Sokrat, "sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez" der. İnsanoğlu varoluşunun anlamını sorgularken şu temel sorulara cevap arar: "Ben kimim? Bu
dünyaya nereden ve neden geldim? Hayatımın bir amacı ve anlamı var mı?" Dini ve felsefi bütün öğretilerin temel amacı bu sorulara cevaplar üretmek ve
nihayetinde insanın mutluluğunu sağlamak olmuştur.

Ferdin, hayatının merkezine kendi bedenini ve hazlarını oturttuğu yeni çağ bize sorgulanmadan yaşanan bir hayat dayatmaktadır. Yaygın iletişim ağlarının
taşıyıcılığını üstlendiği popüler kültür, insanı ideallerinden uzaklaştırmaktadır. Bediüzzaman’ın "gaye-i hayal olmazsa ezhan enelere döner" önermesinde
ifadesini bulduğu şekliyle fert ideallerinden/sorgulamalarından kopunca merkeze bedensel hazlarını koymaktadır. Hazlarına göre yaşayan kişi, neticede "kendine
ve haz kaynaklarına tapar" hale gelmekte, hazları için her türlü ahlaki ölçüyü feda edebilmektedir. Buna engel olabilecek her şeye düşman olmakta, bu uğurda her
şeyini -duyguları dahil- feda etmektedir. Bu tutum insan davranışlarını belirleyen üç temel kuvvetten biri olan "kuvve-i şeheviye"nin suiistimalinin bir
tezahürüdür. Artık fert, "eneye binip dalalet derelerinde at koşturmak"ta, en çok kafa yorduğu konular zenginlik, güç, şöhret, başarı, güzellik ve cinsellik
olmaktadır. Bu konuları amaç edinen fert, hedefine ulaşamayınca çeşitli ruhsal sorunlar yaşamaktadır. Yapılan araştırmalar depresyon oranının kadınlarda 1/3,
erkeklerde 2/5 olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da bize sorunun kaynağının bireyde olduğunu göstermektedir.

Bu noktadan hareketle dosya konumuzu "Popüler Esaret: Nefisperestlik" olarak belirledik. Konuyu "ene, hodgamlık, tenperverlik, hedonizm, nefisperestlik,
narsisizim, egocentricism, depresyon ve başarı saplantısı" gibi anahtar kavramlar çerçevesinde işlemeye çalıştık.

***

Mustafa Ulusoy, "Narsisizmin Küllerinden Arzu İnşa Etmek: Benlik ve Arzu İlişkisi" başlıklı makalesinde vahye dayalı olmayan düşünce sistematiğinin akılcılık
olmadığı, aklı heva ve hevesin elinde bir alet olarak kullanmak olduğu tezini işliyor. Ulusoy ayrıca heva ve hevesin sadece nefsani hisleri tatmin etmeye
yönelik olmadığını, heva ve hevesin bilişsel yönü ile de kendini ortaya koyabileceğini göstermeye çalışıyor.

Yusuf Özkan Özburun, makalesinde, felsefesini Antik Yunan, Pagan Roma ve Doğu mistisizmi üzerine kuran Nietzsche’nin çağdaş Batı adına sunduğu "Üstün
İnsan"ıyla, İslam medeniyetinin sebebi ve sonucu olan "İnsan-ı Kamil" karakteristiğinin karşılaştırmasını yapıyor. Yaradılışın nihai gayesinin dünyaya hükmetme
değil, Allah’ın rızasını kazanma olduğunu ifade eden Özburun, "insan-ı kamil"in denge insanı olduğunu ifade ediyor. İlahi isim ve sıfatların kendinde tecelli
ettiği insan-ı kamil, insan oluşun standardını belirleyen örnek model olarak öne çıkarılıyor.

Furkan Aydıner, kapitalist sistemin büyük ideologlarından ve faydacılık akımının kurucularından Jeremy Bentham’la Bediüzzaman Said Nursi’nin düşüncelerini,
lezzet ve acı kavramları çerçevesinde karşılaştırıyor. Bentham’a göre, bireylerin ve toplumun lezzetlerini en yüksek kılıp, acılarını minimum yapmak hayatın
"nihai ve biricik" amacıdır. Ancak Nursi hedonistik hayat felsefesini şiddetle eleştirir. Nursi’ye göre, insanlık ancak, insanı bütün cismani ve ruhani
duygularıyla anlayıp, herbirini meşru dairede tatmin etmekle gerçek mutluluğa ulaşabilir.

Nevzat Tarhan, modernizmin erdemli değil, faydacı insanı; başkasını değil, kendini mutlu etmeye öncelik veren insanı; soyut zevkleri değil, somut zevkleri
önemseyen insan tipini teşvik ettiğini ileri sürüyor. Tarhan, narsisistik ruh halini, narsisist kişiliğin özelliklerini tahlil ettiği makalesini, bu kişilerle
kurulacak ilişkide dikkat edilmesi gereken hususları sıralayarak noktalıyor.

Sadık Yalsızuçanlar, "Nefsini bilen Rabbini bilir" hadisi çerçevesinde kaleme aldığı makalesinde nefsini, yani ruhunun zenginliklerini ve bir emanet olarak
"benlik"i bilen Rabbini bilir hükmüne varıyor. Yalsızuçanlar’a göre insan, kendini ancak, nefsinde tecelli eden İlahi İsimlerin tezahür düzeyine göre bilebilir.

Yasemin Yaşar, "Medeniyet ve Esaret" başlıklı makalesinde, hürriyetin tanımı içerisinde geçen serbestlik ile günümüz insanının anladığı serbestliğin çok farklı
şeyler olduğunu ifade ediyor. Yaşar, sefih medeniyetin kurmuş olduğu tuzağa düşen insanların serbest olalım derken, sefaletin içine düştüklerini ve nefislerine
köle olduklarını söylüyor.

A. Said Yargıcı, nefisperestliğin sebeplerini; (1) geçici lezzeti tercih etmek, (2) geçici dünyevi hayata aldanmak, (3) Allah’ın zatına benzemeyi hayatının
hedefi haline getirmek şeklinde sıralıyor. Çare olarak, nefse düşman olmak gerektiğini, mutmainne olduktan sonra ise ona şefkat etmek gerektiğini sunuyor.

Reha Fırat, narsisizmin toplumsal boyutta bir yansıması olan milliyetçilik konusunu işliyor. Fırat, milliyetçiliği insanın bireysel psikolojisinin
derinliklerindeki bencillik ve saldırganlık sacayaklarının üstüne oturtuyor.

S. Bahaddin Yaşar, İbnü’l-Cevzi’nin, Telbîs-i İblîs (Şeytan Ayartması) kitabını inceliyor. Kitap bize on ikinci yüzyıl İslam toplumu ile günümüz toplumunu
mukayese etme imkanı sunuyor.

Dosya yazıları dışında iki makale daha yayınlıyoruz. Bunlardan ilki, Güney Afrika’dan Prof. Dr. Yasien Mohamed’in "Çok Mezhepli Bir Toplumda Hoşgörüye Uzanan
Yollar: Said Nursi’nin Düşüncesinde İnanç ve Affetme" başlıklı makalesi. İkincisi ise; 84. sayımızda yayınladığımız Nuri Çakır’ın, "Başörtüsü Savunmasının
Yöntemi ve Haklılık Delilleri" başlıklı makalesinin İngilizce çevirisi. Çevirinin, başörtüsü tartışmalarının uluslararası boyut kazandığı bu zaman diliminde
faydalı olacağına inanıyoruz.

***

Sizleri dergimizle baş başa bırakırken, dosya konusu "Yoksulluk" olan 88. sayımızla yeniden buluşmayı diliyoruz.