İslâm düşüncesinde iki varlık alanından bahsedilir. Bunlardan
birisi Yaratıcı’nın isim ve sıfatlarından oluşan ulûhiyet alanı; diğeri ise,
ubudiyet alanıdır. Yaratılmışlar, Yaratıcı’larını, kainat, peygamberler ve
kutsal kitaplar aracılığıyla tanırlar; bu üç yoldan kutsal kitaplar da elçiler
aracılığıyla yaratılmışlara ulaştığı için, yaratılmışı Yaratan’a bağlayan
yollardan ikisi elçiler aracılığıyla gerçekleşir. Bu açıdan din, peygamberlerin
söz, tavır ve davranışlarından oluşmaktadır.

Yaratıcı ile yaratılmışlar arasındaki bağı oluşturan Nübüvvet,
düşünen varlıkların yaratılmasından bu yana İlahî mesaja aracı olma niteliği
taşır. İlk insan Hz. Adem ile başlayan nübüvvet zinciri, en son ve en mükemmel
halka olan Hz. Muhammed’le tamamlanmıştır. Bu arada farklı zaman ve mekanlara
göre farklı peygamberler gönderilerek, insanların İlahî mesajdan haberdar
olmaları sağlanmıştır. İnsanların en mümtaz özelliklerine sahip olanları
arasından, Mürîd-i Hakîm tarafından seçilen peygamberler, üstün sıfatları ile
çevresindeki insanlara her açıdan örnek olmuşlardır.

Peygamberler silsilesinin temsil ettiği misyon, yaratılmışlara
Yaratan’ı tanıtmak ve insanın çevresindeki gerçekliklerin anlamlı bir bütünlük
içerisinde algılanmasına yardımcı olmaktır. Fatır-ı Hakîm yaratılmışların İlahî
mesajı daha iyi anlayabilmeleri için, peygamberleri mesajın muhatapları
arasından seçmiştir. Bu olgu (peygamberlerin de insanlar arasından seçilmesi),
onların beşerî ve nebevî yönlerinin sınırlarının nerede başlayıp nerede
bittiğini tartışma konusu yaparken; İlahî mesajın iletilmesinde peygamberlerin
rolünü küçümseyen çeşitli uç fikirlerin doğmasına imkan sağlamıştır.

İnsanlık tarihi boyunca, yaratıcıyı ve onun varlığını tanımak
istemeyenler de çıkmıştır; bunlar, görünen gerçekliği Yaratıcı’dan müstakil
olarak düşünmeye ve anlamaya yönelmişlerdir. Böylece insanlığın ilk
dönemlerinden itibaren iki silsile oluşmuştur; bu silsilelerden birisi,
Nübüvvet; diğeri ise, din-dışı felsefedir. Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar
bütün peygamberler Nübüvvet misyonunu yerine getirirlerken, Yaratıcıdan bağımsız
düşünenler dine itaat etmeyen felsefe yolunda toplanmışlardır. Filozofların bir
kısmı da İlahi vahye itaat ederek Nübüvvet silsilesi ile aynı çizgide
buluşmuşlardır.

Hz. Muhammed, Nübüvvet silsilesinin son ve en mükemmel
halkasıdır. İslam dini de onun söz ve fiillerinden neşet eden bir dindir; onu
tanımadan/önemsemeden İslam dinini anlamak ve yorumlamak mümkün değildir.

Biz bu dosyamızla nübüvvet kavramını ve Hz. Peygamberi ele alıp
incelemeyi hedefledik. Dosya çalışmalarımız sırasında bu konuyu seçmekle ne
kadar haklı olduğumuzu gösterecek bir çok olayla karşılaştık. Bütün bunlar
Bediüzzaman Said Nursi’nin nübüvvet okumalarına ciddi anlamda ihtiyaç olduğunu
gösteren örneklerdi. Dosyamızla Hz. Peygamber ve nübüvvet silsilesinin gerçek
niteliğiyle anlaşılmasına katkıda bulunabilirsek, kendimizi bahtiyar
addedeceğiz.

Sizleri nübüvvetin çeşitli açılımlarını konu edinen dosyamızla
başbaşa bırakırken, dosya konusunu "Ahlâk" olarak belirlediğimiz Yaz/2001
sayımızda yeniden görüşmeyi diliyoruz.