The magical key of every good deed: ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’ (In the Name of God, the Beneficent, the Merciful)

Giriş

Bir sözcüğün ne anlama geldiğini anlayabilmek için öncelikle o
sözcüğün aslını araştırmak, metot olarak takip edilecek ilk ve en önemli
aşamadır. Sözcüğün kökünü araştırmaya matuf bu tür çalışmalara farklı
tesmiyelerle iştikak, etimoloji, kök bilim denir. Daha sonra bu sözcüğün ve
türevlerinin birincil anlamları, ardından gelebilecek diğer anlamları, farklı
telif edilme gayelerine matuf olarak deyim veya cümle içinde söyleyiş ve yazılış
şekilleri, bunların başka unsurlarla meydana gelen söz ve anlamları ve kelimenin
anlam bakımından geçirdiği olumlu ve olumsuz evreler, sırasıyla bir sözcüğün ne
anlama geldiği hakkında sağlıklı bilgi verecektir. Biz de bu çalışmamızda
besmelenin öncelikle etimolojik açıdan yapısını, anlamını ve ardından önemini
araştıracağız.

Besmelenin Yapısı

"Bismillâhirrahmânirrahîm" lafzı diğer bir tabirle "Besmele"
yapı olarak "
-Fa’lele’ vezninde olup, başlarken bir ilgi edatı ile bir izafet tamlaması, iki
sıfat tamlamasından meydana gelmiş müstakil ve faydalı cümle kategorisinde
cümledir. Diğer bir tabirle açılımı (bi-ism-allah-rahman-rahim) şeklinde beş
ayrı kelimeden meydana gelir. Arap dilinde iki ya da daha fazla kelimeden farklı
anlamlı bir kelime oluşturulması anlamına gelen "naht yöntemi" ile karşımıza
çıkan yeni bir kavram olarak kısaca "besmele’ denilmiştir1.

Kendinden önce var olduğu takdir edilen hazfedilmiş bir cümlenin
mukabili bir cümle olduğu da söylenebilir. Müfessirlerin çoğunluğunun takdiri de
bu şekildedir. Bu durumda "Bismillâhirrahmânirrahîm" derken, sarf ilmine göre
takdiri
"Bismillâhirrahmânirrahîm" de!,
"Oku:
Bismillâhirrahmânirrahîm"

"Bismillâhirrahmânirrahîm diye başlıyorum." veya buna benzer yapılacak bütün
takdirler olabilir. Bu takdirlerden örnek olarak
-söyle,
takdiri aynı zamanda risalete işaret etmektedir. Zira emr-i ilahi olarak bu emir
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tevcih edilerek aynı zamanda bir
vazife tebliği edilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Tevbe sûresi dışında diğer bütün sûrelerin
başında ve Neml Sûresi’nin 30. ayetinde zikredilmiştir. Bu itibarla Kur’ân ayeti
olduğunda şüphe yoktur2.

a- Bâ harfi

Besmelenin ilk kelimesi "bâ" harfidir. Bu harf zâhir ve muzmar
(açık gizli) ismi cerr eden harftir. Kendisinden sonra gelen ismi zahiri,
takdiri veya mahalli olarak cerr eder. Bu belki de biz kulların Cenab-ı Hakk’ın
huzuruna münkesir bir kalple gelmemiz gerektiğine işaret etmektedir.

Bu harfi cerrin en önemli özelliklerinden biri de faili mef’ûl
yaparak fiilin müteaddi olmasını sağlamaktır. Sarih olmayan mef’ûlün bihlerin
başına gelir. Kullanıldığı manalar o kadar çoktur ki, önce asli vazifesi olan
ilsâk/bağlamak3 için gelir. Kendi arasında da hakiki ve mecâzi ilsâk
diye ikiye ayrılır. Cerden sonraki durum önceki şeyin sebebini ve illetini
bildiren sebebiyet/ta’lil için olabilir. Alet isimlerinin başında yardım dilemek
için istiâne bâ’sı olabilir4. Zaman veya mekan manasını içeren
manasına
zarf olarak kullanılır. Faili mef’ul yaparak fiilin müteaddi olmasını sağlar.
Yani lazım fiili müteaddiye çevirir5. Yerine göre bazen mahallinde
bedel olur. Beraber oluş anlamına gelen musâhabe bildirebilir. Bir şeye temas ve
ilgiyi ve o şeyin ne halde olduğunu gösteren mulâbese veya hal için gelebilir.
Bir bütünden bir kısmını gösterme denilen teb’iz için gelebilir. Mucâveze için
gelebilir.
edatının manasında isti’lâ için gelebilir.
edatının
manasında gâye için gelebilir. Bazen tekid için gelebilir. Ayrıca Kur’ân-ı
Kerîm’de ortak mana ifade eden yerlerin olduğu da sıkça görülmektedir6.

Tefsirlerde öne çıkan genel tercih bu harfin diğer anlamlarının
yanı sıra öncelikle musâhabe, ardından ilsak ve istiâne manalarında gelmiş
olduğudur. Musâhabe ile beraberlik anlaşılmaktadır. Yani besmele Allah’la
beraberliği hatırlatmaktadır. İlsak anlamı Allah’a adeta sarılmayı imâ ve işaret
eder. İstiâne de sadece O’ndan yardım dilemeyi tedâi ettirir. Burada istîrâdi
olarak belirtmeliyiz ki ihtiva ettiği bütün manaları tek bir kelime ile
Türkçemize çevirmemiz mümkün değildir.

Bu makamda dikkatimizi çeken bir diğer husus da "bâ" harfinin
genel kaideye göre ayrı yazılması gerekirken "isim" kelimesine bitişmiş olarak
yazılıyor olmasıdır. Bu mevzuda harfin yukarıda naklettiğimiz anlamlarının yazı
halinde de adeta birbirinden ayrılmaz, parçalanmaz bütünlük taşımasına işaret
ettiği söylenebilir. Ve yine bu nüktenin de Türkçemize nakledilmesi mümkün
olmasa gerekir.

b- İsim kelimesi

Besmele’deki ikinci unsur "isim" kelimesidir. Bu kelime
dilimizde kullana geldiğimiz bir varlığa konulan adın karşılığı isim mi yoksa
"esmâ-i hüsnâ" terimi içerisinde yer alan başka bir anlamda mıdır, diye
tartışması yapılmıştır. Dolayısıyla "Allah’ın adı" denildiğinde O (c.c)’nun
bütün esmasını da ihtivâ eden bir isim olarak mı tahayyül etmeliyiz? Ki
hakikatin de herhalde böyle olması daha muvafıktır.

Bu kelime yapı olarak ya
yani
"yükseldi, yüksek oldu veya yüceldi" anlamlarını veya
kelimesinden
"alâmet ve işâret olma" anlamlarına gelir. Makama göre her iki anlamda uygundur.
Dolayısıyla Allahu Teâla hem zâtı hem esmâ-i hüsnâsı hem bütün tasarrufu ile
yüce ve yüksektir. Hem de yine başka hiçbir şeye benzemeyen zâtı ile adeta eşsiz
bir alamettir.

c- Lafz-ı Celâle "Allah"

"Allah’ kelimesi içinde had ve sınırı olmayan O (c.c.)’nun
zatını, sıfatlarını, fiilleri ile bütün esmasını da ihtivâ eden câmi bir özel
isimdir. Dolayısıyla "Allah" denildiğinde akla kuşatılamayan bütün sıfatları ile
birlikte bir Allah anlayışı çıkmakta. "Bütün esma-i hüsnanın ifade ettiği
manalar ile bütün sıfat-ı kemaliyeye Lâfza-i Celâl olan ‘Allah’ bil’iltizam
delalet eder. Sair ism-i haslar yalnız müsemmalarına delalet eder. Sıfatlara
delaletleri yoktur. Çünkü sıfatlar, müsemmalarına cüz olmadığı gibi aralarında
lüzum-u beyyin de yoktur. Bu itibarla ne tazammunen ve ne iltizamen sıfatlara
delaletleri yoktur. Amma Lâfza-i Celâl bil-mutabakat Zât-ı Akdes’e delalet eder.
Zât-ı Akdes ile sıfat-ı kemaliye arasında lüzum-u beyyin olduğundan sıfatlara da
bil-iltizam delalet eder. Ve keza uluhiyet ünvanı sıfât-ı kemaliyeyi istilzam
etmesi, ism-i has olan “Allah”ın da o sıfatı istilzam ettiğini istilzam ediyor.
Ve keza “Allah” kelimesi de nefiyden sonra sıfatlar ile beraber düşünülür.
Binaenaleyh “Lâ ilahe illallah” kelâmı, esma-i hüsnanın adedince kelâmları
tazammun ediyor. Bu itibarla, şu kelime-i tevhid kelâmı, delalet ettiği sıfatlar
itibariyle bir kelâm iken bin kelâm oluyor. ‘Lâ Hâlıka illallah’, “Lâ Fâtıra, Lâ
Râzıka, Lâ Kayyume illallah” gibi… Binaenaleyh terakki etmiş olan zâkir bir
zât, bu kelâmı söylerken içindeki binlerce kelâmları söylemiş oluyor.7
Yoksa örneğin "Tanrı" kelimesi bu manaları kuşatan kapsayıcı bir kelime olamaz.
Allah Lafz-ı
Celâle Kur’ân-ı Kerîm’de yaklaşık iki bin yedi yüz kez kendi anlamında
zikredilmiştir.

Allah Lafz-ı Celâlenin kelime biçimlerinin yapısını inceleyen
morfoloji açısından en dikkat çekici özelliği kelimeyi oluşturan harflerinin her
birisinin eksilmesi durumunda dahi yine "Allah" anlamı veriyor olmasıdır.
kelimesinin
başındaki "elif" kaldırıldığında yine "Allah’ anlamı verecek olan
"lillah"
lafzı kalır.
kelimesin başındaki "lam" harfi kaldırılacak olursa yine "Allah" anlamı verecek
olan "leh"
kalır.
kelimesin başındaki "lam’ harfi kaldırılacak olursa
"hu/huve"
kalır ki Zât-ı Ecell-i A’lâ’ya has bir ünvân olan "Allah" demektir.
harfi aynı
zamanda İsm-i A’zâm arasında sayılmaktadır.

Etimolojik açıdan değerlendirecek olursak, Allah
Lafz-ı
Celâlesinin kökü ile ilgili birkaç görüş ileri sürülmüştür. Bunlardan ilki bu
kelimenin herhangi bir kelimeden türetilmeden aynen kullanıldığı ve Allahu Teâla
hakkında özel bir isim olduğudur. Halil b. Ahmed (ö. 170/786) "Allah" lafzının
Allahu Teâlâ’ya has bir isim olduğu konusunda ittifak ettiğini söyler8.

Allah isminin türetilmiş bir isim olduğunu söyleyenler ise
farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir görüşe göre bu kelime "ilâh’
kelimesinden türemiş olup

(elehe-ye’lehu) fiilinden gelir. Bu fiilin anlamı teabbüd etmek, kulluk etmek
demektir9.


(elehe-ye’lehu) maddesinin
yani
"Sakin oldum
kemâle erdim" gibi anlamları da vardır. Bu anlam çerçevesinde insanın kâinatın
hercü mercliği içinde sığınacağı ve sükûnete ulaşacağı tek melcenin Allah (c.c)
olduğu hakikati yatmaktadır.

Diğer bir görüşe göre bu kelime

(elihe-ye’lehu) yani
hayret ve
şaşkınlık içinde kalmak, gönülden bağlanıp sığınmak anlamına gelmektedir10.
Zira kul Rabbinin esmâsı, sıfatları ve azameti karşısında hayretler içinde
kalır.

Lafz-ı Celâlin yine aşk ve vecd karşısında hayret, şaşkınlık ve
aklın gitmesi anlamı ihtivâ eden
kelimesinden
geldiği de söylenmiştir11. Bu itibarla hayret makamına işaret eder.

(velehe)
kelimesinin
yani "çocuk annesine sığındı" manası da vardır12. Bu itibarla da
Allahu Teâla kendisine sığınılacak ve ilticâ edilecek yegâne Zât’tır.

Lafz-ı Celâle ile alakalı olduğu söylenilen bir diğer kelime de

(lâhe-yelûhu), yani "serâb oldu, gizlendi, duyu idrakinin ötesinde kaldı"
demektir13.


(lâhe-yelûhu) maddesinin "irtifa etti, yükseldi" anlamı da vardır14.
Güneşe de yüksekliğinden dolayı
denilmiştir.
Bu itibarla da Allahu Teâla yücelerin yücesi en âli olandır. Aynı zamanda
kendisine şirk koşulmaktan da her dâim münezzeh, muallâ ve müteâldir. Bu
itibarla Allahu Teâla dünya hayatında mahlukatından gizli olan en Zâhir’dir.
O’nu gözler ihata edemez, Ancak O her şeyi görür, gözetir. Gözler O Mevcûdu
görmek ve ihâta edebilmek için maddeden tecerrüd etmek, dünya hayatının
kaydından çıkması gerekir.

Yukarıda zikrettiğimiz anlamlar çerçevesinde Lafz-ı Celâle
teabbüd etmek, kulluk etmek, insanın kainatın hercü mercliği içinde sığınacağı
ve sükûnete ulaşacağı tek melcenin Allah (c.c) olduğu, Rabbinin esmâsı,
sıfatları ve azameti karşısında hayretler içinde kaldığı, gönülden bağlanıp
sığınıldığı, O’na olan aşk ve vecd karşısında hayret, şaşkınlık ile aklın
kalmadığı, duyu idrakinin ötesinde kalan, dünya hayatında mahlukatından gizli en
Zâhir olan, yücelerin yücesi, en âli olan, kendisine şirk koşulmaktan da her
dâim münezzeh, muallâ ve müteâl olandır.

d- "Rahman" ve "Rahim"

"Rahman" ve "Rahim" kelimeleri rahmetten gelmektedir. Sadece
Allahu Teâlâ için kullanılan özel isimlerdir. Rahmet, lügat anlamı olarak
incelik, acıma, şefkat etme, merhamet etme, affetme ve mağfiret manalarına gelir15.
"Rahman" ve "Rahîm" kelimeleri ayrı ayrı sıfat-ı müşebbehe kipinde birer
sıfattırlar. "Rahîm" kelimesi ayrıca mübalağa ile ism-i fâil kipi olabilir.
"Rahman" ve "Rahîm" kelimeleri mübalağalı merhametli, çok rahmet sahibi manasına
gelir. Hangisinin diğerinden, taşımış olduğu anlam bakımından daha kapsamlı
olduğu tartışılmıştır. Kanaatimizce her iki sıfat da birbirlerini tamamlayan bir
bütünlük içinde merhamet ve rahmet kelimelerinin en geniş anlamlarını ihtiva
etmektedirler. Bu iki sıfatı aynı anda kendisinde bulundurmak sadece Allahu
Teâlâ’ya has bir durumdur.

Böylesi anlamlar yumağı bir kelimenin Türkçemizde karşılığını
bulacak bir kelime yoktur. Türkçemizdeki bağışlamak, esirgemek, acımak
kelimeleri Allah (c.c.) hakkında zaaf ifade eder ve Arapça Rahman ve Rahim
kelimelerinin tam karşılığı olamaz. "Rahmet"i "esirgemek" kelimesiyle de tercüme
etmek doğru değildir. "Benden onu esirgedin" ve "Beni esirgemiyorsun’
cümlelerinden de anlaşıldığına göre esirgemek "kıskanmak" ve "korumak"
mânâlarına gelir. Bu sebeple "esirgemek" kelimesi rahmetin tercümesi olmak şöyle
dursun, takdiren tefsiri dahi olamaz16. Kendi terminolojimizde bir
çeşit kalb inceliği olarak anlaşılan Rahmaniyet ve Rahimiyet bu şekliyle Allah’a
isnad edilemez. Dolayısıyla "Rahmân, Rahîm, dediğimizde bunları Allah indindeki
mânâlarıyla yorumlamalıyız. Bu durumda "Allah", "Rahman", "Rahim" gibi bazı
Arapça terimlerin çevrilmeksizin olduğu gibi aktarılması gerekmektedir.

Besmelenin Manâsı

Bu kaçınılmaz uzun izahattan sonra bahsi geçen sakıncaları da
göz önünde bulunduracak olursak Besmeleyi Türkçemize sadece "Rahman Rahim
Allah’ın adı ile’ şeklinde çevirir, ardından gerekirse parantez içerisinde
"isim", "Allah", "Rahmaniyet" ve "Rahimiyet" terimlerinin işaret ettiği (özel
bir isim olması hasebiyle dinî bir şiârı dillendirme, Cenab-ı Hakkı ismiyle
ta’zim etme, Uluhiyetini itiraf etme, O (c.c.)’na sığınma, nimetlerini
hatırla(t)ma, O (c.c.)’ndan yardım dileme, O’nunla beraber olma, Allah’a adeta
bütünlük içerisinde sarılma, bütün esmâ ve sıfatlarının ihtivâ ettiği anlamları)
anlam ve hikmetler yumağını ilave olarak zikrederiz. Bütün bu itibarları hesap
ederek Besmele’nin Türkçemize çevirisi aşağıdaki şekilde olabilir.

Rahman ve Rahim Allah’ın (zatını, sıfatlarını, fiilleri ve bütün
esmasının işaret ettiği anlamlarıyla birlikte ihtiva eden isminden yardım alıp,
O’nunla beraber olduğunu hissederek, O’nunla adeta yapışık gibi sarılarak, O’na
sığınarak, O’na olan aşk ve vecd karşısında hayret, şaşkınlık ile aklın
kalmadığı, duyu idrakinin ötesinde kalan, dünya hayatında mahlûkatından gizli
ama en Zâhir olan, yücelerin yücesi ve en âli olan, kendisine şirk koşulmaktan
da her dâim münezzeh, muallâ ve müteâl olan) adı ile.

Besmelenin Fazileti

"Bismillâhirrahmânirrahîm" bütün hayırlı işlerin başı ve
arşıdır. Bu isme dayanan, sırtını bu isme veren aziz ve bahtiyar olur. Bu sözü
kendine şiar edinen, bu sözün şemsiyesi altına girerek hareket eden iki cihanda
da mutlu olacaktır. Kâinata meydan okuyabilir. Zira bu isim sihirli bir anahtar
gibi her kapıyı açar.

Besmele öyle bitmez tükenmez bir hazinedir ki sahibini aziz
kılar. Bunun içindir ki Efendimiz (s.a.v), müminleri her önemli işe başlarken
besmele çekmeye teşvik etmiştir. Bu husus, besmeleyi Müslümanlar için bir şiar
haline getirmiştir.

İhtivâ ettiği manası kâinatın sahibine bağlanmak, O’nunla ve
O’nun hesabına hareket etmek gibi çok önemli bir hakikati vurgular. O’na itimat
eden, O’na dayanan, O’nunla hareket eden yolda kalır mı?

"Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir
kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin tâ şakîlerin şerrinden
kurtulup hâcâtını tedarik edebilsin. Yoksa, tek başıyla, hadsiz düşman ve
ihtiyâcâtına karşı perişan olacaktır. İşte, böyle bir seyahat için, iki adam
sahrâya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur.
Mütevazii, bir reisin ismini aldı; mağrur almadı. Alanı her yerde selâmetle
gezdi. Bir kàtıu’t-tarîke rast gelse, der: “Ben filân reisin ismiyle gezerim.”
Şakî def olur, ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur,
bütün seyahatinde öyle belâlar çeker ki, tarif edilmez. Daima titrer, daima
dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu."17

Besmelenin fazileti hakkında muteber tefsirlerde nakledilen
birçok haber ve nükteler bulunmaktadır. Sıhhat açısından bazıları tartışılmış
olsa bile bu makamda fezâil-i a’mâl babında zikredilmesi uygun olacağı
kanaatindeyim.

"Besmelenin harflerinin (şeddeler sayılmayacak olursa) on dokuz
olduğu söylendi. Bunda iki fayda vardır. İlki: Zebaniler de on dokuz tanedir.
Böylece Allahu Teâla bu on dokuz harfe karşılık, zebanilerin azabını savuşturur.
Diğeri: Allahu Teâlâ gece ve gündüzü yirmi dört saat olarak yarattı. Sonra beş
ayrı saatte beş vakit namazı farz kıldı. Dolayısıyla besmelenin bu on dokuz
harfi, yirmi dört saatten geriye kalan on dokuz saatte meydana gelen günahlar
için kefaret olmuş oldu."18

"Ariflerden birisi besmeleyi yazdı ve bunun kefenine konulmasını
vasiyet etti. Bunun üzerine ona. "Bundan ne umuyorsun? Denildi. O da: "Kıyamette
şöyle derim: Allah’ım, Sen bir kitap gönderdin ve başına besmeleyi koydun. O
halde bana, kitabının bu başlığına göre muamele et.19

"Bizans Kayseri, Hz. Ömer’e (r.a), devamlı baş ağrısı olduğunu
ve bir ilaç göndermesini yazmıştı. Hz. Ömer (r.a) bir fes gönderdi. Kayser bu
fesi başına koyduğunda baş ağrısı duruyor, çıkarınca başı tekrar ağrımaya
başlıyordu. Bunun üzerine Kayser hayretler içinde fesi kontrol etmeye başladı.
Fesin içinde Besmelenin yazılı olduğu bir kâğıt buldu."20

"Kadın sufilerin büyüklerinden olan Umretu’l-Fergâniyye’den
cünüp ve hayızlı kimsenin besmeleden değil de, Kur’ân okumaktan menedilmesindeki
hikmet nedir? Diye soruldu. -Besmele çekmek, dostun ismini anmaktır. Dost ise,
dostunu anmaktan menetmez’ dedi."21

Şimdi besmelenin fazileti hakkında Efendimiz (sallallahu aleyhi
ve sellem)’den vârid olan sahih hadisleri naklediyoruz:

Besmele İle Başlamayan Her İş Köksüzdür, Bereketsizdir, Kalıcı
Değildir

Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edilen bir hadiste Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Besmele ile başlamayan her iş
bereketsizdir, devam etmez, köksüzdür. (Müsned, II/259)

Besmele Öyle Kıymetli Bir Kelimedir ki Murdarı Helal Hale
Getirir

Adiyy ibn Hatim (r.a) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e
köpek avının hükmünü sordum, şöyle buyurdu: “Sen öğretilmiş köpeğini salıverdin
de o da avı öldürdüğü zaman, sen o avı ye. Köpek avı yediği zaman ise artık sen
o avdan yeme. Çünkü köpek avı ancak kendi nefsi için tutmuştur”. Köpeğimi
salıveriyorum da onunla beraber başka bir köpek daha buluyorum? dedim.
Rasûlullah: “Bu hâlde yeme. Çünkü sen besmeleyi ancak kendi köpeğinin üzerine
çekmiştin, başka köpek üzerine besmele çekmemiştin” buyurdu. (Buhari, Vudu, 33)

Adiyy b. Hâtim bir rivayetinde, “Ya Rasulullah ben öğretilmiş
köpekleri salıyorum bana (av) tutuyorlar. Üzerine besmelede çekiyorum dedim.”
Bunun üzerine “Öğretilmiş köpeğini saldığın üzerine besmelede çektiğin vakit
ye!” (Müslim, Sayd ve Zebaih, 1)

Bize Ahmed b. Yûnus; şu silsile ile rivayette bulundu: Züheyr,
Esved b. Kays,Yahya b. Yahya, Ebû Hayseme, Esved b. Kays, Cündeb b. Süfyan
Cündeb b. Süfyan anlatıyor: Allah’ın Resulü ile birlikte bir kurbanda
beraberdik. Selam vererek namazını tamamladıktan sonra kurban edilmiş hayvanlar
gördü. Bu kurbanların Peygamber daha namazdayken kesildiği anlaşılıyordu.
Efendimiz (bu manzara üzerine): “Bayram namazını kılmadan -veya "biz bayram
namazını kılmadan’ da demiş olabilir- kurbanını kesmiş olanlar kestiği hayvanın
yerine bir daha kurban kesmelidir. Namazdan önce kurban kesmeyenler ise haydi
Allah’ın adıyla kurbanlarını kessinler. "Kim kurbanını namazı kılmazdan —yahut
biz namazı kılmazdan önce kesti ise onun yerine bir başkasını kessin) Kim
kesmediyse besmele ile kessin!" buyurdular. (Müslim, Edahi, 1)

Besmele Öyle Kıymetli Bir Kelimedir ki Yemek ve Meskenin
Bereketini Artırır

İbn Mâce’nin bildirdiğine göre, Hişâm b. Ammâr, Davud b. Rüşd ve
Muhammed b. es-Sabbâh dediler ki: "Bize Velîd b. Müslim anlattı’. İnsanlar: "Ey
Allah’ın Resulü! Biz yemek yiyoruz, fakat doymuyoruz" dediler. (Peygamber
Efendimiz de onlara): "Her halde siz (yemeği) ayrı ayrı yiyorsunuzdur (değil
mi)?” diye sordu. (Onlar da): "Evet" cevabını verdiler. (Bunun üzerine Hz.
Peygamber): “Yemeği toplu halde yiyiniz ve üzerine besmele çekiniz. (O zaman)
Allah o yemeğe bereket verir, (karnınız doyar)” buyurdular.( İbn Mâce, Et’ime,
17)

Bize Yezid b. Harun haber verip (dedi ki), bize Hişam,
Budeyl’den, (O) Abdullah b. Ubeydillah b. Umeyr’den, (O da) Hz. Aişe’den
(naklen) haber verdi ki; Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabından
altı kişi ile bir yiyecek yiyordu. Derken bir bedevi geldi ve onu iki lokmada
yiyip (bitirdi). Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurdu: “Bakınız, şayet O, Allah’ın adını ansaydı (besmele çekseydi, yemek)
size yetecekti! Binaenaleyh, biriniz (bir şey) yediğinde Allah’ın ismini ansın,
(besmele çeksin). Şayet Allah’ın ismini anmayı (başında) unutursa; “Bismillah
evvelehu ve ahireh: Başında ve sonunda Allah’ın adıyla (başlarım!)” desin.
(Darimi, Et’ıme, 1)

Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti: Bize Bavh b. Ubâde haber
verdi: Bize İbn-i Cüreyc rivayet etti: Bana Atâ’ haber verdi ki: Câbir b.
Abdillah’ı şunu söylerken işitmiş. Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Gece karanlığı bastığı -yahut gecelediğiniz- vakit çocuklarınızı (çıkmaktan)
men edin. Çünkü Şeytanlar o zaman dağılır. Gecenin bir kısmı gitti mi onları
salın. Kapıları kapayın ve besmele çekin. Çünkü Şeytan kapalı kapı açamaz.
Tulumlarınızı bağlayın ve Besmele çekin! Kaplarınızı örtün ve besmele çekin!
Kaplarınızın üzerine aykırı bir şey olsun koyun. Kandillerinizi de söndürün!"
buyurdular. (Müslim, Eşribe, 97)

Bize Muhammed b. Müsennâ el-Anezî rivayet etti: Bize Dahhâk
(yâni Ebû Asım) İbnü Cüreyc’den rivayet etti: Bana Ebû’z-Zübeyr, Câbir b.
Abdillah’dan naklen haber verdi Câbir, Peygamber (sallallahu aleyhi ve selem)’i
şöyle buyururken işitmiş: "Bir adam evine gireceği vakit, girerken ve yemek
yerken Allah’ı anarsa şeytan (yardımcılarına) sizin için ne mesken var, ne akşam
yemeği! der. Ama evine girerken Allah’ı anmazsa, şeytan: Meskene yetiştiniz,
der. O adam yemeğine başlarken besmele çekmezse, şeytan: Hem meskene, hem akşam
yemeğine yetiştiniz, der." (Müslim, Eşribe, 103)

Bana Amru’n-Nâkıd da rivayet etti: Bize Abdullah b. Ca’fer
Er-Rakkî rivayet etti. Bize Ubeydullah b. Amr, Abdülmelik b. Umeyr’den, o da
Abdurrahman b. Ebî Leylâ’dan, o da Enes b. Mâlik’den naklen rivayet etti. Enes
şöyle demiş: "Ebû Talha, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendisine
has olmak üzere yemek yapmasını Ümmü Süleym’e emretti. Sonra beni ona
gönderdi…" Ve râvi hadîsi nakletmiştir. Bu hadîste şöyle de demiştir: "Bunun
üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) elini koydu ve onun üzerine
besmele çekti. Sonra : "On kişiye izin ver!" dedi. Ebû Talha da onlara izin
vererek girdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yeyin ve besmele
çekin!" dedi. Onlar da yediler. Bunu seksen kişiye yaptı. Bundan sonra Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) ile ev sahipleri yediler. Ve artık bıraktılar."
(Müslim, Eşribe, 143)

Ebû Dâvud’un, İbrahim b. Musa er-Râzî-el-Velîd b. Müslim-Vahşî
b. Harb-Babası- Dedesi isnadıyla aktardığına göre, Vahşî b. Harb’in dedesi
anlatıyor: “Peygamber’in Ashabı (Hz. Peygambere): "Ey Allah’ın Resulü! Biz
(yemek) yiyoruz, fakat doymuyoruz’ dediler. (Peygamber Efendimiz de onlara):
"Her halde siz (yemeği) ayrı ayrı yiyorsunuzdur (değil mi)?” diye sordu. (Onlar
da): "Evet" cevabını verdiler. (Bunun üzerine Hz. Peygamber): “Yemeği toplu
halde yiyiniz ve üzerine besmele çekiniz. (O zaman) Allah o yemeğe bereket
verir, (karnınız doyar)” buyurdular. Ebû Dâvûd şunları söylemektedir: ( Ebu
Davud, Eti’me, 14)

Besmele Şeytanın Şerrinden Emin Kılar

Bize İshak b. Musa El-Ensârî rivayet etti: Bize Enes b. Iyâz
rivayet etti: Bize Ubeydullah rivayet etti: Bana Saîd b. Ebî Saîd El-Makburî
babasından, o da Ebû Hüzeyfe’den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: "Biriniz döşeğine uzandığı vakit gömleğinin
kenarını tutsun da onunla döşeğini silksin ve besmele çeksin! Çünkü o kendinden
sonra döşeğinde ne kalacağını bilmez. Yatmak istediği vakit sağ tarafına yaîsm
ve: Allahım! Seni tenzih ederim. Ey Rabbim! Yanımı ancak seninle (döşeğe)
koydum. Onu ancak seninle kaldırırım. Nefsimi tutarsan onu affeyle! Salarsan onu
sâlih kullarını koruduğun şeyle koru! desin." (Müslim, Zikir ve Dua ve Tevbe ve
İstiğfar, 64)

Peygamber (sallallahu aleyhi ve selem)’den Câbir b. Abdillah
tarafından (rivayet edilen) şu (bir önceki hadis) tamamıyla olmamakla beraber
(bir de ez-Zübeyr vasıtasıyla yine Câbir b. Abdillah’dan rivayet olunmuştur. Bu
rivayete göre Hz. Peygamber): “Çünkü şeytan (besmeleyle) kapanmış olan kapıyı
açamaz, (kabın ağzını örten) bağı çözemez, (ağzı örtülü olan) kabı açamaz.
(Bunları yaparken besmele çekmeyi unutmayın). Çünkü (besmele çekmezseniz) küçük
fare, insanların evlerini ateşe verebilir” buyurmuştur. (Ebu Davud, Eşribe, 22)

Bize Cerîr, Mansûr’dan; o da Salim ibn Ebi’l-Ca’d’dan; o da
Kurayb’dan; o da İbn Abbâs (r.a)’dan tahdîs etti. İbn Abbâs, bunu Peygamber’e
ulaştırıyordu. Peygamber (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyurmuştur:
“Herhangi biriniz eşine (cinsî münâsebet için) geldiği zaman bismillah,
Allâhumme cennibnâ’ş-şeytâne ve cennibi’ş-şeytâne mâ razaktenâ (Allah’ın
ismiyle, yâ Allah, bizleri şeytândan uzaklaştır ve şeytânı da bize ihsan ettiğin
çocuktan uzak kıl) der de, onların arasında bir çocuk takdir olunursa, şeytân o
çocuğa zarar veremez.” (Buhari, Vudu, 8)

Besmele Manevi Temizliği Getirir

Ebû Sûfyân b. Huveytib (r.a.), ninesinden o da babasından bize
bildirdiğine göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve selem)’den
işittim buyurdular ki: “Abdest’e başlarken besmele çekmeyen kimsenin abdesti
yoktur.” (Tirmizi, Tahare, 20)

Bize Ubeydullah b. Sa’îd haber verip (dedi ki), bize Ebû Amir el
Akadî rivayet edip (dedi ki), bize Kesîr b. Zeyd rivayet etti. (O dedi ki), bana
Rubeyh b. Âbdirrahman b. Ebî Sa’ıd el-Hudrî, babasından, (O) dedesinden (O da)
Hz. Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve selem) (naklen) rivayet etti (ki, Hz.
Peygamber) şöyle buyurdu: Başında Allah’ın ismini zikretmeyen, (besmele
çekmeyen) için abdest yoktur.” (Muvatta, Sıfatu’n-Nebî, 10)

Besmele Öyle Kıymetli Bir Kelimedir ki Açılmaz Kapıları Açar

Bize Abdullah b. Amr b. Ebân haber verip (dedi ki) bize
Abdurrahman b. Muhammed el-Muhâribî, Abdulvâhid b. Eymen el-Mekki’den, (o da)
babasından (naklen) rivayet etti (ki Eymen) şöyle dedi: Câbir b. Abdillah’a;
“Bana, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzat kendisinden duymuş
olduğun bir haberini naklet (ki) ben (de) onu senden (naklen) rivayet edeyim!”
dedim. Bunun üzerine o şöyle dedi: Biz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
ile beraber Hendek Günü’nde (hendek) kazıyorduk. Neyse, hiçbir yemek yememiş,
(zaten) buna imkân ve güç (de) bulamamış bir halde üç gün kaldık. Derken
hendekte (kazmanın işlemediği) sert bir yer ortaya çıktı. Resûlullah’ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) yanına gelip: “Ya Resûlallah, dedim, hendekte sert
bir yer ortaya çıktı (bir bakıverseniz!)”. (Bu arada) biz üzerine su serptik.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve selem) karnına (açlıktan) bir taş sarılmış
olduğu halde kalktı, kazmayı veya küreği aldı. Ardından üç defa besmele çekip
(sert yere) vurdu. Bunun üzerine (o yer) akıp dağılan bir kum yığını haline
geldi… (Darimi, Mukaddime, 7)

Besmele Şifa Hazinesidir

Bana Ebu’t-Tâhir ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler: Bize İbni
Vehb haber verdi: Bana Yûnus, İbni Şihâb’dan naklen haber verdi. (Demiş ki):
Bana Nâfi’ b. Cübeyr b. Mut’ım, Osman b. Ebî’l-Âs, es-Sekafi’den naklen haber
verdi ki: Osman Müslüman olalıdan beri vücudunda hissettiği bir ağrıdan
Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e şikâyette bulunmuş. Resûlüllah
(sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine: "Elini vücudunun ağıran yerine koy ve
üç defa bismillah de! Yedi defa da hissettiğim ve sakındığım ağrının şerrinden
Allah’a ve kudretine sığınırım de!" buyurmuşlar. (Müslim, Selam, 67)

Besmele Mahremiyete Perdedir

Ali bin Ebu Talib (ra)’den, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle buyurdu, rivayet edilmiştir. “Cinler ile Ademoğullarının avret
yerleri arasındaki perde kişinin helaya girmek istediği zaman "bismillah’
demesidir.” (İbn Mâce, Tahâret,)

Ali b. Ebî Tâlib (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cinlerin gözleri ile Ademoğlunun görünmemesi
gereken yerleri arasındaki perde, tuvalete girerken okudukları “bismillah”
sözüdür.” (Tirmizi, Cum’a, 73)

Öz

Bir sözcüğün ne anlama geldiğini anlayabilmek için öncelikle o
sözcüğün aslını araştırmak, metot olarak takip edilecek ilk ve en önemli
aşamadır. Bu çalışmada besmelenin öncelikle etimolojik açıdan yapısı ve anlamı
araştırılmakta, ardından da önemi gözler önüne serilmektedir.

Anahtar Kelimler: Besmele, İsim, Allah lafzı, Rahman, Rahim

Abstract

The most important level in the methodology to understand the
meaning of a word lies on the research of the origin of that word. This study
investigates the structure and meaning of basmala etymologically. Then, it seeks
to notice the significance of the same word.

Keywords: Basmala, name, the word of God, the Beneficent, the
Merciful

Dipnotlar

1. Naht kavramı için bkz. Civelek Yakup, Arap Dilinde Naht
ve Kelime Türetmede “Naht” Yönteminin Kullanımı, Nüsha, III, say. 10, 2003/ s.
97-119.

2. Ancak sûre başlarında zikredilen besmelelerin o sûreyi
diğerinden ayıran ve kırâat başlarken teberrüken okunan birer besmele olup
olmadıkları oldukları konusunda fıkıh imamları arasında ihtilafa düşülmüştür.
Mekke ve Kûfeli imamlar Fâtiha sûresinin başındaki besmeleyi o sûreden bir âyet
kabul etmiş, öte yanda Şâfiler ise, Fâtiha da olmak üzere her sûrenin başında
bulunan besmelenin o sûrenin bir ayeti olduğu görüşünü iddia etmiştir. Konumuzla
doğrudan irtibatlı olmadığı için mevzuyu ilgili kaynaklara havale ediyoruz.

3. el-Hurûfu’l-âmile fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, s. 387-388.

4. Mu‘cemu hurûfi’l-Kur’âni’l-Kerîm, II, 451.

5. Mu‘cemu hurûfi’l-Kur’âni’l-Kerîm, II, 451.

6. Âl-i ‘İmrân 152 (mulâbese-sebebiyet), 153
(musâhabe-mukâbele), 174 (mulâbeset-musâhabe). Nisâ 17 (mulâbese-sebebiyet), 19
(musâhabe-ta’diye), 23 (musâhabe-ta’diye), 25 (ilsâk-musâhabe) A’râf 57
(mulabese-sebebiyye), 80 (mulâbese-gaye), Hicr 39 (kasem-sebebiye), İsrâ 33
(mulâbese- sebebiyye), Kehf 26 (te’kid-taaccub), Hacc 25 (mulâbese-te’kid), Nur
31 (te’kid-teb’iz), Furkân 25 (mulâbese-sebebiyye), 59 (mulâbese-sebebiyye),
Zumer 67 (ilsâk-zarfiyye), Fussilet 36 (ilsâk-istiâne), Kâf 16
(mulâbese-te’kid-gaye), 28 (mulâbese-musâhebe-te’kid), Tur 21
(mulâbese-sebebiyye), Haşr 10 (sebebiyye-gaye), Mumtehine 1 (sebebiyye-te’kid),
Zilzâl 5 (ilsâk-sebebiyye).

7. Nursi, Said, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neş, 2002, s.
199.

8. Fahruddîn er-Râzi, et-Tefsîru’l-Kebîr, I/149, Beyrut,
1998.

9. İbn Side, el-Muhkem ve’l-Muhîtu’l-‘Azâm, II/212;
ez-Zemahşeri, Esâsu’l-Belâga, I/10; Râzi Zeynuddîn, Muhtâru’s-Sihâh, I/13; İbn
Manzûr, Lisânu’l-Arab, Beyrut, 1. bsk., XIII/467.

10. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XIII/467; ez-Zebîdî,
Tâcu’l-Arûs, I/8206; TDVİA, İstanbul, 1989, Topaloğlu Bekir, Allah mad. II/471.

11. Râzi Zeynuddîn, Muhtâru’s-Sihâh, I/348; İbn Manzûr,
Lisânu’l-Arab, XIII/561.

12. ez-Zemahşeri, Esâsu’l-Belâga, II/27; İbn Manzûr,
Lisânu’l-Arab, XIII/561.

13. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XIII/538; ez-Zebîdî,
Tâcu’l-Arûs, I/8241; TDVİA, İstanbul, 1989, Topaloğlu Bekir, Allah mad. II/471.

14. ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, I/8241.

15. İbn Manzûr, XII/230.

16. Elmalılı, I/32-33

17. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst., 2002, s.11

18. Fahruddîn er-Râzi, et-Tefsîru’l-Kebîr, I/156.

19. Fahruddîn er-Râzi, et-Tefsîru’l-Kebîr, I/156. A.g.e.

20. Fahruddîn er-Râzi, et-Tefsîru’l-Kebîr, I/155. A.g.e.

21. Fahruddîn er-Râzi, et-Tefsîru’l-Kebîr, I/155.