ölçüde yardımcı olmalarına rağmen Müslümanlığı kabul etmiş
olan göçebe Türkmenler gerçekte eski milli geleneklerinin etkisi altında idiler.
Onlar fakihlerin kendilerine çok karışık ve sıkıntılı gelen vaazlarından çok,
kendi "Kam" ve "Ozan" larının telkinlerine tabi idiler. Bu anlayış sonrası bir
çok eski Türk inancı ya aynen Müslüman Türkler arasında yaşanır hale geldi veya
İslami bir kılıfa büründü. Mesela Türkmenler arasında görülen "baba" "ata"
lakaplı Sofiler eski "Kam"lardan kalma bir kutsallık havası içinde faaliyet
göstermekte idiler. XI yy da yazılan "Kutatgu Bilig" ile Dede Korkut
hika-yelerinde eski Türk töresi ile İslam’ın nasıl uzlaştırılmaya çalışıldığını,
Türk kültürünün İslami bir örtüye büründüğü görülmektedir. Bunun bariz bir
ifadesi olarak şu satırları okuyabiliriz.

"Bunlardan sonra, efsuncular gelir; cin ve perilerden gelen
hastalıkları bunlar tedavi eder.

Bunlar ile de görüşmek, tanışmak gerektir. Cin ve peri
çarpmasından gelen hastalıkları okutmak lazımdır.

Eğer sana faydasının dokunmasını istersen, ey mert yiğit onlara
karşı da iyi muamele et.

Gün ve ayların kutlusu olduğu gibi kutsuzu da vardır; bunları
sor ve kutlu olanını seç; ey temiz kalpli insan."

Görüldüğü gibi bu beyitlerde İslam’ın yasakladığı büyü, efsun
kabul ediliyor; büyücü ve efsuncularla tanışmanın zorunlu olduğu vurgulanıyor.
Uğur ve uğursuzluk inancı da kabul edilerek gün ve ayların hangisinin
kutlu-uğurlu olduğunun araştırılması gerektiği anlatılıyor.71

Türk kültürünün İslami görüntü altında devamı ile ilgili olarak
şu örnek ilginçtir:

Manas destanında geçtiğine göre, "Manas’ın karısı, oğlu
Simetey’e sefere hazırlandığı sırada babasının rununa kurban keserek, kurban
etinin kazanda kaynama şekline bakıp, seferin başarılı olup olmayacağını tavsiye
ediyor. "Akşam namazını kıl, ak boz kısrağını kurban kes, kestiğin yerde pişir.
Kaynayan kazanda köpük peyda olursa babanın dirildiğini (razı olup sevindiği)
demektir. Kazanda kara kan görünürse babanın ölmesi (razı olmaması) demektir. Bu
hali gördükten sonra vay babacığım diye çağır ve eve doğru gel". Daha sonra
Anadolu’da görülecek bir çok Dini- Siyasi olaylarda bugünkü Anadolu Alevilerinin
dini anlayışlarında bunları doğrulayacak bir çok unsurları, görmek mümkündür.72

Kırgız- Kazak baksılarının dua ve afsunlarının Davut, Nuh ve
başka peygamber ve meşayih adları çıkarılırsa, Altay kamlarının afsun ve
ilahilerinden farksız olur. Bu baksılar, "peygamber" diye bir çok şüpheli adlar
(mesela Mayınsık peygamber, Anadyar peygamber, Avşadyar peygamber) zikrettikleri
gibi, veliler arasına Cengiz Han’ı, Öküz, Kaçkar (koç) Sarı kızları da sokarlar.

İslam öncesi Türk inancında "Atalar kültürü" önemli bir yer
tutar. Diğer bütün kavimlerde de görülen, geçmişin iyi olduğu ve taklit edilmesi
gerektiği inancı Türk Atalar Kültürü de tamamen dini bir yapıya kavuşmuştur.
Atalar kültürü, geçmiş nesilleri (ataları) tazim etmek, onlar için kurban
kesmek, hayır ve şerrin sebebi olarak onları görmek ve onlardan yardım dilemek
gibi yönleriyle inanç ve yaşantıda kendini gösterir (Bu inançlar müşrik
Araplarda da oldukça yaygındır.) Bu inançların İslami dönemde yatır ve türbelere
yönelik olarak inanılmaya ve uygulamaya devam ettiğini görmekteyiz.

Eski Türk kültüründe yarı tanrısal bir özelliğe sahip, hatta
insandan daha ziyade tanrı olmaya yakın Hakanlar Osmanlı zamanında hakanların
umumiyetle Zill Allah fil Alem (Allah’ın dünyadaki gölgesi) unvanına
dönüşmüştür.73

Eski Türklerde ve cahiliyye Arap-larında ortak inançlar; sihir
ve büyüsel güçlere inanmak, at nalı, iğde ağacı dalı,vs takmak, tenha ıssız
yerlerden geçerken "Tu destur…" demek, uğurlu yerler, uğurlu taşlar edinmek,
oralara karşı saygı duymak, köpek ulumasını, baykuş ötmesini kötüye yorumlamak,
fal baktırmak, geleceği araştırmak gibi daha pek çok inanç sayılabilir.
Hıdırellez, nevruz inançları, iye kavramı, yersular, kara iyeler, ersular, al
bastı inancı gibi inançlarda yaşatılmaktadır.74

Bu veriler açısından bakıldığında “Türk Müslümanlığı”; İslamdan
önceki Türk inançları ile, İslam dan sonraki başka kültürlerden geçen fakat
ortak yönleri İslam’la bağdaşmayan inançların İslami bir renk ve görüntüye
bürünmesi sebebiyle İslamî sayılmasıdır.

İlginç bir nokta da Şamanizm’in Hz. İbrahim’e dayandığı tezinde
ortaya çıkarıyor. Şamanizm Hz. İbrahim’e dayanır mı bilinmez ama müşrik
Arapların dininin İbrahim peygamberin dininin tahrif ve tağyir edilmiş şekli
olduğundan şüphe yoktur. Zira onun oğlu İsmail ile birlikte inşa ettiği Kabe ve
çevresini zemzemi kutsal biliyor Hac ve Umre yapıyorlardı. Şamanizmin’de bir
ihtimal Hz. İbrahime dayanması kabul edilse bile tağyir ve tahrif edişmiş batıl
bir din olduğundan kuşku duyulmaz.

İslam öncesi dönem dikkate alındığında Türkler kadar çok din
değiştiren bir kavme rastlamak zordur. Din değiştirmeseler bile İslam sonrası
dönemde, devlet, dil, kültür değiştirme özelliği hala devam etmiştir. Türklerin
çok devletçi bir kavim oldukları bu nedenle yirmiyi aşkın devlet kurdukları
konusu da onların bu özelliği ile yakından ilgilidir.75

28 Şubat Süreci ve Türk Müslümanlığı

1997 de kurulan Refah partisi ile Doğru Yol partisi koalisyonu
başta kartelci medya, iş dünyası (TÜSİAD, Sendikalar), Askeri kanat ve çeşitli
sivil toplum örgütlerince büyük tepkilerle karşıl andı. İki binli yıllara
girerken, demokrasi, insan hak ve hürriyetlerinin ve globolizmin gündeme
ağırlığını koyduğu bir dünya konjonktöründe, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk
beş vakit namaz kılan başbakanı ve çoğunluğu oluşturan dindar bakanların
iktidarında dini hayatımız ile ilgili çok ağır kararlar hükümete dayatılıyordu.
Ülkeyi 1930 ların tek parti diktatöryasına götürecek kararlar işte bu hükümet
tarafından uygulanacaktı. Elinden bir şey gelmeyen hükümet istifa da etmiyor
çaresizlik içinde olanları seyrediyor kendine verilen bu ağır
görevleri-istemeye-rek te olsa-ifa ediyordu.

Bu durum fazla uzun sürmedi, derin devlet bu işi istemeyerek
değil, canı gönülden isteyerek yapacak Ana-Sol- D hükümetini kurdurmuştu bile.
Bu hükümetin başbakanı Mesut Yılmaz iyi bir yer ve zamanlamayla, Hacı Bektaş’ı
anma törenlerinde (Alevi-Bektaşi vatandaş-larımıza hitaben) "Dinimizin ithal
Arap ve Acem karışımı gerici zihniyetlerin etkisinden kurtulması gerekir"
deyiverdi.

Sabah Gazetesi 31.8.1998 tarihli nüshasında "Türk Müslümanlığı"
manşetini atarak, Hava Kuvvetleri Komutanı İlhan Kılıç’ın Başbakan Yılmaz’dan
esinlenerek "Türk Müslümanlığı" kavramını geliştirdiğini yazdı. Habere göre
Orgeneral Kılıç;"Türk Müslümanlığı sayın başbakanın ifadelerinin parelelin de
yeni bir kavram" "Güzel dinimizin çağdaş Türk Müslümanlığı rengini karartmak
isteyenlere önem ve fırsat vermeyin" dedi. İbadetin dili başlığı altında da
Kılıç’ın "Türk Müslümanlığı" kavramının ardından, Türkçe ibadet konusunun
yeniden gündeme gelmesi bekleniyor. Kılıç bir süre önce hava şehitlerini anma
töreninde Türkçe Kur’an okutarak bir ilke imzasını atmış, "Arapçasını
anlayamıyoruz, Türkçesi okundu ne kadar güzel oldu" demişti.

Tabloyu özetlersek; 28 Şubat Dönemin bi başbakanı Bektaşi-Alevi
vatandaşlara hitaben; din, ithal Arap ve Acem karışımı gerici zihniyetlerden
kurtulmalıdır diyor. Bu bir kuvvet komutanına ilham veriyor ve “Türk
Müslümanlığı” Türkçe ibadet gündeme alınıyordu. Böylelikle çok önemli bir dini
ve sosyolojik kavram, ilahiyat konusunda değil uzman olmak, eğitim bile almamış
kişilerce emir komuta zincirine uygun olarak kültürel ve sosyal hayatımızda
yerini almış oluyor.

Hemen tepkiler gelmeye başlıyor Sabah’tan Güngör Mengi "Aslında
bu kavram bir önerme değil laik Cumhuriyetin din ve vicdanlara özgürlük tanıyan
politikalarına yeni bir isim olabilir" diyerek bin yıldır aslına uygun olarak
insanımızca yapılanmakta olan ibadetin devlet politikası halinde bir başka dilde
yapılması durumunu din ve vicdan özgürlüğü kabul ediyor.

Cumhuriyet’ten, Ahmet Taner Kışlalı (23.9.1998’de) köşesinde
"Göçebe Türklerde Şamanizm vardı, kadında kutsal bir güç olduğuna inanılıyordu.
Din görevlisi demek olan Şamanlar genellikle kadındı, Şaman erkek olduğunda da
dinsel törenlerde kadın giysileri giyiyordu" diyerek kadın giysileri giymiş din
adamına duyduğu özlem ile bize yeni ufuklar açıyordu. Yine "Arapça ezan beni
etkilemiyor. Ama çocukluğumun Türkçe ezanını unutamıyorum, Arapça dualar beni
pek etkilemiyor…… Ama Türkçe Mevlid’den duygulanıyorum" diyerek ne kadar da
dindar olduğunu anlamış oluyorduk. " Bir Yasin suresinin Arapçasını dinleyin
………Bir de Atatürk’ün yaptırdığı Türkçesini" . Bir tarafta Allah lafzı olan
Yasin diğer tarafta Atatürk’ün yaptırdığı Türkçesi ve güzel olan ikincisi.

Bu sırada başka bir destekte MHP’den geliyor. MHP Genel Sekreter
yardımcısı Nazif Okumuş. "Biz bu görüşü Türk- İslam ülküsü adı altında yıllardır
savunuyoruz. İslam’ın Arap adet ve kültüründen uzak olarak, rafine ederek,
ibadet olarak kabul edip yaşanmasını istiyoruz" der.

Bir başka ülkücü "Türklük kanımız, İslam canımız" ve "İslam’a
göre Milliyetçilik" kitaplarını yazarı, eski müftü, sosyolog Doç.Zekariya
Beyaz’da Haşim Akman’a verdiği röportajda Türk-İslam terkibi ve Türk-İslam
sentezinin, Türk Müslümanlığı olduğunu savunuyor. Beyaz’a göre Türk Müslümanlığı
kavramı ırkçılık değil, Müslümanlık kisvesi altında yapılan Arap ırkçılığına
karşı bir meşru müdafaadır. Osmanlı da bilinçsiz şekilde Müslümanlıkla Araplığı
ayıramamışız" "Komutanların bunu farketmesi gelişmedir." "Türk Müslümanlığı,
Türk milletinin güzel gelenekleri ve zengin kültürünün İslam ile kaynaşmasından
oluşmaktadır".

Akman soruyor: Türk Müslümanlığı telaffuz edildiği günden beri
devletin Aleviliğe yaklaşımı değişti, Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Hacı Bektaş
şenliklerine katıldı.

Burada bir taraftan Alevi kardeşlerimize, “sizi ihmal ettim uzak
kaldım kardeşlerim” diyor, takviye ediyor, "Ayağa kalkın, görev başına" diyor.
Öbür tarafa, radikallere diyor ki, “dini alet etmeyin, bakın burada bunlar var”
diyor; kontra yapıyor.

FP Grup Başkan Vekili Salih Kapusuz "Müslümanlık ırk kabul eder,
ama ırkçılığı reddeder. Tek bir İslam vardır o da Allah’ın peygamberimiz
aracılığıyla bütün insanlığa gönderdiği İslam’dır. Suriyelinin, Mısırlının ve
İranlının Müslümanlığı diye bir şey olamaz. Böyle bir ayırım tarihin hiçbir
döneminde olmamıştır. Yeni icat ediliyor." dedi.

FP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül ise "Müslümanlığın ırk,
cinsiyeti olmaz. Ama her ülkenin bazı gelenekleri üslubu olmuştur. Müslümanlığın
müsaade ettiği çerçevede ona ters düşmeyecek şekilde bu gelenek ve üslup dine
yansıyabilir." dedi.

Ahmet Turan Alkan Türk Yurdu dergisinin Mart-Mayıs 99 sayısında
"Galiba bütün problem, "milli ve milliyetçilik" konularına son yüzyılda
kazandırdığımız kutsallıktan doğuyor…. Gayrı milli bizim için dünyanın sonu
demek, "milli" ise başta din olmak üzere, kültürümüz, geleneklerimiz bizi
başkalarından farklı ve aziz kılan her şey…… Bu yaklaşım muhteviyatındaki
kutsallaştıran faktörlerden ötürü milli ve milliyetçilik kavramlarının "anlama"
ve "tenkitin" dışına bir mevkiye bir inanç mevziine yerleştiriyor". dedi.

Bu sırada tarihçi Cemal Kutay 400 sayfalık bir kitap yayınlıyor
adı: Atatürk’ün beraberinde götürdüğü hasret; Türkçe ibadet. Ana dilimizle
kulluk hakkı.

İslama Göre Türk Müslümanlığı

Türk Müslümanlığı’na taraftar olan her bir kişinin ve görüşün
saik ve değerlendirmesi farklı olmakla birlikte, ortak yönleri olarak bu
kavramın Türklüğe uygun olduğu ve Türklükçe benimsenebileceği yönündedir. Hatta
bazılarına göre ancak Türk Müslümanlığı makul ve meşrudur, bunun dışındakiler
gayri meşrudur. Fakat İslam’ın bu konuda ki hükmü nedir? İslam “Türk
Müslümanlığı”nı veya başka bir Müslümanlığı tecviz ediyor mu? Bunun için önce
bid’at kavramını gözden geçirelim. Bidat’ın sözlük manasını benzeri bulunmayan,
evvelce görülmemiş bir şey icat etmek ve ortaya koymaktır. Istılahta ise iman ve
ibadet hayatına katma-artırma veya eksiltme teşkil eden ve dince makbul olmayan
iş ve davranışlardır.76 Bu durumda Türklük ve Müslümanlığı birlikte
ele almak veya İslamı Türklüğün icabatına göre değerlendirmekte bir çeşit
bid’attır.

“Türk Müslümanlığı” taraftarlarından bir kısmı geçmişte ve halen
yaşanmakta olan (sosyal olgu) İslam’ı isimlendirmek ve övmek için bu terime
sarılırken, çoğunluğu teşkil edenler ise, yaşanan İslam’ı, Arap ve Acem
etkisinde gerici ve gayri milli bir zihniyet olarak değerlendirip
Türkleş-tirmenin yollarını ayırıyorlar. (Toplum-sal proje) ikincisinin şiddetli
bir bid’a olduğu açıktır. Birincisi ise, mevcut İslami hayatın gayri islami
yönleri de din adına kabul edildiğinde şüphesiz ki bid’at’tır.

Bid’atın hükmü; "Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselem ferman
etmiş "El yevme ekmeltüm leküm diniküm" yani "Küllü Bid’atün dalaletün ve küllü
dalaletün finnar", sırrı ile karait-i şeriat-ı garra ve desatir-i sünnet-i
seniyye tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni icatlarla o düsturları
beğenmemek veyahut haşa vekellâ-nakıs görmek hissini veren bid’atları icat etmek
dalalettir, ateştir".

Bid’at’la ilgili bu genel hükümden sonra millet ve milliyetle
ilgili iki tür bid’ati ele alalım.

Tahribatçı ehl-i bid’a iki kısımdır.

Bir kısmı – güyâ din hesabına, İslamiyet’e sadakat namına – güya
dini milliyetle takviye etmek için, "Zaafa düşmüş din şecere-i nuraniyesini,
milliyet toprağında dikmek, kuvvetleştirmek isti yoruz" diye, dine taraftar
vaziyeti gösteriyorlar.

İkinci kısım; millet namına, milliyet hesabına, unsuriyete
kuvvet vermek fikrine binaen, "Milleti, İslamiyet’le aşılamak istiyoruz" diye,
bid’aları icad ediyorlar.

Birinci kısma deriz ki: Ey "sadık ahmak" ıtlakına masadak biçare
ulemaü-s-su veya meczup,akılsız, cahil sofiler! Hakikat-i kainat içinde kökü
yerleşmiş ve hakaik-ı kainata kökler salmış olan şecere-i Tüba-i İslamiyet,
mevhum, muvakkat, cüz-i, hususi, menfi, belki esassız, garazkar, zulümkâr,
zulmani unsuriyet toprağına dikilmez. Onu oraya dikmeye çalışmak, ahmakane ve
tahripkarane, bid’akarane bir teşebbüstür.

İkinci kısım milliyetçilere deriz ki: Ey sarhoş hamiyetfüruşlar!
Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil.
Bolşevizm, Sosyalizm meseleleri istila ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor;
unsuriyet asrı geçiyor. Ebedi ve daimi olan İslamiyet milliyeti, muvakkat,
dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslam
milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka
edemez. Evet, muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor,
fakat pek muvakkat ve akıbeti hatarlıdır. 77

Görüldüğü gibi değil millet ve milliyet hesabına, din hesabına
ve ona sadakat namına dahi olsa bu tür aşılamalar (sentez-ler ) hakikatsizdir.
Hem İslam ümmetine, hem de Türk milletine zararlıdır. Elde geçici bir zevk ve
geçici bir kuvvet görünür, fakat sonucu ziyandır.

“Türk Müslümanlığı”nın perde arkasında, dindar insanları
rahatsız etmekten başlayan, dinde reforma kadar gidecek vüs’atte gizli,
tahripkar bir plan yatıyor. Fakat şimdilerde bunun en önemli enstürumanı "Türkçe
ibadet" tir. Türkçe ibadet içinde, önce Türkçe Kur’an gerekiyor. Kur’an’ın asli
lafzı dışındaki bir tercümesi Kur’an yerine geçer mi? Bunun için Kur’an nedir
önce ona bakalım.

"Kur’an insanlara hem bir kitab-ı şeriat, hem bir dua, hem bir
kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir
kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir… mukaddes bir kütüphane hükmünde bir
kitab-ı semavidir."

Kur’an’ın Semaviliği, zikir ve ubudiyet kitabı olması asli
lafzını mecbur kıldığı gibi, kitab-ı şeriat, kitab-ı emir ve davet olması da
derin devletin kabul etmediği bir husustur.

Türkçe ibadet ile ne yapılmak isteniyor? Ku’an’ın hakiki bir
tercümesi yapılabilir mi?

"İşittim ki en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur’ana karşı
su-i kastını, tercümesiyle yapmaya başlamışl. Ve demiş ki: "Ku’an tercüme
edilsin, ta ne mal olduğu bilinsin diye, dehşetli bir plan çevirmiş.

Fakat Risale-i Nur’un cerh edilmez hüccetleri kati ispat etmiş
ki, Ku’an’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez. Ve her
bir harfi on adetten bine kadar sevap veren kelimat-ı Kur’aniyenin mu’cizane ve
cemiyetli tabirlerinin yerini beşerin adi ve cüz-i tercümeleri tutamaz, onun
yerine camilerde okunmaz, diye Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli
planı akim bıraktı." 78

Tükçe ezan, namaz ve Ku’an’ın ne gibi zararları olur?

"Elfaz-ı Kur’aniye ve tesbihat-ı Nebeviyenin lafızları, camid
libas değil, cesedin hayattar ciddi gibidir. Libas değiştirilir, fakat cild
değişse, vücuda zararlıdır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfaz-ı mübarekeler,
mana-i örflerine (bilinen alışılan mana) alem ve nam olmuş-lardır. Alem ve isim
ise, değiştirilmez.

Ezan gibi ve namazın tesbihatı gibi ve her vakit tekrar edilen
Fatiha ve Sure-i İhlas gibi hakaikleri, başka lisan ile ifade etmek çok
zararlıdır. Çünkü, menba-ı daimi olan elfaz-ı İlahiye ve Nebeviye kaybolduktan
sonra, o daimi letaifin hisseleri de kaybolur.

Hem her harfin laakal ( en az ) on sevabı zayi olması; ve
huzur-u daimi, bütün namazlarda herkes için devam etmediğinden, gaflet içinde,
tercüme vasıtasıyla insanların tahribatı, ruha zulmet vermesi gibi zararlar
olur." 79

Kur’an lafızları cesedin cildi gibidir, elbise değiştirilebilir
ama cilt (deri) değiştirilemez, değişse zararlıdır. Türkçe ibadet halinde daimi
bir kaynak olan İlahi Nedevi lafızlar kaybolur sonra o daimi duygular ve
hisselerde kaybolur.

"İ’lem eyyühel-aziz! Ku’an’ın i’cazı, tahrifine bir seddir.
Evet, madem Kur’an mucizedir, beşer onun taklidini yapamaz. Ayetleri başka
kelamlar ile tebdil edilmekle, tahrif ve tağyiri mümkün değildir. Çünkü,
müfessir, müellif, mütercim, muharref üslupların kisvelerini ayatın kisvesiyle
iltibas ettiremezler. Ayetlerde i’caz damgası vardır. O damganın altında olmayan
kelamlar, ayet addedilemez. Öyle ise, i’caz, tahrif ve ta1ğyiri kabul edilemez."

Ku’an’ın Kelimelerini Değiştirmek Şer’an Mümkün müdür?

"Evet nasıl İmam-ı Azam d emiş: "La ilahe illallah, tevhide alem
ve isimdir". Biz de deriz:

Kelimat-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve namazda
olanların ekseriyet-i mutlakası,alem ve isim hükmüne geçmişler. Alem gibi,
mana-i lügavisinden ziyade, manay-ı örf-i şer’i-sine bakılır. Öyle ise,
değişmeleri şer’an mümkün değildir. Her mü’minin bilmesi lazım olan mücmel
manaları, yani, muhtasar bir meali ise, en ami bir adam dahi çabuk öğrenir.
Bütün ömrünü İslamiyet’le geçiren ve kafasını binler malayaniyetle dolduran
adamlar, bir iki haftada hayat-ı ebediyesinin anahtarı olan şu kelimat-ı
mübarekenin meal-i icmalisini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler, nasıl
Müslüman olurlar, nasıl akıllı adam denilirler?

Ve öyle heriflerin tenbellikleri hatırı için o nur menbalarının
mahfazalarını bozmak kar-ı akıl değildir.

Hem, Sübhanallah diyen, hangi millet olursa olsun Cenab-ı Hakkı
takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar kafi gelmez mi? Eğer manasına kendi
lisanıyla müteveccih olsa, akıl noktasında bir defa taallüm eder. Halbuki günde
yüz defa tekrar eder. O yüz defa, aklın,hisse-i taallümünden başka, lafızdan ve
lafza sirayet eden ve imtizac eden meal-i icmali, çok nurlara ve feyizlere
medardır. Bahusus, tekellüm-ü ilahi haysi yetiyle aldığı kudsiyet o kudsiyetten
gelen feyizler. Ve nurlar, çok ehemmiyetlidir.

Elhasıl: Zaruriyat-ı diniye mahfazaları olan elfaz-ı kudsiye-i
ilahiyenin yerine hiçbir şey ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini
göremez.

Amma, nazariyat-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise,
değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünkü, nasihat ile sair tedris ve talim olan ve
vaaz ile o ihtiyaç mündefi olur. (o ihtiyaç görülür.) 80

Bize kalırsa bir cisimde, Nasıl ki bir cisim neşv ü nema için,
tevessü meyli bulunur. O meyl-i tevessü ise- çünkü dahildendir – vücud ve cisim
için bir tekemmüldür. Fakat, eğer hariçte tevsi için bir meyil ise, o vücudun
cildini yırtmaktır, tahrip etmektir; tevsi değildir. Öyle de, İslamiyet’in
dairesine selef-i salihin gibi takvay-ı kamile kapısıyla ve zaruriyat-ı
diniyenin imtisali tarikıyla dahil olanlarda meylü’t tevessül ve irade-i içtihad
bulunsa; o kemaldir ve tekemmüldür. Yoksa, zaruriyatı terk eden ve hayat-ı
dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih eden ve felsefe-i maddiyeye ile alude
olanlardan olan meylü’t-tevsi ve irade-i içtihad, vücud-u İslamiyeyi tahrip ve
boynundaki şer’i zincirini çıkarmaya vesiledir. ( Sözler 443)

Sosyal Olgu

İslam’ın zuhurundan itibaren 14 asır geçmiş, neden ilk 13 asırda
değil de, son asrında zaman zaman “Türk Müslümanlığı” gündeme geliyor? Ve herkes
farklı anlasa da ummadık bazı çevreler de onay buluyor. Şüphesiz bu onayda
herkesin saik ve gerekçesi farklıdır ve bir çok sebepten ilgi çektiği
söylenebilir. Fakat en genel ve en mühim sebebi şu olabilir. "Meslekler,
mezhepler ne kadar batıl da olsa içinde ukde-i hayatiyetini hükmünde bir hak,
bir hakikat bulunur." 81 sırrınca müspet ve hak bir yönünün olduğu
söylenebilir. Tabi ki gene de bakmamız gereken kavramın "galip vasfı" dır, yoksa
ona hayatını veren cüz-i bir hak ve hakikatı değildir. Galip vasfının hak ve
hakikat olmadığı yukarıdaki bahislerde ifade edildi, aşağıda da temas edilecek.
Şimdi ise burada "halk, hakikat" yönüne bir bakalım.

Endonezyalı Müslüman kadınların %80-90 ının namaz kıldığı ama
%10-20 sinin başını örttüğü Türkiye de ise kadınların %60-70 inin başını örttüğü
ama %20-30 unun namaz kıldığı söylenebilir . Rakamlar tahminidir, fakat şu
kesin, Endonezya kadını namaza, Türk kadını tesettüre, daha fazla önem
atfediyor.

Hz. Peygamberin ülkesinin insanları camilerde sünnet olan
namazları kılmıyor, veya sünnet namazı hiç kılmıyor, fakat Türkiye de namaz
kılanlar sünnet namazları da farz hassasiyetiyle kılıyor.

Efendimizin (SAV) sarık ve sakal sünnetine Arabistanlılar pek
uymuyor, Afganistanlılar yaygın bir şekilde, Türkler de hiç olmazsa hacda ve
sonrasında kısmen uyuyorlar.

Bütün Müslümanların toplandığı kongre hükmündeki Hac’da, her bir
milletin giyim kuşamından, (kumaş, renk, biçim) hal ve hareketlerine, hatta
ibadet şekillerine göre bir karakterisliği çıkıyor. Örnekleri çoğaltmak ve
çeşitlendirmek mümkün. Bu anlamda Endonezya, Mısır, Anadolu, İran
Müslümanlıklarından isimlendirme ve tasnif amacıyla veya bir "sosyal olgu"
olarak bahsedilebilir. Fakat bunlar meselenin esasa etkili olmayan yönleridir.
Bazı noktalarda benzerlikleri olanların başka bazı noktalarda farklılık
arzediyor,bir başkasıyla ortak yönü çıkıyor.

Bu nokta da Üstat Bediüzzamanın şu beyanatı ilginçtir "Şu
eserlerden her birisi Kürt olduğu gibi aynı halde Türk, aynı vakitte Arap’tır.
Güya her bir eser Arap abasını iktisa ve Türk pantolonu giymiş külahlı bir
Kürt’tür" 82 derken bir isimlendirme (tasnif) ve bir terkipten söz
ediyor.

Yukarıda da örnekleriyle gördük ki Arap ve Türk halk inançları
birçok yönden birbirlerine benziyorlar. Aslında sadece Arap ve Türk’lerin değil
karşılıklı etkileşim sonucu bütün Ortadoğu halklarının İslam’dan önceki ve
sonraki inançlarının birbirine benzemesi kaçınılmazdır. Bunun dışında
cömertlik,kahramanlık,civanmertlik gibi güzel hasletlerde de benzeşiyorlar.
Fakat mutlaka benzemeyen yanları da var. Burada Türk’lere ve Arap’lara düşen
benzerlikleri ve farklılıkları vurgulamak değil, birlikte Kur’an ve Sünnet’e
olabildiğince uymaya çalışmaktır. Farklılıklarımızı ayrılık,üstünlük ve bölünme
sebebi değil, İslam’ın ulvi potasında eritmeye çalışmalıyız. Üstünlüğümüz ancak
takva sebebiyle olabilir. O’na da hamd ve şükredip Rabbimizin lütuf ve fazlına
muhatap olduğumuz için ,tevazu ve mahfiyetle devamını niyaz ederiz,yoksa
insanlara üstünlük taslamayız . "Halk inançlarını" esas, ittihaz edemeyiz Kur’an
ve Sünnet süzgecinden geçirip ,hak olanları alıp,batıl olanları terk ederiz.

Türkler Müslüman olurken aynı zaman da Araplaşmışlar mıdır? Eğer
Araplaşmaktan Müslümanlık kastediliyorsa elbette Araplaşmışlardır ve
Araplaşmalı-dırlar da . Yoksa Arap örf ve adetleri kastediliyorsa? Batıl
olanlarını Türkler de Araplar da dinlerinden ve kültürlerinden çıkarmalıdırlar
Sünnet süzgecinden geçip kabul görenler de zaten bizim de kabulümüzdür,çünkü bir
nevi sünnettir. Diyelim ki bir başka kıstas kullanıldığında;"Müslüman olurken"
Araplara benzediğimizi kabul edelim Ne olur?Bu Türklerin ilk defa
karşılaştıkları bir kültürel değişim değildir. Ondan önce de Türkler Birçok din
ve Kültür değiştirdiler Şamanizm Türklerin ezeli dini değildir. Ezeli din Hz
.Adem’den başlayan Tevhid dinidir. Şamanizim ve diğer dinler şirktir,batıldır.
Müslüman olurken Arap kültürel unsurlarıyla etkileşimi vahim bulanlar
Batılılaşırken küfre düşmeyi hiç önemsemiyorlar. İslam’ın ve müttaki Arap
kardeşlerimizin bizden beklediği Araplaşmak değildir, Araplaşmışta değiliz.
Bizden beklenen Halık-ı Kainat ve insanat ve Alemlerin Rabbi olan Allah’a,
sadakat ve ihlasla kulluk ve hizmet etmektir.

İşte ehl-i Kur’an olan bu vatanın evlatları Türkler Kur’an-ı
Hakimin bayraktarı olarak,bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’an-ı ilan
etmişiz, milliyetimizi Kur’an ve İslamiyet’e kal’a yapmışız, Bütün dünyayı
susturup bütün hücumları def etmişiz;Ta "Allah sevdiği ve kendisini seven ve
müminlere karşı alçak gönüllü,kafirlere karşı izzet sahibi ,Allah yolunda cihat
eden bir topluluk getirecektir" ayetine güzel bir masadak olmuşuz Şimdi
Avrupa’nın ve frenkmeşrep münafıkların desiselerine uyup şu ayetin evvelindeki
hitaba masadak olmaktan çekinir ve korkarız.83 Müminlere (Araplara ve
diğerle-rine) alçak gönüllü, kafirlere (Avrupa’ya) karşı izzet sahibi
İslamiyet’e de kal’a olmaya devam edeceğiz.

İslam Dini Payandaya Muhtaç mı?

"İslam herhangi bir payandaya muhtaç mı?" diye bir soru
sorduğumuzda başta Kur’an olmak üzere, Peygamberimiz ve İslam’ın yolunda giden
herkes bu soruya "hayır" cevabını verecektir. Ancak yaşanan hadiseler
inananların düşünce yapılarında boşluklar meydana getirmekte ve bazı Müslümanlar
sanki İslam payandaya muhtaçmış gibi, İslam sosyalizmi, İslam milliyetçiliği,
Türk Müslümanlığı gibi kavramlara takılıp kalmaktadırlar. Halbuki genel
anlamıyla Kur’an’a baktığımızda bize din olarak İslam’ın seçildiğini ve bunun
bize yeteceğini, Allah’ın dediğini görmekteyiz. Kelime-i tevhitteki ilk
kelimenin "Lâ" olmasındaki espri de bunu yeteri kadar anlatır herhalde.

İslam sosyalizme, nasyonalizme ve Türklük’e muhtaç olmadığı gibi
modernizme ve post-modernizme de ihtiyacı yoktur ve onun hükümleri kıyamete
kadar Müslümanlara yol gösterecek parlaklıktadır. Kendisine gelenlere bütün
ihtişam ve güzelliğiyle kapısını açarken, önceki sistemlerin bütününü reddedip,
ancak Allah’ın (CC) getirdiğini kabul eden ve bunun da Hz. Muhammedin (SAV)
gösterdiği şekilde olması lazım geldiğini izah eden İslam’ın, Batı fikir
laboratuarlarında üretilerek insanların başına bir ideoloji olarak musallat
edilen hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

Başta da dediğimiz gibi Müslümanlar için ölçü Kur’an ve
Sünnettir. Kur’an ve Sünnette bulunmayan meseleler ise ictihat müessesesi
içerisinde halledilir ve İslamiyet bu yapısıyla hiçbir hayat sitiline ihtiyaç
bırakmaz. Modernleşeceğiz, çağdaşlaşacağız, ilerleyeceğiz, Türk Müslümanı
olacağız gibi vartalarla İslamiyet’in arşı ferşe bağlayan hayat düsturlarını
kabul etmemek veya hafifi görmek onu bilmemenin ve inkarın ta kendisidir.
İnsanlar Müslüman olmak istiyorlarsa Kur’an ve Sünnetin getirdiklerini baştacı
etmek zorundadırlar.84

Netice

Sadece İslam değil, ondan önceki Hıristiyanlıkta daha önceki
Musevilik’te bütün insanlığa gönderilmiş cihan şümul bir dindir. Artık Ad-Semud
kavimlerine mahsus etnik bir din yoktur.

Dünyanın neresinde olursa olsun, ırkına, rengine, cinsine,
diline, kültürüne, sınıfına bakmaksızın, bütün ins ve cin Vahyin muhatabıdır. Ve
bütün müminler kardeştir. Üstünlükleri ancak takva iledir. O da insanlar
nezdinden çok Allah katındadır.

Bu insanlığın sosyal gelişimine (tekamül) uygun bir durumdur.
Artık insanlar bir öğretmenden ders alabilir, tek bir imama tabi olabilirler. Bu
bir gelişmişlik tezahürüdür.

Ve istisnasız bütün müminler Allah’a ve onun sevgili Resulüne
tabidirler. Onlardan daha üstün bir otoride tanımazlar. Ellerinden geldiğince
ona uymaya çalışırlar. Ona hiçbir şey ortak koşmazlar, payanda aramazlar. Her
şeyi Allah için, Allah’ın rızasını gözeterek, onun emrettiği şekilde yaparlar.
Nefislerini, kavimlerini, milletlerini, zaaf ve temayüllerini, çok sevdikleri
mal ve evlatlarını ikinci bir otoride veya yol gösterici olarak görmezler.
Yalnızca rızay-ı ilahiyi gözetirler.

Onlara biraz taviz verin, bizde sizi kabul edelim dediklerinde
"sizin dininiz size benim dinim de bana" cevabını verirler. 95Nasıl iyi Arap
oluruz? Nasıl iyi Türk oluruz? Nasıl iyi Acem oluruz? değil, nasıl iyi Müslüman
oluruz derler. Hassasiyetleri kavimlerine veya bir başka şeye değil yalnızca
onun sevgi ve rızasınadır. Bilirler ki Allah ona dinini korudun mu diye
soracaktır? Yoksa etnik veya milli özelliklerini korudun mu diye değil.

Dipnotlar

1- Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, İstanbul, 1992, s. 1504

2- İslami Prensipler Ansiklopedisi İttihat Yayıncılık "Türk"
Maddesi

3- Prof. Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini, Ankara, 1976, s.
199

4- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 311

5- Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 283

6- Türk Dil Kurumu Türkçe sözlük, s. 1059

7- Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, s. 715

8- Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat, 70

9- Bediüzzaman. Said Nursi, Şualar, s. 203

10- Bediüzzaman Said Nursi, Sunühat, s. 37

11- Sunühat, 49

12- Mektubat, 313

13- Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayatı, s. 140

14- Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s. 23

15- Münazarat, 85

16- Ahmet Özalp, "Milliyetçilik", Şamil İslam
Ansiklo-pedisi, C.IV. s. 194

17- Doç. Necmettin Haçeminoğlu, Milliyetçilik,
Ülkücülük,Aydınlar, İstanbul, 1978, s. 104

18- Özalp, Age., 194

19- Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul, 1979, s.164

20- M.Ali Eren, "Türk Müslümanlığı", Aksiyon, (15-21 Kasım
-154),s. 28

21- M.Ali Eren, "Türk Müslümanlığı", Aksiyon, (15-21 Kasım
-154),s. 29

22- Alparslan Türkeş, 9 Işık, Ankara -1980 s. 254

Alparslan Türkeş, Temel görüşler, İstanbul, 1977

Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru, s. 6

23- Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru, s.18-19

24- Alparslan Türkeş, 9 Işık, s. 180

25- Alparslan Türkeş, 9 Işık, s. 109

26- Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru,s.125

27- Alparslan Türkeş, 9 Işık, s. 216-79

28- Alparslan Türkeş, Temel Görüşler, s. 26-27

29-Alparslan Türkeş, 9 Işık, s.174

30- Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru,s. 84

31- Alparslan Türkeş, 9 Işık, 222

32- Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru, 28

33- Alparslan Türkeş, 9 Işık, 107-109

34- Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya reddettiği Halk
İnançları, İSt, 1995 s.151

35- Alparslan Türkeş, 9 Işık,s. 79

36- Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru, s. 125

37- Alparslan Türkeş, 9 Işık, s.211

38- TDK. Türkçe Sözlük 2. Cilt 1026

39- Osmanlıca Türkçe Büyük Ansiklopedik Lügat ( heyet
halinde)İstanbul, 1995, s. 638

40- Durmuş Hocaoğlu, "Milli Mutabakat’ Çerçevesinde Sünnilik
ve Alevilik", Köprü, (Bahar 98), s.53

41- Durmuş Hocaoğlu, "Milli Mutabakat’ Çerçevesinde Sünnilik
ve Alevilik", Köprü, (Bahar 98), s. 22

42-Hüseyin Tuğcu, "Alevilik Bir Meşreptir", Köprü, ( Bahar
98), s.57

43- Süleyman Uludağ, Köprü, (Bahar 98) s. 64

44- Prof. Süleyman Uludağ, Köprü, (Bahar 98) s. 64

45- Prof. Süleyman Uludağ, "İnanç ve İbadet Hayatı
Bakımından Alevi-Sünni Karşılaştırması, Köprü, (Bahar-98), s. 65

46- Hüseyin Tuğcu, "Alevilik Bir Meşreptir", Köprü, (Bahar
98), s. 57

47- Prof. Süleyman Uludağ, İslam da İnanç Konuları ve
İtikadı Mezhepler, İstanbul, 1996, s.333

48- Fethullah Gülen, "Hoşgörülü İslam", Aksiyon, S.154, s.30

49- Fethullah Gülen, "Hoşgörülü İslam", Aksiyon, S.154, s.
25

50- Hayrettin Karaman, Fıkıh Usulü, İstanbul, 1964, s. 20

51- Prof. Süleyman Uludağ, İslam da inanç konuları ve
itikadi Mezhepler, s. 422

52- Abdurrahman Dilipak, Türkiye Nereye Gidiyor, 1989,
İstanbul, s. 53

53- Abdurrahman Dilipak, Türkiye Nereye Gidiyor, 1989,
İstanbul, s. 54

54- Abdurrahman Dilipak, Türkiye Nereye Gidiyor, 1989,
İstanbul, s. 121

55- Abdurrahman Dilipak, Bir başka açıdan Kemalizm,
İstanbul, 1998, 110

56- Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete giden Yol, s. 328

57- Can Dündar, " Atatürk Yaşasaydı" Yeni Yüzyıl
(12.11.1995)

58- Abdurrahman Dilipak, Bir başka açıdan Kemalizm, s. 375

59- Prof. Süleyman Uludağ, İslam da inanç konuları ve
itikadi Mezhepler, s. 333

60- Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s.79

61- Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s. 85

62- Bediüzzaman Said Nurs,i Zeminler Shf. 119

63- Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 160

64- Bediüzzaman Said Nusi, Emirdağ Lahikası-I, s. 237

65- Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat, s. 147

66- Doç Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya reddettiği Halk
İnançları, s. 27

67- Doç. Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya Reddettiği, s. 296

68- Doç. Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya Reddettiği, s. 313

69- M. Said Hatipoğlu, Hilafetin Kureyşliliği, A.Ü.İ.F. D.
(XXI-II) s. 155

69- Şamil İslam Ans. C.4, "Milliyetçilik", s 194

70- Ali Çelik, Age, s. 309

71- Ali Çelik, Age, s. 323-324

72- Selahattin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, s. 30

73- Vatandaş, Vahiyden Kültüre, s. 39-40

74- Çelik, Age, s. 325-32

75- Vatandaş, Vahiyden Kültüre, s. 32

76- Hayrettin Karaman, Fıkıh Usulü, s. 189

77- Mektubat, s. 424

78- İşaret’ül İcaz, s. 15

79- Sözler, 425

80- Mektubat, 327

81- Mektubat, 354

82- Münazarat, 13

83- Mektubat, 311-312

84- Çoraklı, Age, 59