Yoksulluk, tıpkı zenginlik gibi insanlık tarihinin temel gerçeklerinden biridir.
Yoksulluk gerçeği gerek fert, gerek toplum bazında yaşanagelmiştir. Tarihsel olarak
baktığımızda hem ferdin, hem de toplumun zenginlik-yoksulluk sarkacında değişken
roller üstlendiğini müşahede ederiz. Bu da bize gösterir ki, yoksulluk değişmez
kader değildir. Ne var ki, içinde yaşadığımız toplum birkaç yüzyıldır kalkınmışlık
sıralamasında listenin sonlarında yer almaktadır. Bu marazi durum İslam toplumunun
çoğunluğunu kuşatmış durumdadır. Hatta denebilir ki, İslam dünyasının içinde bulunduğu
esaretin ve sefaletin kaynağı da yoksulluktur. Şüphesiz "gerçek yoksulluğun" yanında
bir de duygu ve düşünce boyutunda yaşanan "göreceli yoksulluk" vardır; kanaat etmeyen,
yetinmeyi öğrenememiş insan hep yoksuldur.

Konunun bir diğer can alıcı noktası ise kalkınma-hürriyet ilişkisi. Yoksulluğa
karşı silah olan sanat/sanayi-üretim hür ortamda gelişir. Serbest ticaret, rekabete
dayalı piyasa ekonomisi olarak kendini gösteren hürriyet boyutunun kalkınmadaki
rolü inkar edilemez. Diğer yandan hürriyetin doğru yaşanabilmesi için yoksulluğun
istibdadından da kurtulmak gerekmektedir. Ticaret, sanat için de itici güçtür.

Bu dosyamızda konuyu "gerçek yoksulluk, göreceli yoksulluk, zaruret, sanat/sanayi-üretim,
kalkınma, ila-yı kelimetullah, gelir dağılımı adaletsizliği, sınıf çatışması, tüketim,
israf, kanaat, şükür, görenek, derd-i maişet, sefahat, yaşam kalitesi, eğlence,
hevesat-ı nefsiye, çalışma, aşk-ı hayat, yaşama sevinci, fazilet, lezzet-i ruhaniye"
gibi anahtar kavramlar çerçevesinde işlemeyi planladık. Gerçek ve göreceli yoksulluğu
tanımlamayı; yoksulluğun sosyo-kültürel, ekonomik, dini, tarihi sebeplerini irdelemeyi;
fert ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerini tespit etmeyi ve yoksulluğun çarelerini
araştırmayı amaç edindik.

Bireyler, toplumlar, sınıflar ve milletlerarasında husumete ve çatışmaya neden
olan; ahlaki dejenerasyonu ortaya çıkaran ve buna bağlı olarak toplumsal arızalar
üreten; bireyin ve toplumun estetik kaygılarını körelterek "insaniyet"in önünü tıkayan
yoksulluğun sebep ve sonuçlarının neler olduğunu ortaya koymaya çalıştık.

Bediüzzaman'ın "İla-yı kelimetullah maddeten terakkiye mütevakkıftır" tezinden
hareketle, İslam toplumunun yoksulluğunun/geri kalmışlığının sebepleri ve sonuçları
üzerinde dururken özellikle şu sorunun cevabını aradık: İslam toplumunda yanlış
kaderiyecilik anlayışıyla yoksulluğun özendirildiği, tasavvufun "bir lokma, bir
hırka" felsefesiyle bunu devam ettirdiği söylenebilir mi?

"Göreceli yoksulluk" olarak nitelendirebileceğimiz gayr-i zaruri şeylerin zaruri
hale gelmesinde göreneğin, TV'nin, reklam sektörünün rolünü de ihmal etmedik.

***

Atilla Yargıcı, insanların ekonomik olarak eşit yaratılmadığını ve toplumun ahenkli
işleyişi için bu farklılığın gerekliğini, çünkü sosyal bir varlık olarak yaratılan
insanların birbirleriyle yardımlaşmalarının ancak, bu farklılıkla mümkün olduğunu
savunuyor. Ayrıca zenginlik ve fakirliğin insanlar için bir imtihan olduğunu ifade
ediyor. Yargıcı, Kur'an'ın farz kıldığı zekat müessesesinin zenginlerle yoksullar
arasındaki uçurumu kapatacak bir enstrüman olduğunu ve bunun hem yoksullara onurlu
bir hayat sağlayacağını hem de iki tabaka arasındaki çatışma potansiyelini yok edeceğini
vurguluyor.

Osman Özkul, fakirlik hastalığının kaynağında kapitalist ve sömürgeci Batı medeniyet
anlayışının ve modernist dünya görüşünün olduğunu savunduğu makalesinde, çözüm için
uzun vadeli yolların üretilmesi gerektiği düşüncesini işliyor.

Osman Güner, makalesinde, yoksullukla mücadelede dinin önemli bir direnç noktası
olabileceği ve etkin bir sivil inisiyatif olarak bu alandaki mücadeleye katkı sağlayabileceği
tezini işliyor.

"İslâm'da Yoksulların Gözetimi" konusunu işleyen Şevket Topal, tarihin her döneminde
toplumun belli kesiminin yoksul olduğunu, buna karşılık yoksul insanların himayesine
yönelik olarak birey ve toplum düzeyinde faaliyetlerin de aynı oranda var olageldiğini
ifade ediyor. İslâm Dîni'nin ana kaynaklarında da yoksulların korunmasına ve gözetilmesine
yönelik çok sayıda düzenlemenin bulunduğunu söyleyen Topal, bu düzenlemelerin İslâm
toplumları tarafından dikkate alınıp uygulandığını vurguluyor.

Hülya Alper, tevhit ilkesinden hareketle İslâm'da yoksulluğun önünü kesme fonksiyonu
taşıyan infak üzerinde duruyor. İnsanın tasarrufuna verilen malı ihtiyaç sahipleriyle
paylaşmasının, imanına işaret eden önemli bir unsur olduğunu vurguluyor.

Cemal Ağırman, makalesinde yoksulluğun bir kader olmadığı, çalışıp kazanmanın
önemi, israftan kaçınmanın gerekliliği ve kanaatin değeri üzerinde duruyor. İsrafın,
İslam'ın değerler manzumesinde uygun görülmeyen bir tüketim tarzı olduğunu ifade
ediyor ve buna karşı en güçlü silah olarak kanaati öne çıkarıyor. Ağırman'a göre,
İslamiyet ferdi mülkiyeti tanımış olmakla beraber, Müslüman'a kendi malını dilediği
gibi harcama konusunda sınırsız özgürlük vermemektedir.

Ali Murat Yel'e göre, fakirliğin ortadan kaldırılması tarih boyunca pek mümkün
olmamışken küreselleşme ve liberalizmle birlikte ticaret hayatının yaygınlaşmasıyla
fakirlik de küresel bir problem teşkil etmiş ve çözümü için de küresel aktörlerin
rol alması gereken bir süreç başlamıştır. Fakirliğin ortadan kaldırılması sadece
ekonomik tedbirlerle değil, aynı zamanda toplumsal dayanışma ile mümkün olacaktır.

Tasavvufi akımların da etkisiyle ideal bir dinî yaşantının ancak yoksulluk durumunda
mümkün olabileceğine olan inancın günümüzde değişerek, yoksulluğun dinî yaşantı
açısından olumsuz bir durum olduğu fikrinin ortaya çıktığını savunan Vejdi Bilgin,
yalın bir ahlaki bakış açısıyla, kişinin bir takım dini mükellefiyetleri yerine
getirdikten sonra ortalama hayat standardından sapmasının dinî açıdan problemli
olduğunu ileri sürüyor.

Murat Çiftkaya, "varoluşsal yoksulluk" kavramını öne çıkardığı makalesinde bunun,
insanın Rabbini tanımasına ve aynı zamanda insanın diğer insan ve varlıklarla kardeşçe
ve eşit bir ilişki kurmasına, onlara şefkat duymasına vesile olduğunu ifade ediyor.

Ali Seyyar, yoksulluğun toplum ve devlet için sosyal risk oluşturduğunu, bu riski
ortadan kaldırmak için sosyal devlete büyük görevler düştüğünü ifade ediyor. Özellikle
mutlak yoksulluğun ortadan kaldırılmasında ve önüne geçilmesinde kamusal sosyal
yardımın önemini vurguluyor. Seyyar, kapsamlı makalesinde, yoksullara yönelik sosyal
politikaların temel esaslarını belirledikten sonra, Türkiye'de yürürlükte olan kanunlar
çerçevesinde uygulanmakta olan kamusal sosyal yardımın etkinliği üzerinde duruyor
ve yoksulluğa karşı kısa ve orta vadede hayata geçirilmesi gereken sosyal politikalar
öneriyor.

Lütfullah Cebeci, dünya kaynakları yeterli olmakla birlikte, zulmün ve sömürünün
insanların ekserisini yoksulluğa mahkum ettiğini, bunun sorumlusunun da Batı olduğunu
savunuyor. Cebeci'ye göre, buna engel olabilecek yegane alternatif güç İslam'dır.

Necdet Subaşı, yoksulluk, dindarlık ve aile merkezli tartışmalara değindiği makalesinde,
dindarlık ve yoksulluğun kesiştiği ailelerde ortaya çıkan gerilimleri inceliyor.

İlknur Türe, makalesinde, kapitalizmin insan nefsini kötü yönde nasıl harekete
geçirdiğini ve insanı sonunda nasıl bir manevi boşluk içine soktuğunu; bu manevi
boşluğun ise İslamiyet'e sarılmakla giderilebileceğini anlatıyor.

***

Sizleri dergimizle baş başa bırakırken, 89. sayımızla yeniden buluşmayı diliyoruz.