I. Research Conference – “Civil Society” [Final Declarations]
Giriş
Beşeriyet, sosyolojik olarak, kendi tarihsel sürecinde, "Vahşet ve Bedeviyet,
Kölelik, Esirlik ve Ücretlilik" olmak üzere dört dönem yaşadı. Bediüzzaman'ın "Serbestiyet
ve Malikiyet" dönemi olarak isimlendirdiği beşincisini de yaşamaya hazırlanıyor.
Bu süreç, ferdi hukukun, kamu ve devlet yapısı içinde kendini koruma altına alma
çabalarını arttırdığı, sivil toplumun öne çıktığı, öncü vatandaş kimliğinin güç
kazandığı, farklılıkların algılandığı ve saygı gördüğü, sosyal konseptlerin yer
değiştirdiği bir süreç olacak. Sosyal yaşamın fert lehine değişim geçirdiği bu süreçte
öne çıkan en önemli vurgu, toplumsal bağların güçlendirilmesi bağlamında, toplumsal
dinamikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bediüzzaman'a göre, sosyal algıdaki bu
değişimden pozitif değer elde etmek için, manevi ve maddi dengelerini kurmuş güçlü
fertlere ihtiyaç vardır. Toplumu değerlerle güçlendirmek için de toplumsal dinamiklerin
harekete geçirilmesi gerekir.
Sivil toplum algısı bakımından Bediüzzaman, "ihlas merkezli" bir yaklaşımı esas
almış, iktidara gelmeyi ve güce talip olmayı asla benimsememiştir. Çünkü "güç" merkezli
düşünen fertler davranışlarında Allah rızasını gözetemeyeceği gibi, böyle fertlerden
oluşan toplumda da adalet duygusu gelişemez. Günümüz Türkiye'sinde sivil toplum
emekleme dönemini yaşarken, büyümesini engellemek isteyen güçler toplumun ensesinde
beklemektedir. Ülkemizde resmi ideoloji topluma ortak bir aidiyet duygusu vermekten
çok uzak olduğu gibi, aleyhte tetikleyici bir özelliği de olagelmiştir. Tek tipçi
yaklaşan ve farklılıkları göz ardı eden bir devlet ideolojisinden de toplumun ortak
paydası olmak beklenemezdi zaten. Oysa, çoğulculuk sivil toplumun vazgeçilemez bir
değeridir.
Güçlü Toplumun Dinamikleri
Bediüzzaman Said Nursi, toplumsal dinamikleri iki şekilde ele almaktadır. Biri,
koruyucu yaklaşım, diğeri motive edici yaklaşımdır. Ona göre, toplumun koruyucu
dinamikleri ile motive edici dinamikleri birlikte yürütülmelidir. Bediüzzaman'a
göre, toplumun dinamikleri şunlardır:
1. Sosyal Barış Dinamikleri
2. Ortak Payda Dinamikleri
3. Moral Değer Dinamikleri
4. Rekabetçi Sosyo-Ekonomik Dinamikler
5. Özgürlükçü ve Demokratik Yönetim Dinamikleri
1. Sosyal Barış Dinamikleri
Asayişin Temini: Güçlü toplumu oluşturmanın önemli yollarından biri, "asayiş"tir.
Bediüzzaman'a göre, özgürlüklerle donanmış bir huzur ve güven ortamı, fertlerin
yeteneklerini geliştirmede önemli bir etkendir. Bu nedenle, Bediüzzaman, hayatını
"asayişin temini"ne vakfettiği gibi, kitaplarını okuyanları da bu konuda sürekli
uyarmıştır. Koruyucu dinamikler bağlamında, sosyal barışı engelleyen manilerin ortadan
kaldırılması gerekmektedir. Bu bağlamda, sosyal hayat okulundan elde ettiği tecrübelere
dayanarak, sosyal barışı dinamitleyen etkenleri şu şekilde sıralamaktadır:
"Birincisi: Ye'sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.
İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.
Üçüncüsü: Adâvete muhabbet.
Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.
Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat.
Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek."
Bediüzzaman'a göre, bu hastalıkların iyileştirilmesi için, Kur'an eczanesinden
alınan ilaçlar kullanılmalıdır. Bu bağlamda, bu ilaçları sunan Risale-i Nur aracılığıyla
verdiği mesajları şu şekilde özetlemek mümkündür:
Bir: Güçlü toplum olabilmek için, umutlarını sürekli koruyan ve Allah'ın rahmetinden
asla ümidini kesmeyen fertlere sahip olmak gerekir. Toplumsal gücün korunmasında
etkili bir dinamik olan "ümit", aynı zamanda, öncü olmanın da çıkış noktasıdır.
Onun verdiği ümit yüklü mesajlarından biri şudur:
"İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyet'in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'âniye
ve imaniye olacak. Öyleyse, şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız
ki, bize parlak bir istikbal, ecnebîlere müşevveş bir mâzi düşmüş."
Bu mesajını delillere dayandıran Bediüzzaman Said Nursi, koruyucu dinamikler
bağlamında en çarpıcı cümleyi şu şekilde ifade eder:
"Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef'âlimizle izhar
etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyet'e girecekler; belki
küre-i arzın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyet'e dehâlet edecekler."
İki: Güçlü toplum dinamiklerinden biri de doğruluktur. Bediüzzaman'a göre, doğruluk
İslamiyet'in özüdür. Manevi hastalıkların kaynağı da doğruluğun zıddı olan "yalancılıktır".
O halde yapılması gereken, özellikle İslam toplumlarından yalancılığı yok edip,
doğruluğu ihya etmektir. Bu, aynı zamanda toplumda güveni de tesis eder. Ticari,
sınai ve kamusal ilişkileri de düzene sokar.
Onun, toplumun koruyucu dinamiklerinden doğruluğa ilişkin verdiği önemli ölçüyü
şu cümlesinden anlamak mümkündür: "Evet, her söylediğin doğru olmalı; fakat her
doğruyu söylemek doğru değil. Bazen zarar verse sükût etmek… Yoksa yalana hiç
fetva yok. Her söylediğin hak olmalı; fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yok.
Çünkü hâlis olmazsa su-i tesir eder, hak, haksızlıkta sarf olur."
Üç: Bediüzzaman'a göre, toplumu güçlendiren ve bu gücü koruyan önemli dinamiklerden
biri de "sevgi"dir. Onun deyimiyle "muhabbet"tir. O, bu konuda şunu ifade etmektedir:
"Muhabbete en lâyık şey muhabbettir; ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani,
hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek
sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi
zîr ü zeber eden düşmanlık ve adâvet, her şeyden ziyade nefrete ve adâvete ve ondan
çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır."
Dört: Bediüzzaman'a göre, sosyal barışı sağlayan ve toplumun koruyucu bir dinamiği
de "sosyal bağları" anlamaktır. Özellikle bireyselleşmenin yanlış kullanımından
doğabilecek "bencillik", "neme lazımcılık" ve "adam sende, bana dokunmayan yılan
bin yaşasın" gibi yaklaşımların önünü kesmek için, Bediüzzaman "müsbet milliyet"
kavramı içindeki "hamiyet" duygusunu öne çıkarmaktadır.
"Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir" derken, "Ben neyim? Benim
ne hükmüm var ki…" gibi düşüncelerden bireylerin arınmasını istemiştir. Sosyal
bağların fark edilmesini isteyen Bediüzzaman'ın şu cümleleri tüm açıklığıyla ortadadır:
"Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünkü, insanın fıtratı medenîdir.
Ebnâ-yı cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam
edebilir. Meselâ, bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri mânen
öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan
gibi bir postla yaşayamadığından, ebnâ-yı cinsiyle fıtraten alâkadar olduğundan
ve onlara mânevî bir fiyat vermeye mecbur bulunduğundan, fıtratıyla medeniyetperverdir.
Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden insanlıktan çıkar, mâsum olmayan câni bir
hayvan olur. Bir şey elinden gelmese, hakikî özrü olsa, o müstesna…"
Beş: Bediüzzaman sosyal dinamiklerin koruyuculuğu bağlamında, Kur'an-ı Kerim'de
önemle vurgulanan "meşveret" kavramını öne çıkarmaktadır.
Danışan, eylemlerini başkalarının gözüyle de sorgulamasını bilen fertlerden oluşan
toplumların daha güçlü olduğu bilinen bir gerçektir. Demokrasinin temel taşlarından
olan "danışmak" kavramı, fevriliğe yatkın olan Doğu toplumlarında, nefsin ve duyguların
dizginleyici bir özelliği olabilir. Bediüzzaman bu konuda şunları ifade etmektedir:
"Asya kıt'asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûrâdır. Yani, nasıl fertler
birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki,
üç yüz, belki dört yüz milyon İslâm'ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların
kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer'iye ile şehamet ve şefkat-i
imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyedir ki, o hürriyet-i şer'iye, âdâb-ı
şer'iye ile süslenip Garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır."
Altı: Bediüzzaman'a göre, güçlü toplumun koruyucu dinamiklerinden biri de özgürlükçü
ve demokratik bir ortamın sağlanmasıdır. O, meşrutiyet algılamasını vatandaşa sunarken,
"dağ ve sahrâyı bir medrese ederek meşrûtiyeti ders verdim" şeklinde ifade etmektedir.
Hatta, her yenilikte olduğu gibi, meşrutiyete tepki verenlere de şu cümleleriyle
karşı koymuştur: "Birden bana göründü ki, meşrûtiyeti gâyet garip bir sûrette telâkkî
etmişler. Nurdan zarar gelmez; gelirse, huffâşa gelir, murdar şeylere gelir. Size,
cemî kuvvetimle, âleme işittirecek tarzda bağırarak müjde veriyorum ki; 'umum İslâm'ın,
lâsiyyemâ Osmânîlerin fecr-i sâdıkının geldiğini, hattâ Bâşid başında görüyorum.
Faraza, şu devletin yarı milleti, pahasında verilse idi gene erzân ve zulmetle beraber
yansa idi gene ucuz!"
Demokratik ortamın oluşması kadar, güçlü toplum dinamiğini engelleyen istibdadı
kaldırmak da Bediüzzaman'ın hedeflerinden biridir. İstibdada o kadar karşıdır ki,
onu "hayvanlık" olarak tanımlamaktadır.
2. Ortak Payda Dinamikleri
Bediüzzaman Said Nursi, kalkınma ve ilerlemenin "dahildeki asayişle" mümkün olabileceğini
vurgulamaktadır. Toplumsal huzurun sağlanması için toplumun ortak paydalarının belirlenmesi
ve bu paydalarda uzlaşmaya varılmasını esas almaktadır. Ona göre toplumun ortak
payda dinamiklerinden bazıları şunlardır:
Bir: Dini hissiyat, özellikle "Enbiyanın şarkta ve Asya'da zuhurundan" dolayı
bireylerde baskın olan duygudur. Ona göre, "Asya'da din hakimdir. Felsefe ikinci
derecededir. Bu remz-i kadere binâen, Asya'da hüküm süren dindar olmazsa da din
lehine çalışanlara ilişmemeli, belki teşvik etmelidir."
Bediüzzaman, özellikle, dinsizleştirme politikalarının uygulandığı dönemlerde,
yönetenleri bu konuda uyarmış, "din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak
ve rüşvet-i mutlakadan başka çare olamaz" demiştir. Ona göre, bir Müslüman başka
dine girmez. Hiçbir Müslüman "Şimdiye kadar hakikî Yahudî ve Nasranî olmamış, aksine
dinsiz olmuş, bütün bütün bozulmuştur". Ona göre, "Müslüman Bolşevik de olamaz.
Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez." Bediüzzaman
kendisini ve talebelerini" hem idareye, hem âsâyişe, hem vatan ve millet saadetine
çalışma" misyonu ile tanımlamıştır.
Burada, masa olarak uzlaştığımız önemli bir açılım da, dinin birleştirici ortak
payda olabilmesi için nisbileştirilmesi gerektiği lüzumu üzerinedir. Bediüzzaman'a
göre, doğru İslamiyet ve İslamiyet'e layık doğruluk, doğru şekilde, doğru zamanda
ve doğru araçlarla sunulduğu takdirde toplum tarafından kabul edilecektir. Hatta
bu tarz bir yaklaşım sonucu, "sair dinlerin tabileri de İslamiyet'e dehalet edeceklerdir."
İki: Bediüzzaman "kardeşlik" vurgusunu sıkça yapmaktadır. Hatta "Uhuvvet Risalesi"
isimli müstakil bir eser de yazmıştır. Bu eserde, kardeşliği oluşturan esaslar ile
kardeşliği bozan davranışları ortaya koyarak, dengeli ve akılcı davranış sahibi
olmaya yönlendirmektedir. Ortak payda bağlamında Bediüzzaman Said Nursi'nin bu eserinde
sunduğu ölçülerden bir kaçını burada belirtmek isteriz:
» Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, "mesleğim haktır veya daha güzeldir"
demeye hakkın var. Fakat "yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur.
» Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi,
vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber
bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın
emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir
memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki,
imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince
vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.
Üç: Bediüzzaman, sosyal payda bağlamında ortaya çıkacak toplumsal uzlaşma için
beş şart ileri sürmektedir. Ona göre, özgür bir ortamın tesisi için, fertlerin bu
beş şartı dikkate almaları gerekmektedir. Bunlar: "Şeriat dairesinde ittihad-ı kulub,
ikincisi muhabbet-i milliye, üçüncüsü maarif, dördüncüsü sa'y-i insanî, beşincisi
terk-i sefahettir."
Dört: Bediüzzaman'a göre, doğru sunulan ve doğru yaşanan dini değerler sosyal
ortak paydaların ön sırasında yer alır. Dini değerler, daha öncelikli ve birleştirici
rol oynarken, milli değerler, dini değerlerle verildiği takdirde bütünleştirici
rol oynayabilir. Onun deyimiyle, "Biz Müslümanlar, indimizde ve yanımızda din ve
milliyet bizzat müttehiddir. İtibarî, zahirî, ârızî bir ayrılık var. Belki din,
milliyetin hayatı ve ruhudur. İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman,
hamiyet-i diniye avâm ve havassa şâmil oluyor. Hamiyet-i milliye, yüzden birisine
(yani, menâfi-i şahsiyesini millete feda edene) has kalır. Öyleyse, hukuk-u umumiye
içinde hamiyet-i diniye esas olmalı. Hamiyet-i milliye, ona hâdim ve kuvvet ve kalesi
olmalı. Hususan, biz Şarklılar, Garplılar gibi değiliz. İçimizde kalblere hâkim
hiss-i dinîdir. Kader-i ezelî ekser enbiyayı Şarkta göndermesi işaret ediyor ki,
yalnız hiss-i dinî Şarkı uyandırır, terakkiye sevk eder. Asr-ı Saadet ve Tâbiîn
bunun bir burhan-ı kat'îsidir."
Beş: Bediüzzaman sivil toplumun en önemli dinamiklerinden biri olarak "adalet"i
öne çıkarır. "Haklılara hakkını, haksızlara cezasını vermek" olarak tanımladığı
adalet, ona göre, sivil olmak isteyen bir toplumun vazgeçilemez doğrularından biridir.
"Evet, millet-i İslâmiyenin sebeb-i saadeti yalnız ve yalnız hakaik-i İslâmiye
ile olabilir. Ve hayat-ı içtimayesi ve saadet-i dünyeviyesi şeriat-ı İslâmiye ile
olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zîr-ü zeber olur. Ahlâksızlık, pis hasletler
galebe eder. İş yalancıların, dalkavukların elinde kalır."
Ona göre, adaletin tesisi için de güçlü iman sahibi bireyler gerekir. İstiğnayı
esas alan ve ihlas merkezli davranan bireylerden söz eder. Ona göre, "Evet, iman,
kalbde, kafada daimî bir mânevî yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten
çıktıkça 'yasaktır' der, tardeder, kaçırır. Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin
temayülâtından çıkar. O temayülât, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir.
Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye
çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlûp etmez."
Altı: Bediüzzaman'a göre, toplumsal çatışmaları önleyici ve toplumu ortak paydalarda
buluşturucu önemli bir etken de kişiler arası diyalogda ölçülü davranmaktır. Bu
ölçü, tolerans kültürünü öne çıkaran, hoşgörü ve muhabbeti ilke edinen bir yaklaşım
biçimidir. Onun ifadelerine başvuralım:
"Medenilere galebe çalmak ikna iledir; söz anlamayan vahşîler gibi, icbar ile
değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur. Meşrûtiyet ki, adalet
ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir." Yine Bediüzzaman'a göre,
"İttifak hüdadadır, hevada ve heveste değil."
Yedi: Bediüzzaman koruyucu dinamikler bağlamında kişisel faziletin önemine de
dikkat çeker. Bu bağlamda kişilerin yapmaması gereken davranışlar olarak şunları
sıralar:
» Tenkitçilik
» Gıybet
» Ahlaksızlık
» Haset
» Hırs
» Dalkavukluk
» Tembellik ve tenperverlik
» Şöhret Düşkünlüğü
» Menfi milliyetçilik
» Korkaklık
» Havalecilik
3. Moral Değer Dinamikleri
Bediüzzaman sivil toplumun korumacı dinamikleri olarak moral değerleri öne çıkarmaktadır.
Bu amaçla dini değerlerin korunması kadar, onların su-i istimalini önlemeye çalışmaktadır.
Bu anlamda, şunları söyler:
"Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız
bir-bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz
bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz
bir-ona kadar bir, bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı,
muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî
zincirler bulundukları halde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek
ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet
etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı
muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm
ve i'tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın."
Moral değerler bağlamında, sosyal yardımlaşma, birbirini takviye etme gibi davranış
biçimlerini de öne çıkaran Bediüzzaman, moral değerler çerçevesini o kadar geniş
tutmuştur ki, kucaklayıcı bir tavır sergilemiştir. Bu uygulamaları Uhuvvet Risalesi'nde
ayrıntılarla söz konusu yapmıştır. Oraya havale ediyoruz.
Bediüzzaman moral değerlerin korunması ve toplumun dinamikleri olarak kullanması
için, devleti ve milleti yönetenleri de uyarmaktadır. 1920'li yıllarda Meclise verdiği
nutukta Bediüzzaman, "Âlem-i İslâm'ı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız.
Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile olur. Zira,
Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler" demektedir.
4. Sosyo-Ekonomik Dinamikler
Bediüzzaman sivilleşmenin önemli şartlarından biri olarak ekonomik gelişmişliği
önerir. "Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır" derken, diğer taraftan
"Bu zamanda İslam maddeten terakkiye muhtaçtır" diyerek, ekonomik gelişmişliğe dikkat
çeker. Çünkü ona göre, fakir toplumların haklarını ne maddeten ve ne de manen savunmaya
güçleri yetmez.
Bediüzzaman, sosyo-ekonomik boyutta topluma "mesailerin tanzimini, mabeyinlerinde
emniyettin tesisini ve teavün düsturunun teshilini" önermektedir. Hatta İhlas Risalesi
isimli eserinde "teşrik-i mesai"yi önererek, münferit hareket etmek yerine şirketleşmeyi
öneren ve bireysel kapitalin topluma zarar vermesini önleyici teşviklerde bulunmaktadır.
Bediüzzaman, bir yandan ekonomik kalkınmayı öngörürken, diğer taraftan da iktisat
ve kanaat aracılığı ile sosyo-ekonomik dinamiklerin kökleşmesini teşvik etmeye çalışmıştır.
"Kanaatsizlik ise sa'ye, çalışmaya şevki kırar. Şükür yerine şekvâ ettirir, tembelliğe
atar. Ve meşru, helâl, az malı (İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller
azalır. Herkes gözünü hükümet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medarı
olan san'at, ticaret, ziraat tenakus eder. O millet de tedennî edip sukut eder,
fakir düşer.) terk edip, gayr-ı meşru, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini,
belki haysiyetini feda eder."
Bediüzzaman, Müslümanları kalkınma sürecinde bekleyen bir tehdit olarak dünyevileşme
ve sekülerleşmeye de dikkat çekmektedir.
"Ey Müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san'at ve terakkiyât-ı ecnebiyeye
cebirle sevk eden bedbaht hamiyetfuruş! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile
bağlandıkları rabıtaları kopmasın. Eğer böyle ahmakane, körü körüne topuzların altında
bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i kàtil
hükmünde o dinsizler zarar verecekler" uyarısına dikkat çekmeye devam eden Bediüzzaman;
"Ey divane baş ve bozuk kalb! Zanneder misin ki, Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar
veyahut düşünmüyorlar ki fakr-ı hale düşmüşler; ve ikaza muhtaçtırlar, tâ ki dünyadan
hissesini unutmasınlar? Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş;
onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünkü mü'minde hırs sebeb-i hasârettir ve sefalettir"
demektedir.
Başka bir eserinde de "Ehl-i İslâm dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye
muhtaç değildirler. Terakkiyat ve âsâyişler bununla temin edilmez. Belki mesailerinin
tanzimine ve mâbeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar.
Bu ihtiyaç da, dinin evâmir-i kudsiyesiyle ve takvâ ve salâbet-i diniye ile olur."
ifadelerine yer vermektedir.
Bediüzzaman, ekonomik kalkınmanın gerekliliğiyle birlikte hırs ve tamahın doğal
bir sonucu olan hortumculuğa da dikkat çeker:
"Her bir millet için, o milletin cesaret-i milliyesini teşkil eden ve namus-u
milliyesini muhafaza eden ve kuvveti onda toplanacak bir mânevî havuz vardır. Ve
sehâvet-i milliyesini teşkil eden ve menâfi-i umumiyesini temin eden ve fazla kalan
malları onda tahazzün edecek bir hazine-i mâneviyesi vardır. İşte o iki kısım reisler,
bilerek veya bilmeyerek, o havuzun ve o hazinenin etrafında delik-melik açtılar.
Mâye-i bekayı ve madde-i hayatı çektiler. Havuzu kurutup hazineyi boş bıraktılar.
Böyle gitse, devlet milyarlar borç altında kalıp düşecek. Nasıl bir adamın kuvve-i
gadabiyesi olan dâfiası ve kuvve-i şeheviye olan cazibesi olmazsa, ölmüş olmuş olur
ve hayy iken meyyittir. Hem de, bir şimendiferin buhar kazanı delik-melik olsa,
perişan ve hareketten muattal kalır. Hem de bir tesbihin ipi kırılsa dağılır. Öyle
de, bir şahs-ı mânevî olan bir milletin kuvvet ve malının havuzu ve hazinesini boşaltan
başlar, o milleti serseri, perişan ve mevcudiyetsiz edip, fikr-i milliyetin ipini
kesip, parça parça ederler. Evet, Bazı avâmın hâtırı için hakikatın hâtırını kırmayacağım."
5. Özgürlükçü ve Demokratik Yönetim Dinamikleri
Bediüzzaman Said Nursi, sivil toplum için özgürlükçü bir ortam ve demokratik
bir kamu yönetiminin oluşmasını da şart koşar. Memurları milletin hizmetkarı olarak
gören Bediüzzaman, "Malûmdur ki, bir memurun vazifesi, heyet-i içtimaiyeye muzır
eşhâsa meydan vermemek ve nâfilere yardım etmektir" demektedir.
Bediüzzaman, "Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir" derken, "Zaman-ı meşrûtiyetin
zenbereği, rûhu, kuvveti, hâkimi, ağası hak'tır, akıl'dır, mârifet'tir, kânun'dur,
efkâr-ı âmme'dir; kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir.
İlim yaşını aldıkça tezâyüd, kuvvet ihtiyarlandıkça tenâkus ettiklerinden, kuvvete
istinad eden kurûn-u vustâ hükûmetleri inkırâza mahkûm olup, asr-ı hâzır hükûmetleri
ilme istinad ettiklerinden, Hızırvârî bir ömre mazhardırlar" cümlesiyle düşüncesini
vurgulamaktadır.
Demokratik ortamın oluşması, Bediüzzaman'a göre, toplumsal talebe bağlıdır. Ona
"Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?" diye
soranlara, "Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz,
cehâletperver husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet
ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye
cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz,
yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz" şeklinde cevap vermektedir.
Bediüzzaman, sivil demokratik ortamın oluşmasını, bürokrasinin egemenliğinin
ortadan kalkıp, hizmetkarlık sürecine girmesine ve milletin kendi hukukunu bilmede
şuurlu olmasına bağlamaktadır. Ona göre, "Bir millet cehâletle hukukunu bilmezse,
ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder."
Bediüzzaman'ın sivil ortamın oluşmasında demokratikleşmenin önemine dikkat çeken
bir başka yaklaşımı da millet-hükümet ilişkileri bağlamında yaptığı yorumudur.
"Şimdi ise hakîkat îtibâriyle bilkuvve, İstanbul göldür, hükûmet havuzdur veya
öyle olmak lâzımdır. Pınar bizlerdedir ve bizde olmak gerektir. Görüyorum ki, bizde
pınar yoktur. Onun için, uzaktan gelen taaffün eden bir suyu içiyoruz. Eskisi gibi
istibdâdı görüyoruz. Öyle ise, gayret ediniz, çalışınız; sebeb-i saadetimiz olan
meşrûtiyeti takviye için, fikr-i milliyeti haffâr yapıp, mârifet ve fazîleti eline
veriniz. Şu yerlerde de bir küngân atınız; tâ bir kemâlât pınarı bizde de çıksın.
Yoksa dâimâ dilenci olacaksınız, ya susuzluktan öleceksiniz. Hem de, dilencilik
para etmez. İnsan dilenci olursa, nefsine olsun. Bence merhamet dilencileri ya haksız
veya tembeldirler. Eğer siz insan olsanız, hükûmet nasıl olursa olsun, size fenalıkları
dokunmaz, fakat iyilikleri gelir."
Sonuç
Sonuç olarak şunları özetleyebiliriz:
1) Bediüzzaman, öncelikle ferdi ele almıştır. Efradı hür ve sivil olmayan toplumların
sivil toplum olamayacağı gerçeğini öne çıkarmıştır. Bu nedenle, ne başkasına ve
ne de kendi nefsine zarar vermeyen bir hürriyet anlayışını yaşayan imanlı fertleri
amaçlamıştır.
2) Bediüzzamani diğer yandan da sosyal ve siyasal ortamın hürriyetçi demokrasiye
kavuşması için mücadele vermiş, içi adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetle
dolu gerçek bir demokratik cumhuriyetin ikamesini savunmuştur.
3) Bireyselleşmeden doğacak toplumsal tehditlere karşı, Bediüzzaman "zaman cemaat
zamanıdır" diyerek, toplumsal örgütlenmelere, bir başka deyişle sivil toplum kuruluşları
gerçeğine işaret etmiştir.
4) Güçlü toplum dinamiği oluşturmanın önemli bir varsayımı doğru yorumlanmış
ve doğru sunulmuş dini algılardır. Bediüzzaman bunu "Doğru İslamiyet" olarak tanımlamıştır.
5) Bediüzzaman, sivil dinamik oluşturmak için, toplumsal barışa önem vermiştir.
O hiçbir zaman takiyye yapmamış, inancında ve savunmasında gereksiz yere diklenmemiş,
ancak dik durmuş, sivil itaatsızlığın bir örneğini göstermiş, ama "asayişi temin"
kavramını öne çıkararak, asla toplumsal kaos oluşmasına da izin vermemiştir.
6) O, toplumsal konularda gerçekçi olduğundan, ortak payda dinamiklerine önem
vermiştir.