On the Style of Risale-i Nur

Risâle-i Nur deryasına dalmak için gavvas dalgıç olmak lazım
geldiğinden, sahilinde dolaşırken bile ayaklarının ıslanmasıyla boğulmaktan
korkan bir ürkekliğin, fakat yine de kendini ondan alamayışın bir tezahürüdür
burada yazılanlar.

Kur’an-ı Kerim’in manevi bir mucizesi olması münasebetiyle
Risâle-i Nur hakkında-haklı olarak- çok şey söylendi, yazıldı. Belki bu söylenip
yazılanlar, daha sonra söylenip yazılacaklar yanında oldukça azınlıkta bile
kalabilir. Çünkü bu eserler, günümüz insanının manevi hastalıklarına en güzel ve
etkili reçeteler olması münasebetiyle, ona olan ilginin bundan sonra da artarak
devam edeceği malumu ilamdan başka bir şey olmasa gerek.

Barla’da, dünyadan kopuk bir vaziyette ve zor şartlar altında,
yazılmaya başladığı günlerden bugünkü gelinen noktaya bakıldığında, Risale-i
Nurların pek çok dünya diline çevrilmiş, dünya çapında pek çok bilim ve din
adamının ilgisini çekmiş ve benimsenmiş olduğu görülmektedir. Belki bir zaman
sonra, Risâle-i Nurların kıymetinin daha çok anlaşılması, dünyada; bu eserler ve
müellifi adına “Risâle-i Nur Yılı” veya “Bediüzzaman Said Nursi Yılı” kabul
edilmesi akla uzak değildir.

Bütün bunların yanında Risâle-i Nur’un dili ve üslûbuyla ilgili
yeterince söz söylenmediği kanaatindeyim. Zaman zaman bununla ilgili çalışmalar
yapılmıştır. “Risâle-i Nur’un Poetik Özelliği”1 “Said Nursi
Türkçesi”,2 “Said Nursi Türkçesi Üzerine Bir Tenkid”3,
“Risâle-i Nur Türkçesi Üzerine Bir Tartışma”4, “Risâle-i Nur Dili”5
vb. bunlardan bir kaçıdır; çalışmalar sadece bunlarla sınırlı kalmamalı ve
Risâle-i Nur’un dili ve üslûbu üzerine akademik çalışmalar da yapılmalıdır, diye
düşünüyorum.

Üslûp Nedir?

Üslûp, Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük’te, “Sanatçının görüş,
duyuş, anlayış ve anlatıştaki özelliği veya bir türün, bir çağın kendine özgü
anlatış biçimi, biçem, tarz, stil” şeklinde tanımlanırken, Emin Özdemir’in
Edebiyat Bilgileri Sözlüğü’nde, “Duygu, düşünce, eylem ve hayallerin kişisel
anlatım biçimidir. Büyük ölçüde sözcüklerle, sözcüklerin seçimiyle ilgili bir
olgudur üslûp” diye tanımlanıp açıklanmıştır. Yeni Asya Neşriyat’ın
Osmanlıca-Türkçe Lügat’inde de yukarıdaki Türkçe Sözlük’tekine çok yakın bir
tanım yapılmıştır. Fakat bu lügatte, üslûp türlerini çağrıştıran maddeler de
kullanılmıştır; mesela, üslûb-ı âdî, üslûb-ı âlî, üslûb-ı bedî’, üslûb-ı garîb,
üslûb-ı hakîm, üslûb-ı mücerred, üslûb-ı müzeyyen vs.

Üslûpla ilgili olarak değişik kaynaklardaki değerlendirmelerden
şöyle bir netice çıkarılabilir: Üslup; bir çağın, bir dönemin, bir akımın, bir
türün veya bir sanatçının kendine has anlatış biçimi ve tarzıdır. Bu neticeyi de
şu şekilde örneklendirerek biraz daha açabiliriz. Klasik edebiyatımızı oluşturan
“Divan Edebiyatı” bir çağın, “Tanzimat Edebiyatı” bir dönemin, “Gazel” veya
“Kaside” bir türün ve “Fuzûlî” veya “Nedim”in kendine has anlatış biçimleri
üslûbun edebiyattaki kullanımlarıdır, denilebilir.

Benzer durum diğer sanat dalları (mimarî, hat sanatı, resim vb.)
için de geçerlidir. Sadece mimarîyi örnek verecek olursak; İslâm kültürünün bir
ürünü olan cami mimarîsinde bu durum açık olarak görülecektir. Arap, İran,
Selçuklu ve Osmanlı mimarisiyle yapılmış camilerdeki bu farklılıklar oldukça
belirgindir.

Üslûb-ı Beyan Aynıyla İnsandır

Herkesin kendine has bir üslûbu ve dili kullanma şekli vardır.
Bu “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır.” atasözünde olduğu gibi üslup, bu
yoğurt yeme biçiminin yazıda ve yazılı edebiyattaki karşılığıdır. Bir olayı veya
konuyu aynı dil ile aynı tür içerisinde yazılı olarak ele alan iki yazarın
ortaya çıkardıkları eserlerdeki kendine has farklılıklardır üslûp. Başka bir
deyişle, bir sanat eserinde sanatçısını görebilmektir, üslûp.

“Sanat, zekanın malzemeyi kullanmasıdır.” sözü, üslûp için de
geçerlidir. Edebiyatın malzemesi dildir ve her yazar ve şair aynı malzemeyi;
yani dili kullanarak çok değişik sanat eserleri ortaya çıkarabilmişlerdir.
Ortaya çıkan bu eserler de sahibinin üslûbunu yansıtmıştır. Müdakkik okuyucular
bu farklılığı hemen fark edebilirler. Öyle kişiler var ki, Arapça bir ifadenin
Kur’an’dan bir ayet olup olmadığını, herhangi bir cümlenin Risâle-i Nur’dan olup
olmadığını ve şiirden bir mısra veya dörtlüğün M. Akif Ersoy’un Safahat’ından
alınıp alınmadığını fark edebilmektedirler.

Risâle-i Nur’un Üslûbu Kur’an Üslûbudur

Kur’an-ı Kerim’in manevi bir mucizesi olan Risâle-i Nur’un
üslûbu Kur’an üslûbundan başka bir şey değildir. Kur’an güneşinden Risale
aynasına yansımalar üslûpta da kendisini göstermektedir. Bu yansımalardan bir
kısmını şöyle açıklayabiliriz:

* Kur’an-ı Kerim’in şiir şeklinde olmaması yönüyle yansıması.

“Biz ona şiiri öğretmedik, ona yaraşmaz da… O kitap, sade bir
öğüttür ve açıklayan bir Kur’an’dır.” (Yasin suresi, ayet: 9) şeklindeki Kur’an
ifadesi ile Risâle-i Nur’un nesir olması yönüyle paralellik göstermektedir.
Kur’an’ın belagatı şiirden çok daha ileri bir yapıdadır. Said Nursî de,
edebiyatçılar arasında eskiden beri süregelen “mana” ile “lafız” tartışmasında
“mana”yı ön plana almıştır. “Efkâr ve hissiyatın mecrâ-i tabiîsi nazm-ı
maanidir.”6 “Evet, lafızperestlik bir hastalıktır; fakat bilinmez ki
bir hastalıktır.”7 “Evet, lafza zînet verilmeli, fakat tabiat-ı mana
istemek şartıyla.”8

“Şiirin şe’ni, küçük ve sönük hakikatleri büyük ve parlak
hayallerle süslendirip beğendirmek ister. Halbuki, Kur’an’ın hakîkatleri, o
kadar büyük, âlî, parlak ve revnaktardır ki, en büyük ve parlak hayal o
hakikatlere nispet edilse, gayet küçük ve sönük kalır.”9

“Şiir ise, çendan kıymettar, şirin bir vasıta-ı ifadedir. Fakat
şiirde hayal hükmettiği için hakikate karışır, hakikatların suretini değiştirir.
Bazan hakikat birbirine geçer. Hâlis, hak ve mahz-ı hâkikat olan Kur’ân-ı
Hâkim’in hizmetinde istikbalde bulunacağımız mukadder olduğundan, Kader-i İlâhi
bir inayet olarak bize şiir kapısını açmadı. (Vemâ allemnâhu’ş-şi’re) sırrı buna
bakar.”10

Said Nursi, hiçbir zaman manayı lafza feda etmemiştir, fakat
şiire de fazla uzak kalmamıştır ve zaman zaman ondan değişik şekillerde istifade
etmiştir. Bunda “Şiirde hikmet vardır.”11 hadis-i şerifinin tezahürü
görülür.

Külliyatın tümüne bakıldığında, Niyazî-i Mısrî, Süleyman Çelebi,
Yavuz Sultan Selim, Fuzûlî, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Namık Kemal, Tevfik Fikret;
Hz. Ali, Abdulkadir-i Geylanî, İmam Busûrî, Kuss b. Saide; Mevlâna Celaleddin-i
Rûmî, Mevlâna Câmi, Sa’di-i Şirazî, Hâfız-ı Şirazî gibi Türk, Arap ve İran
şairlerinden iktibaslar yapıldığı görülecektir. Ayrıca, Lemaat’ta ve farklı
yerlerde (17, 18 ve 32. Sözler’de; 4. ve 76. Mektup’ta, 13. Şua’da) şiire yakın
ve serbest vezinle (bazı mısralarda aruz vezninin etkisi görülmekte) parçalar
yazılmıştır. Bununla birlikte Said Nursi, bazı talebelerinin (Hasan Feyzi,
Binbaşı Asım vb.) yazdığı Risâle-i Nur’la ilgili şiirlerini de külliyata
almıştır. Bunlardan da anlaşılacağı üzere Said Nursi, şiire karşı olmadığı gibi
şiire lakayt da kalmamıştır, denilebilir.

* Kur’an-ı Kerim’de bir kısım ayetler çok kısa, hatta bir-iki
kelimelik olabildiği gibi, çok uzun ayetler de vardır ki, “mudayene” ayeti bir
sayfadan oluşmaktadır. Risâle-i Nur’da da buna benzerlik görülmektedir.
“Bismillah, her hayrın başıdır.” gibi kısa, basit ve sade cümleler olduğu gibi,
Mu’cizât-ı Kur’aniye’de geçen, Kur’ân’ın altı ciheti nuranidir, sıdk ve
hakkaniyetini gösterir. Evet, altında hüccet ve bürhan direkleri; üstünde
sikke-i i’caz lem’aları; önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn hediyeleri; ve
arkasında nokta-i istinadı vahy-i semavî hakikatleri;… Kur’an semavî,
hakkaniyetli ve kendi Hâlık-ı Rahîm’inin mübarek kelamı olduğunu imza ediyor.”
bir kısmını yazmayıp atladığımız bu cümle, 216 kelime, 14 terkip ve 26 tane de
“ve” bağlacından oluşmuştur.

Yine aynı yerden alınmış olan, “Evet, nazar-ı gaflet ve
dalâlette, vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elim ve mahvolmuş bir
mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş kurunlar ve asırlar,… ve hastaların
az sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağında mâ-i Zemzem misillü
hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır.” cümlesi de, 212 kelime, 12 terkip
ve 31 tane “ve” bağlacından oluşmuştur.

Bunlar ve bunlara benzer uzun cümlelere baktığımızda kesinlikle
onlarda bir anlam karmaşasına veya anlatım bozukluklarına rastlanmamaktadır.
“Ve” bağlacının bir cümlede tekrar etmesi, başkalarının anlatımında kusur olarak
kabul edilirken, Risalelerde bilakis söze ve anlatıma bir kuvvet ve akıcılık
kazandırmaktadır.

* Kur’an-ı Kerim’in toplumun her kesimine hitap etmesi yönüyle
de Risalelere yansıması.

Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, muhatapların anlayabileceği bir
şekilde, “tenezzülat-ı İlahiye” ile farklı üslûplarla hitap etmiştir. “Yâ
eyyühellezîne âmenu” ile ehl-i imâna, “Yâ eyyühellezîne keferu” ile ehl-i küfre,
“Yâ eyyühennâsu” ile de tüm insanlığa seslenilmiştir. Bunlar arasındaki üslup
farklılığı oldukça belirgindir. Kıyametten ve Cehennemden bahseden azap
ayetlerinin üslûbuyla, Cennetten bahseden müjde ayetlerinin üslûbu da muktezayı
hale mutabık olarak farklılık göstermektedir.

Risâle-i Nur’un da sadece Müslümanlara değil tüm insanlığa hitap
ettiği ve asrımızın manevi hastalıklarına en etkili bir deva olduğu veya
olabileceği, Bediüzzaman Sempozyumlarına katılan ve Risâle-i Nur’a sahip çıkan
diğer dinlere mensup bilim ve din adamlarının tebliğlerinden de anlaşılmaktadır.

Yine Risâle-i Nurlar, toplumun tüm kesimlerine, meselâ;
gençlere, ihtiyarlara, hanımlara, hastalara, mahpuslara, musibetzedelere vb.
kavl-i leyyin ile onları incitmeyecek bir üslûp kullanırken, yerine göre,
kafirlere, zalimlere, zındıklara, masonlara da oldukça sert bir üslûp
kullanmıştır.

* Kur’an-ı Kerim’in Mekke döneminde nazil olan Mekkî ayetler ile
Medine döneminde nazil olan Medenî ayetler arasındaki üslûp farklılığına benzer
bir durum Risâle-i Nurlarda da görülmektedir. Eski Said döneminde yazılan,
Münazarat, Muhakemat, Hutbe-i Şamiye, İşârâtü’l-İ’caz vb. ile Yeni Said
döneminde yazılan Risâle-i Nur’un bel kemiğini oluşturan, Sözler, Mektubat,
Lem’alar, Şualar vb. eserler arasında ki üslûp farklılığı da bilinmektedir.
Hatta, lahika mektuplarının üslûp farklılığı daha da belirgin bir vaziyettedir.

* Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Peygamberin rahle-i tedrisinde her
yaş ve her meslek grubundan insanlar (Sahabeler) bulunurken, bugün Risâle-i Nur
derslerinde de her yaş ve meslek grubundan insanlar bulunmaktadır. Yedi
yaşındaki bir çocukla yetmiş yaşındaki bir ihtiyar, okuma yazma bilmeyen âmi bir
adamla üniversitedeki bir profesör, okunan Risâle-i Nur’dan aynı anda aynı dersi
almaktadır. Herkes kendi kâmet-i kıymetince ondan istifade etmektedir. Bazen
yedi yaşındaki bir çocuğun veya okuma yazma bilmeyen âmi adamın herkesten fazla
istifade ve istifaza ettiği çok görülmüştür. Sadece Risâle-i Nur’dan istifade ve
istifaza ederek zamanın mühim âlimleri de yetişmiştir.

Edebiyatta Anlatım Metotları

Edebiyatta nesir türü eserlerde kullanılan anlatım biçimleri şu
başlıklar altında gösterilmiştir: a) Açıklama (Açıklayıcı Anlatım), b) Tasvir
(Tasvirci-Betimleyici Anlatım, c) Tahkiye (Hikayeci Anlatım), d) Tartışma
(Tartışmacı Anlatım).

Bu anlatım biçimleri zaman zaman birlikte ve iç içe de
kullanılmış; mesela bir hikayeci anlatım içinde tasvirci (betimleyici)
anlatımdan da yararlanılmıştır. Ayrıca, bu anlatım biçimleriyle birlikte,
“Düşünceyi Geliştirme Yolları” denilen; Tanımlama, Karşılaştırma (Mukayese),
Örneklendirme, Alıntılama (Tanık Gösterme), Benzetme (Teşbih), Somutlaştırma,
Tümdengelim, Tümevarım, Soru-Cevap vb. yöntemlerden de yararlanılmaktadır.

Düşüncelerin anlatımında ve aktarımında bütün bunlar değişik
yöntem olarak kullanılırken ayrıca anlatımdan yalınlık, açıklık, akıcılık,
duruluk ve özgünlük de beklenmektedir. Anlatımda gereksiz hiçbir kelime
bulunmamalı, anlam açık ve anlaşılır olmalı, dil sürçmelerine ve söyleyiş
zorluğuna fırsat verilmemeli, aynı kelimelerin sıkça tekrarlanmasından uzak
durulmalı, orijinalliğe önem verilmeli ve başkaları taklit edilmemelidir.

Risâle-i Nur’da Anlatım Metotları

Said Nursî, hiçbir zaman üslûp endişesi taşımamıştır ve her
zaman nazm-ı maaniyi ön plana çıkarmıştır. Bununla birlikte risalelerin tümüne
bakıldığında edebiyatta kullanılan anlatım metotlarından yararlanıldığı,
bunların kullanıldığı görülecektir. Risâle-i Nurların değişik yerlerinden bu
anlatım metotlarına ve düşünceyi geliştirme yollarına örnekler vermeye
çalışalım.

Mu’cizat-ı Kur’aniye’de geçen, “Kur’an nedir, tarifi nasıldır?”
sualine verilen cevap;

“Kur’an, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi; ve
âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedisi; ve şu âlem-i
gayb ve şahadet kitabının müfessiri; ve zeminde ve gökte gizli esma-i İlâhiyenin
manevî hazinelerinin keşşafı; ve sutur-u hadisatın altında muzmer hakikatın
miftahı; ve âlem-i şahadette âlem-i gaybın lisanı;… ve insana hem bir kitab-ı
şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet,
hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem
bütün insanın bütün hacat-ı maneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun
eden tek, cami bir kitab-ı mukaddestir.” 12

Bir kısmını atlayarak verdiğimiz bu metinde (tek cümleden
oluşmuştur ki bu cümle 172 kelimeden, 33 terkip ve tamlamadan, 23 tane “ve”, 8
tane de “hem” bağlacından kurulmuştur.) Kur’an’ın tanımı yapılırken hem
Tanımlama ve Benzetme gibi düşünceyi geliştirme yollarından hem de Açıklayıcı ve
Tasvirci Anlatımlardan yararlanılmış, ayrıca secili ve kafiyeli kelimelerle
akıcı ve âlî bir üslup da kullanılmıştır, denebilir.

Sözlerin (Risâle-i Nurların) şerh, izah ve tanzimiyle ilgili
olarak aşağıya aldığımız metin, Açıklayıcı ve Tartışmacı Anlatıma örnek
olabilir.

“Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyorum ki: Bu dürus-u
Kur’aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehitler de olsalar,
vazifeleri –ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve
izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü çok emarelerle anlamışız ki, bu ulûm-u
imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri dairemiz içinde nefsin
enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa,
soğuk bir muarazaya veya nakıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok
delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’an’ın
tereşşuhatıdır. Bizler, taksimü’l-amal cihetiyle, her birimiz bir vazife deruhte
edip, o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.”13

Risâle-i Nurlarda bilhassa Hikayeci Anlatımın yeri bir başkadır.
Bediüzzaman, hakikatlerin daha iyi anlaşılabilmesi için sıkça hikayeciklerden
yararlanmıştır.

Birinci Söz’de, “Bedevi Arap çöllerinde seyahat eden iki adamın
hikayesi” (Besmelenin önemine dair)

İkinci Söz’de, “Biri hodbin talihsiz, diğeri hudabin bahtiyar
iki adamın hikayesi” (İmanda ne kadar büyük bir saadet olduğuna dair)

Üçüncü Söz’de, “Uzak bir şehre gitmek için emir alan iki askerin
hikayesi” (İbadetin önemine dair)

Dördüncü Söz’de, “Büyük bir hakimin iki hizmetkarını, her birine
24 altın vererek bir çiftliğe göndermesi” (Namazın kıymet ve ehemmiyetine dair)

Beşinci Söz’de, “Seferberlikte, bir taburda, biri muallem,
vazi-feperver; diğeri acemi, nefisperver iki askerin hikayesi” (Namaz kılmak ve
büyük günahları işlememeye dair) bunlardan bir kaçıdır.

Said Nursi, bunlar gibi pek çok yerde önce hikayecikleri
anlatmış, arkasından da hakikatlere geçerek dersler vermiştir. Buralarda
Hikayeci Anlatımla birlikte Tasvirci Anlatımdan ve Karşılaştırmalardan da
yararlanmıştır.

Ayrıca bu sözlerdeki konu sıralamasına da dikkat etmekte fayda
var, diye düşünüyorum. Çünkü burada aşamalı bir anlatım mevcuttur. Birinci
Söz’de Besmele ile başlıyor, İkinci Söz’de Allah’a iman, Üçüncü Söz’de ibadet,
Dördüncü Söz’de namaz ve Beşinci Söz’de namaz kılmak ve büyük günahları
işlememekle ilgili bir sıralanış dikkatleri çekmektedir.

Şimdi Sekizinci Söz’de geçen şu ifadelere dikkat edelim:

“İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide ta hâli bir
sahraya girdi. Birden müthiş bir sada işitti. Baktı ki, dehşetli bir arslan,
meşelikten çıkıp ona hücum ediyor. O da kaçtı, ta altmış arşın derinliğinde
susuz bir kuyuya rast geldi. Korkusundan kendini içine attı. Yarısına kadar
düşüp elleri bir ağaca rast geldi, yapıştı. Kuyunun duvarında göğermiş olan o
ağacın iki kökü var. İki fare, biri beyaz, biri siyah, o iki köke musallat olup
kesiyorlar. Yukarıya baktı, gördü ki, arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında
bekliyor. Aşağıya baktı, gördü ki, dehşetli bir ejderha, içindedir. Başını
kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrüp etmiş. Ağzı kuyu ağzı gibi
geniştir. Kuyunun duvarına baktı, gördü ki, ısırıcı muzır haşarat, etrafını
almışlar. Ağacın başına baktı, gördü ki, bir incir ağacıdır. Fakat, harika
olarak, muhtelif çok ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar, başında yemişleri
var.”14

Burada Hikayeci ve Tasvirci Anlatımlarla birlikte mecazlardan ve
teşbihlerden sıkça yararlanılmıştır. Buradaki betimlemelerde geçen; sahra,
arslan, altmış arşın derinliğindeki kuyu, kuyunun duvarındaki göğermiş ağaç,
biri beyaz biri siyah iki fare, ejderha, ısırıcı muzır haşerat, incir ağacındaki
muhtelif meyveler vb. mecazların ve teşbihlerin ne anlama geldikleri harika bir
şekilde izah edilmesi Risale üslubunun en belirgin özelliklerindendir,
denilebilir.

Yine Mu’cizat-ı Kur’aniyede geçen ve bir kısmını atlayarak
aldığımız;

“Kur’ân’ın altı ciheti nuranidir, sıdk ve hakkaniyetini
gösterir. Evet, altında hüccet ve bürhan direkleri; üstünde sikke-i i’caz
lem’aları; önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn hediyeleri; ve arkasında nokta-i
istinadı vahy-i semavî hakikatleri;… Kur’an semavî, hakkaniyetli ve kendi
Hâlık-ı Rahîm’inin mübarek kelamı olduğunu imza ediyor.”15 cümlesinde
(Bu cümledeki kelime sayısı 216, Farsça terkip 14, “ve” bağlacı 26’dır.)
Kur’an’ın açıklaması yapıldığı için Açıklayıcı Anlatımla birlikte, aynı zamanda
somutlaştırmadan yararlanılmıştır. Kur’an’ın altı ciheti soyut (mücerret) olduğu
halde alt-üst, ön-arka, sağ-sol taraflarıyla somut (müşahhas) hale
getirilmiştir.

“Kardeşlerim, enaniyetin içimizde en tehlikeli ciheti,
kıskançlıktır. Eğer sırf Lillah için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar.
Nasıl ki bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına haset etmez ve
kalbi aklına rekabet etmez; öyle de, bu heyetimizin şahs-ı manevisinde her
biriniz bir duygu, bir aza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil,
bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i
vicdaniyenizdir.”16

Burada ise, enaniyet ve kıskançlık somutlaştırılırken, insan
uzuvlarının rekabet etmemesi örneği verilerek Örneklendirmeden ve uzuvların bu
durumu heyetimizin şahs-ı manevisine benzetilerek de Benzetmeden
yararlanılmıştır, denilebilir.

Kur’an’ın bir mu’cize-i maneviyesi olan Risâle-i Nurların ayet
ve hadisleri tefsir etmesi yanında bazı kişi ve kaynaklardan da alıntı yaptığı
örnekler de vardır. Bunlara Alıntılama veya Tanık Gösterme de denilmektedir.
Aşağıda, Yirmi Altıncı Lem’a’dan aldığımız bölüm buna örnek olabileceği gibi,
Somutlaştırmaya ve Benzetmeye de örnek olabilir.

“DÖRDÜNCÜ RİCA: Bir zaman ihtiyarlığa ayak bastığımdan, gafleti
idame ettiren sıhhat-ı bedenim de bozulmuştu. İhtiyarlıkla hastalık, müttefikan
bana hücum etti. Başıma vura vura uykumu kaçırdılar. Çoluk çocuk, mal gibi beni
dünya ile bağlayacak alakalar da yoktu. Gençlik sersemliğiyle zayi ettiğim
sermaye-i ömrümün meyvelerini; bütün günahlar, hatiatlar gördüm. Niyâzî-i Mısrî
gibi feryat eyleyerek dedim:

Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu heba,
Yola geldim lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp nâlân edip düştüm yola tenha garib,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran bîhaber.”17

Düşünceyi geliştirme yollarından biri olan Tümdengelim için ise
aşağıdaki örneği gösterebiliriz;

“İşte, mevcudatın en eşrefi olan zîhayat ve zîhayat içinden
eşref olan zîşuur ve zîşuur içinde en eşref olan hakiki insan ve hakiki insan
içinde geçmiş vezaifi en azami bir derecede, en ekmel bir surette ifa eden zat,
elbette bir Mirac-ı Azîm ile Kab-ı Kavseyne çıkacak, saadet-i ebediye kapısını
çalacak, hazine-i rahmet açacak, imanın hakaik-ı gaybiyesini görecek, yine o
olabilir.”18 Burada, (mevcudat – zîhayat – zîşuur – hakiki insan – en
ekmel zat) sıralaması genelden özele doğru olduğu için Tümdengelime örnek
olabilir.

Risalelerde sıkça rastlanan düşünceyi geliştirme yollarından
birisi de Karşılaştırmadır. İman ile küfür, İslam medeniyeti ile Avrupa
medeniyeti, küçük sözlerde geçen hikayeciklerdeki sağ yolun ve sol yolun
yolcuları vb. karşılaştırmalar yapılmıştır.

Birinci Söz’de geçen hikayedeki iki adamın karşılaştırmasını
örnek gösterebiliriz;

“İşte böyle bir seyahat için, iki adam sahraya çıkıp gidiyorlar.
Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur. Mütevazii bir reisin ismini aldı,
mağrur almadı. Alanı her yerde selametle gezdi. Bir katıüttarika rast gelse,
der: ‘Ben filân reisin ismiyle gezerim.” Şaki defolur ilişemez. Bir çadıra
girse, o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatında öyle belalar
çeker ki, tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem
rezil oldu.”19

Yine Risâle-i Nurlarda sıkça kullanılan yöntemlerden birisi de
Soru–Cevaptır. Said Nursi, zaman zaman sorulan sorulara, zaman zaman da akla ve
hayale gelebilecek sorulara da cevaplar vermiştir.

“Neden, senin Kur’an’dan yazdığın Sözlerde bir kuvvet, bir tesir
var? Ki, müfessirlerin ve ariflerin sözlerinde nadiren bulunur. Bazen bir
satırda bir sayfa kadar kuvvet var, bir sayfada bir kitap kadar tesir bulunuyor.

Elcevap: Güzel bir cevaptır. Şeref, i’caz-ı Kur’an’a ait
olduğundan ve bana ait olmadığından, bilâpeva derim: Ekseriyet itibariyle
öyledir. Çünkü, yazılan sözler tasavvur değil, tasdiktir; teslim değil, imandır;
marifet değil, şahadettir, şuhuttur; taklit değil, tahkiktir; iltizam değil,
iz’andır; tasavvuf değil, hakikattir; dava değil, dava içinde bürhandır.”20

Hitabet yöntemine de Risale-i Nurların pek çok yerinde
başvurulmuştur. Bilhassa Mesnevî-i Nûriye’nin Reşhalar, Lâsiyyemâlar,
Katre/Hatime’de “Arkadaş!” hitabını; diğer kısımlarda (Hubâb, Habbe, Zerre vs.)
“i’lem, eyyühe’l-azîz!” hitabı sıkça kullanılmıştır.

* Örnek:
* “Arkadaş! Tevhid, iki çeşit olur.”
* “İ’lem, eyyühe’l- azîz! Bâzen bir şeye şiddetli muhabbet, o şeyin inkarına
sebep olur. Ve kezâ, şiddet-i havf ve gayet azamet ve aklın ihatasızlığı da
inkara sebep olur.”21
“Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin.”
* “Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız.”

Bediüzzaman Said Nursi, pek çok yerde kendi nefsine hitap eder
ki “empati”nin en anlamlı şeklini gösterir.

*“Ey bedbaht nefsim!”
*“Ey şikemperver nefsim!”
*“Ey sabırsız nefsim!”
*“Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve ahireti unutup, dünyaya talip
bedbaht nefsim!”

Başta Onuncu Söz’ün Hakikatlerinde olmak üzere değişik yerlerde
de “Hiç mümkün müdür ki, …” veya “Hiç kabil midir ki, …” diyerek okuyucunun
aklına gelebilecek şüpheleri izale ederek haşrin varlığını ispat etmiştir.

Risâle-i Nur’un Üslûbuyla İlgili Söylenenler

Muhteva yönüyle birçok düşünürün, araştırmacının ve ilim
adamının dikkatini çeken Risale-i Nurlar, dil ve üslup yönüyle de dikkatleri
üzerinde toplamıştır.

“Her eser kendi dili ile doğar. Risâle-i Nur’un dili, Kur’anî ve
İslâmî bir lisandır. Risâle-i Nurları anlamaya çalışmak, ancak bize nasip
olabilecek en büyük mükafattır.” (Cemil Meriç)

19. yüzyılın elektrik ve termodinamiği ile ilgili konuşma tarzı,
yani kavramlaştırma tarzı, Risâle-i Nur’un diline girmiştir. Said Nursi,
dinamizm ifade eden bir dil kullanmıştır.” (Şerif Mardin)

“Risâle-i Nur, tek başına bir İslam kültürü külliyatıdır.”
(Sezai Karakoç)

“Yahya Kemal, Mehmet Akif, Faruk Nafiz, Ziya Gökalp gibi
muasırları Türkçeyi içine düştüğü handikaptan kurtarmak için eserlerini İstanbul
ağzı ile yazarken, Said Nursi, Türkçenin çok gelişmiş de olsa mahalli bir ağzını
esas almak yerine, pek çok ağız ve şive özelliklerini ihtiva eden Osmanlı
Türkçesini kullanmayı ve bu vesile ile Anadolu insanının İslâm alemi ve Türk
dünyası ile irtibatını sağlayan bu dili yaşatmayı tercih etti.” (İslam Yaşar)

Sonuç

Said Nursi, Risâle-i Nurlarda keyfi, dikkatsiz ve rastgele
kelimeler kullanmamıştır. Her bir kelimenin öncesini ve sonrasını düşünerek,
sözün nereden gelip nereye vardığını bilerek kullanmıştır. Hatta, risalelerde
nokta ve virgüllerin kullanılmasında bile bir hassasiyet gösterilmiştir. Said
Nursi, bir noktanın iptaline veya bir virgülün ilave edilmesine dahi izin
vermemiştir. Çünkü, bazen bir noktanın veya virgülün manayı bozduğunun
farkındadır. Mesela, Onuncu Söz’ün Sekizinci Hakikat’i, Sözler Yayınevi
baskısında “Bâb-ı Vaad ve Vâiddir.” şeklinde, Yeni Asya Neşriyat-2005 baskısında
“Bab-ı vaat ve vaittir;” şeklinde, Yeni Asya Neşriyat -1993 ve 2001 baskılarında
ise “Bâb-ı vaad ve vaîddir;” şeklinde yazılmıştır. Üç ayrı kitapta üç ayrı
yazımla karşı karşıyayız. Acaba hangisi doğru? “vâid = vaad eden” anlamına
gelirken, “vaîd = korkutma, tehdit etme” anlamına gelmektedir ki doğrusu da bu
ikincisi olsa gerek. Bu durumda Risale-i Nurların ilk baskıları göz önüne
alınarak eserlerin edisyon kritiği yapılabilir.

Risâle-i Nur’un mesleği “iman-ı bi’l-gayb” hakikatlerini keşif
ve imanla onlara yükselmek olduğundan; lafız ve ibareleri, kelime deyimleri,
üslûp ve ıstılahları, hiç şüphesiz, bizim günübirlik konuştuğumuz dil ile bire
bir örtüşmeyebilir. Bu durum ona bir nakise getirmeyeceği gibi bilakis üslûbunun
orijinalliğini gösteren bir özellik olarak kabul edilebilir. Ki, yazıldığı
dönemde ve günümüzde de pek çok ümmi vatandaş onun dilini çok iyi anlamıştır.

Risâle-i Nur, Kur’an-ı Kerim’in mu’cize-i maneviyesi olması
münasebetiyle dayandığı nokta ve bağlandığı ip doğrudan doğruya Kur’an’ındır.
Kur’an’ın asrımızı kucaklayan aydınlığı olan Risâle-i Nur’un üslûbu da Kur’an
üslûbudur.

Öz

Kur’an-ı Kerim’in manevi bir mucizesi olan Risâle-i Nur’un
üslûbu Kur’an üslûbundan başka bir şey değildir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde
Said Nursi’nin orijinal bir dil kullandığı görülecektir. Nursi, Risâle-i
Nurlarda keyfi, dikkatsiz ve rastgele kelimeler kullanmamıştır. Risale-i Nurlar,
bir çok yönüyle olduğu gibi dil ve üslup yönüyle de Kur’an’ın bu asra bir
yansımasıdır. Ayrıca Nursi’nin Risale-i Nurlarda dilbiliminin kabul ettiği
modern anlatım metodlarından ve düşünceyi geliştirme yollarından yararlandığı da
görülmektedir. Bu çalışmada, önce Risale-i Nurların Kur’an üslubunu hangi
yönleriyle yansıttığı ele alınmış sonra da Risale-i Nurlarda kullanılan anlatım
biçimlerine ve düşünceyi geliştirme yollarına yer verilmiş.

Anahtar Kelimeler: Dil, üslup, anlatım metodları, düşünceyi
geliştirme yolları

Abstract

The style is Risale-i Nur which is a spiritual wonder of the
Qur’an is nothing else than the style of the Qur’an. From this point on, it is
to be seen that Said Nursi used an original language in his book. He did not put
any words which is unnecessary, and arbitrary for that context. Risale-i Nur is
a reflection of the Qur’an to this century from the aspects of its language and
style as in many other dimensions. Apart from that, we can see that Nursi used
modern narrative methods of linguistics in his work. This article will first
deal with the issue of which aspects of the Qur’anic style have been reflected
in Risale-i Nur. Then, the narrative forms and the ways to develop thoughts will
be undertaken.

Keywords:Language, style, narrative methods, thought
development ways

Dipnotlar

1. Kalkışım, Muhsin, Yrd. Doç, Dr., Uluslar arası
Bediüzzaman Sempozyumu 3, Yeni Asya Yay, İst, 1996

2. Yaşar, İslam, Said Nursi Türkçesi, Köprü, No: 70, Bahar
2000

3. Alkan Ahmet Turan, “Said Nursi Türkçesi Üzerine Bir
Tenkid” Köprü, No: 72, Güz 2000,

4. Alkan, Ahmet Turan, “Risâle-i Nur Türkçesi Üzerine Bir
Tartışma” Aksiyon, no: 488

5. Demirci, Senai, “Risale-i Nur Dili” Köprü, No: 73, Kış
2001

6. Nursi, Said, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002, s.
87

7. age. s. 88

8. age. s. 89

9. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002, s.
127

10. Nursi, Said, Barla Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İst,
2002, s. 178

11. Canan, İbrahim, Prof. Dr, Kütüb-ü Sitte Muhtasarı,
Tercüme ve Şerhi, 8, Akçay Yay. 1989, s. 182

12. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002,
s.220

13. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002,
s.412-413

14. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002, s.
39

15. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002, s.
412

16. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002, s.
412-413

17. Nursi, Said, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002, s.
225

18. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002, s.
530

19. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002, s. 2

20. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İst, 2002, s.
365

21. Nursi, Said, Mesnevî-i Nûriye, Yeni Asya Neşriyat, İst,
2002, s.88