Avrupa, İslam toplumlarının geri kalış dönemlerinde gösterdiği gelişmelerle
dikkate alınması gereken bir olgu olarak karşımıza çıkmıştır. Osmanlı aydınları
Tanzimat’tan bu yana, Avrupa olgusu üzerine tartışarak, Avrupa’ya karşı nasıl
bir tavır takınılması gerektiği konusunda fikirler ileri sürmüşlerdir. Osmanlı
modernleşme tarihi bu bağlamdaki tartışmalardan oluşmaktadır. Cumhuriyet
döneminde ise Avrupa, "muasır medeniyet seviyesi"ni temsil eden bir yer olarak
görülmüş; yapılan yeniliklerde hep referans olarak gösterilmiştir.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bu çizgide, Avrupa’ya karşı genel olarak üç
tavır alışın ortaya çıktığı görülmektedir. Bu tavırlardan birisi, "Avrupa’dan
gelen her şeye sahip çıkmak"; ikincisi, "Avrupa’ya/Avrupa’dan kaynaklanan her
şeye karşı olmak" ve üçüncüsü de "Avrupa’yı ikiye ayırarak oradaki güzelliklere
sahip çıkmakla beraber, çirkinliklere karşı durmak"tır. Günümüzde de bu üçlü
tavır alışın çeşitli yorumları görülmektedir.

Avrupa Birliği (AB) konusu da bu genel çerçevenin sunduğu imkanlar dahilinde ele
alınması gereken bir konudur.

***

Bediüzzaman Said Nursi, Avrupa’yı ikiye ayırarak iyi taraflarının alınması,
insanlığa zararlı yanlarının ise terk edilmesi gerektiğini savunmuştur.
Dolayısıyla, yukarıdaki sınıflamada ifade edilen üçüncü tavır alışı savunmuştur.

AB, başlangıçta Avrupalı devletlerin ekonomik menfaatlerini amaçlayan bir
kuruluş olmasına rağmen, sonradan insanlık yararına evrensel değerlerde
buluşmaya çalışan bir yapılanma olarak kendini göstermiştir. Bugün AB kimliğini
belirleyen en önemli kriterler; kurumsal düzeyde işleyen demokrasi, hukukun
üstünlüğü, insan hakları ve temel özgürlükler, rekabet yeteneğine sahip serbest
piyasa ekonomisi olarak görülmektedir. AB kimliğinin kurumsallaşmasını sağlayan
en önemli adımlardan Maastricht (07/02/1992) ve Amsterdam (02/10/1997)
Anlaşmalarında vurgulandığı gibi (Madde 6) AB sistemi; özgürlük, demokrasi,
insan haklarına saygı ilkeleri ile temel özgürlükler ve hukuk devleti esasına
dayanmaktadır.

AB’nin bu özellikleri dikkate alınınca, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde
"Birinci Avrupa" şeklinde tanımlanan, "İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı
feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atlar", "adalet" ve "hakkaniyete
hizmet eden fünunlar" ile büyük bir örtüşme halinde olduğu gözlenmektedir. Bu
açıdan Avrupa ile hürriyet, adalet, insan hakları, ekonomi, ilmi ve teknolojik
gelişmeler hakkında işbirliği yapmak Türkiye için olumlu katkılar sağlayacak bir
gelişme olarak görülmektedir.

Bu işbirliği de Bediüzzaman’ın üzerinde yoğunca durduğu "sulh-u
umumi"nin/evrensel barışın sağlanmasında önemli bir aşama olacaktır.

***

Türkiye’nin AB’ne girmesinin akla getirdiği önemli bir soru da Müslümanların
kimliklerini nasıl koruyacakları meselesidir.

Bediüzzaman, Türkiye’de laikliğin anayasal olarak yerleşmeye başlamasından
sonraki durumu değerlendirirken, artık vicdan hürriyetinin hükümetlerde esas bir
ilke olduğundan bahsederek, dinde zorlama döneminin kapandığını belirtir. Buna
mukabil cihad, manevi bir surette "iman-ı tahkiki" yoluyla yapılacaktır der.
Dindeki "rüşd-ü irşad" "hak" ve "hakikat" böylece "iman-ı tahkiki" yoluyla
nazarlara sunulacaktır.

Türkiye’nin AB’ne girmesi halinde "dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikat"in
daha geniş kitlelere ulaştırılması daha da kolaylaşacaktır. Hz. Peygamber
döneminde yapılan Hudeybiye Anlaşmasıyla sağlanan barış sürecinde iman edenlerin
arttığı gibi, İslam toplumlarının AB içerisinde yer alması, İslam’ın Batı
toplumları içerisinde daha da yaygınlaşmasına neden olacaktır. Bu hakikatlerin
doğru bir şekilde anlatılabilmesi ile başka dinlerin mensuplarının da insani ve
aynı zamanda "insaniyet-i kübra" olan İslamiyet’in getirdiği değerlerde
buluşmaları ve birleşmeleri söz konusu olacaktır.

***

Konunun farklı bir boyutu da Türkiye’nin AB’ye girmesi halinde, içe kapalı bir
yapıdan çıkarak başka toplumlarla ortak noktalarda buluşma çabası içerisine
gireceği gerçeğidir.

Türkiye uzun yıllar otoriter eğilimlerin belirlediği yaklaşımlar içerisine
hapsedilmiş; insanların temel hak ve hürriyetleri kısıtlanmıştır. AB’ye girmesi
halinde bilgi seviyesi yüksek bir toplulukla evrensel değerler ortak paydasında
buluşulacağından, hürriyetlerin daha geniş anlamda uygulanacağı bir dönem
yaşanacaktır. Bu da Türkiye’de otoriter politikalardan uzaklaşılarak
rasyonelleşme, dolayısıyla da kalkınma yolunda önemli adımlar atılmasına vesile
olacaktır.

Türkiye’nin bu içe kapanıklılığı aşarak AB’ye girmesi, İslam dünyası ile
ilişkilerini de sağlıklı bir zemine oturtmasına imkan hazırlayacaktır. Her
şeyden önce, Türkiye’de uygulanacak gelişmiş bir demokrasi İslam aleminin de
etkilenerek yönetimlerini geliştirmelerine zemin hazırlayacaktır. Bu zeminde
İslam dünyası ile rasyonel ilişkiler kurularak İttihad-ı İslam fikrinin hayata
geçmesine yardımcı olacaktır.

***

Bu sayımızın ağırlıklı konusunu Avrupa Birliği oluşturmaktadır. Ömer Faruk
Uysal, AB’nin inşa süreci ve yapısını kısaca anlattıktan sonra, ülkemizdeki AB
taraftarları ve karşıtlarının argümanlarını tartışıyor. Uysal’a göre, AB
taraftarı olanların en temel argümanlarını; (1) Daha fazla özgürlük;
demokrasinin gelişmesi ve hukukun üstünlüğünün sağlanması, (2) Ekonomik ve
sosyal kalkınma, gelişme ve müreffeh toplum talepleri oluşturuyor. AB karşıtları
ise; (1) Ulusal egemenlik ve bağımsızlığın zarar görmesi, (2) Devletin resmi
ideolojisi olan Kemalizm’in zayıflaması, (3) Hıristiyan topluluğunda Müslüman
bir ülkenin çaresizliğini öne sürüyorlar. Her iki tarafın tezlerini de
değerlendirdikten sonra Uysal, AB’nin elbette bir ideal, ütopya ve dünya cenneti
olmadığını, fakat bir demokratikleşme ve kalkınma umudu ve çabası olarak
gördüğünü ifade ediyor.

Hüseyin Hatemi, Avrupa’yı/AB’yi ilahi sevgi, adalet ve ahlak bağlamında
değerlendirdikten sonra "AB’ye girmeli miyiz?" sorusuna şu şekilde cevap
veriyor: "İlâhî sevgiden kaynaklanan ahlâk ve Adalet ilkelerinden taviz
vermeksizin bir verimli işbirliği yapabilecek isek, dakika kaybetmeksizin
girelim."

AB’nin kültürel entegrasyonu üzerinde duran Ali Murat Yel, "İnsanların
Avrupalılaştırılmaları elbette Avrupa Birliği’ne taraf ya da karşı olmaktan
oldukça farklıdır. Bugün itibariyle Avrupa Birliği’nde insanlar kendilerini
yaklaşık kırk farklı millet olarak tanımlamakta ve yetmiş kadar ayrı lisanı
konuşmaktadırlar. Bu kadar farklı bir grubu kendi yerel milliyetlerini -mümkün
olduğunca- terk ederek bir üst milliyetçiliğe ikna etmek hiç de kolay bir iş
olmayacaktır." cümleleriyle söz konusu entegrasyonun güçlüklerine dikkat
çekmektedir.

Feyzullah Cihangir, Avrupa kavramı, AB’nin tarihçesi ve gelişim süreci,
Türkiye’nin Batılılaşma serüveni ve Türkiye-AB ilişkileri üzerine hazırladığı
geniş makalesinde, Bediüzzaman’ın, "Şeriat-ı Ahmediye’nin tazammun ettiği ve
emrettiği medeniyet, medeniyet-i hazıranın inkişaından inkişaf edecektir. Onun
menfi esasları yerine, müsbet esaslar vaz eder." tezine atıfta bulunarak, kıta
genelinde ortaya çıkan siyasi, ekonomik ve sosyal problemlere çözüm arayışının
ürünü olan Kopenhag Kriterleri ile bütünleşen Avrupa’nın bir anlamda dünya
savaşları öncesindeki kanlı cephesiyle yüzleştiğini ve hegemonyal Batı
medeniyetinin AB müktesebatıyla birlikte dönüşüm sürecine girdiğini savunuyor.

Doğrudan Avrupa Birliği konusunu ele almasa da Thomas Michel’in, "Said Nursi’nin
Düşüncesinde Diyalog ve İhlas" başlığını taşıyan makalesi, AB-Türkiye ilişkisi
üzerine yapılan tartışmaların temel eksenlerinden olan farklı iki dinin diyalogu
bağlamında sunduğu açılımlar nedeniyle dosyamızda yer alıyor. Abdülhalim Yener
ise "Avrupa" kavramının Risale-i Nur’da kazandığı anlamları inceliyor.

Bunların dışında Hamit Algar’ın, "Yüzyılın Müceddidi: Bediüzzaman Said Nursi ve
Tecdid Geleneği" başlıklı makalesine ve geçen yıl müstakilen yayınladığımız
1994-2002 (Sayı: 46-80) yıllarını kapsayan indeksin devamı olarak 2003 (Sayı:
81-84) yılının indeksine de bu sayımızda yer verdik.

***

Gördüğünüz gibi, dergimizde bazı yenilikler yaptık. Birincisi, boyunu küçülterek
standart "fikir dergisi" ebadına geçtik ve buna bağlı olarak iç sayfalarda tek
sütun uyguladık. İkincisi, kapak tasarımını değiştirdik. Bundan böyle her sayıda
dosya konusuyla ilgili bir illustrasyon ya da grafik kullanacağız. Üçüncüsü,
makale başlıklarını ve editoriali İngilizce olarak da yayınlamaya başladık. Bir
sonraki aşamada makalelerin İngilizce özetlerine yer vereceğiz.

Sizleri dergimizle baş başa bırakırken, dosya konusu "Bediüzzaman Said Nursi"
olan Bahar/2004 sayımızla kısa bir süre sonra yeniden buluşmayı diliyoruz.