Some Peculiarities and Methodological Reflections from the Qur’an into Risale-i Nur

Sohbette inikas ve insibağ vardır. Güneş, ısısı ve yedi rengi
ile adeta aksettiği ve kendi rengine boyadığı aynayla sohbet etmektedir. Aynada
güneşin sıcaklığı ve renk renk, çeşit çeşit nurları vardır. O sıcaklık ve nurlar
güneş değildir, ama güneştendir, onu haber vermektedir. Ona dair işaretler var,
ona dair hususiyetler taşıyor. Temsilden hakikate geçersek, Risâle-i Nur
çağımızda Kur’ân güneşine tutulan en parlak bir aynadır.

Risâle-i Nur müellifi ısrarla “Risâle-i Nur benim değil,
Kur’ân’ın malıdır, ben sadece bir tercümanım. Kur’ân’ın mücevherat dükkânının
bir dellalıyım” veyahut “lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri kuru çubuğunda
aranmaz ve aranmamalı, ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim” diyor. Bütün bu
ifadeler sadece Bediüzzaman’ın engin tevazusunun bir ifadesi mi yoksa aynı
zamanda bir gerçeğin altının kalın çizgilerle çizilmesi midir? Kanaatimce bu
ifadeler tevazudan çok bir hakikate yapılan vurgudur. Risâle-i Nur’daki
hakikatler hem metot hem de hususiyetler itibariyle Kur’ân’dan yansımalardır. Bu
yüzden Risâle-i Nurlar pek çok noktalarda tefsiri olduğu Kur’ân’a ayinedarlık
yapar. Meselâ tevhit, haşir, nübüvvet, adalet ve ibadet gibi dört temel maksadı
eksen yapar Kur’ân. Onun hakikî bir tefsiri olan Risâle-i Nur da bu dört temel
maksadı eksen yapmıştır. Kur’ân’ın usandırmama gibi bir hususiyeti vardır.
Risâle-i Nur da bunca zamandır, bunca insan tarafından tekrar be tekrar okunduğu
halde, okuyanların itirafı ile bıktırmamaktadır. Aksine her okuyuşta haz
alınıyor. Ve hakeza buna benzer on beş farklı noktada Risâle-i Nur’un Kur’ân’a
ayinedarlık yaptığını okumalarımda tesbit ettim. Elbette ayinedarlık noktaları
bunlardan ibaret değildir. Risâle-i Nur’u biraz da bu nazarla okumakta fayda
var.

Bu yazıda yapmaya çalıştığım şey, Kur’an ile Risale-i Nur’u
karşılaştırmak değildir. Çünkü bu mümkün olmadığı gibi aklı başında hiçbir
insanın yapabileceği bir iş de değildir. Hiçbir eseri, semavî de olsa, Kur’an
ile karşılaştırmak imkansızdır. Bu açıklamayı yapma gereğini duymamın sebebi,
dinden haz etmeyen bazı çevrelerin zaman zaman zihinleri bulandırmak için bu
gibi iddialarda bulunmalarıdır. Risale-i Nur, materyalist felsefeye en öldürücü
darbeyi vuran Kur’an’ın manevî bir tefsiridir. Bunu bildikleri için bazen
Risale-i Nur ile Kur’an arasındaki ilişkiyi anlatan bir yazıyı rahatlıkta
çarpıtarak bu tarzda sunabiliyorlar. Burada anlatmaya çalıştığım şey, Risale-i
Nur ile Kur’an arasındaki sıkı ilişkidir, kuvvetli bağdır. Risale-i Nur müellifi
Kur’an ile hemhal olmuş, onu anlamaya ve anlatmaya hayatını adamış bir Kur’an
talebesidir. Yazmaya vesile olduğu Risale-i Nurlar da Kur’an’ın zamanımıza
hakikatli bir dersidir. Risale-i Nurların özünü, ruhunu, Kur’an hakikatleri
oluşturur. Risalelerden Kur’an hakikatlerini çekip alırsanız geriye bir şey
kalmaz. Anlatmaya çalıştığım şey budur.

1- Dört Temel Maksadı Eksen Yapma Noktasında Yansımalar
(Benzerlik)

Bediüzzaman’a göre Kur’an’ın en çok üzerinde durduğu ve işlediği
dört temel hakikat vardır. Bunlar Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet ve İbadettir.

Mesela, Kur’an’ın yaklaşık üçte biri ve kısa surelerin çoğunun
başındaki ayetler doğrudan doğruya haşre işaret eder. Haşir bahsi ile başlayan
yaklaşık kırka yakın sure vardır.1

Kur’an’ın bütününde bu dört maksat bulunduğu gibi, bu maksatlar
–nerdeyse- her bir surede hatta her bir ayet ve cümlede tecelli eder. Bu dört
maksat Kur’an’da ya sarahaten veya işareten veya remzen vardır. Bu dört maksadın
“Bismillahirrahmanirrahim”de nasıl tecelli ettiğini Bediüzzaman şu şekilde
analiz eder.

"Bismillah" mukadder olan "kul" (de ki) vasıtasıyla kulları
talim eder. "Kul" kelimesi ise Kur’an’ın birçok yerinde mukadderdir. Binaenaleyh
şu mukadder olan "kul" emri risalet ve nübuvvete işarettir. "Bismillah"
uluhiyete işaret eder. "be"nin takdiminde tevhide imadır. "Rahman" nizam, ihsan
ve adalete, "rahim" de haşire delalet eder.2

Bunun gibi mesela: Elhamdulillahirabbilalemin’ de ki
"Elhamdulillah" uluhiyete, içindeki "lam" tahsisi ifade ettiğinden tevhide
işarettir. "Rabbü’l-alemin" adaletle nübüvvete remizdir. Çünkü terbiye resüller
vasıtasıyla olur. Sarahaten haşir ve kıyamete delalet eder.3

Bu dört maksadın Kur’an’ın hakiki bir tefsiri olan Risale-i
Nur’da ağırlıklı olarak yer aldığını ve adeta Risale-i Nurun temelini
oluşturduğunu görmekteyiz. Risale-i Nur’un fatihası sayılan İşaratü’l-İ’caz’da
(30. Mektub) bu dört maksat müstakil konular olarak yer alır. Bu dört maksadı
Risale-i Nur’un bütününe dağılmış olarak görebildiğimiz gibi ayrı birer risale
halinde görmek de mümkündür. Mesela 10. ve 29. Sözler haşirle ilgili, 22. ve 32.
Sözler tevhitle ilgili, 19. Mektup ve 19. Söz nübüvvetle alâkalı müstakil birer
risale olarak karşımıza çıkar.

2- Tekrarlar (Tekrarat-ı Kur’aniye) Noktasından Yansımalar

Kur’an’da herkesin ihtiyaç duyduğu bazı konuların çok tekrar
edildiğini görmekteyiz. Bu konuların Kur’an’ın muhtelif yerlerinde tekrar
ediliyor olması, o konuların, arz ettiği önemden kaynaklanmaktadır. Özellikle
Tevhit, Haşir, Nübüvvet, Adalet ve İbadet gibi temel maksatlar tekrarat-ı
Kur’aniyye’nin ön sıralarında yer almaktadır. Kur’an’da yer alan tekrarlar
genelde iki çeşittir: Bunlar 1- ayet tekrarı 2- kıssaların tekrarı olarak
karşımıza çıkar.

Mesela Sure-i Rahmanda çok tekrar edilen “o halde Rabbinin hangi
nimetini yalanlıyorsunuz?” cümlesi gibi veya tek bir ayet iken Kur’an’da 114
defa tekrar edilen Bismillahirrahmanirrahim gibi.

Davetin merkezinde yer aldıkları için Kur’an-ı Kerim’de en çok
yer alan kıssalar peygamber kıssalarıdır. İsrailoğullarının sergiledikleri inat,
küfür ve nankörlükleri tasvir eden Musa (a.s.) ile ilgili kıssalar Kur’an-ı
Kerim’de en çok tekrar edilen kıssalardandır.

Musa (a.s.) Kur’an-ı Kerim surelerinin 34’ünde zikredilmekte
olup, onunla alakalı kıssalar bazen özet, bazen ayrıntılı bir şekilde
verilmektedir. (Taha, Kasas, Bakara, A’raf ve Şuara surelerinde ayrıntılı)4

Kur’an’daki tekrarların hikmetleri değişik risalelerde (Meyve
Risalesi, Onuncu Mesele, 19. Söz’ün sonu) Bediüzzaman tarafından çok doyurucu
bir şekilde beyan edilmiş. Bir kaçının özetleyelim.

1- Kur’an tekrarı gerektiren dua, davet, zikir ve tevhit kitabı
olduğu için bu açıdan tekrarlar güzeldir.

2- Bir tek cümlede ve bir tek kıssada (bulunan) ayrı ayrı çok
manaları, ayrı ayrı muhatap tabakalara kavratmak için tatlı, güzel tekrarat-ı
Kur’aniyeye ihtiyaç vardır.

3- İnsanlar hayatlarını devam ettirmek için nasıl ki gıdaları
tekrar tekrar almak ihtiyacını hissediyorlarsa; aynen onun gibi manevi
varlığımızın da (kalp, ruh, v.s. latifelerimizin) manevi gıdalara tekrar be
tekrar ihtiyacı vardır. İşte Kur’an ve Kur’andaki hakikatler latifelerimizin kut
ve gıdasıdır. Demek Kur’an’daki tekrarlar, ihtiyaçların tekrarından
kaynaklanıyor.

4- Herkes her vakit bütün Kur’an-ı okumaya muktedir olamaz,
fakat bir sureye ekseriyetle muktedir olur. Onun için Kur’an’ın en mühim
maksatları ekser uzun surelerde yer almaktadır. Böylelikle her bir sure bir
Kur’an hükmüne geçmektedir. Bunun için tevhit, haşir ve kıssa-i Musa gibi bazı
maksatlar tekrar edilmiş ta ki hiç kimse bu hakikatlerden mahrum kalmasın.

Ayrıca Kur’an ayetlerinin mana tabakaları vardır. Tekrarlarında
bu anlam katmanları adeta açılmakta, ayetlerin ifade ettiği mana derinliklerine
nüfuz etme imkânı doğmaktadır. Bediüzzaman’ın Haşir Risalesi’nin yazmazdan önce
10. Söz’ün başındaki ayeti tekrar be tekrar tefekkür ederek okuduğu ve bunu
kâinat kitabının bahar sahifesi ile yoğurduktan sonra Haşir Risalesi’nin
kendisine ilham edildiğini unutmamak lazımdır. Demek her tekrar, manada biraz
daha derinleşmeye vasıta olabiliyor.

Risale-i Nur’da tekrarların mevcut olduğunu görüyoruz. Özellikle
tevhit, haşir, nübüvvet ve adalet gibi Kur’an’ın temel maksatlarının külliyatın
birçok yerinde değişik tarzlarda tekrar edildiğini Risale-i Nur okuyucuları
biliyorlar. Risalelerde tevhit konusunun işlendiği bir meselede haşir, nübüvvet
gibi diğer temel esasları da onun zımnında işlenmektedir. Dolayısıyla bu temel
maksatlar değişik vesilelerle tekrar tekrar verilmektedir.

Mesela bu temel meseleleri işleyen ve afakî tefekkürün
şahikalarından olan Ayetü’l- Kübra’nın külliyatın birçok yerinde bütünüyle veya
kısmen yer alması bu açıdan manidardır. Aslında bir dua risalesi olan münacatın
bile tefekkürî bir boyut taşıması ve belki bu sebepten külliyatın değişik
yerlerinde yer alması da tekrarların hikmetiyle ilgili olmalıdır. Bediüzzaman,
tekrarat-ı Kur’aniyedeki hakikatlerin ekseriyet itibariyle Risale-i Nur’daki
tekrarlar için de geçerli olduğunu vurgular:

“Bana gönderilen risaleleri mütalaa ettim. Bir kısım hakikatleri
mükerrer gördüm. Makam münasebetiyle tekrar edilmiş. Benim arzum ve belki
ihtiyarım olmadan ne için böyle olmuş? Kuvve-i hafızama gelen nisyandan
(unutkanlıktan) sıkıldım. Birden şiddetli bir ihtar ile “19. Sözün ahirine bak“
denildi. Baktım Risalet-i Ahmediye’nin (asm) mucize-i Kur’aniyesinde tekraratın
çok güzel hikmetleri, tam tefsiri olan Risaleti’n-Nur’da tamamıyla tezahür
etmiş. O tekrarat, o hikmetler için tam yerinde ve münasip ve lazım olmuş.5

Risale-i Nur, Kur’an’dan çıkan bürhanî bir tefsir olduğundan
Kur’an’ın nükteli, hikmetli, lüzumlu, usandırmayan tekraratı gibi onun da
lüzumlu, hikmetli belki zaruri ve maslahatlı tekraratı vardır. Hem Risale-i Nur,
zevk ve şevkle dillerde usandırmayan, daima tekrar edilen kelime-i tevhidin
delilleri olmasından, zaruri tekraratı kusur değil; usandırmaz ve
usandırmamalı.”6

3- Usandırmama Bakımından Yansımalar

Kur’an’ın hususiyetlerinden biri de usandırmamasıdır, tekrar be
tekrar okunduğu halde bıkkınlık vermemesidir.

Bediüzzaman, normal şartlarda, en lezzetli şey de olsa, bir
şeyin tekrarının insanı bıkkınlığa sevk edeceğini; ancak Kur’an’daki tekrarın
bunun tam aksine olduğunu, ondaki tekrarın kelamı daha da tatlı ve canlı hale
getirdiğini, okuyanı rahatlatan ve ona itmi’nan kazandıran bir özellikte
olduğunu ifade eder.

Mesela: "Bismillahirrahmanirrahim" gibi ayetlerde bulunan ukde-i
hayatiye ve nurani esaslar, tekerrür ettikçe iştahları açan misk gibi,
karıştırıldıkça kokar.

"Kur’an’ın hey’et-i mecmuasıyla kalplere kut ve kuvvet olup,
tekrarı usanç değil, halâvet ve lezzet verir…"

Kur’an’ın bu hususiyeti Kur’an’ın hakiki bir tefsiri olan
Risale-i Nur’da yansımış, Risale-i Nur’un bunca yıldır bunca insan tarafından
sürekli okunuyor olması onun tefsir etmeye çalıştığı Kur’an’ın usandırmama
özelliğine mazhar olduğunun göstergesidir. Kur’an’da Risale-i Nur’a yansıyan bu
özelliğe Bediüzzaman şöyle işaret eder: “Bu çok usandırıcı ve dehşetli zamanda
usandırmayacak bir tarzda, çok tekrarla beraber, aklı başında olanları Risale-i
Nur’la meşgul ediyor. Re’fet Beyin mektubunda dediği, "Risale-i Nur’un en bariz
hasiyeti usandırmamak; yüz defa okunsa, yüz birinci defa yine zevkle
okunabilir.’ Pek doğru demiş”7

Evvela: mektubunuzda Risale-i Nur’un mizanlarını her okunduğunda
daha ziyade istifade ettiğinizi yazıyorsunuz. Evet, kardeşim, o risaleler
Kur’an’dan alındığı için kut ve gıda hükmündedir. Her gün gıdaya ihtiyaç
hissedildiği gibi her vakit bu gıda-i ruhaniye ihtiyaç hissedilir. Senin gibi
ruhu inkişaf edip kalbi intibaha gelen zatlar okumaktan usanmaz. Bu Kur’anî
ilaçlar sair risaleler gibi tefekküh (meyve) nev’inden değil ki usanç versin.
Belki teğaddidir.8

Siz onların mütalaasını, kıymettar bir ibadet olan tefekkür
nev’inden9 telakki ediniz. Ve onlardaki ilmi, envar-ı imandan ve
marifetullahtan tasavvur ediniz ki usanç vermesin. Hem sizde ve müstemi’inde
iştiyak olduğu zaman okuyunuz.10

Eskiden bir kardeşim bana demişti: "Ben otuz defa onuncu sözü
okuduğum halde, yine tekrar ile okumasına iştiyak ve ihtiyaç his ediyorum." Ve
bundan bildim ki, Kur’an’ın mümtaz bir hassası olan usandırmamak, Kur’an’ın
hakikatlerinin bir ma’kesi, bir ayinesi, bir hakikatli tefsiri olan Nur
risalelerine de in’ikas etmiş bulunuyor.11

4- Vahiy ve Sünuhat-ı İlhamiye İlişkisi Açısından Yansımalar

Bediüzzaman daha gençliğin erken dönemlerinde İslam dinine ait
seksen doksan cilt kitabı hafızasına almış, yine gençliğinde yaşadığı çağın fen
ve felsefesiyle meşgul olmuş; hatta bu konuda eserler de yazmış bir
mütefekkirdir. Yani kesbi ilim yok değil. Hatta bu kazanımların Kur’an
hakikatlerine çıkabilmek için birer merdiven görevini gördüğü, birer hazırlık
evresini oluşturduğu (mukaddeme-i ihzariyye) yine kendisi tarafından ifade
edilmektedir. Ama bir şey daha ifade etmektedir Bediüzzaman, o da şudur:
Risale-i Nur’un te’lifinin ilimle, fikir jimnastiği yaparak değil çoğunlukla
sünuhatla, ilhamla, ihtarat ve istihracatla (istihracat-ı Kur’aniye) yapıldığı
gerçeğidir.

Kur’an’ın vahiy, onun tefsiri olan Risale-i Nur’un ilham ve
sünuhat veya sünuhat-ı ilhamiye olması da düşündürücüdür.12 “Nitekim
Kur’an-ı Kerim ümmi bir resule vahiy, Risale-i Nur da yarım ümmi bir müellife
(veya varise) ilham edilmiştir. Müellifin yarım ümmi olması ile telifatın
harikulade bir şekilde yapılmış olması ihtiyar ve tasarrufu müellifinin elinden
almış oluyor.”13 Yani Risale-i Nur’un telifi müellifinin ihtiyarı
haricinde gerçekleşmiştir14 diyebiliriz. Risale-i Nur’da bu manayı
açıkça ifade eden ve bu tezi(mizi) destekleyen birçok materyali bulmak
mümkündür. Örnek olarak bir kaçını zikredelim:

1- Risale-i Nur 20. asrın Müslümanlarını ve bütün insanları koyu
fikir karanlıklarından ve müthiş dalalet yollarından kurtarmak için müellifinin
kendi ihtiyarıyla değil, bir ihsan-ı ilahi olarak yazılmış olan ilhamî bir
eserdir. 15

2- Benim arzum ve belki ihtiyarım olmadan ne için böyle olmuş?
Kuvve-i hafızama gelen nisyandan sıkıldım. Birden şiddetli bir ihtar ile …16

3- İhtiyarsız, o esasa küçük fıkralar ve bazı kayıtlar ilave
edildiği vakit, birden başka bir şekil aldı.17

4- … O bir kısım hakikatlerin, fakat letafetli başka tarzlarda
izah edilmelerinde adeta ihtiyarım olmadan beni istimal ettiğini bildim çok
şükür ettim.18

5- Hem te’lif ihtiyarımız dairesinde değil.19

6- Risale-i Nur’un mesaili ilimle, fikirle ve kasti bir ihtiyar
ile değil, ekseriyeti mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor.20

7- Hatta bir kısım risaleleri ihtiyarım haricinde yazdığım gibi,
Risale-i Nur’un ehemmiyetini zikretmekte ihtiyarsız hükmündeyim.21

8- Yani Risaletü’n-Nur’un mertebesi ikinci ve üçüncüde olduğuna
işarettir. Vahiy değil ve olamaz, belki ilham ve istihractır.22

9- Hakaika dair mesailde külliyatları ve bazen da tafsilatları
sünuhat-ı ilhamiye nev’inden olduğundan hemen umumiyetle şüphesizdir, kat’idir.23

10- Birden hatıra geldi ki: bu üç farkın sırrı ile
Risaletü’n-Nur’un mertebesi üçüncü olmasıdır. Yani vahiy değil ve olamaz. Hem
umumiyetle dahi ilham değil, belki ekseriyetle, Kur’an’ın feyziyle ve medediyle
kalbe gelen sünuhat ve istihracat-ı Kur’aniyedir.24

11- (Üçüncü nokta) Risale-i Nur’un baştan beri ism-i Hakim ve
Rahim’in mahzarı olduğundan bu üç ayetin ahirleri ism-i Hakim ile ve gelecek
yirmi beşinci dahi Rahman ve Rahim ile bağlamaları münasebet-i maneviyeyi cidden
kuvvetlendiriyor.

İşte bu kuvvetli münasebet-i maneviyeye binaen deriz ki:
"Tenzilü’l-Kitabi’ cümlesinin sarih bir manası Asr-ı Saadet’te vahiy suretiyle
Kitab-ı Mübin’in nüzulü olduğu gibi, manay-ı işarisi ile de, her asır da o
Kitab-ı Mübin’in mertebe-i arşiyesinden ve mucize-i maneviyesinden feyz ve ilham
tarikıyla onun gizli hakikatlerinin bürhanları iniyor, nüzul ediyor, diyerek şu
asırda bir şakirdini ve bir lem’asını cenâh-ı himayetine ve daire-i harimine bir
hususi iltifat ile alıyor.25

5- Konuların Sınıflandırılmamış Olması Açısından Yansımalar

Kur’an’ı incelediğimizde diğer kitaplardan farklı olarak,
konulara göre tertip edilmediğini görürüz. Mesela haşir ana başlığı altında
haşirle ilgili bütün ayetler dizilmemiştir. Tevhit, Nübüvvet ve diğer (bütün)
konular için de aynı şeyi söyleyebiliriz. “Kur’an’ın konuları ekseriyet
itibariyle iç içe geçmiş durumdadır.”26 Mevzular Kur’an’ın bütününe
yayılmış, serpiştirilmiş bir biçimde verilmiştir.

Kur’an’daki bu hususiyet manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur’a
da yansımıştır. Gerçekten Risale-i Nur diğer eserlerden farklı olarak yazılmış
ve tanzim edilmiştir. (Yazdırılmış desek daha doğru olur.) Kur’an’a ayinedarlık
eder (benzer) bir tarzda konular belli başlıklar altında toplanmamış, külliyatın
bütününe yayılmıştır. Kur’an’ın sure ve ayetleri birbirine ayine olduğu ve
birbirini tefsir ettiği gibi Risale-i Nur’un da meseleleri birçok noktalarda
birbirine yansıyor, birbirini tefsir ediyor. Kur’an’ın en birinci tefsiri Kur’an
olduğu gibi, Risale-i Nur’un herhangi bir meselesini anlamak için yine Risale-i
Nur’un diğer bir yerindeki meselesi ile tefsir etmek gereğini duyuyoruz. Bu
biraz da konuların tasnif edilmemiş veya ettirilmemiş olmasıyla ilgilidir ve bir
hikmete mebni olmalıdır. Kur’an’ın bütününe veya külliyatın bütününe insanların
dikkatini çekmek ve o manevi hazinenin bütünüyle insanı tanıştırmak, haberdar
etmek gibi… Veya dört ana konuyu (Tevhid, Haşir, Nübüvvet, Adalet) bütünün her
bir parçasında nazara vererek hiç kimseyi mahrum etmemek gibi. Risale-i Nur’da
bu durumun biraz ilham ve sünuhatla ilgili olduğunu düşünüyorum. Yani
Bediüzzaman Risale-i Nur’ları plan ve program yaparak yazmasından çok, ilham ve
sünuhata mazhar olarak telif etmiştir.

6- Yediden Yetmişe Her Yaşa, Havastan Avama Her Tabakaya
Hitap Etmesi Açısından Yansımalar

Kur’an semavi bir sofradır. Bu sofradan yediden yetmişe her
yaştaki insan nimetlendiği gibi kavrayış itibariyle avamdan havasa her tabakadan
insan gıdasını alabilir. Herkesin istifade edebileceği, herkese açık manevi bir
ziyafettir. Kur’an’ın irşad dairesinin böyle kuşatıcı bir genişliği vardır.
Kur’an’ın bu özelliğine Risale-i Nur’da şöyle işaret edilmiştir:

"Hem Kur’an’ın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik vardır ki
bir tek dersinde Hazret-i Cibril (a.s.) bir tıfl-ı nevreside (çocuk) ile omuz
omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbn-i Sina gibi bir dahi feylesof
en âmi bir ehl-i kıraatla diz dize aynı dersi okurlar; derslerini alırlar. Hatta
bazen olur ki, âmi adam, kuvvet ve safvet-i iman cihetiyle, İbn-i Sina’dan daha
ziyade istifade eder.”27

Kur’an’ın bir manevi mucizesi olan Risale-i Nur’un etrafında
yediden yetmişe her yaştan ve yine avamdan havasa her tabakadan insanın
kümelendiğini ve istifade ettiğini görüyoruz ve yaşıyoruz. Bu da irşad
noktasındaki Kur’anî hususiyetinin Risale-i Nur’a yansıdığını gösteriyor.

7- Birinci Derece Muhatap Tabaka Açısından Yansımalar

Kur’an bütün insan tabakalarına hitap etmekle beraber Kur’an’ın
birinci derecede muhatabı avam tabakasıdır. Avam tabakasına olan hitapta havasın
da payı vardır. Oradan hissesini alabilir. Eğer Kur’an havas tabakasını esas
alıp onların seviyesine göre hitap etseydi avam tabakası istifade edemezdi.
Fakat umuma yapılan bir hitapta azınlık kalan havas da istifade eder.28
Risale-i Nur’un da tabiri yerindeyse hedef kitlesi avam tabakasıdır. Risale-i
Nur avam-ı ehl-i imanın imanını küfrü mutlaktan ve şüphelerden kurtarmak için
yazılmıştır.29 Fakat havas tabakasını da ihmal etmemiştir. Bu noktada
Risale-i Nur Kur’anî bir hususiyeti yansıtıyor.

8- İnsanın Bütün Latifelerine Hitap Etme Noktasında
Yansımalar

Kur’an insanı bir bütün olarak ele alır ve ona hitap eder.
Sadece akla hitap edip, kalbi ihmal etmez veya kalbe hitap edip diğer
duygularını gıdasız bırakmaz. Kur’an’a muhatap olan bir insanın bütün duyguları;
aklı, kalbi, ruhu, vicdanı, hayali paylarını alırlar. Bu noktada Risale-i Nur,
Kur’an’a iyi bir ayine olmuş, kelamcılar gibi akla önem verip kalbi ihmal etmez
veya ehl-i tasavvuf gibi sadece kalp ayağıyla süluk etmez. Akıl ve kalbin
mezciyle hakikata yürür. Aynı zamanda ruh, hayal ve sair latifeleri de tatmin
eder. Bediüzzaman bu gerçeği şöyle ifade eder: “Risale-i Nur sadece akli
mesail-i ilmiye değildir; belki hem kalbi, hem ruhi hem hali mesail-i
imaniyedir."

Hem Risale-i Nur, sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın
ayağıyla ve nazarıyla ders vermez ve evliya misillü yalnız kalbin keşf ve
zevkiyle hareket etmiyor, belki akıl ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh ve
sair letaifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i alaya uçar; taarruz eden
felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar, hakaik-i imaniyeyi
kör gözüne de gösterir.”30

9- Kâinata ve Bilimlere Bakış Açısı Bakımından Yansımalar

Kur’an, bilimlerden, bilimler için bahsetmez. Yani Kur’an bir
fizik, kimya veya biyoloji kitabı değildir. Bütün bilimler Kur’an’da nüveler
halinde belki mevcuttur. Ama Kur’an’ın bilimlerden veya kâinattan bahsi Allah’ın
varlığına ve birliğine delil getirmek içindir. İlimler mizan ve nizamın
zenbereği olduğu için bahs-i Kur’an’a dahil olmuşlardır. Kur’an kâinata ve
bilimlere Allah hesabına (mana-i harfiyle) bakar, kendi hesaplarına (mana-i
ismi) bakmaz. Risale-i Nur’da da birçok bilimler yer alır. Fakat bütün bunlar
istidlal içindir. Yani Risale-i Nur, Kur’an’ı rehber edinerek kâinata mana-i
ismiyle değil mana-i harfi ile bakar. Bu noktada Kur’an’a ayine olmaktadır
Risale-i Nur.

10- Eski Kitapların Yanlışlarını Tashih, Doğrularını Tasdik
Noktasında Yansımalar

Kur’an’ın bir hususiyeti de (a) eski kitapların doğrularını
tasdik (b) yanlışlarını tashih eder. (c) Ayrıca, onlardan farklı orijinal bir
tarafının bulunmasıdır. “Kur’an ittifaki noktalarda musaddıkane nakleder,
ihtilafi yerlerinde müsahhihane bahseder. 31

Risale-i Nur’u incelediğimizde kendisinden önce yazılmış ulema,
filozof ve tasavvufçu yazarların eserlerine bu nokta-i nazardan baktığını
görürüz.

1- Lemaatta ve ene bahsinde İbn-i Sina ve benzeri filozofların
yanlışlarını.

2- Mu’tezile’nin halk-ı ef’al meselesindeki inhiraflarını veya
"büyük günahları işleyen bir müminin imanı gider" tarzındaki yanlışlarını32
tashih eder.

3- Hazret-i Yakup’un Hazret-i Yusuf’a olan hissiyatını "muhabbet
ve aşk" olarak değerlendiren İmam-ı Rabbani’yi kastederek şöyle der:
Bediüzzaman, "Ey Üstad! O tekellüflü (zorlama) bir te’vildir. Hakikat şu olmak
gerektir ki: o, muhabbet değil, belki şefkattir." 33

4- Mevlid yazarı Süleyman Çelebi’nin "ben sana aşık olmuşam"
tarzındaki ifadesini "ben senden razı olmuşum" şeklinde düzeltir (Allah–Hz.
Muhammed (s.a.v.) ilişkisi) 34

5- Muhyiddin-i Arabî ve Vahdetü’l-vücud ile ilgili tashihler35

6- İbrahim Hakkı’nın "cu (açlık) ism-i a’zamdır" ifadesinin
tashihi36

7- 22. mektup 4. vecihteki a) Arabi b) Farisi ibarelerin tashihi
Risale-i Nur’un diğer eserlerden farklı ve orijinal tarafı da yüze yakın din
tılsımlarını keşfetmesidir.37

Şeriat, tarikat, hakikat kavramlarını ilişkilendirmelerde bir
kısım ehl-i tarikatın hataya düştükleri görülmektedir. Hakikat ve marifeti,
şeriattan daha öte, şeriatın ise bunlara (hakikat ve marifete) ulaşmak için bir
vesile olduğunu düşünen ve bunu dile getiren (tasavvuf cephesinde) önemli
isimler görüyoruz. Yunus Emre’nin "şeriat, tarikat yoldur varana – hakikat
marifet andan içeru" tarzındaki ifadeleri tasavvuf cephesinden bu kavramlara
nasıl bakıldığının izahıdır. Bu bakış Yunus Emre’nin şahsi bakış açısı değil,
ehl-i tarikatın genelinin bakış açısı gibi görünüyor. Yunus Emre bu genel bakış
açısını veciz bir şekilde formüle etmiş bir temsilci gibi.

Oysa Risale-i Nur bu tarz bir yaklaşımı, yani şeriatı zahiri bir
kışır, bir kabuk, hakikati onun içi veya neticesi veya gayesi gibi görmeyi,
doğru bulmuyor.38 Risale-i Nur’a göre tarikat da hakikat da şeriata
birer vasıta, birer başlangıç birer basamak ve birer hizmetkar konumundadır.
Dolayısıyla şeriat bütün bu yolların (hakikat, tarikat vs.) gelip birleştiği
daha geniş bir cadde-i kübradır. Bir de avam ve havas tabakalarının şeriattan
aynı düzeyde anladıklarını düşünmek doğru olmaz. Şeriatın avam tabakasına
inkişaf edenle havasa inkişaf eden mertebeleri ayrı ayrıdır. Buna göre avam
tabakasına açılan şeriatın zahirini, şeriatın ta kendisi veya şeriatın hakikatı
telakki etmek, havassa münkeşif olan şeriatın mertebesine "hakikat ve tarikat"
namını vermek yanlıştır. Şeriatın bütün bu mana tabakalarını içine alan
mertebeleri vardır.39 Sanırım bir kısım ehl-i tarikin yanıldığı nokta
budur.

11- İ’caz ve İcaz Ciheti Bakımından Yansımalar

Kur’an’da hem i’caz, hem icaz vardır. Yeni hem bir çok cihetle
mu’cizdir; hem de vecizdir, özlü sözleri cami’dir. İcaz (veciz oluş); "i’caz-ı
Kur’an’ın en metin bir esasıdır" 40

Kur’an’ın parlak bir ayinesi olan Risale-i Nur’a bu hususiyetler
yansımıştır. Risale-i Nur, Kur’an’ın manevi bir mu’cizesidir. Bu başlı başına
geniş bir konudur. Veciz ifadeler açısından da Kur’an güneşinin bir parıltısı
olmasının örnekleri çoktur. Veciz oluş külliyatın genelinin bir hususiyeti
olmakla birlikte Lemeat ve Hakikat Çekirdekleri Risaleleri bunun toplu
örnekleridir. Risale-i Nur’un imanın en temel meselelerini özlü sözlerle (icaz)
ifadesi harikadır.

Mesela: Allah’ın varlığını "bir iğne ustasız, bir köy muhtarsız
olmaz" vecizesiyle, Allah’ın birliğini (vahdaniyeti) "bir köyde iki muhtar, bir
memlekette iki padişah olmaz." diyerek ispat etmesi… Veyahut her şeyin her şeyle
ilgili olduğunu, bir şeyin her şeysiz olamayacağını, bir şeyi yaratabilmek için
her şeyi yaratabilecek bir ilim, irade ve kudrete sahip olmayı gerektirdiğini
ifade eden "sivrisineğin gözünü halk eden güneşi dahi o halk etmiştir." gibi. Bu
anlamda Risale-i Nur’da sehl-i mümteni vardır. (Zahirde kolay görünen, gerçekte
ise aynı şeyin yapmanın veya ifade etmenin imkansız oluşu)

12- İman Esaslarını Tafsilatıyla İzah ve İspat Noktasında
Yansımalar

Diğer semavi kitaplarda erkan-ı imaniye mücmel (kısa–özet)
bırakılmışken, Kur’an’da tafsilatlı olarak izah edilmiştir. 24. Sözün 2. Dalında
bu konu işlenmiştir. “Enbiya-yı salife, haşr-i cismani gibi bir kısım erkan-ı
imaniyeyi bir derece mücmel bırakmışlar, Kur’an gibi tafsilat vermemişler?…
Halbuki bütün esmanın mertebe-i a’zamlarının mazharı ve bütün enbiyanın serveri
olan Resul-i Ekrem (s.a.v.) ve bütün kütub-ü mukaddesenin reis-i enveri olan
Kur’an-ı Hakim, bütün erkan-ı imaniyeyi vazıh bir surette, pek ciddi bir
ifadeyle ve kasti bir tarzda tafsil etmişlerdir.”41 İşte bu sırdandır
ki haşir ve kıyameti, en a"zam mertebede, en ekmel tafsilatla Kur’an zikrediyor42

İmanın temel esaslarının tafsilatlı bir şekilde Risale-i Nur’da
işlediğini görüyoruz. Bu esasların diğer eserlerde çok da tafsilatlı ve ispatlı
bir şekilde işlenmediği anlaşılıyor. "Risale-i Nur bu hakikatı izahatıyla ispat
etmiş. Eski zamandaki ehl-i hakikat bir derece mücmel ve muhtasar beyan
etmişler. Demek, bu dehşetli zaman daha ziyade bu hakikata muhtaçtır ki,
Kur’an-ı Hakim’in i’cazıyla, bu hakikat tafsilatıyla ihsan edilmiş, Nur
Risaleleri de bu hakikate bir naşir olmuşlar." 43

13- Camiiyyet (Muhteva Zenginliği) İtibarıyla Yansımalar

Kur’an’ın bir özelliği de çok zengin bir muhtevaya sahip
oluşudur. Adeta her mevzuya dair birer kitabı içinde barındıran mukaddes kudsi
bir kütüphanedir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle hem bir kitab-ı ilim, hem bir
kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı
san’attır…

Risale-i Nur muhteva zenginliği bakımından da Kur’an’a parlak
bir ayine olmuştur. Dikkatle incelediğimizde Risale-i Nur’un bir ilim, hikmet,
zikir, marifet, tasavvuf, ibadet ve tefekkür vs. kitabı olduğunu görürüz.

Emirdağ lahikasının 86. sahifesinde Risale-i Nur ile ilgili bu
hususiyete işaret edilmektedir. Ayrıca 28. Lem’a’nın 14. Nüktesinde Bediüzzaman,
Mevlana’nın Mesnevisi ile Risale-i Nur’u Kur’an güneşine ayine alma noktasında
karşılaştırırken Mesnevi-i Şerif’in Kur’an’dan tezahür eden yedi hakikatten bir
hakikata ayine olduğunu ve kutsi bir şeref kazandığını; Risale-i Nur’un ise
Kur’an güneşinin yedi rengini, yedi nurunu birden aksettiren bir ayine olduğunu
söyler.

14- Temsil ve Örneklendirme Metodunu Kullanma Açısından
Yansımalar

Zor meselelerin anlaşılmasında temsiller önemli rol
oynamaktadır. Kur’an-ı Kerim bahsettiği hakikatlerin herkes tarafından
anlaşılması için temsil ve hikâye metodunu kullanmıştır. Bediüzzaman’a göre
"temsil, İ’caz-ı Kur’an’ın en parlak ayinesidir." 44

En derin imani hakikatlerin en âmî adamlar tarafından
anlaşılmasına vasıtalık yapan temsillerdir. Bu yüzden temsillerin önemi çok
büyüktür. Bediüzzaman i’caz-ı Kur’an’ın en parlak ayinesi olan temsilatın
şualarının Risale-i Nur’un yazılarına da yansıdığını ve bunun kendisi için bir
ihsan-ı ilahi olduğunu söyler.45 Gerçekten de Risale-i Nur bu Kur’anî
tarzı (temsil ve hikaye metodunu) en etkili bir tarzda kullanır. Artık
risalelerdeki bu temsiller temsil olmaktan çıkar "birer bürhan-ı yakini, birer
hüccet-i katıa’ hükmüne geçer" 46 Hatta “kıyas-ı temsilinin bir nev’i
var ki mantığın yakini bürhanından çok kuvvetlidir. Ve mantığın birinci şeklinin
birinci darbından daha yakînidir.”47

Temsillerin risalelerdeki fonksiyonu çok yönlüdür: Bazen en uzak
hakikatleri en yakın gösteren bir dürbün, bazen en dağınık meselelerin
toplattırıldığı bir vasıta, bazen en yüksek hakikatlere kolaylıkla ulaştıran bir
merdiven, bazen gaybi hakikatleri gösteren bir pencere olarak karşımıza çıkar.
Temsillerin bu fevkalade kolaylaştırıcı özelliklerinden dolayı imanî ve İslamî
esaslara şuhûda yakın iman halini kazandırır insana. Böylelikle “Akıl ile
beraber vehim ve hayal hatta nefis ve heva teslime mecbur olduğu gibi, şeytan
dahi teslim-i silaha mecbur olur.”48

Bediüzzaman risalelerdeki tesirin ve güzelliğin ancak temsilat-ı
Kur’an’iyenin parıltılarından geldiğini söyler.49

“O kısım da şudur ki: bir temsil-i cüz’î vasıtayla bir hakikat-ı
küllînin ucunu gösterip, hükmü o hakikate bina ediyor; o hakikatın kanununu, bir
hususi maddede gösteriyor. Ta o hakikat-ı uzma bilinsin ve cüz’î maddeler, ona
irca edilsin. Mesela "Güneş, nuraniyet vasıtasıyla, bir tek zat iken, her parlak
şeyin yanında bulunuyor.’ Temsiliyle bir kanunu hakikat gösteriyor ki nur ve
nurani için kayıt olamaz, uzak ve yakın bir olur. Az ve çok müsavi olur, mekân
onu zapt edemez.”50

“Hem mesela "ağacın meyveleri, yaprakları; bir anda, bir tarzda
kolaylıkla ve mükemmel olarak bir tek merkezde, bir kanun-u emri ile teşkili ve
tasviri’ bir temsildir ki muazzam bir hakikatın ve külli bir kanunun ucunu
gösteriyor: O hakikat ve o hakikatın kanununu gayet kati bir suretle ispat eder
ki; o koca kâinat dahi şu ağaç gibi o kanunu hakikatın ve o sırrı Ehadiyetin bir
mahzarıdır, bir meydan-ı cevelandır.

İşte bütün sözlerdeki kıyasat-ı temsiliyeler bu çeşittirler ki
bürhan-ı kati–i mantıkiden daha kuvvetli, daha yakinidirler.”51

15- Şifa ve İlaç Olması Açısından Yansımalar

Peygamber Efendimizin(s.a.v.) bir hadisinde "Kur’an İlacın ta
kendisidir" buyurur.52 Bizzat Kur’an’da da Kur’an’ın bir şifa kaynağı
olduğunu belirten ayetler mevcuttur. Mesela:

1- O iman edenler için bir hidayet rehberi ve bir şifadır.53

2- Biz Kur’an’dan mü’minler için bir şifa ve rahmet olan şeyi
indiriyoruz.54

Bediüzzaman bu ayetleri tefsir ederken Kur’an’ın "şifa verici"
özelliğinin her çağa yansıdığını, bu zamanda da Risale-i Nur’un bu özelliğin
yansıtıcılarından olduğunu belirtir. Kendisinin ve Nur talebelerinin binler
manevi dertlerine, Kur’an ilaçlarının bu zamanda bir kısım kavanozları hükmünde
olan Risale-i Nur’un şifa olduğunu ifade eder. Özellikle fenden ve felsefenin
bataklığından çıkan ve tedavisi çok müşkül olan ve zındıka hastalığına müptela
olanlardan çoklarının 55onunla şifa bulduğunu beyan eder.

İsra suresinin 82. ayetini de şu şekilde tefsir eder
Bediüzzaman: "Şu ayet-i azime sarihan Asr-ı Saadette nüzulü Kur’an’a baktığı
gibi, sair asırlara dahi mana-i işarisiyle bakar. Ve Kur’an’ın semasından ilhamî
bir surette gelen şifadar nurlara işaret eder. İşte doğrudan doğruya tabib-i
kulüb olan Kur’an- Hakim’in feyzinden ve ziyasından iktibas olunan Risale-i Nur
benim çok tecrübelerimle umum manevi dertlerime şifa olduğu gibi
Resaili’n-Nur’un şakirtleri dahi tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. Demek
Risale-i Nur bu ayetin mana-i işarisine dahildir. 56

Kastamonu Lahikası’nda Bediüzzaman "bizim her derdimize ilaç
olan Risale-i Nur" diyerek nurlara yansıyan Kur’an’ın bu şifadar özelliğine
dikkat çeker. 57

Kısacası: Risale-i Nur Kur’an’ın hakiki bir tefsiridir. "Kur’an
güneşine çağımızda tutulan parlak bir aynadır. Risale-i Nur Kur’an’dandır, onun
malıdır. Ayetlerinin yıldızlarından yansıyan parıltılar Kur’an semasından
takattür eden billur damlalardır. Bu yüzden Risale-i Nur, tefsiri olduğu
Kur’an’a birçok noktalarda ayinedarlık eder.

Öz

Risâle-i Nurdaki hakikatler hem metot olarak hem de hususiyetler
itibariyle Kur’ân’dan yansımalardır. Bu yüzden Risâle-i Nurlar pek çok
noktalarda, tefsiri olduğu Kur’ân’a ayinedarlık yapar. Kur’an tevhit, haşir,
nübüvvet, adalet ve ibadet gibi dört temel maksadı eksen yapar. Risâle-i Nur da
bu dört temel maksadı eksen yapmıştır. Risâle-i Nur çağımızda Kur’ân güneşine
tutulan en parlak bir aynadır. Bu çalışmada Risale-i Nur ile Kur’an arasındaki
sıkı ilişki, kuvvetli bağ gözler önüne serilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kur’an, Risale-i Nur, Tevhit, Haşir,
Nübüvvet, Adalet, ibadet, Tekrarlar, Usandırmama, Temsilat

Abstract

The truths in Risâle-i Nur are reflections from the Qur’an from
the methodological and characteristic point of view. Therefore, they serve in
many points as mirror for the Qur’an of which it is an exegesis. It makes the
main four aims as unity, otherworld, prophethood, justice and prays its axis.
Even Risale-i Nur does take these four main sakes as its main focus. Risâle-i
Nur is the most brilliant mirror put forward to the sun of Qur’an. This article
tries to display the strong relationship between the Qur’an and the Risale-i
Nur.

Keywords: Qur’an, Risale-i Nur, Mirrorness, reflections,
unity, prophethood, repeats, not harrassing, representation

Dipnotlar

1. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu 3, Yeni Asya
Yayınları, İst.1996, s. 352

2. İşaratü’l-İ’caz ilk kısım.

3. Nursi Said, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002,
s. 330. 331.

4. Prof. Dr. Hasan M. Amreni, 4. Uluslararası Bediüzzaman
Sempozyumu

5. Nursi, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s. 13; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 35.

6. Bediüzzaman Said Nursi, kaynaklı, indeksli, lugatli
Risale-i Nur Külliyatı cilt I-II İst. 1996 s. 883

7. Nursi, Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş,
İst, 2002, s. 166

8. Nursi, Bediüzzaman, Barla Lahikası, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s. 180.

9. Age., s. 180

10. Age. 134

11. Nursi, Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s. 513

12. Nursi, Bediüzzaman, Barla Lahikası, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s.s. 97.

13. Mücahid Bilici, "Risale-i Nur: The Tefsir, Köprü, Sayı:
50 (Bahar-95).

14. Nursi, Said, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002,
II.c. s. 311-312

15. Nursi, Said, Sözler, Konferans, Yeni Asya Neş, İst, 2002

16. Nursi, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s.13

17. Age., s. 12

18. Age., s. 31

19. Age., s. 105

20. Age., s. 163; Barla Lahikası, s. 17, 97, 175.

21. Nursi, Said, Sikke-i Tasdiki Gaybi, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s. 101.

22. Age., s. 82, 29. ayetin haşiyesi.

23. Nursi, Said, Barla Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002,
s.97.

24. Nursi, Said, Sikke-i Tasdiki Gaybi, Yeni Asya Neş, İst,
2002, 1. Şua, s. 89,

25. Age.,1. Şua, 24. ayet s. 86,

26. Mehmet Kileci, Risale-i Nur’da Kur’an Mucizesi,
İstanbul, İz Yayıncılık, 1997, s. 189.

27. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 188;
Sözler, 25. söz, 1. şu’le 7. kısmın en son kısmı s. 354.

28. Nursi, Said, İşaratü’l-İcaz, Yeni Asya Neş, İst, 2002,
s. 169

29. Nursi, Said, Emirdağ Lahikası I, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s. 80-81.

30. Nursi, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s.13.

31. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 368

32. Nursi, Said, Lem’alar, Yeni Asya Neş, İst, 2002, 13.
Lem’a, 7, işaret

33. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, 8.
Mektup.

34. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 295.

35. Nursi, Said, Lem’alar, Yeni Asya Neş, İst, 2002, 28.
Lem’a, 7, nükte; Mektubat 18. Mektup, 2. mes’ele

36. Nursi, Said, Barla Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002,
s. 188.

37. Nursi, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s. 161; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 174

38. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, 29.
mektup 7. telvih

39. Age., 29. mektup 7. telvih, 9. kısım

40. Age., 26. mektup, s. 305

41. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 303

42. Age., s. 307

43. Nursi, Said, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002,
s. 309

44. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 178

45. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 365;
Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 209

46. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 282

47. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 563

48. Nursi, Said, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s. 209

49. a.g.e., s. 209

50. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 303

51. Age., s. 563

52. Camiüssağir, c. 3, S. 1307

53. Füssilet, 44

54. İsra, 82

55. Nursi, Said, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s. 80

56. Nursi, Said, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s. 80

57. Nursi, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst,
2002, s. 193, 182