Kuzeyde Rusya’nın büyük çoğunluğu Türklerden oluşan geniş bir
sahayı işgali, güneyde batı Afrika’dan Çin’e kadar alanda batılı sömürgecilerin
işgalleri ve ortada paylaşılacak Osmanlı Devleti’nin sıkıştırıldığı bir anda dar
manada Osmanlı, geniş anlamda ise Türk ve İslam dünyasının ayağa kaldırılması
için çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Günümüzde bile farklı üsluplarla devam
eden batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük görüşlerinin ve bunların mahiyetleri
hakkında özellikle 1850’lerden başlamak üzere şiddetli tartışmalar yaşanmıştır.

Osmanlı Devleti’nde İslamcılığın bir devlet politikası olarak
uygulandığı , daha geniş bir alanda da batılı emperyalistlere karşı İslamcılığın
halkı harekete geçirecek bir direniş unsuru olarak ortaya atılıp tartışıldığı
bir sırada , XX. Yüzyılın başlarında siyasi bir akım olarak ortaya çıkan
Türkçülüğün İslam dinine bakışı, İslâm’ı reddetmek mi? Yeni bir şekilde kabul
mü? Yoksa ikisini birlikte telakki etmek midir?

Rusların işgal ettiği bölgelerden Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali,
Ahmet Ağaoğlu ve Türkiye’den Ziya Gökalp’in fikirlerini dikkate alarak
incelemekte yarar vardır.

YUSUF AKÇURA

"Pantürkizm’in yaratıcısı" olarak vasıflandırılan Yusuf Akçura;
İslam birliği ve İttihatçıların hürriyet-müsavat-adalet görüntüsündeki
Osmanlıcılığın revaçta olduğu bir sırada 1904’te Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesi
ile Türkçülük fikrini ortaya koyarak yeni bir dönemin kapısını açmıştı.

1923’e kadar, dini kurumları kabul etmeyen ve İslamiyet’e karşı
tavrı olan bütün reform girişimlerine karşı çıkan Akçura "İslamiyet’i esasat
itibariyle asr-ı saadete, tatbikat itibariyle asr-ı hazıra icra ve tevfik etmek"
fikrini savunan Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’tan etkilenmiş ve
geleneklere duyulan körükörüne bağlılığın içtihadı önlemiş ve bundan dolayı
İslamiyetin dinamizmini yitirdiğini kaydetmiştir.1

"Medeniyet-i İslamiye kadim ve kavi bir medeniyet olmakla, onun
dahiline bilnüfuz ıslah ve ikmeline çalışmayarak, onu muvazaaten yeni bir
medeniyet ve maarif kurmaya çalışmak er geç mağlubiyete mahkum ve beyhude bir iş
ile uğraşmak" olarak vasıflandıran Akçura’ya göre, "ahali-i İslamiyenin
hürriyet-i maneviyelerini teşkil edip hayatı şahsiye ve içtimaiyelerini tanzim
eyleyen Din-i Mübin-i Ahmediye’dir.2

Yusuf Akçura’ya göre, Türklerdeki Türkçeleştirme ,skolastik
anlayıştan kurtulmak için Müslüman mektep ve medreselerini, Müslüman kitapları
Türkçeleştirdi, millileştirdi ve Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye tercümesi icab
etti.3

Müslümanların "şuurlu olarak milliyet fikrini kabule
meylettiren" sebebin Garb’dan teknoloji ve kanunların alınması ile aynı olduğunu
vurgulayan Akçura "Bin bu kadar yaşlık İslam ağacına, bu yeni fikir aşılandıktan
sonra kurumaya yaklaşmış o salhorde ağacın bir daha yeşil yapraklar açıp tatlı
yemişler vermesi ihtimal haricinde değildir"4 demektedir.

Türkçülüğü siyasi bir hareket olarak ön plana çıkaran ve yazdığı
Üç Tarz-ı Siyaset makalesi ile şöhret olan Yusuf Akçura’ya göre, 1903′ te
Batı’nın tesirleri ile milliyetçilik fikrinin Türkler arasına girmeye
başlamasına karşılık, İslamiyetteki mevcut kuvvetli teşkilat, hayat ve heyecan
ile kuvvetli bir birlik oluşturabilme özelliği Türkçülükte yoktu. Türkleri
birleştirme fikri yeni doğmuş çocuk niteliğindeydi. Birleşmesi zaruri olan
Türklerin büyük kısmının Müslüman olması dolayısıyla, Yusuf Akçura’ya göre,
"İslam Dini büyük Türk Milletinin teşekkülünde bir unsur olabilirdi. İslam,
Türklüğün birleşmesinde bu hizmeti yerine getirebilmesi için, Hristiyanlıktaki
gibi, "Milliyetlerin doğmasını kabul edecek şekilde değişmelidir." "Dinler din
olmak bakımından gittikçe siyasi ehemmiyetlerini kaybediyorlar, içtimai olmaktan
ziyade şahsileşiyorlar" diyen Akçura, dinlerin de ırkların emrine girmesini
teklif etmektedir. Ona göre, "dinler ancak ırklarla birleşerek, ırklara yardımcı
ve hatta hizmet edici olarak, siyasi ve içtimai ehemmiyetlerini muhafaza"
edebilmektedirler.5

Yusuf Akçura’nın İslâm dini ile ilgili görüşü iki noktada
toplanmaktadır. Birincisi: Yaşlanmış ve kurumakta olan İslâmiyet ağacını
milliyet aşısı yaparak ayağa kaldırmaktır. İkincisi: Yaşlı ağaç benzetmesinin
tersine birinci maddeye zıt olarak çocukluk devresinde bulunan Türk birliğinin
sağlanmasını sağlamak için, teşkilatlı "pür hayat ve pür heyecan" olan
İslamiyeti, ırklara, Türkler için ise Türkçülüğe "hizmet edici" olmasını
istemektedir.

Siyasi olarak Türkçülük fikrini ilk sırada ve İslam dinini de
ona destek verici konumda olmasını öneren Akçura, İslam ahalinin hayat-ı şahsiye
ve içtimaiye tanzim ile manevi hürriyetini teşkil edenin İslam dini olduğunu
vurgulamaktadır. Buna göre , Türk birliği kurması esas alınmakta toplum ve
şahısların dini tavır ve yaşayışlarına karışılmamaktadır.

HÜSEYİNZADE ALİ TURAN

Türkçülüğün önde gelen isimlerinden olup, Türk. milliyetçiliğini
Türkleşmek, İslamlaşmak, Avrupalılaşmak olarak tasnif eden Azerbaycanlı
Hüseyinzade Ali Turan (1864-1940) Türkiye’de Ziya Gökalp ve diğer Türkçüleri
etkilemesi bakımından çok önemli bir konumdadır. 1892’de yazdığı,

Sizlersiniz ey kavm-i Macar bizlere ihvan.
Ecdadımız müştereken menşei turan
Bir dindeyiz biz hepimiz hakperestan
Mümkün mü bizi ayırsın İncil ve Kur’an6

Şiiriyle Türkiye’de Turanist fikirleri terennüm etmesine
karşılık, Hüseyinzade Ali Bey de İslamiyet dışı bir Türkçülük düşünmemektedir.
Ali Bey, Müslümanlar ve bilhassa Türklerin ittihaddan önce birbirini tanımaya,
sevmeye ihtiyaçları olduğunu belirterek, şiilik, sünnilik ve sair "taassub-ı
mezhebiyi azaltıp Kur’an-ı Kerim’i anlamaya gayret edecek esas-ı din Kur’an"7
olduğunu bilerek hareket etmeleri gerektiğini ifade etmektedir.

Hüseyinzade Ali Bey’in, İslam dini ve İslam dininin Türkler için
önemi hakkındaki fikirleri kısaca şunlardır:

"Terakki edip, büyük millet olmak istiyorsak, bize herşeyden
önemli İslam’da bulunmak, İslam’da kalmak lazım. Hayat tarzımız,
terakkiperveranemiz İslam hükümlerine tevfiken icra olunabilir. Bizim için İslâm
haricinde necat yoktur. Bunu putperest veya ateşperest olan dedelerimiz idrak
ettikleri için din-i İslâmı kabul ve neşriyle müşerref olmuşlardı. Ancak
hikmet-i İslâmiyeye vakıf olmalıyız ve bu hikmetten zevk almamıza, nurundan
engel olan şeyleri aradan kaldırmaya gayret etmeliyiz. Diğer taraftan da Alem-i
İslâm’ın herhangi sebebe göre birkaç asırdan beri durmuş halde kalması hatta
gerilediği bir dönemde, Batı aleminin durmayıp, terakki-i medeniyette ne türlü
gelişmesini nazar-ı itibara ve ibrete almamız lazımdır… Bu medeniyetin din ve
kavmiyetlerini değil, belki umumi-dünyevi esaslarını alıp onu güzel bir şekilde
İslam dininin esaslarına dayanarak milletimize tatbik etmeliyiz.8
Din-i İslam ile hat ve Lisan-ı Arabi Türklerin lisan, edebiyat, ahlak ve
adetlerinde hayli azim bir tebeddül vücuda getirmiş olduğu halde Türkler yine
milliyet ve kavmiyetlerini lisan ve edebiyatlarını ancak Din-i mübin sayesinde
kavmiyet ve milliyetlerini muhafaza edip temin-i beka edebilmiş olmaları
fevkalade şayan-ı dikkattir.9

Hüseyinzade, meslek-i taassubun ortadan kaldırılmasını hayat
tarzı ve terakkinin İslam hükümlerine tevfikan olmasını ve medeniyet sahasında
batının din ve kavmiyetinden değil dünyevi esaslarından faydalanmak, "İslam
dininin esaslarına dayanarak" gerçekleştirmek gerektiğini belirtmektedir.

AHMET AĞAOĞLU

II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi başlarında etkili bir fikir
adamı olan Ahmet Ağaoğlu İslamcıların sert tenkitlerine karşı, Türk
milliyetçilğini İslami çerçevede izah etmektedir. Ağaoğlu, İslamiyetin asabiyete
karşı olduğunu, kavmiyet olarak ifade edilen milliyetin bununla karıştırılmaması
gerektiğini, İslâmiyet’in Araplar arasındaki kabile ve aşiret asabiyetine son
vererek Araplar arasında milli şuur meydana getirerek İslâmiyetin yükselmesini
sağladığını, kısaca asabiyetle milliyeti karıştırmanın islamiyet noktasından
bile hata olduğunu söylemektedir. İslam milletleri ne kadar kuvvetli olursa
İslâmiyetin umumi heyetinin de o derecede güçlü olacağını, Türk milletine hizmet
etmenin İslamiyete hizmet etmek demek olduğunu söyleyen Ağaoğlu, Türkçülük
hareketini benimseyenlerin dini önemsememelerinin mümkün olmadığını, çünkü
millet için dilden sonra en önemli unsurun din olduğunu, Türklerin İslâmı kabul
etmelerinden itibaren Türklük İslamın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve Türkler
için İslamiyet milli bir din haline geldiğini ifade etmiştir. Türkler içerisinde
milliyetçilik fikrini kabul edenlerin İslamiyeti kabule mecbur olduğunu, Türk
hayatında İslamiyetin tesiri altında kalmayan hiçbir esas bulunmadığını, Türkü
anlamanın İslamiyeti anlamakla mümkün olduğunu belirtmiştir.10

ZİYA GÖKALP

Milli Kültür ile medeniyeti birbirinden ayıran, Milli kültür
şuuruna varmayan toplumların medenileşemiyeceğini ifade eden Gökalp, Milli
kültüre bağlı kalınarak batının ilim ve tekniğinin alınabileceğini savunmuştur11.
Türklükle İslamiyeti birbirinden ayırmayan Gökalp Türk milletinden, İslâm
ümmetinden ve batı medeniyetindenim12 ifadelerini kullandığı gibi,
milliyet fikri kuvvetlendikçe İslam ümmetçiliğinin de kuvvetleneceği, Türklerin
millet mefkuresi Türklükse, ümmet hedefinin de İslamcılık olduğunu, Türkçülerin
gayesinin "muasır bir İslâm Türklüğü" meydana getirmek bulunduğunu belirtmişti13.
Gökalp’ta Ağaoğlu ve Hüseyinzade Ali gibi, batıdan faydalanma noktası dışında,
milliyetçilik ile İslâmcılığı telif ettiği görülmektedir.

Doğu Medeniyetinden Batı Medeniyetine geçerken, "İslâm Diniyle
beraber bir Türk kültürünün baki kalmasının şart olduğunu" ifade eden Gökalp,
Batı medeniyetine geçmeden önce yalnız halk arasında kalmış olan Türk Kültürünün
arayıp bulunmasını zarurî görmektedir. Gökalp, ayrıca "Türk ve Müslüman kalmak
şartıyla batı medeniyetine tam ve kati surette girmek isteyenler Türkçüdür"
demektedir.14

"Dini Türkçülük, din kitaplarının hutbelerle vaazların Türkçe
olması demektir" diyen Gökalp, Milletin din kitaplarını okuyup anladığında dinin
hakiki mahiyetini öğreneceğini hatip ve vaizlerin söylediklerini anladıklarında
ibadetlerden zevk alacaklarını belirtmektedir. "İmam-ı Azam hazretleri hatta
namazdaki surelerin bile milli lisanda okunmasının caiz olduğu" görüşüne atıfta
bulınan Gökalp, ibadetten alınacak dini heyecan ancak "okunan duaların tamamıyla
anlaşılmasına bağlıdır" demektedir. Halkın en fazla vecd duyduğu anların
namazlardan sonra ana dilleri ile yaptıkları derûnî ve samimi münacatlardır ve
Türkçe ilahiler,vaazlar, mevlid ile şiirler de halkın dini duygularını ve
heyecanlarını artıran unsurlar olduğuna işaret etmektedir.

Gökalp, "Türklerin dini hayat yaşamasını temin eden âmiller,
dinî ibadetler arasında eskiden beri Türk diliyle yapılmasına izin verilen
ayinler olmasıdır. O halde dini hayatımıza daha büyük bir vecd ve inşirah vermek
gerek. -Tilavetler müstesna olmak üzere- Kur’an-ı Kerim’in ve gerek ibadet ve
ayinlerden sonra okunan bütün dualarda münacatların ve hutbelerin Türkçe
okunması çok faydalı olur" kanaatine varmaktadır.15

Ziya Gökalp’in dinde Türkçülüğünün hedefi, dini anlamda ve dini
yaşantıya vecd ve inşirah vermek için Türkçeye daha fazla yer verilmesi
hedeflenmektedir. Ancak , ibadet kastıyla okunan Kur’an ile emir olan
ibadetlerin Türkçe yapılması hususunu ayrı tutulmakta ve Türkçe yapılmasından
bahsetmemektedir.

1923’te yeni bir dönemin başladığı Türkiye’de, hükümranlığı
millete vermesi bakımından ,Türkçülüğün Halk Fırkası’nı desteklemesi gerektiğini
belirten Gökalp, milli mücadele döneminde "Türkiye’de Allah’ın kılıcı
Halkçıların pençesinde Allah’ın kalemi Türkçülerin elinde idi" ve bu izdivaçtan
Türk Milleti doğdu" demektedir. "Akidede mezhebimiz Maturidilik ve fıkıhta
mezhebimiz Hanefilik" diyen Gökalp, siyaset mesleğimiz Halkçılık ve kültürde
mesleğimiz Türkçülüktür"16 ifadelerini kullanmaktadır.

Dini konularda Arapçanın etkisinin azaltılması, Kur’an’ın
Türkçeye tercüme edilmesini savunmasına karşılık, İslâm Aleminin dini sembolü
olan halifeliğin kaldırılmamasını istemekte, Türkler ve diğer Müslümanlarla
kültürel birliği bozacağı gerekçesiyle Arap harflerinin kaldırılmasına başta
Gökalp olmak üzere Türkçülerin büyük kısmı karşı çıkmışlardır.17

Sonuç

Türkçüler, Türkçülüğün İslamcılıkla çelişmediğini birbirinden
ayrılamayacağını, Türkçülüğün tamamıyla Müslüman Türklerin birliği olarak
düşünüldüğünü, hatta Milliyetçiliğin İslâmiyete yeniden canlılık getireceğeni
savunmaktadırlar. Yalnız bütün bu düşüncelerin esas itibariyle siyasi nitelikte
düşünülmektedir.

Cumhuriyet öncesi Türkçüler iki kısma ayrılmaktıdarlar. Bazı
çelişkileri olsa bile Yusuf Akçura, dinin milliyetin ortaya çıkmasında bir zemin
ve hizmet edici olmasını savunurken, Hüseyinzade Ali , Ağaoğlu ve Gökalp
Türkçülük ile İslamın birbiri ile çelişmediğini belirtmektedirler.

Dipnotlar

1. Francois Georgeun, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri
-Yusuf Akçura (1876-1935)-çeviren Alev Er, Ank. 1986, s. 26.

2. Ağaoğlu Yusuf, "Medreselerin ıslahı" Sırat-ı müstakim,
4/79 25 Şubat 325 (9 Mart 1910) s. 5-8.

3. Akçura "Türklük" ,Salname-i Servet-i Fünun 1328/1912, s.
189-192’den naklen Georgeon, a.g,e., s.134-35,

4. Yusuf Akçura "Şarkta millet fikri, Nevsal-i milli,
İstanbul 1330/1914 s.23-24’ten naklen Georgeon, age. 114.

5. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ank. 1987, s.34-35.

6. Ali Haydar Bayat Hüseyinzade Ali Bey, İst. 1992, s. 17

7. A.g.e. 139

8. Ali Bey Hüseyinzade, Türkler kimdir ve kimden ibarettir?.
Bakü 1997, s. 70

9. A.g.e. 13-14.

10. Yusuf Sarınay, Türk Milliyetçiliğinin Tarihi gelişimi ve
Türk Ocakları (1912- 1931) . İst. 1994. s. 172-173.

11. Sarınay. A.g.e., s.212

12. Z. Gökalp. Türkçülüğün Esasları, İst. 1976 s. 65

13. A.g.e. s. 172

14. Ziya Gökalp; Türkçülüğün Esasları, İst. 1976, S. 45

15. A.g.e., s. 164-165

16. A.g.e. s. 171-172

17. Sarınay, a.g.e., s. 215