Dinin siyasallaşması olgusu, son çeyrek asırdır çok tartışılan
konulardan birisi olmuştur. Söz konusu din İslam olunca, konunun önemi daha da
artmaktadır. Çünkü, İslam dini Hıristiyanlık gibi sadece uhrevi telkinlerden
oluşan bir din değildir; beşerin hem uhrevi hem de dünyevi ha-yatına dair
ilkeler getirerek, bir hayat tarzı sunmaktadır.
İslam’ın bu özelliğinden dolayı, Müslümanlar devlete dair
düşüncelerini sürekli tartışmışlardır. Bu tartışmaların son zamanlarda
yoğunlaşması, İslam toplumlarındaki modernleşme olgusu ile doğrudan ilgilidir.
Batı medeniyetinin iktidarı elde etmeye odaklanan anlayışı, İslam toplumlarında
da hayat bulmaya başlayınca, Müslümanlar da siyasi otoriteyi ele geçirmeyi
hedefleyen organizasyonlar içine girmeye başlamışlardır. Batılı formların
Müslümanlar tarafından aynen alınarak İslamî esaslar çerçevesinde tatbik
edilmeye çalışılmasıyla, İslam’ın özüyle uyuşmayan—sözde—”İslamcı formlar”
ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu durum, her ne kadar Batılı Oryantalistler
tarafından kotarılmış bir kavramlaştırma ise de Müslümanlar arasında da
toplumsal bir taban bulmuştur.
Oryantalistler, “Siyasal İslam”ı tanımlarken, çağdaş İslamî
hareketleri konu edinmiş olsalar bile, Müslümanların kavramı bütün boyutlarıyla
sorgulamaları İslam’a mensubiyetlerinin tabii bir sonucudur. Hiç kuşkusuz
“Siyasal İslam” kavramı, oryantalistlerin tanımladığı mevcut toplumsal
gerçeklikten ibaret değildir. Kavramın tarihî arkaplanında; görüşler, itikadî
anlayışlar, tasavvufî yaklaşımlar ve mezhep farklılıklarıyla ilgili boyutlar
vardır. Önce Hz. Hasan’ın hilafetten feragat ederek iktidara talip olmaması,
sonra da Müslüman din alimlerinin yönetime karşı mesafeli bulunmaları İslamiyet
ve yönetim arasındaki ilişkinin sınırlarını ve boyutlarını gösteren ölçüleri
içinde barındıran hususlardır. Ayrıca “Hakem Olayı”ndan sonra, Müslümanlar
arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları da, sonraki siyasi düşüncenin oluşumuna
kaynaklık eden tarihi hadiselerdir.
İslam’ın siyasallaşma eğilimine dair, 20. yüzyılın başından bu
yana bazı tecrübeler yaşanmıştır. Bunların en önemlileri, İhvan-ı Müslimin
hareketi, Pakistan’da Cemaat-ı İslami, İran’da ‘79 devrimi, Cezayir olayları ve
Türkiye’de MNP, MSP, RP, FP çizgisi örnekleridir. Bu örneklerle ilgili yaşanan
krizler, dinin siyasallaşmasının sorgulanmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi, Meşrutiyet yıllarından vefatına kadar
yazdığı eserlerinde, dinin siyasallaşmasına imkan sağlayacak bütün şartları
eleştirmiştir. Siyasallaşma ile “elmas” değerindeki hakikatlerin insanların
gözünde “kömür” değerine ineceğini, bunun da İslam’a zarar vermek anlamı
taşıdığını ifade etmiştir. Bu farklı tutumun incelenmesi, “Siyasal İslam”ın
geldiği mevcut noktada daha önemli bir boyut kazanmıştır.
Köprü dergisi olarak, Siyasal İslam’ı dosya konusu yaparken,
İslam siyasi düşüncesi içerisinde Risale-i Nur’un durduğu noktayı tesbit et-meye
çalıştık. Dosyamızın İslam’ı algılama biçimine dair farklı tutumlar sunduğunu
düşünüyoruz. Ayrıca dosyamızla ilgili değişik bakış açılarına da yer verdik.
Bu sayımızda dosya dışı olarak yayınladığımız tenkit yazısında,
Ahmet Turan Alkan, İslam Yaşar’ın “Said Nursi Türkçesi” adlı makalesini
eleştiriyor. Tabii olarak bundan sonraki sayılarımızın sayfalarının İslam
Yaşar’a da açık olduğunu ifade etmek isteriz.
Dosya konusunu İslam’ın yeniden yorumlanmasına ayırdığımız
Kış/2001 sayısında buluşuncaya kadar, hayattaki önceliklerimizi sorgulama imkanı
bulduğumuz huzurlu günler dileriz.