İnsan fıtratının temel unsurlarından olan "inanç" olgusu insanlık tarihi boyunca
çeşitli şekillerde kendini göstermiştir. Bu bağlamda inanma şekilleri, din değiştirme
ve dine yönelme hareketleri kelam, felsefe, sosyoloji ve psikolojinin sürekli ilgisini
çekmiş, bu konularda farklı araştırma sahalarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Son yıllarda, Avrupa ve Amerika başta olmak üzere, tüm dünyada dine yöneliş dikkat
çekmektedir. Süregelen savaşlarda sönen milyonlarca hayatla birlikte saadetini yitiren
insanlık, kendisine huzur verecek yeni arayışlar içerisine girmiştir. Maddeten doyurulan,
fakat ruhen aç bırakılan modern çağ insanı, bugün, varlığını sorgulayarak imanı
yeniden keşfetmektedir. Zira materyalist yaklaşımlar, din dışı felsefe insanlığa
beklediği saadeti veremediği gibi, büsbütün huzursuz etmiştir. Bugün, "popüler esaret"
olarak nitelendirebileceğimiz "nefisperestlik", popüler kültürün sunduğu "dünyevileşme,
günübirlik yaşam" insanlığa sorgusuz ve sorumsuz bir hayatı dayatmış, insanı kendi
nefsinin esiri yaparak yaradılış gayesinden uzaklaştırmıştır. Bu uzaklaşma, insanlığa
her zaman felaketi ve huzursuzluğu getirmiştir. Yakın zamanda yaşanan deprem, tsunami,
kasırga vb. felaketler ise insanlığın inanma ihtiyacını pekiştirmiş ve dini noktadaki
arayışlarını hızlandırmıştır. Bugün insanlığın istediği; insanı, insanlığı huzura
kavuşturacak yol haritalarıdır. Son yıllarda tüm dünyada kendini hissettiren "dine
yöneliş" bunun göstergelerinden biri olarak irdelenmesi gereken bir durumdur.
Biz de bunları göz önüne alarak bu sayımızın dosya konusunu "Hidayet: Dine Yöneliş
Zamanı" olarak belirledik. Konuyu, "din, hidayet-dalalet, irşad, mühtedi, tevfik,
iman-küfür-ateizm, cüz'î irade, sırat-ı müstakim, doğru İslamiyet, mutluluk" gibi
anahtar kavramlar çerçevesinde işlemeyi planladık. Bu kavramlar çerçevesinde; "insan
psikolojisi açısından ele alındığında, insanda inanma ihtiyacını doğuran psikolojik
ve sosyolojik amiller nelerdir? Günümüzde dine yönelişteki artışı neye bağlayabiliriz?
Sosyolojik olarak, dünya ülkelerinin birinci derecede sorun olarak algıladıkları
terör, saldırganlık ve anarşi hareketlerini dine yöneliş, hidayet-dalalet kavramları
çerçevesinde nasıl değerlendirebiliriz? İmanlı bir kimsenin, eğitim, kültür, toplum,
aile vb. açılardan yaşadığı topluma katkıları nelerdir? Kelam âlimleri hidayet kavramını
nasıl ele almışlardır? İnsanı ve insanlığı hidayete ulaştıracak metotların ve özendirici
modellerin önem kazandığı ve iletişim vasıtalarının üst düzeyde olduğu günümüzde
İslam âleminin geri kalmış görüntüsü, gayrimüslim toplumların hidayete yönelmelerinde
nasıl rol oynayacaktır? İslam'ı anlatmada bir model ve metod olarak Bediüzzaman'ın
'Doğru İslamiyet'in ve İslamiyet'e layık doğruluğun gösterilmesi' şeklindeki tespitini
nasıl anlamak gerekir? Bediüzzaman'ın "asrı saadet modeli" olarak iman kavramını
ön plana çıkarması, hidayet açısından nasıl değerlendirilmelidir? Tecdit geleneği
göz önünde bulundurulduğunda, ülkemizde ve Batı'da İslam'ı anlatmada Bediüzzaman'ın
ve Risale-i Nur'un farklılığı nedir?" gibi sorulara cevaplar aradık.
***
Ramazan Altıntaş "teolojik açıdan hidayet olayını" yorumluyor. Hidayetin hem
İlâhî ve hem de insanî fiillerle bağlantısının olduğuna dikkat çeken Altıntaş; sosyal
bilimlerin ihtida olaylarının daha çok fizikî; kelam ilminin ise metafizik boyutlarıyla
uğraştığını belirtiyor. Yazısında "hürriyet" meselesine de değinen yazar, itikadi
mezheplerin hidayet olayını nasıl ele aldıklarını araştırıyor.
Yazısında, pozitivist mantıkla insanın sadece biyolojik ihtiyaçlarını karşılamaya
yönelik çalışmaların eksikliğini anlayan ve insana ruhsal ve manevî açılım sağlamaya
ihtiyaç duyan postmodern anlayışın bir boyutuyla imanın yeniden keşfini gündeme
getirdiğini vurgulayan Nurullah Çetin, bunu daha iyi anlayabilmek için Postmodernizmin
etkilediği çağdaş dünyayı ve dönemi veriler ışığında okumak gerektiğini belirtiyor.
Bu nedenle Nurullah Çetin, önce bununla ilgili kavram ve terimleri irdeliyor ve
tarihsel süreci ana hatlarıyla gözler önüne seriyor.
Hüseyin Hatemi, yazısında hidayetin tanımını, hidayet vasıtalarını ve hidayete
nasıl erişilebileceğinin yollarını anlatıyor.
Süleyman Uludağ, hidayet ve aşamalarını anlatıyor. Uludağ, hidayet, irtidat ve
dalalet kavramlarının genel anlamıyla birlikte günlük dilde ifade ettiği manaları
da incelediği makalesinde, hidayetin büyük bir nimet olduğunu, müminin derya içinde
olup suyun değerini bilmeyen balıklar gibi olmayıp bu nimetin değerini kavraması
gerektiğini vurguluyor.
Atilla Yargıcı, "ihdina" ve "huden" kelimelerini çeşitli tefsirlere göre açıkladıktan
sonra Kur'an'ın herkes için bir hidayet rehberi olduğunu vurguluyor.
İngiliz mühtedilerden Abdulhakim Murad, on dört yüzyıl sonra bile İslam'ın epeyce
farklı toplumlarda insanları kendine cezbetmeye devam etmesinden yola çıkarak bu
gerçeğin niteliğinin hâlâ daha hakkıyla anlaşılmış olmaktan uzak olduğunu belirtiyor.
Bu nedenle Abdulhakim Murad yazısında, sosyologların 'dönme' adını verdikleri olgunun
İslâmî kitâbî ve teolojik bağlamda ne anlama geldiğini, İslâm tarihindeki en göze
çarpan ihtida olaylarını ve internetteki yeni 'siber-hidayet' fenomenini inceliyor.
İnsanın inanan bir varlık oluşunu ön plana çıkaran Hülya Alper, inançsız bir
insanın tasavvur olunamayacağını vurguluyor. Makaledeki bu fikir, gerek İslâm âlimleri
gerekse Batılı araştırmacı ve düşünürlerin açıklamalarıyla zenginleştirilerek tartışılıyor.
M. Ali Kaya "hidayet"i, imanla insan kalbini nurlandıran, aklını tatmin eden,
vicdanını ışıklandıran ve ruhunu rahata kavuşturan bir huzur hali olarak tarif ederken,
bu hali kazanmanın her insanın hedefi olduğunu ve hayatın amacı olan mutluluğu kazanmanın
ancak hidayetle mümkün olabileceğini vurguluyor.
Ümit Meriç'le, sosyologluk vasfından ziyade kulluk vasfıyla sorularımıza cevap
veren mü'mine bir hanımın gözüyle hidayet olgusunu konuştuk. Batılı sistemlerin
kendi insanını bedenen doyurup tatmin ederken ruhen zafiyete düşürdüğünü vurgulayan
Meriç, Batı insanının akıllarını, gönüllerini ve ruhlarını tatmin edecek yeni arayışlara
girdiğini belirtiyor. Norveç ile ilgili gözlemlerini de bizlerle paylaşan Meriç,
Norveç insanının, Bediüzzaman'ın ifadesinde olduğu gibi "gayr-ı müslim mümin" olduğunu,
bu insanların İslam olmayı beklediklerini belirtiyor ve bu noktada Müslümanların
İslam'ı temsil kabiliyetlerini geliştirmelerinin önemine dikkat çekiyor.
Sadık Yalsızuçanlar makalesinde, varlık, müşahede, akıl, kalp kavramlarının imanla
ilişkisini ortaya koyarak, imanın "bağlanma, bir hakikate intisap etme" olduğunu
vurguluyor ve iman küfür karşılaştırması yapıyor.
Allah, dinsizlik, ateizm kavramları üzerinde duran Taha Çağlaroğlu, imanın bir
bütün olduğunu vurguluyor. Yazısında inanan-inanmayan insan karşılaştırmaları yapan
Çağlaroğlu, imanın insana iki dünya saadetini insana kazandırdığını ortaya koyuyor.
İslam tarihinin bir açıdan ihtidalar tarihi olduğunu vurgulayan Metin Karabaşoğlu,
İslâm'ın ilk günlerinden itibaren, daha önce başka bir din veya yol üzere iken İslâm'a
dönen insanların ellerinde ilerlediğini belirtiyor. Karabaşoğlu, İslâm'ın bu şekilde
hemen her ırk, renk, dil ve etnisiteden insanı içinde barındıran bir bütünlük sunar
hale geldiğini vurguluyor. Avrupa'da gerçekleşen ihtidalara değinen Karabaşoğlu,
bu ihtidaların 'kılıcın eseri' olmadığını belirtiyor. Karabaşoğlu'na göre bu ihtidalar,
Batı'nın İslâm karşısındaki ezici propagandasına, siyasal hâkimiyetine, ekonomik
ve bilimsel üstünlüğüne ve de kültürel hegemonyasına rağmen İslâm'ın hayatiyetini
devam ettirme gücünün ve kabiliyetinin alâmetidir. Bu durum da Bediüzzaman Said
Nursî'nin 1900'lerin başında ortaya koyduğu; "Medenîlere galebe ikna iledir" ve
"Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemâlâtını ef'âlimizle izhar
etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler…" tesbitinin
teyidi hükmündedir.
Ali Köse makalesinde, İngiltere'de 1990-94 yılları arasında İngiliz mühtedilerle
ilgili yapılan bir alan araştırmasının, bir doktora çalışmasının neticelerini bize
aktarıyor. Din değiştirmenin, farklı sonuçları doğuran değişik şekil ve şartlarda
gerçekleşebileceğine dikkat çeken Köse, bu çalışmasının hedefini "İslam dinini kabul
ederek Müslüman olan İngiliz mühtedilerin İslam'a giriş sebeplerini, din değiştirmelerine
neden olan psikolojik ve sosyolojik temelleri anlamaya çalışmak" olarak belirlemektedir.
Ali Köse bu bağlamda "Mühtedileri motive eden dinamikler nelerdir?", "Değişimin
şekli nedir?", "Eğer bir arayış varsa, bunu hızlandıran süreçler nelerdir?" sorularına
cevap arıyor.
Musa Kâzım Yılmaz'ın yazısı, insanın sapkınlığa düşmesinin nedenlerini irdeliyor.
Yazar makalesinde, kâinatta, insanı hidayete teşvik eden ilahi, doğal, psikolojik
ve sosyal unsurlar ile; insanı dalalete ve sapıklığa sevk eden sebepleri anlatıyor.
Makalesinde dinde zorlama olmadığına dikkat çeken Yılmaz, hiçbir insanın cennetlik
veya cehennemlik olmak üzere yaratılmadığını, insanın amellerinin akıbetini belirleyici
olduğunu gözler önüne seriyor.
Özcan Hıdır, İslam'ın ilk yıllarında hidayet olgusunu ve bu dönemdeki Yahudi
ve Hıristiyan mühtedileri inceliyor. İslâm'ın ilk yıllarında yaşanan hidâyet hadiselerinin
dinî, siyasî, sosyo-kültürel ve psikolojik yönlerinin incelendiği çalışmalara şiddetle
ihtiyaç olduğunu vurgulayan Özcan Hıdır'ın makalesi, bu bağlamda okuyuculara yeni
açılımlar sunuyor.
Ziya Kazıcı, Osmanlı'daki ihtida ve tebliğ faaliyetlerinin diğer misyonerlik
hareketlerinden farklılığını, gayr-i müslimlerin o dönemde İslam'a yöneliş nedenlerini,
Osmanlı Devleti'nin yeni Müslüman olacaklar için sunduğu maddî ve manevî bazı imkânları
belgelerle ortaya koyuyor.
"Amerika Birleşik Devletleri'nde İslam"ı anlatan Furkan Aydıner, Amerika'da İslam'ın
olumsuz şartlara rağmen yükseldiğini gözleri önüne seriyor. Aydıner yazısında, nefsin
tatminini esas maksat yapan sefahete dayalı kapitalist ideolojinin bireylere bu
dünyada cennet vaadinde bulunduğunu, kitle iletişim araçlarıyla bu ideolojinin Amerikalılara
telkin edilerek, bir tüketim toplumunun oluşturulduğunu, "hayat eğlencedir" (life
is fun) sözünün insanların sadece tişörtlerine değil, akıllarına ve kalplerine de
nakşedildini belirtiyor. Yazar, ruhen huzursuz hale gelen Amerikan toplumundaki
sekülerleşme sürecinin 20. yüzyılın sonlarına doğru yavaşlayarak, yerini maneviyat
arayışlarına bıraktığını tespit ediyor. Yazısında Amerika'da 11 Eylül sonrası İslam'ı
da anlatan yazar, İslam'ı fiilen arayan tüm insanlara ulaştırmak için yapılması
gerekenleri gözler önüne seriyor.
Ali Murat Yel, internetin din değiştirme süreci üzerindeki etkilerini tartışmaya
açarken, medya teknolojisinin gelişmesiyle özellikle internet ortamında din ile
ilgili sitelerin sayısının giderek arttığına dikkat çekiyor. Yel'in makalesi din
değiştirmeyi teşvik eden sitelerden, Hıristiyanlık (Sinner's Prayer) ve Yahudilik
(Conversion to Judaism Home Page) ile ilgili iki siteyi inceliyor.
Hikmet Hocaoğlu, İslam tarihinde kuvvet ve şiddeti yöntem olarak seçmiş hiçbir
hareketin başarılı olamadığını, bu bağlamda dine hizmet ve irşadı kendisine misyon
olarak seçen fert veya çeşitli yapılardaki toplulukların çalışmalarını ferdi esas
alan "iman hizmeti" üzerine yoğunlaştırmaları gerektiğini vurguluyor. Hocaoğlu çalışmasında,
buna örnek olarak Hz. Hasan'ın halifelikten feragat etme tavrını gösteriyor. Bu
makalede, bu tavrın Risale-i Nur hizmet metodu ile uyumluluğu, Risale-i Nur metinlerine
başvurularak anlatılıyor.
***
Sizleri dergimizle baş başa bırakırken 92. sayımızda "Adalet" dosya konusuyla
karşınızda olmayı umut ediyoruz.