Text, Commentary, and Risale-i Nur in the Context of (Non)-Understanding

Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz.
Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?

Elcevab: Evet o Mün’im-i Hakikî, bizden o kıymettar
ni’metlere, mallara bedel istediği fiat ise üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür.
Biri: Fikir’dir. Başta “Bismillâh” zikirdir. Âhirde “Elhamdülillâh” şükürdür.
Ortada, bu kıymettar hârika-i san’at olan ni’metler Ehad-i Samed’in mu’cize-i
kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir. Bir
padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp,
hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zâhirî mün’imleri
medih ve muhabbet edip, Mün’im-i Hakikî’yi unutmak; ondan bin derece daha
belâhettir.

Ey nefis! Böyle ebleh olmamak istersen; Allah nâmına ver, Allah
nâmına al, Allah nâmına başla, Allah nâmına işle. Vesselâm.

Metin

Özellikle Klasik Türk Edebiyatı alanında çalışan
araştırmacıların çok iyi bildiği bir konu vardır. Divan ve mesnevi gibi edebi
ürünlerin müellif nüshasına ulaşılması çok önemlidir. Eğer müellif hattına
ulaşılamazsa, eserin bilinen yazma nüshaları karşılaştırılarak tenkitli metni
ortaya konur ve bu sayede şairin kaleminden çıkması muhtemel orijinal şekline
ulaşılmaya çalışılır. Örneğin Yunus Emre Divanı, yeni harflerin kabulünden bu
zamana kadar Burhan Toprak, Naci Kasım, Cahit Öztelli, Abdülbâki Gölpınarlı,
Faruk K. Timurtaş ve Mustafa Tatcı gibi birçok araştırmacı tarafından
yayımlanmıştır. Bahsettiğimiz bu çalışma, bir araştırmacının yıllarını alabilir.
Çok titiz bir çalışma sayesinde ortaya bir metin çıkar. Bu çalışmalarda, eserin
dilinin, yazıldığı yüzyılın dil özelliklerine uygun olarak tesbit edilmesi ve
kelimelerin doğru okunması gibi hususlar bilimsellik açısından büyük önem taşır.
Bir araştırmacının, eserin diline müdahale etmesi, metin üzerinde tasarruf
sahibi olması, sevmediği yahut istemediği kelime veya beyti metne almaması gibi
konular düşünülemez bile. Metin üzerinde en küçük bir değişiklik yapılamaz.
Gösterilen bütün hassasiyet ve dikkatlere rağmen, ortaya çıkan metinlerde
görülen eksiklikler, alanın uzmanları tarafından şiddetli bir şekilde
eleştirilir.

Güvenilir, sağlam, hatasız ve eksiksiz bir metnin ortaya
konması, öncelikle müellifine bir saygıdır. Bilimselliğin gereğidir. Kültürel ve
edebi birikimin gelecek kuşaklara doğru bir şekilde aktarılmasını sağlar. Hem de
sağlam ve güvenilir bir metin üzerinde yapılacak çalışmalar bizi doğru sonuçlara
ulaştırabilir. Bütün bu sebeplerden dolayı güvenilir ve hatasız bir metin çok
önemlidir.

Bediüzzaman Said Nursi tarafından kaleme alınan Risale-i Nurlar
ise, bilindiği gibi yakın tarihte diyebileceğimiz bir dönemde Arap alfabesiyle
kaleme alınmış ve yine müellifinin tashihinden geçerek günümüz alfabesine
aktarılmıştır. Hatta bu konuda bizzat görev almış Bediüzzaman’ın kimi talebeleri
hâlâ hayattadır. Dolayısıyla metin konusunda bir şüphe olamamalıdır. Bu nedenle
Risalelerin metnine sadakat göstermek, yukarıda bahsettiğimiz sebeplerden
dolayı, bilimselliğin bir gereğidir. Risalelerin metni üzerinde -hangi gerekçe
ile olursa olsun- tasarrufta bulunmak; diliyle, kelimeleriyle, cümleleriyle
oynamak ve onları değiştirmeye çalışmak ilmî gerçeklere uygun düşmez
kanaatindeyim.

Eğer Risalelerin metni hakkında bir şüphe duyuluyorsa; elde
bulunan eski harfli, orijinal metinler bir araya getirilerek, halen hayatta olan
talebeleri ve bu davaya gönül vermiş insanlar tarafından oluşturulacak bir heyet
tarafından tenkitli metni ortaya konabilir. Bu çalışmadan başka Risale metinleri
üzerinde yapılacak tasarrufların, ehl-i hakikatin kalbini yaralayacağını
düşünüyorum.

Bu konuda şunları da söylemek isterim ki; Risale-i Nur külliyatı
bugün elimizde bulunan en kıymetli bir hazine hükmündedir. Gelecek nesillere
bırakacağımız en değerli emanetlerden biridir. Bu eserleri gelecek nesillere
orijinal şekliyle bırakmanın haklı övüncünü hep beraber yaşamayı umuyorum. Aksi
takdirde, eserlerin elli yüz sene sonra hangi şekle dönüşeceğini düşünmek bile
istemiyorum.

Şerh

Bilindiği gibi, açmak, açıklamak, izah etmek gibi kelime
anlamları olan şerh, edebi geleneğimizde süregelen bir uygulamadır. Edebiyat
tarihimizde birçok şerh örnekleri görmek mümkündür. Bir şiir şerhi yapıldığı
gibi, bir eserin tamamı da şerh edilmiştir. Çeşitli alanlarda gördüğümüz şerh
örneklerine, daha ziyade tasavvufî şiir ve eserlerin konu edildiğini biliyoruz.
Örneğin Mevlana Hazretlerinin Mesnevi’sinin ilk beytine yaklaşık 20 farklı şerh
yazılmıştır. Mesnevi’nin tamamının ya da bir kısmının şerh ve izah edildiği
eserler de kaleme alınmıştır. Yunus Emre’nin kimi gazellerine de çeşitli şerhler
yapılmıştır. Süleyman Çelebi’nin meşhur eseri Mevlid’in tamamını da Hüseyin
Vassaf Efendi etraflıca şerh etmiştir. Bu şerhlerde, birbirini destekleyen
görüşler olduğu gibi, karşı düşüncelerin de ileri sürüldüğü olmuştur. Örneğin
Ali Nihat Tarlan’ın, Fuzuli Divanı’nda bulunan gazellerin tamamını tasavvufî
açıdan şerh etmesine rağmen, Hasibe Mazıoğlu bu izahların bir kısmına katılmaz.
Şerhlerle ilgili bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Bediüzzaman Hazretlerinin de, kaleme aldığı Risale-i Nurların
“şerh ve izah”larının yapılabileceğini söylediğini görmekteyiz. Bu görüş,
günümüzdeki ifadesiyle “çağdaş ve ileri görüşlü bir aydın”ın düşüncelerinden
başka bir şey değildir. O halde bugün aydınlara düşen görev, yukarıda
bahsettiğimiz gibi metinlerin asli şeklini koruyarak, Risale-i Nurlar üzerinde
şerh, izah, araştırma, inceleme ve tahlil çalışmaları yapmaktır. Son yıllarda
Risalelere dair nitelik ve nicelik bakımdan önemli eserlerin kaleme alındığını
sevinçle görmekteyiz. Ancak bu çalışmaların yeterli olduğunu da söylemek mümkün
değildir. Çünkü elimizde 6000 sahifeye yakın ve içinde çok değişik konuların yer
aldığı dev bir külliyat bulunmaktadır. Bu eserler üzerinde mutlaka makaleler
yazılmalı ve kitaplar kaleme alınmalıdır.

Anlaşılma(ma)

Risale-i Nurun anlaşılması ya da anlaşılmaması ile ilgili
konuya, son yıllarda büyük gelişme gösteren dilbilimin bazı verileriyle bakmak
istiyorum.

Dilbilime göre, bir metnin iyi anlaşılabilmesi, okuyucunun
kültür ve zevk seviyesi ile eserlerde anlatılanlar arasında belirli ölçülerde de
olsa bir yakınlığın bulunmasına bağlıdır. Dilbilimindeki ifadesiyle “gönderici”
ile “alıcı” arasında “gönderme birliği” bulunması lazımdır. Metni veya metnin
yazarını gönderici olarak düşünmek mümkündür. Onda ifade edilen hususların iyi
anlaşılması için alıcı durumundaki okuyucunun bir bakıma metinle aynileşmesi
gerekir. Bu da, her şeyden önce, metinle okuyucu arasında bilgi, his, tecrübe
ortaklığına bağlıdır. Eserde ifadesini bulan mesaj, fikirler v.b. hususlarda,
belirli ölçüde de olsa, metinde anlatılanlarla okuyucu arasında bir ortaklığın
bulunması zaruridir. İşte bu ortaklığın tamamına “gönderme birliği” adı verilir.

Eserle okuyucu arasında gönderme birliğinin kurulması, okumanın
gayesine ulaşması için gerekli şartlardan biridir. Okuyucunun metni
anlayabilmesi için bir hazırlığa ihtiyacı vardır. Böyle bir hazırlıktan mahrum
olan okuyucu metnin dışında kalır, yani onunla metin arasında “iletişim”
sağlanamaz ve “aynîleşme” gerçekleşmez.

Örneğin Türk tarihini ve bu millete ait özellikleri bilmeyen
yabancı bir insan, Türk destanlarını gereği gibi anlayamaz. Aynı şekilde hiç bir
zihnî hazırlığı olmadan Balzac’ın veya Flaubert’in romanlarından birini okumaya
çalışan bir Türk okuyucusu da, eğer sabırlı ise ancak olayı takip eder, romanı
okumuş ve anlamış olmaz.

Klasik Türk Edebiyatı ürünlerini de –divanlar ve mesneviler
gibi- anlamakta karşılaştığımız güçlükleri, dil farklılığı ile izaha kalkışmak,
problemin mahiyetini biraz değiştirmek olur. Zira eski dili bilen bir çok insan
da, bu edebî mahsulleri gerçek mânâda anlayamaz. Çünkü söz konusu edebî
metinlerle “gönderme birliği” yoktur.

Bütün bu izahlardan sonra, bir metnin anlaşılırlığını, okuyucu
ile metin arasındaki gönderme birliğine bağlı olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Bu sonucun, Risalelere de aynı şekilde uyarlanabileceğini ve
“Risale-i Nurlar zordur, anlaşılmaz.” gibi bir kanaatin, bilimsel anlamda hiçbir
geçerliliğinin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Konuyu biraz açalım. Bilindiği gibi Risale-i Nur’un muhtevası
çok geniştir. İnanç esaslarından, peygamberler tarihinden, İslam tarihinden, Hz.
Peygamberin hayatı, düşünce ve mu’cizelerinden, ibadetlerden tutun da tarihe,
edebiyata, sosyal hayata ve sayısal bilimlere varıncaya kadar çok geniş bir
alanda konular büyük bir vukufiyetle ele alınmıştır. Bundan dolayı da doğru bir
tanımlama ile bu eserler hakkında “İslam kültürü külliyatı” denmiştir. Yani
İslamiyet adına ne varsa bu eserlerde görmek mümkündür. Dolayısıyla bu eserleri
okumaya başlarken, fikri bir hazırlık ihtiyacı kendiliğinden doğmaktadır. Aksi
takdirde, zihni günlük siyasi konularla ya da ekonomik sıkıntılarla meşgul olan
bir insanın, Risalelerden bir iki cümle okuduktan sonra, “Bu eserler
anlaşılmıyor.” demesinin bir anlam ifade etmeyeceği açıktır.

Şimdi bu noktada, yazının başında verdiğimiz Birinci Söz’den
alınan parçayı tekrar okuyalım. Bu parça zor mu kolay mı, anlaşılır mı
anlaşılmaz mı? Bu soruya kimileri olumlu kimileri de olumsuz cevap vermiş
olmalıdır. Verilen cevaplar, okuyucu ile metin arasındaki gönderme birliğini
göstermektedir.

Bu metni daha önce okumuş olanlar, yani bilgi, duygu ve düşünce
bağlamında metinle aynileşmeyi sağlayanlar, “kolay ve anlaşılır” cevabını
vermişlerdir. “Zor ve anlaşılmaz” cevabını verenler ise, bu metinle ilk defa
karşılaşan ve metinle arasında gönderme birliği bulunmayan okuyuculardır. Çünkü
zikir, şükür gibi İslami kavramları ya da Ehad, Samed, Mün’im gibi Allah’ın
isimlerini ilk defa okuyan bir okuyucu elbette metinle aynileşmeyi
gerçekleştiremez. Demek ki zor-kolay, anlaşılır-anlaşılmaz gibi nitelemeler
metinden değil, okuyucudan kaynaklanmaktadır.

Bu konuyu, müellifi tarafından, Risale-i Nur külliyatının “meyve
ağaçları bulunan bir bahçe”ye benzetilmesi örneği ile tamamlamak istiyoruz. Bu
benzetme, bizlere edebi bir metinde bulunan anlam tabakalarını
çağrıştırmaktadır. Meyve ağaçlarının bulunduğu bahçeye giren kişi, boyu ve
çevikliği oranında o bahçeden hissesini alabilir. O bahçeye giren, bütün
meyveleri alamayacağı gibi de nasipsiz de kalmaz. Bu örnekten, okuyucuların
Risaleler hakkında “zor-kolay” ya da “anlaşılır-anlaşılmaz” gibi nitelemede
bulunması yerine, eserlerin anlam tabakalarına nüfuz etmesi ve bahçeden daha çok
meyveye sahip olmaya çalışması gerektiğini anlıyoruz.

Sonuç

Bediüzzaman Said Nursi tarafından kaleme alınan Risale-i Nur
Külliyatının asli şekli korunmaya çalışılmalı ve gelecek nesillere orijinal
şekliyle ulaştırılmasına gayret gösterilmelidir. Risaleler hakkında araştırmalar
ve incelemeler yapılmalı ve bunlar makale ya da kitap şeklinde yayınlanmalıdır.
Çok geniş muhtevaya sahip olan külliyat hakkında zor-kolay ya da
anlaşılır-anlaşılmaz gibi nitelemelerin metinden değil okuyucudan kaynaklandığı
bilinmelidir.

Öz

Bediüzzaman Said Nursi tarafından kaleme alınan Risale-i Nurlar,
yakın tarihte diyebileceğimiz bir dönemde Arap alfabesiyle kaleme alınmış ve
yine müellifinin tashihinden geçerek günümüz alfabesine aktarılmıştır.
Risalelerin metni üzerinde -hangi gerekçe ile olursa olsun- tasarrufta bulunmak;
diliyle, kelimeleriyle, cümleleriyle oynamak ve onları değiştirmeye çalışmak
ilmî gerçeklere uygun düşmez kanaatindeyim. Bu çalışmada Risale-i Nurlar; metin,
şerh ve anlaşılır olup olmama bağlamında değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Risale-i Nur, Metin, şerh, anlaşılma

Abstract

Risale-i Nur was written in the Arabic alphabet and then after
the correcting of its author the works have been transmitted to the modern
alphabet. I think that making any change in the language, words or sentences of
Risale’s will not be compatible with the scientific realities. This article will
try to evaluate the Risale-i Nur in the context of text, commentary and
understandability.

Keywords: Risale-i Nur, text, commentary, understanding