I. Research Conference – “Civil Society” [Final Declarations]

Devlet denen siyasal mekanizma içerisindeki SİVİL TOPLUM; birey ve kimlikle ilgili
olduğu için devletten önce gelen, devletin içinde yaşayan fakat "onunla özdeş olmak
zorunda olmayan", daha da önemlisi karşı koyma hakkının bile kullanılabildiği bir
toplumsal ilişkiler formudur. Bir başka ifadeyle SİVİL TOPLUM; "Bir arada yaşamanın
duyarlılığına sahip ve birbirine sorumluluğu olan, ancak efendi aramayan ve efendi
olmak da istemeyen", "tahakküm hevesleri" olmayan birey ilişkilerinin oluştuğu bir
toplumsal yaşam biçimi olarak tanımlanmaktadır. Sivil toplumla devlet arasında demokratik
bir ilişki vardır. Demokratik ilişkiyi engelleyen ve devleti sivil toplum üzerinde
egemen kılan aksi etken "İDEOLOJİDİR". Bu ideal sivil toplum hedefinin sağlanabilmesi
için devlet ve diğer üst örgütleyici kurumların iklim oluşturma adına eğitim öğretim
planında geliştireceği bu tür ortak değerlere de ihtiyaç vardır.

Bediüzzaman'a göre sivil toplumun esasını;

1- Müspet hareket etmek,

2- Hangi meslekte olursa olsun ittifak noktalarında birleşmek,

3- Mesleğin muhabbetiyle yaşamak, diğerine saygılı olmak,

4- Ehl-i hak ile ittifak etmek,

5- Doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek,

6- Hak arama bilinci oluşturur.

Yine Bediüzzaman'a göre; ittihad cehaletle mümkün değildir, ittihad için fikirlerin
uyuşması gerekir. Bunun için de bilginin motivasyonuna ihtiyaç vardır. İnsan yapısı
gereği toplumsal bir varlık olduğundan hemcinsini düşünmeye mecburdur; hayatının
idamesi için de toplumsal yapıya ihtiyaç hisseder. Toplumsal mutabakat için hiçbir
şekilde bireysel imtiyazlar olmamalıdır.

Bediüzzaman'ın hayatını incelediğimizde hemen hemen her safhası, yukarıda saydığımız
değerleri oluşturma gayreti ile geçmiştir.

Bediüzzaman, toplumbilimcilerin mikro olarak vasıflandırdıkları kolektif birçok
insanı bir birlik haline getirmede Türkiye'de öncü olmuştur. Günümüzde Risale-i
Nur öğretisi sivil toplum hareketinin somut bir örneğidir.

İnsanoğlunun toplumsal yapılar oluşturmaya başladığı ilk çağlardan beri değişik
formlar şeklinde gelişen ve bugün itibarıyla sivil toplum kuruluşları (STK) diye
adlandırdığımız, bir amaç doğrultusunda bir araya gelmiş olan bu grupların, toplumun
en dinamik, değişime öncülük eden, toplumun talep ve duyarlılıklarını dile getiren,
gönüllülük esasına dayalı, resmi düşünceden etkilenmeyen, apolitik ve toplumsal
etki gücü yüksek kuruluşlardır. Avrupa Birliği anlayışına göre bunlara ilaveten,
kimi zaman devlet ve hükümetten fazla gücü STK'lara yükler. Sivil toplum artık,
çoğulculuk anlamına gelmektedir. Bu çoğulculuğu sağlayan ise STK'lardır.

Tarihte STK'lar

İnsanlığın manevi temellerini oluşturan tüm kutsal kitap ve metinler incelendiğinde
insana fert olarak verdikleri önem yanında, insan topluluklarının bir araya gelmesine
(cemaat kavramı) verdikleri önem de gayet açıktır. Kur'an-ı Kerim'de "Ey İnsanlar!
Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, sonra da birbirinizi tanıyasınız diye
milletlere ve kabilelere ayırdık." (Hucurat Suresi:13) ve bu manada pek çok ayetler
insanı bir diğerine muhtaç olarak tarif etmekte ve bir araya gelmeye teşvik etmektedir.
Yine İslam dini yapılan manevi işlerin, hatta ibadet ve duaların bile fert yerine
cemaatle yapılmasını teşvik etmektedir. İslam tarihi incelendiğinde de bu manada
pek çok STK'nın varlığı bilinmektedir.

Devlet yapılanmalarının krallık ve padişahlık olduğu dönemlerde değişik şekillerde
olsa da var olan bu sivil toplum yapılanmaları, o dönemlerde pek çoğu resmi devlet
ideolojisine karışmayan, bir anlamda hayır kurumları gibi çalışırken, cumhuriyet
ve demokrasi kavramlarının geliştiği son 100-150 yılda ise yavaş yavaş toplumun
her alanında örgütlenmeye gitmişlerdir. Özellikle yapılan hayır ve hasenatın gizliden
yapılmasının daha hayırlı olduğu İslam toplumlarında, çoğu zaman bu sivil yapılar
kendilerini açığa vurmaksızın faaliyetlerini devam ettirmişlerdir. Kimi bir cami
köşesinde, kimi bir vakıf bünyesinde, kimileri de kendi sivil mekanlarında, kimi
zaman resmi güçlerin takip ve tazyiki altında bu faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
20. yüzyıl bu anlamda bir kırılma noktası olmuştur denilebilir. Özellikle I. ve
II. Dünya Savaşları ve bunların sonucunda insanlığın yaşadığı büyük sancılar bu
örgütlenmeleri dünya ölçeğine taşımıştır. Tarihsel kırılmalar Osmanlı İmparatorluğu
gibi büyük bir İslam devletinde de yine bu dönemde olmuştur. Devlet yapısı ve resmi
ideolojisi değiştirilen bu halkların kendileri de her bakımdan değiştirilmeye ve
dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bu yapılanlara karşı fikir dahi ifade etmenin hayata
mal olduğu dönemde Bediüzzaman gibi sayılı İslam önderlerinin kararlı sivil duruşu,
bu milletin benliğini korumasına neden olmuştur. Direniş denince silahtan başka
bir şeyin akla gelmediği bir dönemde Bediüzzaman'ın bu akıl ve kalbe dayalı farklı
ve orijinal sivil direnişi hedefini bulmuştur. Bediüzzaman ve yakın arkadaşlarının
o gün içerisindeki çalışma tarzları, kendilerini haksız yere mahkum eden mahkeme
üyesine beddua bile etmeyecek, ona sadece acıyacak ve imanını kurtardığı takdirde
ona da sevinecek kadar nezih, ancak her şeye rağmen inandığından ve sivil çalışmalarından
taviz vermeyecek kadar asil ve farklı olmuştur. Devlet otoritesiyle barışık olmayan,
hatta devlet tarafından zararlı ve yasaklı olarak görülen bu gönüllüler, Nur Hareketi
diye tanımladığımız sivil duruşa bir örnek olmuştur. Bugün itibariyle ülkenin ve
hatta dünyanın dört bir köşesine yayılmış bu sivil hareketin çalışmaları adeta birer
görünmeyen açık halk üniversiteleri olarak halkı eğitmeye devam etmektedir.

Bediüzzaman'a göre STK'lar

STK'lar sosyal hayatın temel taşıdır. İnsan sosyal bir varlık olması nedeniyle
örgütlenme ihtiyacı hisseder. Aile dahil tüm toplumsal katmanlar için kuvvetli bir
bağdır. İnsanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını sağlamada toplumsal bir dayanak noktasıdır.
Toplumda dostluk, kardeşlik ve barışın tesisi için siyasi gayesi olmayan araçtırlar.

Bediüzzaman Yeşilay, Müderrisler Cemiyeti, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti, Darulhikmetil
İslamiye gibi pek çok kuruluşa üye olarak fiilen hayatında da göstermiştir.

Toplumun reflekslerini kamuya ve anti demokratik tutumlar karşısında kamuoyuna
yansıtacak yeterlilikte sivil inisiyatiflerin olmaması, ortak akla dayalı demokratik
ve makul tepki dozajını ayarlayacak STK kültürünün oluşmamış olması, çözümleri ve
sivilleşme sürecini geciktirmekte ve uygulamada etkisiz kılmaktadır.

Ferdin sınırlı tepkilerle etkili olma şansı olmadığına göre şahs-ı manevi suretinde
takım halinde ortaya çıkacak ve temsil kabiliyeti olan STK'lar daha tesirli olurlar.

STK'ların Güçlendirilmesi

STK'lar öncelikle kurumsal bir yapıya kavuşturulmalıdır. Bediüzzaman bunun gerçekleştirilmesi
için iş bölümü, çalışma ortamı, planlılık, uyumlu ekip çalışması ve şahıslara bağımlılıktan
kurtularak tüzel kişiliğin önem kazanması gibi kurumsallık ve modern yönetişim tekniklerini
çok önceden bildirmektedir. Burada, yapılacak işlerin süreçleri, kimler tarafından
yapılacağı ve nasıl yapılacağının ipuçları verilmektedir. Bu kurumların bilgi temelli
olması, bir ihtiyaçtan doğması, mevzuatlarının kolaylaştırılması, birey temelli
olması, birebir iletişim, etkinlik ve tatmin ile mensuplarının memnuniyetinin arttırılması
gaye olmalıdır.

Uyumlu ekibin nasıl olacağına dair Bediüzzaman'dan şu sonuçlara varabiliriz:
Bireylerin oluşturduğu dayanışmanın alt yapısında ihlas ve sadakat olmalıdır. Bu
tam dayanışma içinde ekip olmanın asgari şartıdır. Bu ekipler; işe veya hizmete
göre, amaca göre, ihtisas gerektiren uzmanlığa, maslahata, kabiliyetlere ve ihtiyaçlara
göre değişebilir.

Böylece tereddüt ve önyargılardan arınmış bir görev seyrinin veya hizmet akışının
safhaları fevkalade açık ve kalıcı bir şablona dökülmektedir.

Ayrıca, diğer STK'larla işbirliği yapmak sureti ile;

a- Meşru kaynaklarla, faaliyetlerin planlanması,

b- Deneyimlerin paylaşılması,

c- Eğitim, üretim ve istihdam imkanlarının arttırılması,

d- Mesleki ve teknik bilginin arttırılması,

e- Benzeri hataların tekrar edilmemesi,

f- Küresel boyuttaki platformlara ulaşılması ve tanıtılması sayesinde güçlendirilmiş
olurlar.

İslam Dünyası ve STK'lar

Bediüzzaman'ın yukarıda belirtilen görüşleri doğrultusunda İslam Dünyasına bakıldığında
STK'ların gerek sayıca ve gerekse nitelik bakımından oldukça yetersiz olduğu görülmektedir.
Karşılaştırma yapmak gerekirse; Mısır'da on altı bin, Tunus'da yedi bin, Türkiye'de
yetmiş beş bin civarında vakıf, dernek ve sivil kuruluş var iken; bu sayı Amerika'da
bir milyondan fazladır. Hollanda'da sadece ayrımcılık aleyhinde kurulmuş iki bin
beş yüz civarında STK bulunmaktadır. İsveç'te her vatandaş ortalama yedi civarında
STK'ya üye bulunmaktadır. Birleşmiş Milletlerde akredite olmuş Müslüman STK'ların
sayısı genel toplamın ancak % 10'u kadardır. Bütün bu rakamlar gelişmiş ülkelerdeki
sivil toplum bilincinin ne kadar ileri düzeye vardığını göstermektedir.

Demokratikleşme, hürriyet iklimi ve sivil inisiyatif, gelişmişlik ile adeta paralellik
göstermektedir. Halbuki tarihe bakıldığında on yedinci yüzyılda bile Osmanlı toprakları
üzerinde yirmi dört bin civarında vakıf tespit edilmiştir. Öyle ki, devletin eğitim
ve sağlık yükünün üçte ikisini bu gönüllü kuruluşlar üstlenmiş ve bu sebeple Osmanlı
İmparatorluğu'na Vakıf Medeniyeti adı verilmiştir.

Sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliği, diyalog ve ortak çalışmaları,
Bediüzzaman ısrarla vurgulamış ve "bu zamandaki önemli bir vazife" olarak nitelendirmiştir.

STK'larla İlgili Bazı Öneriler

Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında şu hususların da bilinmesi uygun olacaktır:

1- STK'ların yakın, orta ve uzun vadeli planları olmalıdır.

2- STK'lar gönüllülük ve profesyonelliği birlikte yürütmelidir.

3- STK'lar aynı ilgi alanındaki diğer STK'larla

a- Bilgisini paylaşmalı,

b- Görüş çeşitliliğine saygı göstermeli,

c- Rekabete girmemeli,

d- Tekelleşme yerine ortaklık ve dayanışma kültürüne öncelik vermeli,

e- Açıklık, şeffaflık ve iyi niyet içinde olmalı,

f- Konuşma ve yazışma adabına uyulmalı,

g- Katılımcı sahayı birlikte paylaştığının bilincinde olmalı,

h- Kaynakların israfının önlenmesini sağlamalı,

ı- Her türlü çıkar ilişkisi dışında olmalı,

i- Amaçlarını gerçekleştirmek üzere projelerle ulusal ve uluslararası düzeydeki
fon kaynaklarından faydalanmalı,

j- Ulusal ve uluslararası düzeydeki şüpheli fon kaynaklarından sakınmalı,

k- Ortak paydanın paylaşıldığı diğer STK'larla ilkeli birlikteliği desteklemeli,

l- AB, BM ve İKÖ gibi benzeri uluslararası şemsiye kuruluşlara üyelik başvurusunda
bulunmalı,

m- STK'lar hizmet alanlarında yapılan uluslararası toplantı ve konferanslara
gözlemci, katılımcı ve tebliğciler göndermelidir.

Sonuç

Çağımız insanının, ilme dayanarak oluşturduğu sivil toplum modelinin müspet olduğunu
bilen kişiler olarak; ilmin, düşüncemizi besleyen bütün kanallarını kullanarak;
cehalet, yoksulluk ve bölünmüşlük problemlerini, eğitim, sanat ve ittifak reçeteleri
ile çözerek insanlığa hizmet sunmak mümkündür.