Türkiye’de eğitim problemi medreselerin bozulmaya başladığı 16.
yüzyıla kadar götürülebilecek bir arkaplana sahiptir. Osmanlı Devleti
yıkılıncaya kadar birçok ıslahat denemesi ile karşılaşan eğitim, bugün hala
hiçbir kesimi memnun edemeyen bir nitelik arzetmektedir.

Osmanlı’nın son dönemlerinde, toplumun elit kesimini oluşturan
"ulema sınıfı" kendi arasında çatışma içerisinde olduğundan beklenilen işlevi
bir türlü yerine getirememiştir. 19. yüzyıl eğitim sisteminde Medrese, Tekke ve
Mektep şeklinde belirlenen üçlü yapı, toplumsal hayatın her alanında kendisini
gösteren bir ayrışmaya dönüşmüştür. Farklı eğitim kurumları kendilerini en iyi
kabul ettiklerinden, diğerlerini karalama yoluna gitmişlerdi. Aradan geçen bunca
zamana rağmen, bu ayrışma hala varlığını korumaktadır.

İmam-Hatip Okulları ile ilgili yapılan tartışmalar da, bu
çerçevede değerlendirilebilecek nitelik taşımaktadır. Kaynağını toplumsal bir
ihtiyaçtan aldığı kesin olan İmam-Hatip Okulları, her ne kadar Cumhuriyetin din
adamı ihtiyacını karşılamak amacı ile kurulmuş olsalar da; bugünün Türk
toplumunda dini eğitim ihtiyacını gideren kurumlar haline gelmişlerdir. Son
zamanlarda, 28 Şubat ara döneminin hassasiyetlerinden de yararlanılarak, bu
eğitim kurumlarının orta kısımlarının kapatılması, toplumun bu okullara
yüklediği işlevin yok olmasına neden olmuştur. Toplumun bu okullara itibar
etmesinin nedeni, din adamı yetiştiren kurumlar oluşundan değil; çocukların din
eğitimi alarak yüksek öğrenime hazırlanmasından kaynaklanıyordu.

Bugün Türk eğitim sistemi, kritik bir dönemden geçmektedir.
Toplumun din eğitimi ihtiyacını, tabii seyri içinde İmam-Hatip Okulları ile
gidermeye çalışması önlenince, bu noktada ister-istemez bir boşluk meydana
gelmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi, Tevhid-i Tedrisat Kanunundan yıllar önce
yazdığı, eğitime dair tespitleri bugünkü birçok sıkıntıyı giderecek
niteliktedir. "Tevhid-i medaris" yoluyla eğitim kurumlarının birleştirilmesinden
bahseden Said-i Nursi, Geleneksel eğitim kurumlarının iyi taraflarını, batıdan
alınacak eğitim metotlarını ve toplumun en önemli özelliklerinden olan dini
eğitiminin, bir arada yürütülmesi gerektiği üzerine vurgu yapar. Eğitimin
ilkelerinin belirlenmesine dair toplumsal olanın önemi her kesim tarafından
takdir edildiğine göre, tarihi olguları da dikkate almak durumundayız.

Bu yaklaşım, Milli eğitimin politikalarının bir mühendislik
aracı olarak kotarılmasını reddederek yerini evrensel kodlarla şekillenmiş,
demokratik öz taşıyan, toplumun değerlerini dikkate alan "akla kapı açıp
ihtiyari elden almayan" bir anlayışı öne çıkarmaktadır.

Yazarlarımız bu dosyadaki yazılarında eğitime farklı açılardan
bakmışlardır. En çok çalışma yapılan alan, Bediüzzaman Said Nursi’nin
görüşlerinin analiz edildiği çalışmalardan oluşmaktadır. Bu bağlamda Ümit
Alparslan, Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra projesini araştırdı. Mustafa Özcan ise
Risale-i Nur’da Medresetüzzehra’nın örneği olarak sunulan Ezher’i inceledi. Bu
iki yazı birlikte okunduğu zaman, Medresetüzzehra hakkında etraflı bilgi
edinilebilecektir. Akıl ve kalbin fonksiyonlarının fiz-yolojik temellerini
inceleyen Hakan Yalman ise, pozitivist eğitim anlayışının çıkmazlarına dikkat
çekti. Bestami Said Çiftçi’de Risale-i Nur’un sınıflandırılmasına dair örnek bir
çalışma yaptı.

Eğitimin hürriyetle ilişkisi üzerinde çalışan yazarlarımızdan
Durmuş Hocaoğlu, eğitim kavramının kök anlamı ile ilişkisine vurguda bulunarak,
"eğip-bükme"yi çağrıştıran bir eğitim anlayışını eleştirip, eğitimin bir
"özgürleşme" süreci olması gerektiği üzerinde durdu. Aynı konuda çalışanlardan
Mustafa Canelli eğitimde demokratikleşmenin Türkiye’deki görünümlerini inceledi.
Ayrıca, Türk Milli Eğitimine dair tekliflerini dile getirdi. Osman Özkul,
İspanyol düşünür jose’ Ortega y Gasset’i referans yaparak ideal üniversite
kavramını araştırdı. Nazmi Eroğlu ise, eğitimde "özgür ortam"ın önemini
inceledi.

Eğitime farklı bir açıdan bakan Osman Öztürk, eğitimin milli
olma vasfını eleştirerek, "salt insan"ı esas alan evrensel değerlerden oluşması
gerektiğini belirtti. Suavi Akyay, Halk Evlerini incelediği çalışmasında, "Ulus
Devlet"in topluma şekil verme çabalarının analizini yaptı. Köy Enstitülerini
inceleyen Abdülhalim Yener ise, bu okulların Cumhuriyetin eğitim politikası
içerisindeki yerini araştırdı. Cumhuriyet dönemindeki Milli Eğitim
politikalarının ideolojik yapısını eleştiren Hüseyin Özdemir de eğitimde
Peygamberlerin rolüne dikkat çekti.

Bu sayımızda dosya dışı bir çalışma ile yer alan Bünyamin Duran,
İslam ve demokrasi konusundaki son gelişmeleri inceledi.

Dosya konusunu 20. yüzyılın muhasebesine ayırdığımız KIŞ-2000
sayısında, yeniden görüşmeyi ümit ediyoruz.