Peygamber’e olan ihtiyaç açıktır. Zîrâ, dünya ve âhirette saâdet
ancak Peygamber eliyle olacaktır. Bundan dolayı, Mu’tezile’ye göre Allah’ın
Peygamber göndermesi vâciptir. Zîrâ Allah (c.c.), kullarının faydasına olan şeyi
ister.1 Mâturîdîler’e göre, Allah’ın Peygamber göndermesi hikmetinin
gereğidir.2 Peygamber’e olan ihtiyacın açık olduğunu kabul eden
Eş’arîler’e göre Allah, fiillerini işlemede mecbûr olmadığı için Allah’ın
Peygamber göndermesi güzeldir ama göndermemesi çirkin değildir.3
Peygamber’lik hiç bir kavme ve bölgeye has olmadığından4
Allah her kavme bir Peygamber gönderdiğini beyân buyurmakta5 ve bu
kavimlerin bazılarından bahsetmektedir.6 İlk Peygamber Hz. Adem
(a.s.),7 sonuncusu Hz. Muhammed8 (s.a.v.)’dir. Bu ikisi
arasında hadîs-i şeriflerden 124.000 Nebî ile 315 Rasûl’ün bulunduğu
anlaşılmaktadır.9
İster Nebî, ister Rasûl olsun, Peygamberler’in tümünün beşer
(insan)’den gönderildiğini görüyoruz. Çünkü beşerden olmayan bir Peygamber’in
beşere örnek ve rehber olması mümkün değildir. Bunu değerlendiremeyen inkârcılar
insandan Peygamber gelmesini yadırgamış10 ve bu sebeple onları
reddetmişlerdir.11 Halbuki Peygamber’ler de diğer insanlardan, insan
olma noktasında farklı değillerdir.12 Onları diğer insanlardan ayıran
temel çizgi, onlara vahyin gelmesi ve buna dayalı olarak bazı mümtaz özellik ve
sıfatlara sahip bulunmalarıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber ifâde edilirken bazen “Nebî”, bazen
de “Rasûl” kavramları seçilmesine rağmen biz her ikisine birden “Peygamber”
diyoruz. Ancak bu iki kavram arasında fark bulunduğunu ve her iki kavramın aynı
mânâyı ifâde ettiği tartışmalarının var olduğunu da görüyoruz. Biz bu
çalışmamızda buna açıklık getirmeye, Nebî ile Rasûl arasında fark bulunup
bulunmadığını incelemeye çalışacağız.
Türkçede kullanılan “Peygamber” kelimesinin karşılığı olan
“Nebî” ve “Rasûl” terimleri üzerinde ötedenberi tam bir anlaşma sağlanabilmiş
değildir. Akâid ve Kelâm kitaplarına baktığımız zaman Nebî ve Rasûl’ün çok
farklı târiflerinin yapıldığını görüyoruz. Hatta aynı mezhep ve ekol içinde
bulunanlar bile Nebî ve Rasûl kavramlarına farklı yaklaşabilmektedirler. Böyle
olunca da doğru bir târife ulaşmak mümkün olamamaktadır. Aralarındaki fark çok
küçük bile olsa, zihinlerde bir keşmekeşliğe yol açtığı için herhalde her iki
kavramın da ruhunu zedelemeyecek ortak bir târif bulunmasında maslahat
olacaktır.
“Nebî” kelimesinin aslı ya hemzeli veya hemzesiz’dir.13
Eğer aslının hemzesiz olduğu düşünülürse, Nebî “haber veren” demektir. O, Allah
hakkında haber vermektedir. Bu kökten alındığında en-Nebî, el-Muhbîr veya apaçık
yol anlamındadır. Kesret-i İsti’mâlinden (çok kullanıldığından) dolayı hemze
Ye’ye dönüşmüş, böylece Nebi haline gelmiştir.14
Nebî kelimesi “apaçık yol” anlamında da kullanılabilir. Zîrâ,
Nebîler hidâyet yollarıdırlar.15 Nebî, yaratıklar arasında en yüce
mevkî’yi ihrâz etmiştir. O’nun şerefi diğer mahlûkâtın üstünde olduğu için O
bütün mahlûkâtın en üstünüdür.16
İbn Teymiye’ye göre Nebî’nin bu ikinci mânâsı birincinin içinde
vardır. Zîrâ Allah’ın kendisinden bahsedip onun vasıtasıyla kendisini
anlattırdığı kişinin değerinin yüksek olması lâzımdır. Fakat değerinin üstün
olması (Ulviyet ve Rif’at) Peygamberlik özelliklerine delâlet etmez.17
Yani her değeri yüksek olan Peygamber olmaz.
Nebi lûgatte, Peygamber olarak gönderdi anlamını ifâde eder;
insanlar birbirlerine elçi veya mektup gönderdi anlamına gelir.18
Rasûl kelimesi ise, sevgiden dolayı bir şey göndermek anlamındadır.19
Risâle de aynı kökten gelir ve gönderilen şey, yani mektup
anlamını ifâde eder.20 Risâletü’r-Rasûl, Peygamber’in (elçinin)
insanları, kendisine vahyedilen şeye çağırmasıdır.21 Bundan dolayı
Rasûl (elçi) kendisini gönderenin haberine (haber vermesine) tâbîdir. Onu
gönderen bunu îlân etmeden o, kendisinin elçi olduğunu ileri süremez. Rasûl
mef’ûl manasında, gönderilen kişinin ismidir. Rasûl denilmesi risâle, yani mesaj
sahibi oluşundan dolayıdır.22
Lûgatta Nebî ve Rasûl’ün anlamlarını kısaca gördükten sonra
şimdi Nebî ve Rasûl’ün ıstılahta ne anlama geldiklerini görelim. Fakat hemen
ifâde etmek gerekir ki, aralarında fark bulunması yada bulunmamasındaki ihtilâfa
dayalı olarak Nebî ve Rasûl’ün ıstılah anlamları arasında da farklar vardır.
Alimlerden bir kısmı Nebî ile Rasûl arasında bir fark kabul etmezler. Onlara
göre Nebî Rasûl, Rasûl de Nebî demektir. Bu grupta yer alan âlimlerin başında
Kâdı Abdulcebbar’ı sayabiliriz. Ona göre; ıstılahta Nebî ile Rasûl arasında hiç
bir fark yoktur.23
Meşhur el-Ahkâmu’s-Sultaniye isimli kitabın müellifi, amelde
Şâfiî olmasına rağmen Mu’tezile’ye meyli ile bilinen Mâverdi de (öl:450/1058)24
Nebî ile Rasûl arasında bir fark görmez. O, Rasûl’ü târif ederken; “Nebîler
(Enbiya) Allah’ın emir ve nehiyleriyle kullarına gönderdiği (Rasûller)
elçilerdir.”25 der. Nebî ile Rasûl arasında ayrım yapmayanlardan bir
diğeri olan Cüveynî’ye göre Nübüvvet, kulları içinden seçtiği birine Allahu
Teâlâ’nın “Sen benim Rasûlümsün (elçimsin)” demesiyle meydana gelir.26
Bu grupta yer alan Amidî de Cüveynî’nin târifine uyarak, “Nübüvvet; kulları
içinden seçip çıkardığı birine Allahu Teâlâ’nın “Sen benim Rasûlüm ve Nebîmsin”
demesiyle hâsıl olur.”27 der.
Bu grup içinde yer alanlardan Taftâzânî Nebî’yi târif ederken:
“Nebî, kendisine vahyolunan şeyi tebliğ etmek üzere Allah’ın gönderdiği
insandır. Rasûl de öyledir.”28 der. Böylece ikisi arasında bir fark
görmediğini açıkça ifâde etmiş olur. İcî de Nebî ile Rasûl arasında bir fark
görmez. O “Nebî, Allahu Teâlâ’nın kendisine ‘Seni Rasûl (elçi) olarak
gönderdim.’ veya ‘Benden (şunları) onlara tebliğ et.’ gibi sözler söylediği
kişidir.”29 der. Aliyyü’l-Kari, İmam Ebû Hanife’nin de Nebî ile
Rasûl’ün müterâdif kelimeler olduğu kanâatını izhâr ettiğini söyler (Şerhu
fıkhi’l-Ekber, 11).
Alimlerden bazıları ise Nübüvvet’le Risâlet, dolayısı ile Nebî
ile Rasûl arasında fark olduğu kanâatındadır. Bu grubun başında yer alan İmam
Şâfiî’ye göre Rasûl, müstakil bir şerîat sahibidir. Nebîler ise, bu Rasûller’in
şerîatını tatbik etmek üzere gönderilirler, ayrı bir din ve şerîat sahibi
değillerdir. Bundan dolayı her Rasûl Nebî olduğu halde, her Nebî Rasûl değildir.30
Abdulkâhir el-Bağdâdî de bu grup içindedir. O da İmam
eş-Şâfiî’nin târifine benzer bir şekilde şöyle der: “Nebî, kendisine Allah’dan
vahiy gelen ve kendisine meleğin vahiy getirdiği kimsedir. Rasûl ise, kendisine
yeni yada kendinden önceki şerîatın hükümlerini nesheden bir şerîat ile gelen
Peygamber’dir. Her Rasûl Allah’ın Nebî’si, fakat her Nebî onun Rasûl’ü
değildir.”31
Ferrâ’nın (öl:207/822) târifi de buna yakındır. Ona göre Rasûl,
Mürsel (kendisine risâlet verilen) Nebî’dir. Nebî ise mürsel olmayan fakat
Muhaddes, yani kendisine mutlak sûrette vahiy geldiği halde bunu tebliğ etmekle
mükellef olmayandır.32 Ferrâ’nın târifinde açık bir şekilde görüldüğü
gibi Nebî kendisine vahiy geldiği halde bunu tebliğ etme mükellefiyeti olmayan
Peygamber’dir. Burada vahiy bir bakıma ilham gibidir. İbn Hazm’de aynı târifi
tercih ederek; “Nebî, Allah’ın dilediği kulları arasından seçtiği ve vahiyle,
olacak şeyleri daha olmadan öğrettiği kimsedir. Rasûl ise; Allah’ın kulları
arasından seçerek insanlara elçi olarak gönderdiği kimsedir.”33 der.
İbn Hazm’ın târifinden de anlaşılacağı üzere ona göre Nebî’ye vahiy gelir, ama
sadece onu ilgilendirir. Bir bakıma ilham gibidir. Rasûl’ün ise, insanlara bir
mesaj götürme sorumluluğu vardır.
Nebî ile Rasûl arasında fark bulunduğunu kabul eden grubun
içinde yer alan Zemahşerî Nebî’nin târifinde biraz daha farklı düşünmektedir.
Zîrâ, ona göre her Rasûl Nebîler’dendir ve kendisine bir kitap indirilmiştir.
Nebî ise Rasûl değildir ve kendisine kitap indirilmemiştir. Ancak insanları
kendinden önceki şerîate davet etmesi emredilmiştir.34 Görüldüğü gibi
Zemahşerî kendisinden önceki târiflere, Nebî’nin kendinden önceki şerîate
insanları davet etmesi emrini eklemiştir. Zîrâ ona göre Nebî’ye yeni bir şerîat
verilmemiştir. Râzî de Nebî ile Rasûl’ün birbirinden ayrı olduğu kanâatındadır.
Ama o, Nebî ile Rasûl’ün târiflerini biraz değiştirmiştir. Ona göre, Rasûl
uykusunda (yani rüyasında) Rasûl olduğunu görür veya Rasûller’den biri ona Rasûl
olduğunu haber verir. Nebî ise, zâhirî olarak meleğin (Cebrail) kendisine
insanları (Hakk’a) davetle emrettiği Peygamber’dir.35
Beydâvî’ye göre Rasûl, Allah’ın insanları davet edeceği yeni bir
şerîatle gönderdiği zât, Nebî ise kendinden önceki şerîatı takrîr etmek üzere
Allah’ın vazifelendirdiği zâttır.36 Lekkânî de Rasûl’ü Nebî’den
ayıran faktörün “tebliğ” olduğunu belirtir. Ona göre Rasûl mutlaka tebliğ yapmak
zorundadır. Nebî ise, Allah’dan kendisine şer’î bir teklif gelmiş zâttır. O, bu
teklîf-i şer’î’yi tebliğ edebilir de etmeyebilir de; kendisine bir kitap
verilebilir de verilmeyebilir de; şerîatı kendisinden önceki şerîatı
neshedebilir de etmeyebilir de.37 Dolayısıyla Lekkânî, diğer
târiflerden farklı olarak Nebî’nin tebliğ yapabileceği ve kendisine kitap
verilebileceği husûsunu da ilâve etmektedir.
Yukarıda geçenlerden anlaşılması gereken en önemli nokta, Nebî
ile Rasûl arasında fark bulunup-bulunmaması konusunda mezheplere has kesin bir
görüşün bulunmadığı husûsudur. Zîrâ, değişik mezhepten âlimler arasında o yada
bu târifte bir araya gelmeler, uygunluklar ve tevâfuklar buluyoruz. Aynı
mezhepte olanların farklı, yada farklı mezhepte olanların aynı olan mütâlâlarına
şâhid oluyoruz.
Şimdi de Nebî ile Rasûl arasında fark bulunduğunu kabul eden ve
etmeyenlerin istihdam ettikleri delillerini görelim.
1- Nebî ile Rasûl arasında fark bulunmadığı, bu iki kelimenin
birbirinin mürâdifi olduğunu yani biri yerine diğerinin kullanılabileceğini
kabul edenlerin dayandıkları birinci delil, Cenâb-ı Hakk’ın bazı âyet-i
kerîmelerde, Nebî için “Mürsel” yani gönderilmiş ismini kullanmasıdır.38
Cenâb-ı Hakk’ın Nebî için irsâl etmeden bahsetmesi ikisi arasında bir fark
bulunmadığına delâlet eder.39 Rasûl’ün Nebî olarak vasfedilmesini
izah ederken Kâdı Abdulcebbâr, bununla Peygamber’in kadrinin yüksekliğine işaret
olduğunu, yani Nübüvvet mânâsının orada Rif’at ve Ulviyet ifâde ettiğini
belirtir.40
2- Kur’ân-ı Kerîm’de Nübüvvet ve Risâlet lâfızları isti’mâlde
yer alır veya birlikte zâil olur.41 Hatta bunlardan birisi sabit olsa
kelâmın tenakuzundan dolayı diğerini nefyeder. Bu da bu iki lâfzın aynı mânâyı
ifâde ettiklerini, aynı anlama geldiklerini gösterir.42 Zîrâ, Bu iki
lâfzın mânâsı aynıdır. “Muhammed (s.a.v.), içinizden herhangi bir adamın babası
değil, o Allah’ın Rasûl’ü ve Nebîler’in sonuncusudur.” (Ahzab, 40) âyet-i
kerîmesi buna örnek gösterilebilir. Ayet, Efendimiz’in (s.a.v.) Nebîler’in
sonuncusu olduğunu gösteriyor. Halbuki o aynı zamanda Rasûller’in de
sonuncusudur. Böylece bu iki lâfız aynı mânâyı ifâde etmektedir.43
3- Allahu Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de Efendimiz (s.a.v.)’in hem
Rasûl44 hem de Nebî olduğunu45 belirtir. Bu da Nebî ile
Rasûl arasında bir farkın bulunmadığına delâlet eder.46
4- Rasûl mesaj sahibi; Nebî ise, şânı yüce ve Allah’dan haber
veren anlamına geldiğine göre, bunlar birbirisini tamamlayan lâfızlardır. Zîrâ,
Allah’dan haber verme ancak bir mesaj (Risâle) ile olacak, bunu yapanın da şânı
yüce ve kadri yüksek olacaktır. Böylece ikisinin arasında bir farklılık olmadığı
açığa çıkmış olacaktır.47
Nebî ile Rasûl lâfızları arasında fark olduğu kanâatında olanlar
da düşüncelerini çeşitli delillerle ispata çalışmışlardır. Bu grubun delillerini
de maddeler halinde kısaca sıralayabiliriz.
1- Allahu Teâlâ âyet-i kerîmede “Ey Muhammed (s.a.v.) senden
önce gönderdiğimiz hiç bir Rasûl ve Nebî yoktur ki bir şeyi arzuladığı zaman
şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını
giderir, sonra Allah kendi âyetlerini tahkîm eder. Allah bilendir, Hakîm’dir.”48
buyurur.
Ayette Nebî, Rasûl üzerine (Vav) harfi ile atfedilmiştir ve bu
atıf âmm’ın hass’a (Umûmî olanın husûsî olana) atfı kâbilindendir.49
Bu delile karşı çıkan Kâdı Abdulcebbâr Nebî ile Rasûl’ün arasının
fasledilmesinin iki cinsin birbirinden ayrı olduğuna (iki cinsin ihtilâfına)
delil olmaz der ve buna Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) diğer Nebîler’in
arasının fasledilmesinin50 Efendimiz’in Nebîler’den olmadığına
delâlet etmediği misâlini gösterir. O bununla da iktifâ etmeyerek, mücerred
faslın iki cinsin ihtilâfına delil olamayacağına dair Kur’ân-ı Kerîm’den başka
misâller gösterir.51 Ancak Nebî ile Rasûl arasında fark bulunduğunu
kabul eden âlimler onun bu itirazına cevap vermekten geri kalmamışlardır.52
2- “Biz hangi karye’ye (kasabaya) bir Nebî gönderdikse, ora
halkını yalvarıp yakarsınlar diye darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır.”53
“Ey Nebî, biz seni şâhid, müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izniyle ona
çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.”54 ve
“Öncekilere nice Nebîler göndermişizdir.”55 gibi âyet-i kerîmeler.
Bu âyet-i kerîmeler Mürsel’in (irsâl olunan, gönderilen) Nebî
olduğuna delâlet eder. Nübüvvet vasfı Risâlet vasfından öncedir. Nebî olma
asıldır. Ondan sonra irsâl olunup Rasûl olunabileceği gibi, sadece Nebî olarak
da kalabilir. Pek çoğu Nebî olarak kalmışlardır. İmam Fahruddin er-Râzî
“Öncekilere nice Nebîler göndermişizdir.” âyet-i kerîmesinin buna delâlet
ettiğini, âyette bahsi geçen Nebîler’in sonra Rasûl olduklarının anlatıldığını
söyler.56
3- “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Rasûl’e,
o Nebî’ye uyanlar.”,57 “Öyle ise Allah’a ve ümmî olan Rasûl’üne,
Nebî’ye iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”,58 “Kitapta
Mûsâ’yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi hem Rasûl hem de Nebî idi.”59
ve “Kitapta İsmâil’i de an. Gerçekten o, sözüne sâdık, Rasûl ve Nebî idi.”60
âyetleri.
Bu âyet-i kerîmelerde Allah (c.c.); Hz. Muhammed, Hz. Mûsâ ve
Hz. İsmâil’i (Aleyhimüssalâtü ve’s-selâm) Risâlet ve Nübüvvet’le
vasıflandırmıştır. Eğer Nebî ve Rasûl’ün mânâsı aynı olsaydı bu “Haşv” (doldurma
bir söz) olurdu ki, Kur’ân-ı Kerîm bundan münezzehtir.
Bundan dolayı Kurtubî “Rasûl ve Nebî ayrı mânâya delâlet eden
iki isimdir. Rasûl, Nebî’den daha husûsîdir ve bu âyetlerde Rasûl lâfzı,
mânâsının öneminden dolayı Nebî’den önce zikredilmiştir. Yoksa, Nebî’nin mânâsı
Rasûl’den öncedir.”61 der. Kurtubî’nin vardığı bu sonuç, aynı zamanda
Nübüvvet ve Risâlet arasında fark bulunduğunu kabul eden Cumhur-u Ulemâ’nın
(âlimlerin çoğunluğunun) görüşüdür. Onlar, Risâlet’in Nübüvvet’den önce
zikredilmesi konusuna da bu istikamette açıklamalar getirmeye çalışmışlardır.62
4- Müslim’in Sahîh’inde Berâ İbn Azib’den rivayet ettiği bir
hadisde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona yatağa girdiği zaman okuyacağı bir dua
öğretir. Berâ İbn Azib’den ezberlemesi için tekrar etmesini ister. O duanın son
kısmında yer alan “İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin Nebî’ye iman ettim.” kısmını
tekrar ederken yerine “Gönderdiğin Rasûl’üne iman ettim.” deyince Peygamberimiz
onu ikaz ederek “‘Gönderdiğin Nebî’ne iman ettim’ de” buyurmuşlardır.63
Bu hadîs-i şerif Nebî ile Rasûl lâfızları arasında fark bulunduğunu gösteren
apaçık bir delildir. Zîrâ Efendimiz’in Rasûl olmadan önce Nebî olduğuna işaret
eder.64
5- Ahmed İbn Hanbel’in Ebû Zerr’den rivayet ettiği bir hadîs-i
şerifte, Ebû Zerr Efendimiz’e (s.a.v.) kaç tane Mürsel, yani Rasûl olarak
gönderilen Peygamber bulunduğunu soruyor. Efendimiz (s.a.v.) “310 küsur” diyor.
Bir başka seferinde “315” diyor. Ebû Ümâme’nin rivayetinde ise, Efendimiz’e
(s.a.v.) Nebîler’in sayısı soruluyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) 124.000 (yüz
yirmi dört bin) Nebî, 315 Rasûl olduğunu haber veriyor.65 Hadîs-i
şerifte Rasûller ile Nebîler’in sayılarının ayrı ayrı verilmesi Nübüvvet ile
Risâlet’in aynı olmadığını dolayısıyla Rasûl ile Nebî lâfızlarının birbirinden
farklı olduğunu göstermektedir. Nebî ile Rasûl’ün birbirinin aynı olmadığı
kanâatında olan âlimler, bu hadîs-i şerifi ittifakla delil olarak
göstermektedirler.66
Yukarıdaki deliller tedkîk edildiği zaman Nebî ile Rasûl
arasında fark bulunduğunu ileri sürenlerin delillerinin daha güçlü ve tutarlı
olduğu görülmektedir. Zîrâ Nebî ve Rasûl lâfızlarının aynı oluşuna delil olarak
gösterilen Nebî’nin mürsel yani irsâl edilmiş, gönderilmiş olduğunu ifâde eden
âyetlerden Nebî ile Rasûl’ün aynı mânâya geldiğini anlamak doğru değildir. Çünkü
canlı veya cansız, şuurlu yada şuursuz pek çok şey içinde irsâl yani gönderme
sözkonusudur ve Kur’ân-ı Kerîm’de bunu ifâde eden pek çok âyet-i kerîme vardır.
Meselâ bunlardan birkaçı örnek olarak verilecek olursa; irsâlu’l-matar (Yağmur
gönderme),67 su baskını, çekirge, haşerât, kurbağa ve kanın irsâli,68
sel’in irsâli,69 azâb irsâli,70 kasırga-rüzgâr irsâli,71
ordu irsâli,72 şeytanların irsâli,73 sayha irsâli74
ve benzeri eşya… Bütün bu sayılan şeyler mürseldir (gönderilmiş). Fakat
kesinlikle Rasûl olarak isimlendirilemeyecekleri gibi Allah’a izâfe edilemezler.
Yani bunlar için insan yada meleklerden seçilmiş olan Rasûller için denildiği
gibi75 “Allah’ın Rasûl’ü” denilemez.
Bu grupta olanların ikinci delili olan Nübüvvet ve Risâlet’in
birlikte sâbit ve birlikte zâil olması da çok sağlam bir delil değildir. çünkü
Nübüvvet ve Risâlet arasında umûmiyet ve husûsiyet farkı vardır. Nübüvvet umûmî,
Risâlet ise husûsîdir. İkisinin birlikte sabit olma durumu ise sadece husûsî
olanın isbatı halinde vâkîdir. Meselâ; “Falanca zât Nebî’dir.” dendiği zaman
onun aynı zamanda mutlak sûrette Rasûl olduğu anlaşılmaz. O, Rasûl olabileceği
gibi sadece Nebî de olabilir. İkisinin birlikte zâil olması, umûmî olanın
nefyedilmesi ile olur. Yani meselâ birisi; “Falanca zât Nebî değildir.” dediği
zaman onun Rasûl olması da nefyedilmiş olur. Ama; “Falanca zât Rasûl değildir.”
dendiği zaman o kişi Rasûl olmasa da Nebî olabilir. Zîrâ; her Rasûl aynı zamanda
Nebîdir, fakat her Nebî Rasûl değildir.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Hâtemü’l-Enbiyâ olduğunu ifâde
eden âyet-i kerîme76 bu çerçeve içinde değerlendirilirse, onun
Hâtemü’l-Enbiyâ olması aynı zamanda Hâtemü’l-Mürselîn olduğunu da ifâde eder.
Zîrâ, Nübüvvet sâbit olmadan Risâlet sabit olmaz. Nübüvvet umûmî, Risâlet ise
husûsîdir. Böylece Umûm’un sübûtu, husûsî olanın da sübûtu demektir. Bundan
dolayı bu delili de çok sağlam görmek mümkün olamamaktadır.
Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) Kur’ân-ı Kerîm’de hem Nebî, hem
de Rasûl lâfızlarıyla hitâb edilmesi Nebî ile Rasûl lâfızlarının aynı mânâyı
ifâde etmelerine delil olamaz. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) hem Nebî, hem de
Rasûl’dür. Bu bakımdan bunlardan biri ile hitâb edilmesi aralarında bir zıtlık
olmadığı için değerinin reddini ve neyini gerektirmez. Bu durum gözönünde
bulundurulunca bu grupta yer alanların gösterdikleri bu delilin de çok bağlayıcı
olmadığı görülmektedir. Bütün bunlardan dolayı Nübüvvet ve Risâlet’in ayrı
olduğunu savunan grupta yer alan âlimlerin delillerinin daha kuvvetli olduğu
anlaşılmakta olduğundan Nebî ile Rasûl arasında fark olduğu neticesi ortaya
çıkmaktadır.
Şimdi de târiflerini ve delillerini gözönünde bulundurarak Nebî
ile Rasûl arasındaki farkları maddeler halinde görelim.
1- Rasûl, küllî yada cüz’î bir şerîat sahibidir. Nebîler ise,
daha önceki bir Rasûl’ün bu şerîatı üzere gönderilmişlerdir.77 İmam
Şâfiî,78 Abdulkâhir el-Bağdâdî,79 Beydâvî80 ve
Taftâzânî81 bu düşüncededirler.
2- Rasûl’e, insanlara ulaştıracağı bir mesaj (Risâle)
vahyolunmuş ve bunu tebliğle emrolunmuştur. Nebî’ye ise, (irsâl) bir mesaj
ulaştırma emri olmaksızın vahyolunmuştur.82 el-Ferrâ,83
Abdulkâhir el-Bağdâdî,84 İbn Hazm85 ve İmam İbn Ebu’l-İzz
el-Hanefî86 bu görüştedirler.
3- Rasûl’e kitap indirildiği halde, Nebî’ye (yani Rasûl olmayan
Nebî’ye) kitap indirilmez. Ona sadece kendinden önceki şerîat’e davet etmesi
emredilir.87 Zemahşerî88 bu görüştedir.
4- Rasûl, vahyi melek vasıtasıyla alır. Nebî’ye ise, vahiy veya
Nebî olduğuna dair haber melek dışında başka bir yoldan ulaşır.89
İmam Fahruddin er-Râzî,90 İbn Haldun91 ve Saduddin
et-Taftâzânî’nin naklettiğine göre bir kısım Mu’tezile92 de bu görüşü
kabul eder.
5- Nebî, sadece Allah hakkında haber verir. Zîrâ, insan aklı onu
kavrayamaz. Halbuki Rasûl, Allah hakkında haber vermekle birlikte insanlığı
ıslah etmeye de memurdur.93 Şihâb el-Hafâcî94 bu
görüştedir.
6- Rasûl, mu’cize ve kendinden önceki şerîatı nesheden bir kitap
sahibidir. Bu özelliklere sahip olamayan Nebî ise sadece Nebî’dir, Rasûl
değildir.95 İmam Fahruddin er-Râzî bu görüştedir.96
7- Rasûl’e bütün çeşitleri ve cihetleri ile vahiy gelir. Nebî’ye
gelen vahiy ise, sadece ilham veya sâdık rüya şeklindedir. El-İsfehânî bu
kanâattedir.97
8- Rasûl kendisine vahyolunan şerîatle amel eder ve onu umûmî
bir şekilde tebliğ eder. Nebî ise kendisine vahyolunan şerîatle husûsî bir
şekilde amel eder. Beycûrî bu kanâattedir.98
9- Rasûl’e tebliğ ettiği bir şerîat; Nebî’ye ise tebliğ etmediği
bir şerîat vahyolunur. İmam Kurtubî,99 İmam İbn Teymiye100
ve Şeyh Abdusselâm el-Lekkânî101 bu kanâattedir.
Nebî ile Rasûl arasını ayıran âlimlerin büyük bir kısmı buna
katılmaktadır. Daha önce târiflerine yer verdiğimiz, İmam eş-Şâfiî, Zemahşerî,
Beydâvî, İbn Ebu’l-İzz el-Hanefî ve Sadeddin et-Taftâzânî buna örnek
gösterilebilir. Bu taksim oldukça derli topludur ve diğer taksimlerde ortaya
çıkan karışıklıkları da ortadan kaldırmaktadır. Zîrâ biraz geriye dönüp yapılan
târif ve taksimlere dikkat edecek olursak; Birinci taksim Rasûl’ün küllî yada
cüz’î bir şerîat sahibi olması; Nebîler’in ise, bu şerîatleri tatbik etmek üzere
gönderildiklerini ifâde etmekteydi. Halbuki Hz. İsmâil, Hz Yûsuf, Hz. Dâvûd ve
Hz. Süleyman gibi yeni bir şerîat sahibi olmayan Rasûller vardır. Bunlardan Hz.
İsmâil ve Hz. Yûsuf’un Hz. İbrâhim’in; Hz. Dâvûd ile Hz. Süleyman’ın ise Hz.
Mûsâ’nın şerîatı ile amel ettiği bilinen hususlardandır.102
Bu tefrîk’i kuvvetli bulan Şihâb el-Hafâcî, bunun Hz. İsmâil’in
ve diğerlerinin elinde bazı ahkâm ihtivâ eden bir nüsha bulunduğu anlamına
geldiğini belirtir. Ama tabîi bu iddiânın bir delile ihtiyacı vardır. Bilinen;
onların yeni bir şerîatle gelmedikleridir. Aksi sabit olmadıkça bu böyle kalacak
ve bu konularda akılla hüküm verilemeyecektir. İkinci maddede görülen Rasûl’ün,
bir mesaj ulaştırmakla me’mûr bulunduğunu ifâde eden vahiy alması; Nebî’nin ise
irsâl olunmadan vahye muhâtab olması şeklindeki tefrikten anlaşılan, Nübüvvet’in
mücerred olarak vahiyle sabit olduğudur. Vahyin kime geldiği ve muhtevâsı önemli
değildir. Bu durumda meleğe veya kadına da Nebî isminin verilmesi gerekir.103
Üçüncü maddede Rasûl’e kitap inzâl olunur, ama Risâlet’i olmayan Nebî’ye kitap
indirilmez. O, ancak insanları kendinden önceki şerîate dâvet eder.
Halbuki, bazı Rasûller vardır ki, kendilerine yeni bir şerîat
gelmemiştir. Rasûller104 ve kitapların sayısı105 ile
ilgili hadîs-i şerif kendilerine kitap indirilmeyen Rasûller bulunduğuna delâlet
eder. Kaldı ki, kitap indirilmesi şerîatın değişmesini gerektirmez. Allah (c.c.)
Hz. Dâvûd’a Zebûr’u indirdiğini beyân eder.106 Ama buna rağmen o, Hz.
Mûsâ’nın şerîatı üzeredir. Zîrâ Hz. Dâvûd’a (a.s.) indirilen Zebûr 155 sûreden
meydana geldiği halde helâl ve haram gibi hükümler ihtivâ etmemektedir. Sadece
hikmet ve nasihatten ibarettir.107
Dördüncü taksimde Rasûl’e melek vasıyasıyla vahiy geldiği,
Nebî’ye ise başka yoldan vahiy ulaştığı ifâde edilmekteydi. Halbuki Hz. Mûsâ’ya
doğrudan vahyin nasıl geldiği Kur’ân-ı Kerîm’de açık bir şekilde tasvîr
edilmektedir.108 Kur’ân-ı Kerîm’de meleğin temessül ederek Hz.
Sâra’ya Hz. İshak’ı (a.s.) müjdelemesinden bahsedilmektedir109 ki, bu
erkek sûretine girmiş bir melek vasıtasıyla gelen vahiydir. Meleklerin Hz.
Meryem’e Hz. İsa’yı müjdelemeleri de burada zikredilmelidir.110
Bu âyet-i kerîmelerde Hz. Cebrâil (a.s.)’in Hz. Meryem’e hitâb
ettiği ve aralarında bir konuşmanın geçtiği bildirilmektedir. Hz. Cebrâil (a.s.)
ve meleklerin ona hitâb etmeleri Allah’dan gelen bir vahiydir.111
Kadınların Nübüvvet’i meselesi ihtilâflı konulardandır. Bu taksime göre, meleğin
hitâbıyla Hz. Meryem’in Rasûl olması gerekirdi. Fakat delilin açık (sarih)
olmasından dolayı112 kadınların Risâlet’i konusunda ihtilâf yoktur.
Bazı hadîs-i şeriflerde melekle (Cebrâil) konuşan kişilerden
bahsedilir.113 Bunların da bu durumda Rasûl olması gerekir. Halbuki
onlar Nebî bile değildirler.
Beşinci taksimde Nebî ile Rasûl arasında bir farkın bulunduğu
çok açık değildir. Çünkü hem Nebî hem de Rasûl, ıslahla me’mûr ve mükelleftir.
“Nebî dâvet sahibi değildir.” demek mümkün değildir. Altıncı maddede gördüğümüz
Rasûl’ün mu’cize ve kendinden önceki şerîatı nesheden bir şerîat sahibi olması,
Nebî’de ise bu özelliklerin bulunmaması şeklindeki taksim de çok sıhhatli
görünmemektedir. Çünkü buna göre Hz. İshâk, Hz. Ya’kûb, Hz. Yûnus, Hz. Hârun,
Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’ın (Aleyhimüsselâm) Rasûl olmamaları gerekir. Zîrâ, bu
Peygamberler’e kendilerinden önceki şerîatleri nesheden kitap verilmemiştir.114
Bu Peygamberler kendilerinden önceki Peygamberler’in şerîatleri üzere
gönderilmişlerdir.
Sekizinci maddede yer alan “Rasûl, kendisine vahyedilen ve
kendisi için husûsî hükümler ihtivâ etmeyen şerîatle amel eden ve onu tebliğ
eden, Nebî ise kendisine vahyedilen şerîatle husûsî bir şekilde amel eden
zâttır.” şeklindeki tasnif de bu konuda çok tutarlı değildir. Zîrâ, “Nübüvvet
ancak husûsiyetle sabit olur.” denilirse, dörtten fazla hanımla evlenmesi gibi
husûsiyet arzeden yönüyle Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.)115 Rasûl
olmaması îcâb ederdi. Rasûl ve Nebîler’in adedi ile ilgili hadîs-i şerifte
geçtiği gibi 315 Rasûl, 124.000 Nebî vardır. “Bütün bu Nebîler için husûsî bazı
ahkâm vardır.” demek mümkün müdür? Elbette ki hayır.
Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi bu tasnifler içinde en şümûllu
olanı “Rasûl’ün tebliğ ettiği bir şerîatının olması, Nebî’ye ise tebliğ etmediği
bir şerîatın vahyedilmesi” şeklindeki târifdir. Zîrâ, önceki târiflerin
tafsilâtını mücmel bir şekilde ifâde eder. Buna göre Nübüvvet için sadece vahiy
yeterli değildir. Vahyin bir şeri Allahu Teâlâ getirmesi şartı vardır. Zîrâ,
ubûdiyet ancak bir şerîatle tahakkuk eder ki, Allah (c.c.) ubûdiyetin tahakkuku
için Rasûller gönderip kitaplar indirmiştir.
Sonuç olarak ifâde etmek gerekirse, Nebî ile Rasûl arasında fark
bulunduğunu kabul edenlere göre Nübüvvet umûmî, Risâlet ise husûsîdir.
Aralarında umûmiyet ve husûsiyet farkı vardır. Bundan dolayı Nübüvvet’i olmayan
Rasûl olamaz. Bu sebeple her Rasûl Nebî olduğu halde her Nebî Rasûl değildir.116
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Nebîler’in ve Rasûller’in sonuncusudur. Bunu ifâde
eden âyet-i kerîme117 ve hadîs-i şerifler118 vardır.
Efendimiz’in (s.a.v.) Risâlet’in mührü olması, Nübüvvet’in de mührü olmasını
gerektirir. Zîrâ nefy-i âmm (umûmî olumsuzluk) husûsî olanın da nefyini
(olumsuzluğunu) gerektirir.
Netice olarak ifâde etmek gerekirse, Nübüvvet ile Risâlet
arasında fark bulunduğunu kabul edenlere göre fark Nübüvvet’in umûmî, Risâlet’in
ise husûsî olmasıdır. Buna göre Nübüvvet, Risâlet’ten öncedir ve asıldır. Zîrâ,
Nübüvvet’siz Risâlet yoktur. Her Rasûl, Nebî’dir, ama her Nebî Rasûl değildir.
Nübüvvet’in umûmî, Risâlet’in ise husûsî olmasından anlaşılması gereken de bu
olmalıdır. Zîrâ birisi diğerinden bir cüz’ olmaz ise, orada umum ve hususdan
bahsetmek de mümkün değildir. Nebî ile Rasûl arasını tefrîkte ortaya konan en
uygun tanım herkes tarafından kabul edilen ve mütekaddimîn’in kitaplarında da
yaygın şekilde bulunan haliyle Nebî’nin, kendisine tebliğle emrolunmadığı bir
şerîat sahibi olduğu; Rasûl’ün ise, kendisine tebliğ ile emrolunduğu bir şerîat
vahyedilen hür ve erkek bir kimse olmasıdır.
Dipnotlar
1. Taftâzânî (Sadeddin Mes’ud b. Ömer, öl:793/1389),
Şerhu’l-Makâsıd, 2/174; Matbaatu’l-Bosnevî, 1305/1887.
2. Taftâzânî, Şerhu’l-Akâid, 61, 1305/1294.
3. Taftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, 2/173-174.
4. Hucurât Sûresi, 13; Mâide Sûresi, 18; Fahruddin er-Râzî,
Mefâtihu’l-Ğayb, 3/568, Matbaatu’l-Âmire, 1308/1890.
5. Fâtır Sûresi, 24; Rûm Sûresi, 47; Nahl Sûresi, 36; Yûnus
Sûresi, 47.
6. İbrâhim Sûresi, 9; A’râf Sûresi, 65, 73, 137; Hûd Sûresi,
50, 61; Câsiye Sûresi, 16.
7. Bakara Sûresi, 31, 33, 35, 36, 37; A’râf Sûresi, 19, 22,
24; Tâhâ Sûresi, 117; Mâide Sûresi, 27; Âl-i İmrân Sûresi, 33; Kalem Sûresi, 50;
Şûrâ Sûresi, 13, En’âm Sûresi, 87; Ahmed b. Hanbel (Ahmed b. Muhammed b. Hanbel,
öl:241/855), el-Müsned, 5/265; Matbaatu’l-Meymeniyye, Kahire, 1313/1895; Tirmizî
(Muhammed b. İsa, öl:279/892); Sünen, 2/202; 1315/1897; Taftâzânî,
Şerhu’l-Akâid, 62; Devvânî Celâl (Celâleddin Muhammed b. Es’ad, öl:908/1502),
71, 1305/1887; Aliyyü’l-Kârî (Ali b. Muhammed Sultânu’l-Herevî, öl:1014/1606),
Şerhu fıkhi’l-Ekber, 101, İstanbul, 1303/1885.
8. Ahzâb Sûresi, 40; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/278; Ebû
Dâvud (Süleyman b. Eş’as es-Sicistânî, öl:275/888), Sünen, 14/139,
Matbaatu’s-Saâde, Mısır, 1370/1951; Buhârî (Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil,
öl:256/870), Sahîh, 4/144, 162; 5/129, 226, İstanbul, 1315/1897,
Matbaatu’l-Âmire; Müslim (Ebu’l-Huseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî el-Nisâbûrî,
öl:261/875), Sahîh, 1/185, 371; 2/1013; 3/1471; 4/1828, 1870, 1871.
9. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/226; Ahmed Ziyâeddin,
Râmûzu’l-Ehâdis, 368, İstanbul, 1275/1858.
10. Hûd Sûresi, 27; Furkan Sûresi, 7; Mü’minûn Sûresi, 33.
11. Enbiyâ Sûresi, 3; Yâsîn Sûresi, 15; Teğâbün Sûresi, 6;
Mü’minûn Sûresi, 24; Fussilet Sûresi, 14; Furkan Sûresi, 21.
12. İbrâhim Sûresi, 11; Mâide Sûresi, 75; Nisâ Sûresi, 171;
Kehf Sûresi, 110; Fussilet Sûresi, 6.
13. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 15/302, 1/162, tarihsiz,
Dâr-ı Sâdır Baskısı, Beyrut; İbn es-Semîn (Şihâbüddin Ahmed İbn Yûsuf İbn
Muhammed İbn Mes’ûd İbn İbrâhim el-Halebî eş-Şâfiî (öl:756/1300), 561; Tahkîk:
Mahmûd Muhammed es-Seyyid ed-Dağîm, 1. Baskı, 1407/1978.
14. İbn Teymiye, Kitâbu’n-Nübüvvât, 223; İbn Bâzîş (Ebû
Ca’fer Ahmed İbn Ali İbn Ahmed İbn Halfu’l-Ensârî, öl:540/1145), Kitâbu’l-İknâ
fî’l-Kıraâti’s-Seb’, 1/403, 1. Baskı, 1403/1982.
15. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 1/164; İsfehânî (Ebu’l-Kâsım
el-Huseyn İbn Muhammed er-Râğıb el-İsfehânî), el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân,
481, 482, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan; İbn atıyye (Ebû Muhammed Abdulhak,
öl:541/11446), el-Muharriru’l-Vecîz (Tefsîru İbn Atıyye), 6/100, 1. Baskı,
1398/1977; İbn es-Semîn, Umdetu’l-Huffâz, 561.
16. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 15/302; Râgıb el-İsfehânî,
el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, 482; İbn es-Semîn, Umdetu’l-Huffâz, 561.
17. İbn Teymiye, Kitâbu’n-Nübüvvât, 223.
18. el-Mu’cemu’l-Vasît, 1/344.
19. Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât, 195; İbn es-Semîn,
Umdetu’l-Huffâz, 203.
20. Mu’cemu’l-Vasît, 1/344.
21. Mu’cemu’l-Vasît, 1/344.
22. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 11/284.
23. Kâdı Abdulcebbâr (İbn Ahmed), Şerhu’l-Usûli’l-Hamse,
567, Tahkîk: Dr. Abdulkerim Osman, 1. Baskı, 1384/1965, Matbaatu’l-İstiklâl.
24. İbn Imâd (el-Hanbelî), Şezerâtu’z-Zeheb fî ahbâri men
Zeheb, 3/285-287, Dâru’l-Âfâk el-cedîde, Beyrut-Lübnan; ez-Ziriklî (Hayreddin),
A’lâm Kâmûsu Terâcimi li-Eşheri er-Ricâli ve’wn-Nisâi Mine’l-Arab,
ve’l-Mü’sta’rabîne ve’l-Müsteşrikîn, 4/327, Dâru’l-İlm li’l-Melâyin, Beyrut.
25. Mâverdi (Ebu’l-Hasan Ali İbn Muhammed), 20, 24, 27,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 2. Baskı, 1401/1981.
26. İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî, Kitâbu’l-İrşâd ilâ
Kavâtıi’l-Edille fî Usûli’l-İ’tikâd, 355; Tahkîk:Dr. Muhammed Yûsuf Mûsâ ve Ali
Abdu’l-Mun’im Abdulhamîd.
27. Âmidî (Seyfuddin el-Âmidî), Ğâyetu’l-Merâm fî
İlmi’l-Kelâm, 317, Kahire, 1391/1971, Tahkîk: Hasan Mahmûd Abdullâtif; Âmidî,
el-Mübîn fî Şerhi Meânî elfâzı’l-Hukemâ ve’l-Mütekellimîn, 122, Kahire,
1403/1983, Tahkîk ve Takdim: Dr. Hasan Muhammed eş-Şâfiî.
28. Taftâzânî (Saduddin Ömer), Şerhu’l-Makâsıd, 2/173.
29. el-Îcî (el-Kâdı Abdurrahman İbn Ahmed), el-Mevâkıf fî
ılmi’l-Kelâm, 337; Âlemü’l-Kütüb, Beyrut.
30. İmam eş-Şâfiî (Ebû Abdullah Muhammed İbn İdris),
Kitâbu’l-fıkhi’l-ekber fi’t-Tevhid, 28; 1. Baskı, Matbaatu’l-Edebiyye
el-Özbekiyye.
31. el-Bağdâdî (Abdulkâhir İbn Tâhir), 154; 1. Baskı,
İstanbul, 1346/1927.
32. el-Ferrâ (Ebû Zekeriyya Yahya İbn Ziyâd),
Meânî’l-Kur’ân, 2/229, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut; Taberî (Ebû Câfer Muhammed İbn
Cerîr, öl:300/912), Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, 17/198; İsfehânî,
el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, 110; İbn Hacer (Fethu’l-bârî’nin müellifi),
Tefsîru Ğarîbi’l-Hadîs, 66, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan.
33. İbn Hazm (Ebû Muhammed Ali İbn Ahmed İbn Saîd,
öl:456/1063), Kitâbu’d-Dürra Fîmâ Yecibü İ’tikâdühü, 380-381; Tahkikî ve ta’lîk:
Dr. Ahmed İbn Nâsır İbn Muhammed ve Dr. Saîd İbn Muhammed İbn Mûsâ, 1. Baskı,
1408/1988, Matbaatu’l-Medenî; İbn Hazm, el-Usûl ve’l-Fürû’, 2/276; Tahkîk: Dr.
Muhammed Âtıf el-Irâkî ve arkadaşları, 1. Baskı, 1978, Matbaatu Hasan, Mısır;
İbn Hazm, el-Fasl fi’l-Mileli ve’l-ehvâi ve’n-Nihal, 5/119, 120; tahkîk: Dr.
Muhammed İbrahim Nasr ve Dr. Abdurrahman Umeyra, 1. Baskı, 1402/1981, Mektebetu
Ukâz.
34. Zemahşerî (Ebû’l-Kâsım Cârullah, öl:583/1187), el-Keşşâf
An Hakâikı’t-Tenzîl fî Uyûni’l-Akâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, 3/37; Dâru’l-Ma’rife,
Beyrut-Lübnan.
35. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49;
Dâru’l-Kütüb el-Ilmiyye, Tahran, 2. Baskı, Tarihsiz.
36. Beydâvî, Tefsîr, 6/305, Dâru’s-Sâdır, Beyrut.
37. Şeyh Muhammed Yûsuf eş-Şeyh, et-Ta’lîkât Alâ
Şârihi’l-Cevhera, 110; Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1. Baskı, 1373/1955;
el-Allâme eş-Şeyh İbrâhim el-Lekkânî, Şerhu Cevherâtu’t-Tevhîd
(Tuhfetü’l-Mürîd), 8, 127; 1. Baskı, 1403/1983; Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut.
38. Meselâ bkz. Hacc Sûresi, 52; A’râf Sûresi, 94, Zuhruf
Sûresi, 6.
39. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.
40. Kâdı Abdulcebbâr (İbn Ahmed), Tenzîhü’l-Kur’ân
ani’l-Metâin, 273, 274; Dâru’n-Nahda el-Hadîse, Beyrut-Lübnan. İbn Manzûr,
Lisânu’l-Arab,15/302; Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, 482;
İbn es-Semîn, Umdetu’l-Huffâz, 561.)
41. Meselâ bkz. Ahzâb Sûresi, 40.
42. Kâdı Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 568, 1. Baskı,
1384/1965.
43. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.
44. Mâide Sûresi, 41, 67; Bakara Sûresi, 143; Âl-i İmrân
Sûresi, 81, 144; A’râf Sûresi, 158.
45. Meselâ bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 168; A’râf Sûresi, 157;
Enfâl Sûresi, 64, 65, 67, 70.
46. Mâverdî, A’lâmü’n-Nübüvve, 38; Fahruddin er-Râzî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.
47. Mâverdî, A’lâmü’n-Nübüvve, 38; Fahruddin er-Râzî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.
48. Hacc Sûresi, 52.
49. Zemahşerî (Ebû’l-Kâsım Cârullah, öl:583/1187), el-Keşşâf
An Hakâikı’t-Tenzîl fî Uyûni’l-Akâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, 3/37; Dâru’l-Ma’rife,
Beyrut-Lübnan; Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49, 2. Baskı, Tahran,
Kurtubî (İmam Muhammed İbn Ahmed el-Ensârî), el-Câmiu lî-Ahkâmi’l-Kur’ân, 7/298;
Matbaatu Dâri’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1373/1953; Âlûsî (Allâme Ebu’l-Fadl
Şihâbuddin es-Seyyid Mahmud el-Âlûsî el-Bağdâdî, öl:1270/1853), Rûhu’l-Meânî fî
Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm, 17/172; Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan.
50. Ahzâb Sûresi, 7. âyetinde olduğu gibi.
51. Meselâ Rahmân Sûresi, 68; Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 568.
52. Bağavî (el-İmam Muhyi’s-Sünne Ebû Muhammed el-Huseyn İbn
Mes’ûd, öl:516/1122), Tefsîru’l-Bağavî (Meâlimu’t-Tenzîl), 1/125, Dâru Tîbe
li’n-Neşr ve’t-Tevzî’, 1409/1988; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 2/36,
3/208, 14/127, 17/185, 186; Şerhu’n-Nevevî Alâ Sahîhi Müslim, 1/44; İbn Kesîr
(Hâfız), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 7/482; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 17/172; Ebû
Hayyân Muhammed ibn Yûsuf el-Endelûsî, en-Nehru’l-Mâd mine’l-Bahr, 6/198,
Dâru’l-Fikr, 2. baskı, 1398/1978.
53. A’râf Sûresi, 94.
54. Ahzâb Sûresi, 45-46.
55. Zuhrûf Sûresi, 6.
56. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.
57. A’râf Sûresi, 157.
58. A’râf Sûresi, 158.
59. Meryem Sûresi, 51.
60. Meryem Sûresi, 54.
61. Kurtubî (İmam Muhammed İbn Ahmed el-Ensârî), el-Câmiu
lî-Ahkâmi’l-Kur’ân, 7/298; İbn Atiyye el-Endelûsî (Ebû Muhammed Abdulhak, öl:
541/1146), el-Muharriru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz (Tefsiru ibn Atiyye),
6/100,101; Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/97, 3/37; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 17/172.
62. Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî),
alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 4/225; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 9/79.
63. İmam el-Müslim ibn el-Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîhu’l-İmâm
Müslim, Kitâbu’z-Zikri ve’d-Duâ ve’t-Tevbe ve’l-İstiğfâr, 4/2081, 2082; Dâru
ihyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan, 1.baskı, 1375/1955; Tahkîk: Muhammed Fuad
Abdul Bâkî; el-Buhârî (Ebû Abdullah Muhammed ibn İsmâil), Sahîhu’l-İmâm Buhârî,
Kitâbu’l-Vudû’, 1/71 ve Kitâbü’t-Tevhîd, 9/174; Dâru ihyâi’t-Türâsi’l-Arabî,
Beyrut-Lübnan, İmam Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 4/285, 290, 292, 293, 294, 296,
299, 300, 302, Dâru’l-Meârif, Mısır, 1375/1956.
64. Askalânî (İmam Ahmed ibn Ali ibn Hâcer), Fethu’l-Bârî
Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, 1/358; Daru’l-Fikr, Tashih: eş-Şeyh Abdulaziz bin Bâz.
65. Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 5/178, 179, 266,
Dâru’l-Meârif, Mısır, 1375/1956; Hâkim (İmam Ebû Abdullah), el-Müstedrek
ala’s-Sahîhayn, 2/262, 597, Beyrut-Lübnan; Hâkim, Ebû Ümame’nin rivayetinin
Müslim’in şartlarına göre sahîh olduğunu belirtir. Zehebî de ona muvâfakat eder.
(bkz. 2/262); Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, 9/4, Matbaatu Meclisi
Dâirati’l-Meârifi’l-Osmaniyye, Haydarâbâd, Hindistan, 1356, 1937; Muhammed ibn
Abdullah el-Hatîb et-Tebrîzî, Mişkâtu’l-Mesâbih, 3/1599, Mektebetü’l-İslâmî, 2.
baskı, 1399/1979; Tahkîk, Muhammed Nâsuruddin Albânî; Heysemî (Hâfız Nûreddin
Ali ibn Ebû Bekr), Mecmâu’z-Zevâid ve Menbâu’l-Fevâid, 1/164, 165, 8/213,
Müessesetü’l-Maârif li’t-Tıbâati ve’n-Neşr, Beyrut, 1406/1985; İbn Kesîr
(Hâfız), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/422, 423; Suyûtî (İmam Abdurrahman
Celâleddin es-Suyûtî), ed-Dürru’l-Mensûr fi’t-Tefsîri’l-Me’sûr, 1/126;
Daru’l-Fikr, li’t-Tıbâati ve’n-Neşr ve’t-Tevzî’, 1.baskı, 1403/1983; Âlûsî,
Rûhu’l-Meânî, 17/172; Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî), alâ
Tefsîri’l-Beydâvî, 6/305; Daru’s Sâdır, Beyrut.
66. Zemahşerî, el-Keşşâf, 3/37; Fahruddin er-Râzî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49; Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî),
alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 6/305; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 17/172.
67. En’âm Sûresi, 6.
68. A’râf Sûresi, 133.
69. Sebe’ Sûresi, 16.
70. A’râf Sûresi, 162.
71. Hicr Sûresi, 22; Rûm Sûresi, 51.
72. Ahzâb Sûresi, 9.
73. Meryem Sûresi, 83.
74. Kamer Sûresi, 31.
75. Meselâ bkz. Hacc Sûresi, 75.
76. Ahzâb Sûresi, 40.
77. Mâverdi, A’lâmü’n-Nübüvve, 38; Hâşiyetü’ş-Şihâb alâ
Tefsîri’l-Beydâvî, 4/225, 6/305.
78. İmam eş-Şafiî, el-Fıkhu’l-Ekber, 28.
79. Abdulkâhir el-Bağdâdî, Usûlu’d-Dîn, 154.
80. Beydâvî, Tefsîr, 6/305.
81. Taftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, 2/173.
82. Mâverdi, A’lâmü’n-Nübüvve, 38.
83. Ferrâ, Meânî’l-Kur’ân, 2/229.
84. Bağdâdî, Usûlu’d-Dîn, 154.
85. İbn Hazm, Kitâbu’d-Dürra fîmâ Yecibü İ’tikâdüh, 38, 381;
el-Usûl ve’l-fürû, 2/286, el-Fasl, 5/119, 120.
86. İbn Ebû’l-İzz el-Hanefî, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviye,
121; Mektebetü Dâri’l-Beyân, Dimaşk, 1.baskı, 1405/1984; Beyrut; Tahkîk: Beşir
Muhammed Uyûn.
87. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49;
Hâşiyetü’ş-Şihâb alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 6/305.
88. Zemahşerî, el-Keşşâf, 3/37.
89. Mâverdi, A’lâmü’n-Nübüvve, 38; Fahruddin er-Râzî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.
90. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.
91. İbn Haldun, el-Mukaddime, 98; 4. baskı, 1398/1977.
92. Taftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, 2/173.
93. Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî),
alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 4/225; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm,
9/79.
94. Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî),
alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 4/225; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm,
9/78, 79.
95. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.
96. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.
97. Râğıb el-İsfehânî (Ebu’l-Kâsım el-Hüseyin İbn Muhammed;
el-İ’tikâd, yayınlanmamış çalışması), 130; Câmiatu’l-Ümmü’l-Kurâ.
98. Beycûrî, Şerhu Cevherâtu’t-Tevhîd (Tuhfetü’l-Mürîd), 8,
1. baskı, 1403/1983.
99. Kurtubî, Tefsîr, 4/82, 12/80 ve el-A’lâm, 237, 238;
Dâru’t-Türâsi’l-Arabî, Kahire.
100. İbn Teymiye, Kitâbu’n-Nübüvvât, 172, 173;
Mektebetü’r-Riyâd el-Hadîse.
101. Lekkânî, et-Ta’lîkât alâ Şârihi’l-Cevhera, 110; Dâru
İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1. baskı, 1373/1955 ve Tuhfetü’l-Mürîd Şerhu
Cevheratu’t-Tevhîd, 8/127.
102. Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî),
alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 4/225, 6/305; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 17/172, 173.
103. Kadın’ın Peygamberliği meselesini daha sonra ele
alacağımız için konunun detayına burada girmiyoruz.
104. Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 5/178, 179, 266; Hâkim,
Müstedrek, 2/262, 597; Beyhakî, Sünen, 9/4; Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 1/126.
105. Taberî Ebû Câfer Muhammed İbn Cerîr, Târîhu Taberî
(Târîhu’r-Rüsul ve’l-Mülûk), 1/152, 153, 312, 313; İbn Asâkîr, Tehzîbü Târîhu
Dimaşk el-Kebîr, 6/356, 357; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/424;
Alâaddîn Ali el-Müttakî (İbn Hüsameddin el-Hindî el-Burhan Fevrî, öl:975/1567),
16/131-134, Hadis No: 44158; Müessesetü’r-Risâle, 1399/1979.
106. Nisâ Sûresi, 163; İsrâ Sûresi, 55.
107. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 6/17; İbn Kesîr,
Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/422.
108. Tahâ Sûresi, 9-13; Neml Sûresi, 29-35.
109. Hûd Sûresi, 69-73.
110. Âl-i İmrân Sûresi, 45; Meryem Sûresi, 16-21.
111. Bağavî (İmam, Muhyi’s-Sünne, Ebû Muhammed el-Hüseyn İbn
Mes’ûd, öl:516/1122), Meâlimu’t-Tenzîl (Tefsîru’l-Bağavî), 5/223, 224, Dâru
Tayyibe li’n-Neşri ve’t-Tevzî, 1409/1988; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 3/154.
112. Yûsuf Sûresi, 109; Nahl Sûresi, 43; Enbiyâ Sûresi, 7.
113. İmam Buhârî (Ebû Abdullah Muhammed İbn İsmâil), Sahîh,
Kitâbu’l-Enbiyâ, 4/208, 209, Dâru İhyâi’t-Türâs el-Arabî, Beyrut-Lübnan; Müslim
(İbn Haccâc el-Kuşeyrî), Kitâbu’z-Zühd, 4/2275, 2277, Hadis No:10; Ahmed İbn
Hanbel, Müsned, 2/292, 408, 462, 482, 508; Dâru Sâdır, Beyrut.
114. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.
115. İmam Cessâs (İmam Ebû Bekr Ahmed İbn Ali er-Râzî),
Ahkâmu’l-Kur’ân, 5/236-241; Dâru İhyâi’t-Türâs, Beyrut-Lübnan, 1405/1984;
el-Herâsî (İmâmüddin İbn Muhammed), Ahkâmu’l-Kur’ân, 4/348, 349;
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1. baskı, 1403/1982; İbn Arabî, (Ebû
Bekr Muhammed İbn Abdullah); Ahkâmu’l-Kur’ân, 3/1553, 1554; Dâru’l-Ma’rife,
Beyrut-Lübnan, Tahkîk: Ali el-Becâvî.
116. Umûmiyet ve husûsiyet için bkz. Beycûrî,
Cevheratu’t-Tevhîd (Tuheftu’l-Mürîd), 8; İbn Neccâr (Allâme Muhammed İbn Ahmed
İbn Abdulaziz İbn Ali el-Fetûhî el-Hanbelî, öl:972/1574),
Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr (Muhtasâru’t-Tahrîr ev el-Muhtebîr el-Mühtekir
Şerhu’l-Muhtasar fî Usûli’l-Fıkh), 1/71; Tahkîk: Dr. Muhammed Zehîlî ve Dr.
Nezîh Hammâd, Ümmü’l-Kurâ Üniversitesi Kültür Merkezi Yayınları, Dâru’l-Fikr,
1400/1980; İbn Teymiye (Ahmed İbn Abdulhalim), el-İman el-Mektebu’l-İslâmî,
1381/1961.
117. Ahzâb Sûresi, 4.
118. Ahmed İbn Sa’d İbn Hamdân el-Ğâmidî, Akîdetü
Hatmu’n-Nübüvveti’l-Muhammediyye, 30-50; 1. baskı, 1405/1985.