A. İrtica Kelimesinin Tanımı

Terakkinin zıddı olan "irtica" kelimesi, Arapça "Ricat" kökünden türetilmiştir. "İstif’al" babından "İrtica" olarak dilimize girmiştir. Lügatte "geri dönmek" demek olan bu kelime Türkçe’de; yeniliklere değer
vermeyip, her yönüyle eskiyi özlemek veya eski düzeni getirmeye çalışmak anlamını ifade eder. Batı dillerinde, "Etkiye karşı, tepki göstermek" manasına gelen bu kavram, İngilizce’de "Reaction", Fransızca’da "Réactione" ve Almanca’da "Reaction"
kelimeleriyle karşılanmaktadır.

İrtica kavramı dinî alanda da farklı biçimlerde algılanmaktadır. Bir yönüyle, dinden sapmak, tekrar cehalet ve şirk hayatına dönmektir. Örneğin, Yemen ve Necd Araplarından bir kısmının daha önce İslam’a girdikleri halde Cahiliyye dönemindeki örf, adet ve
batıl inançlarına geri dönmeye teşebbüs etmeleri, özellikle zekat vermemeleri ve savaşlarda görev almaktan kaçınmaları Halife Hz. Ebu Bekir tarafından, mücadele edilmesi gereken "irticaî" bir hareket olarak görülmüştür.

Gerçek anlamda "irtica", dinin özünden uzaklaşmak ve dini, temel ilkelerine aykırı olarak algılamak ve yorumlamaktır. Buna göre "irtica", kendini dindar sanan kimselerin, bilerek veya bilmeyerek din kurallarından uzaklaşması, dinin özünü bir
tarafa bırakmasıdır. İslâm’ın zahirine sıkı sıkıya bağlı kalmanın esas olduğunu ileri sürüp, bu esasa riayet etmeyen insanları dışlayan, onlara hayat hakkı tanımayan Haricilerin hareketi bu konuda bize çok iyi bir örnektir.

Şu halde, irtica dinden geriye dönüş ve haktan ayrılmadır. Dinin irtica ile alakası, dinin yanlış anlaşılmasından ibarettir. Din, irticayı reddeder. Her iki kavram, birbirinden farklıdır. Ancak, günümüzde dini bilmeyen aydınlar irticayı din ile karıştırmaktadırlar.
Esas itibarıyla irticanın göz önünde bulundurulması gereken yönü, sosyal boyutudur. Din alanındaki irtica kavramı da, sosyal alandaki tanımının dine uygulanması şeklindedir.

B. Kur’an’da İrtica (Cahiliyye)

"CHL" kökünden türemiş olan "Cehalet" kelimesi "bilgisizlik" anlamından ziyade, "yanlış bilmek" anlamında kullanılmaktadır. Kur’an, bilmemeyi "ümmi" kelimesi ile ifade eder. Nitekim Peygamberimiz (sav) okuma yazma
bilmediği için "Nebiyy-i ümmi"1 olarak isimlendirilirken, zamanına göre iyi bir eğitim almış olan Ömer Bin Hişam, "Ebu Cehil" yani "cehaletin babası" olarak isimlendirilmiştir. İslamiyet "OKU!" emri ile başladı ve en büyük mücadelesini
cehalete karşı verdi, vermeye de devam etmektedir.

Cehalet, İslam’ın en büyük düşmanıdır. Bunun için İslamiyet’ten önceki vahşet dönemine "Cahiliyye Dönemi" denmekte, o zamanki adetlere de "Adât-ı Cahiliyye" denilmektedir. Bu vahşi adetlerin en belirgin ve en mühim olanlarını Kur’an-ı
Kerim açıkça ifade ederek, bunlardan kaçınmayı emretmiştir. Bunlardan anlaşılmaktadır ki, "Cahiliyye" bir dönem olmaktan ziyade bir zihniyettir. Bu zihniyet, her zaman hükmünü icra etmek için fırsat ve zemin bulabilir. Yoksa, geçmişte kalan bu adetlerin bizi ve Kur’an’ı
ilgilendirmemesi gerekirdi.

Kur’an-ı Kerim, "Cahiliyye" ifadesine dört ayetinde, dört ayrı ayeti konu edinerek yer verir. Nuzül sırasına göre bu ayetlere baktığımız zaman:

1. Zann-ı Cahiliyye (Şirk ve Küfür): Yüce Allah bu ayetinde münafıkların Cahiliyye zamanındaki gibi Allah hakkında yanlış inanca kapılarak, Allah’ın Resulüne yardım etmeyeceğini düşünerek kendi canlarının kaygısına düşmelerini "Cahiliyye kafası
ve zannı" olarak nitelendirir. Kalplerindekini onlara bildirerek, inanç konusunda şüphelerin ve yanlış itikatların "cahiliyye zannı" olduğunu bildiriyor.2

2. Teberücü’l Cahiliyye (Açık saçık gezinme): Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah, Peygamber hanımlarına ve dolayısıyla tüm kadınlara hitap ederek, "Cahiliyye kadınlarının açık saçık kıyafetlerle gezmesi gibi gezinmemelerini, namazı doğru şekilde kılmalarını
ve evlerinde edep ve haya ile oturmalarını" emreder.3 Bu ayetten de anlaşıldığına göre kadınların açık saçık gezmelerini ve tesettürün kaldırılmasını Cahiliyye adeti olarak göstermektedir.

3. Hamiyyet-i Cahiliyye (Kabile ve ırk taassubu): Kur’an bize, İslam’dan önce kafir ve müşriklerin, kalplerindeki Cahiliyye gayreti ve taassubu olan ırkçılık ile hareket ettiklerini haber veriyor. Buna karşılık müminlerin Allah korkusu ve takvaya dayanan iman
gayreti ile hareket etmelerinin elzem olduğunu bildiriyor.4

4. Hükm-ü Cahiliyye, Cahiliyye Ahkamı (Cahiliyye Devrinin Siyaseti): Yüce Allah, "Cahiliyye hükmü" ile siyasi olarak istibdadı ve hak ve hürriyetlerin gaspını, Allah’ın koyduğu siyasi hükümler olan hürriyet, adalet, işi ehline vermek ve kanun
hakimiyeti yerine insanların zulmü ve zorbalığı netice veren keyfi idarelerini kast ederek, "Onlar Cahiliyye devrinin hükmünü mü arıyorlar"5 buyuruyor, istibdadın her nevini netice veren, kanun ve nizam tanımayan idareleri "Cahiliyye idaresi" olarak
isimlendiriyor.

Cahiliyye devrinden kasıt bedeviyettir. Kur’an’ın nazil olmasından önce insanlık bedeviyet devrini yaşıyordu. Peygamberimiz’in (sav) Yesrib’e hicretinden sonra kurduğu medeniyet ile insanlık bedeviyetten kurtularak medeniyet ile tanıştı. Bunun için Yesrib, Medine
olarak isimlendirildiği gibi, insanlık da "iman; ahlak, hürriyet, adalet ve idareyi seçim ile ehline verme"yi Medine’den ders aldı ve buna "Medeniyet" dedi. Bundan önceki devri de "Cahiliyye" olarak isimlendirdi.

Cahiliyye dönemi, "Bilgisizlik" ve "Barbarlık" anlamlarına da gelmektedir. Farabi de "El-Medinetü’l-Fazıla" isimli eserinde "Zorba Sitesi" anlamında "El Medinetü’l-Cahile" demektedir. Bu dönemin en belirgin özelliği,
ırkçılık ve kabileciliktir. Nitekim Peygamberimiz (sav), Medine’de Evs ve Hazrec kabileleri arasında çıkan bir sürtüşme neticesinde kabileciliği çağrıştıran şiirler okununca, "Ey Müslümanlar! Allah’tan korkun. Beni aranıza gönderen Allah sizi İslam ile şereflendirmiş ve
küfürden uzaklaştırıp, Cahiliyye zihniyetinden kurtarmış, sizi birbirinize dost yapmışken nasıl oluyor da Cahiliyye davası ile birbirinize düşebiliyorsunuz?"6 buyurarak ikaz etmiştir.

Cahiliyye davası ırkçılığa davettir. "Ey filanoğulları geliniz!" demektir. Bu durumda kabilecilik zihniyeti ile zalim de olsa mazlum da olsa yardım görürdü. Yapılan işin doğruluğu ve haklılığına bakılmaksızın kabilecilikle hükmolunurdu. Bunun için
Peygamberimiz (sav) "İslam, Cahiliyyeden kalma ırkçılık ve kabileciliği kaldırmıştır",7 "Cahiliyye davası ile hak iddia eden bizden değildir."8 buyurmuşlardır. Yine Peygamberimiz (sav) Ensar ile Muhacirler arasında çıkan sürtüşmeyi de
"Şu Cahiliyye çığlığını bırakınız!"9 buyurarak ikaz etmişlerdir.

Cahiliyye, bir dönemin değil, bir zihniyetin adıdır. Bu zihniyetin devam edeceğini de Peygamberimiz (sav) bize haber vermişler ve bizlerin bu zihniyetten kaçınmamız gerektiğini belirtmişlerdir. Çünkü bu zihniyet çeşitli maskeler altında zaman zaman zuhur
edecektir. Nitekim Peygamberimiz (sav) buyurdular ki: "Ümmetimde Cahiliyye döneminden kalma, tamamen terk edemeyecekleri dört haslet bulunacaktır. Bunlar: Asaletiyle övünmek, başkalarının soyuna dil uzatmak, yıldızlardan yağmur beklemek (Astroloji, bir nevi tabiatperestlik) ve ölünün
arkasından yüksek sesle ağlamak."10 Nitekim Ebu Zerr (ra) Bilal-i Habeşi ile olan bir sürtüşme hadisesinde, "Ey kara kadının oğlu!" diye hitab eder. Bunu duyan Peygamberimiz (sav) Ebu Zerr’i (ra) çağırarak şöyle ikaz eder: "Onu annesinin renginden dolayı
mı ayıplıyorsun? Demek sende hala Cahiliyye ahlakı var."11

Bütün bu hadisler gösteriyor ki, Cahiliyye bir zihniyettir. Bu zihniyetin dört ayağı ve dayandığı dört tabanı vardır. Bunlar; şirk ve küfür, istibdadın her nevi, ırkçılık ve kadınların müstehcenlikte istismar edilmesi. Sosyal hayatta bu Cahiliyye
adetlerine dönüşün her nevine irtica denir. Yani irtica, Cahiliyye adetlerine ve geriye dönüştür. Bu sebepten dolayıdır ki, Bediüzzaman Said Nursi, 31 Mart’ta haksız olarak çıkarıldığı Divan-ı Harb-i Örfi’deki mahkemesinde şöyle hitab ediyordu: "Tebeddül-ü esma ile
hakaik tebeddül etmez. İstibdad ne şekilde olursa olsun, Meşrutiyet libasını giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım."12

C. Sünnette İrtica (Cahiliyye)

İslamiyet gelir gelmez her şeyden önce cehalete karşı savaş açtı. İnsan taallümle tekemmül edecekti. Hikmet-i Ezeliye öyle takdir etmişti. Bunun için Bediüzzaman da "Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı; sanat,
marifet ve ittifak silahı ile cihad edeceğiz"13 diyordu. Çünkü Peygamberimiz (sav) İslam’dan önceki cehalet dönemini kapatmış ve Cahiliyye dönemi dediği bu dönemin adetlerine dönmek isteyenleri de sık sık uyarmıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz, "Allah en çok
şu üç kişiye gazap eder: Mekke ve Medine’de günah işleyene, dinde Cahiliyye adetlerini yaşatmak isteyene ve haksız yere kan dökmek isteyene."14 şeklinde buyurmuşlardır.

Cahiliyyeyi doğuran şey cehaletin kendisidir. Cahillik bilgisizlik demek değildir. Yanlışta ısrar etmektir. Peygamberimiz "Allah’a itaat et ki, sana akıllı denilsin, O’na isyan etme ki, sana cahil denilmesin",15 "Kendi görüşünde ısrar
etmek sana cehalet olarak yeter",16 "Kişinin kendini beğenmesi cahillik olarak yeterlidir."17 buyurarak cehaletin bilgisizlikten öte bir şey olduğunu ifade etmişlerdir.

İdareye cahil insanların gelmesini de büyük bir şer olarak gören Peygamberimiz (sav): "Allah bir millet hakkında hayır murat ederse akıllı ve yumuşak huylu insanları idareye getirir. Aralarında alim olanlar hüküm verir. Malı da cömert olanlara vererek
onları zengin yapar. Şer murat ederse kötülerini idareci yapar, cahiller hüküm verirler, malı da cimri olanlar toplar"18 buyurarak cehaletin ve Cahiliyyeye dönüşün sebeplerini bize haber vermişlerdir.

İrtica’yı doğuran zihniyet yapısının temelinde "Zann-ı Cahiliyye" olan yanlış inanç yatmaktadır. İnanç insanın fikrini, fikir ise davranışlarını etkiler. Yanlış davranışların ve kötü düşünce ve zihniyetlerin altında bozuk inançlar hükmeder.
Bunun için din öncelikle insanın inancını düzeltmekten işe başlar. İnanca ait bilgiler ve inancın neticesi olan ameller her şeyden daha önemlidir. Çünkü ondan sonra o insanın zihniyetine tesir eden inancı olacaktır. Peygamberimiz (sav) buna vurgu yapar ve "Amellerin en
faziletlisi, Allah’ı bilmektir. Allah bilgisi ile beraber yapılan az amel sana fayda verir. Allah’tan gafil ve cahil bir kimseye ameli fayda vermez" buyurmuşlardır.19

"Cehaletin yaygınlaşmasını" kıyamet alameti20 olarak sayan Peygamberimiz’in (sav) kastettiği elbette teknik ve teknolojiyi doğuran bilgi değildir. Ancak inanç ve zihniyet cehaletini ve Cahiliyye döneminin düşünce sistemini kast etmekte olduğu
açıktır. Ahirzamanda cehaletin yaygın olmasının altında, insanların kendi ilimlerine ve teknolojik gelişmelerine güvenerek Allah’tan gafil olmaları birinci derecede rol oynamaktadır. Kur’an’ın "Zann-ı Cahiliyye" dediği irticaî durum budur. Bu teknolojinin yanlış kullanımını
netice vermektedir. Dolayısıyla insana hizmet etmesi gereken ilim ve teknoloji, inançsızlığa, istibdada, nefsani zevklere ve ırkçılığa hizmet etmektedir ki, gerçek irtica budur. Bu, medeniyet asrında insanlığı ortaçağın gerisine rücû ettirmektedir.

D. Bediüzzaman’ın İrticaya Karşı Mücadelesi

"Bu zamanın medeni perdesini kendisine maske yapan ve vatanperverlik perdesi altında dinsiz ve hakiki bedevi ve hakiki mürteci, yani bu milleti İslamiyet’ten evvelki adetlerine sevk edenlerle konuşan"21 Bediüzzaman, İslam’ın Cahiliyye adetlerini
kaldırdığını bir hadis-i şeriften yola çıkarak belirtir22 ve Cahiliyye adetleri olan ırkçılık ve dinsizlikle mücadele için hayatının sonuna kadar mücadele eder. Bu zamanın vahşet ve bedevilikte Cahiliyye döneminden geri kalmadığını ve bilhassa kadınlara hak vermek
perdesi altında kadını nasıl bir duruma düşürdüğüne de dikkat çekerek: "Zaman-ı cehalette gayret-i vahşiyaneye binaen kızlarını sağ olarak defnetmek gibi gaddarane bir zulmü andıracak şu zamanın hırs-ı vahşiyanesi, merhametsiz bir şenaate yol açmak ihtimali vardır"
der.23 Yine de irtica ile ittiham edilmekten kurtulamaz.

Bediüzzaman, kendisini irtica ile ittiham edenlere karşı daima İslam hakikatlerini müdafaa etmiş24 ve bîtaraf ve hürriyetperver olması lazım gelen hükümet-i Cumhuriyeyi, dinsizliğe taraftar ve entrikaları çeviren ve hükümetin memurlarını iğfal
eden gizli menfi komitelerden tefrik ederek, hükümetin onlardan uzak olmasını istemiş ve o ent-rikacılarla mübareze etmiştir.25

İfsat komitesi denen gizli komitenin Cumhuriyeti kendi kötü emellerine ve dinsizliğe alet etmeye çalıştıklarına dikkat çeken Bediüzzaman, "O komitelerden, tesadüfle hükümetin memuriyetine girenler, ciddi dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuş, garaz
ettikleri dindarlara takıyorlar ve hükümeti iğfale çalışıyorlar. O iki kulptan birisi, o mülhitlerin dinsizliğine temayül göstermemek manasıyla ‘irtica’ kulpunu takıyor; diğeri -haşa ve haşa- dinsizliği bu hükümet-i İslamiye’nin ayn-ı siyaseti telakki etmediğimiz manasına,
‘dini siyasete alet etmek’ kulpu ile lekelemek istiyorlar"26 diyerek irtica çığırtkanlıkların kaynağını teşhis etmiş ve bizlere göstermiştir.

Bediüzzaman, yine 31 Mart Hadisesinden sonra "mürteci" suçlaması ile çıkarıldığı Divan-ı Harb-i Örfi’de: "Siyaseti dinsizliğe alet yapan bazı adamlar, kabahatlerini setr için başkalarını irtica ile ve dinini siyasete alet yapmakla ittiham
ederler"27 diyerek, irtica suçlamasını ancak dinsiz olanların dindarları ittiham altında tutmak için işlettiğini ifade etmektedir.

Sonuç

Bütün bunlardan sonra aşağıdaki neticelere ulaşmaktayız:

1. İrtica, İslam öncesi vahşet döneminin inancı, siyasi despotizmi, ırkçılığı ön plana çıkaran yapısı ve içtimaî hayatı tanzim eden kölelik zihniyetini de içine alan ekonomik ve sosyal adetlerine dönüştür. İslamiyet bu yapıyı ortadan kaldırarak hak
ve hürriyetleri savunan, köleliği kaldıran, kadına hakkını en güzel şekilde veren ve sosyal hayata katan, toplumda adaleti sağlayan, ekonomik yönden faizi kaldırarak zekat gibi yardımlaşma müessesesini getiren bir sosyal hayatı ve seçime dayalı bir siyasi hayatı getirmiştir. Bu
yapıdan geriye dönüş irticadır, Cahiliyyeyi istemektir. Dolayısıyla irticanın İslamiyet ile hiç mi hiç ilgisi yoktur.

2. Tarihte statükoyu savunan ve gününü gün eden idareciler ve zengin kesimler çağdaş yeniliklerin kendi rahatlarını bozacağı vehminden dolayı her yeniliğe karşı çıkmışlardır. Bunun için de güç odaklarını çeşitli vesilelerle tahrik ederek kendi
emellerine alet etmişler ve asker gücünü de kullanarak statükonun devamını sağlamışlardır. Bunun için zaman zaman taassubu, zaman zaman da bazı hassas noktaları tahrik etmişler, rakiplerini ezmek için de bu gibi olayları kullanmışlardır.

3. Masum ve mazlum halkın irtica ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Hiçbir irticai hadisede de yer almamışlardır. Ancak fatura daima halka çıkarılmıştır. Dindar halk irtica suçlaması ile sindirilmiştir.

4. İrtica, güç odaklarının dindarları sindirmek için kullandıkları silahtan başka bir şey değildir.

1. A’raf, 5:157, 158.

2. Âl-i İmran, 3:154.

3. Ahzab, 33:33.

4. Feth, 48:26.

5. Maide, 5:50.

6. İbn-i Hişam, Sire, 1:555-556.

7. Mektubat, 310; Buhari, Ahkam, 4; Ebu Davud, Sünnet, 5; Tirmizi, Cihad, 28.

8. Buhari, Cenaiz, 39.

9. Buhari, Menakıb, 8.

10. Müslim, Cenaiz, 29.

11. Buhari, İman, 22.

12. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 40.

13. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 23.

14. Buhari, Diyat, 9.

15. Camiü’s-Sağir, s. 43.

16. Camiü’s-Sağir, 3:95.

17. Camiü’s-Sağir, 3:114.

18. Camiü’s-Sağir, 1:137.

19. Camiü’s-Sağir, 1, 346.

20. Müslim, İlim, 9; Tirmizi, Fiten, 34; İbn-i Mace, Fiten, 25.

21. Münazarat, s. 142.

22. Mektubat, s. 66, 310.

23. Mektubat, s. 44.

24. Tarihçe-i Hayat, s. 194.

25. Tarihçe-i Hayat, s. 212.

26. Tarihçe-i Hayat, s. 212.

27. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 20-21; Tarihçe-i Hayat, s. 54.