Eğer sual etsen: "Nedir şu tabiat ki, daima onun ile tm tın
ediyorlar?… Nedir şu kavanin ve kuva ki, daima onlar ile mutedemdimdirler?"
Cevab vereceğiz ki: Âlem-i şehadet denilen cesed-i hilkadin anasır ve a’zasınm
ef’allerini intizam ve rabt altma alan şeriat-i fıtriyedir ki, "Tabiat" veya
"Matbaa-i İlahiye" ile müsemmadır. Evet tabiat, hilkat-i kainatta câri olan
kavanin-i itibariyesinin mecmu ve muhassalasından ibarettir. İşte kuva dedikleri
şey, her biri şu şeriatm birer hükmüdür. Ve kavanin dedikleri şey, herbiri şu
şeriatın birer mes’elesidir.

Muhakemat, s.112, 3. paragraf.

***

Şeriat-ı İlahiye ikidir. Biri, sıfat-ı kelâmdan gelen bir
şeriattır ki, beşerin ef’al-i ihtiyariyesin tanzim eder. İkincisi, sıfat-ı
iradeden gelen ve evamir-i tekviniye tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir ki,
bütün kainatta câri olan kavanin-i adatullahın muhassalasından ibarettir.
Evvelki şeriat nasıl kavanin-i akliyeden ibarettir; tabiat denilen ikinci şeriat
dahi mecmu-u kavanin-i itibariyeden ibarettir, sıfat-ı kudretin hassası olan
tesir ve icada malik değillerdir.

Mesnevi-i Nuriye, s. 211.

***

Ve küre-i zeminden. daha büyük bir hakikatı omuzuna almış ve
bütün nev’-i beşerin saadetine tekeffül eden bir şeriatı ki: O şeriat, fünun-u
hakikiye ve ulûm-u İlâhiyenin zübdesi olarak istidad-ı beşerin nümüvvü
derecesinde tevessü’ edip iki âlemde semere vererek ahval-i beşeri güya bir
meclis-i vahid, bir zaman-ı vahidin ehli gibi tanzim eden öyle bir adaleti
te’sis eder. Eğer o şeriatın nevamisinden sual edersen ki: Nereden geliyorsunuz?
Ve nereye gideceksiniz? Sana şöyle cevap verecekler ki: Biz kelâm-ı ezelîden
gelmişiz. Nev’-i beşerin selameti için ebedin yolunda refakat için ebede
gideceğiz. Şu dünya-yı faniyeyi kestikten sonra, bizim sûri olan irtibatımız
kesilirse de; daima mâneviyatımız beşerin rehberi ve gıda-yı rûhânisidir.

Muhakemat, s.141

***

Arkadaş! Mâsum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde,
musîbetlerde, beşer fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler vardır.
Yalnız, meşîet-i İlâhiyenin düsturlarını havi şeriat-ı fıtriye ahkâmı, aklın
vücuduna tâbî değildir ki, aklı olznayan birşeye tatbik edilmesin. O şeriatın
hikmetleri kalb, his, istidâda bakar. Bunlardan husûle gelen füllere o şeriatın
hükümleri tatbik ile tecziye edilir. Meselâ, bir çocuk, eline aldığı bir kuş
veya bir sineği öldürse, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan hiss-i şefkate
muhâlefet etmiş olur. İşte bu muhâlefetten dolayı, düşüp başı kırılırsa,
müstehak olur. Çünkü, bu musibet, o muhalefete cezadır. Veya dişi bir kaplan, öz
evlatlarma olan şiddet-i şefkat ve himayeyi nazara almayarak, zavallı ceylanm
yavrucuğunu parçalayark yavrularına rızık yapar; sonra bir avcı tarafından
öldürülür. İşte, hiss-i hiss-i şefkat ve himâyeye muhalefet ettiğinden ceylanâ
yaptığı aynı musîbete maruz kalır.

Mesnevi-i Nuriye, shf. 64.

***

Şeriat-ı İslâmiye, aklî bürhanlar üzerine müessestir. Bu şeriat,
ulûm-u esâsiyenin hayatî noktalarını tamamıyla tazammun etmiş olan ulûm ve
fünûndan mülahhastır. Evet, tehzibü’r-ruh, riyâzetü’1-kalb, terbiyetü’1vicdan,
tedbîrü’1-cesed, tedvîrü’1-menzil, siyasetü’I-medeniye, nizâmâtü’1âlem, hukuk,
muâmelat, âdâb-ı içtimâiye, vesâire vesâire gibi ulûm ve fünûnun ihtivâ
ettikleri esâsâtın fihristesi, şeriat-ı İslâmiyedir. Ve aynı zamanda, lüzum
görülen meselelerde, ihtiyaca göre izahatta bulunmuştur. Lüzûmlu olmayan
yerlerde veya zihinlerin istidadı olmayan meselelerde veyahut zamanın kabiliyeti
olmayan noktalarda, bir fezleke ile icmal etmiştir. Yani, esasları vaz’ etmiş,
fakat o esaslardan almacak hükümleri veya esâsâta bina edilecek fürûâtı akıllara
havâle etmiştir. Böyle bir Şeriatın ihtivâ ettiği fenlerin üçte biri bile şu
zaman-ı terakkîde, en medeni yerlerde, en zekî bir insanda buluzıamaz.
Binâenaleyh, vicdânı insaf ile müzeyyen olan zât, bu şeriatın hakîkatinin bütün
zamanlarda, bilhassa eski zamanda, takat-i beşeriyeden hariç bir hakikat
olduğunu tasdik eder.

İşâratü’I-I’câz, s.166-167.

***

Evet, Hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselâmın getirdiği şeriatın
hakaiki, fıtratın kânunlarındaki muvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın
rabıtalarma lazım gelen münasebetleri ihlal etmemiştir. Zaman uzadıkça,
aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki; İslâmiyet nev-i beşer
için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden vikâye eden yegane bir âmildir.

Işaratü’1-1’caz, s.165.

***

Öyle bir şeriat ki: Akıl ve nakil, dest-bedest ittifak vererek
ol şeriatın hakaikinın hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.

Muhakemat, s. 5, 2. paragraf.

Ey ehli kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat
yoktur, size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terketmenizi
emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye
üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’ân bütün kütüb-ü
salifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem’etmiş
olduğundan, usulde muaddil ve mükemmeldir. Yani ta’dil ve tekmil edicidir…

İşaratü’I-I’caz, s. 53

***

Birinci Nükte: Şeriat, doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz,
sırr-i ehadiyet ile rububiyet-i mutlaka noktasında hitâb-ı İlâhî’nin
neticesidir. Tarikatın ve hakikatm en yüksek mertebeleri, şeriatın cüzleri
hükmüne geçer. Yoksa daima vesile ve mukaddime ve hadim hükmündedirler.
Neticeleri, şeriatın muhkematıdır. Yâni: Hakaik-ı şeriata yetişmek için, tarikat
ve hakikat meslekleri, vesile ve hadim ve basamaklar hükmündedirler. Git gide en
yüksek mertebede, nefs-i şeriatta bulunan mâna-yı hakikat ve sırr-ı tarikata
intılab ederler. O vakit, şeriat-ı kübrânın cüz’leri oluyorlar. Yoksa bazı ehl-i
tasavvufun zannettikleri gibi, şeriatı, zahiri bir kışır, hakika’tı onun içi ve
neticesi ve gayesi tasavvur etmek doğru değildir. Evet şeriatın, tabakat-ı nâsa
göre inkişafatı ayrı ayrıdır. Avam-ı nâsa göre zahir-i şeriatı, hakikat-ı şeriat
zannedip havassa mürkeşif olan şeriatın mertebesine "hakikat ve tarikat" namı
vermek yanlıştır. Şeriatın, umum tabakata bakacak merâtibi var.

İşte bu sırra binaendir ki: Ehl-i tarikat ve ashab-ı hakikat,
ileri gittikçe hakaik-i şeriata karşı incizabları, iştiyakları, ittiba’ları
ziyadeleşiyor. En küçük bir sünnet-i seniyyeyi, en büyük bir maksad gibi telakki
edip, onun ittibaına çalışıyorlar: onu taklid ediyorlar: Çünki: Vahiy ne kadar
ilhamdan yüksek ise; semere-i vahiy olan âdâb-ı şer’iyye, o derece semere-i
ilham olan âdâb-ı tarikattan yüksek ve ehemmiyetlidir. Onun için, tarikatırı en
mühim esâsı, sünnet-i seniyyeye ittiba etmektir.

Mektubat, s. 422-423, 1. paragraf.

***

İslâmiyet ise, insaniyet-i kübra… ve şeriat ise medeniyet-i
fuzla’dır (en faziletli medeniyet).

Tarihçe-i Hayat, s. 69.

Dokuzuncu Nükte: Mesâil-i Şeriattan bir kısmma "taabbüdi"
denilir; aklın muhâkemesine bağlı değildir, emrolunduğu için yapılir. İlleti
emirdir.

Bir kısmına "mâkulü’1-mânâ" tâbir edilir; yani bir hikmet ve bir
maslahatı var ki, o hükmün teşrüne müreccih olmuş; fakat sebep ve illet değil.
Çünkü, hakîki illet, emir ve nehy-i İlâhîdir.

Şeâirin taabbüdî kısmı: Hikmet ve maslahat onu tağyir edemez,
taabbüdîlik ciheti tereccuh ediyor; ona ilişilmez. Yüz bin maslahat gelse, onu
tağyir edemez. Öyle de, "Şeâirin fâidesi, yalnız mâlûm mesâlihtir" denilxxıez ve
öyle bilmek hâtadır. Belki o maslahatlar ise, çok hikmetlerinden bir faidesi
olabilir.

Mektubat, s. 385-386.

***

Şeriat-ı Garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki, siyasete
taalluk eder.

Mürıazarat, s. 53.

***

Ey muterîz Ağa!.. Ağlamak isteyen çocuk gibi veya intikam
isteyen kindar düşman gibi bahane mahane aramakla hilaf-ı şerîatle vücuda gelen
ahvali ve su-i tefehhümden neş’et eden şübehatı sened tutmak, İslâmiyete leke
getirmek pek büyük insafsızlıktır. Zira, bir Müslimin herbir sıfatı İslâmiyetten
neş’et etmek lâzım gelmez.

Muhakemat, s. 30,1. Mukatta sonu.

***

Fakat çendan insan bütün esmaya mazhardır. Fakat, kainatın
tenevvüünü ve melaikenin ihtilaf-ı ibadatını intaç eden tenevvü-ü esma,
insanların dahi bir derece tenevvüüne sebep olmuştur. Enbiyanın ayrı ayrı
şeriatleri, evliyanın başka başka tarikatları, asfiyanın çeşit çeşit meşrebleri
şu sırdan neş’et etmiştir.

Sözler, s. 310, 24. Söz, 1. dal.

***

Onuncu Mukaddeme’de geçtiği gibi, hem de ikinci nokta-i itirazın
cevabında da geleceği gibi şudur ki: Cumhurun istidad-ı efkârı derecesinde
şeriatın irşad etmesidir. Şöyle ki: Cumhurun amiliği için, hakaik-ı mücerredeyi;
me’lûfları vasıta olmaksızın adem-i telâkkileri sebebiyle, müteşabihat ve
teşbihat ve istiârat ile tasvir etmesidir. Hem de fünun-u ekvanda cumhurun,
hiss-i zâhir sebebiyle hilâfı vakü zarurî telâkki etmekle beraber, mebadi
basamakları adem-i in’ikad ve tekemmülünden, mağlâtaların vartalarına düşmemek
için, şeriat öyle mesailde ibham etti ve mutlak bıraktı; lâkin hakikatı îmâdan
hâli bırakrzıadı.

Muhakemat, s.138.

***

Asırlara göre şeriatlar değişir; belki, bir asırda kavimlere
göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir.
Hâtemü’1-Enbiyadan sonra, Şeriat-ı Kübrâsı her asırda, her kavme kafi
geldiğinden, muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır Fakat, teferruatta bir
derece ayrı ayrı mezheblere ihtiyacı kalmıştır.

Sözler, s. 447, Hatime,1. paragraf.

***

Yaşasın Şeriat-ı Garrâ!

5 Mart 1325 (18 Mart 1909)
Dini Ceride, No: 77

Ey mebusân!

Uzunluğu ile beraber gayet mûciz birtek cümle söyleyeceğim;
dikkat ediniz! Zîrâ, itnâbmda îcâz var. Şöyle ki:

Meşrûtiyet ve kânun-u esâsî denilen adâlet ve meşveret ve
kânunda cem’-i kuvvet, bu ünvan ile beraber, asıl Mâlik-i Hakîki ve sahib-i
ünvân-ı muhteşem (1) ve müessir ve adâlet-i mahzâyı mutazammm (2) ve nokta-i
istinâdımızı temin eden (3) ve meşrûtiyeti bir esâs-ı metîne istinad ettiren (4)
ve evham ve şükûk sahibini vartai hayretten kurtaran (5) ve istikbâl ve
âhiretimizi tekeffül eden (6) ve menâfi-i umûmiye olan hukûkullahı izinsiz
tasarruftan sizi tahlîs eden (7) ve hayat-ı milliyemizi muhâfaza eden (8)
venyetizmalandıran (9) ve ecânibe karşı metânetimizi ve kemâlimizi ve
mevcudiyetimizi gösteren (10) ve sizi muâheze-i dünyeviye ve uhreviyeden
kurtaran (11) ve maksat ve neticede ittihâd-ı umûmiyeyi tesis eden (12) ve o
ittihâdın rûhu olan efkâr-ı âmmeyi tevlid eden (13) ve çürük mesâvi-i medeniyeti
hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten yasak eden (14) ve bizi Avrupa
dilenciliğinden kurtaran (15) ve geri kaldığımız uzun mesafe-i terakkîde-sırr-ı
i’câza binâen-bir zaman-ı kâsırada tayyettiren (16) ve Arap ve Turan ve İran ve
Sâmileri tevhid ederek az zamanla bize bir büyük kıymet veren (17) ve şahs-ı
mânevî-i hükûmeti Müslüman gösteren (18) ve Kânun-u Esâsînin rûhunu ve On
Birinci Maddeyi muhâfaza ile sizi hıns-ı yeminden kurtaran (19) ve Avrupa’nm
eski zann-ı fâsidlerini tekzib eden (20) Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm hâtem-i
enbiyâ ve Şeriatın ebedî olduğunu tasc ik ettiren (21) ve muharrib-i medeniyet
olan dinsizliğe karşı sed çeken (22) ve zulmet-i tebâyün-ü efkâr ve teşettüt-ü
ârâyı safha-i nûrânîsi ile ortadan kaldıran (23) ve umum ulemâ ve vâizleri
ittihad ve saadet-i millete ve icraat-ı hükûmeti meşrûta-i meşrûaya hâdim eden
(24) ve adâlet-i mahzâsı merhametli olduğundan anâsır-ı gayr-i müslimeyi daha
ziyâde te’lif ve rapt eden (25) ve en cebîn ve âmi adamı en cesur ve en has adam
gibi hiss-i hakiki ki-i terakkî ve fedâkârlık ve hubb-u vatanla mütehassis eden
(26) ve hadim-i medeniyet* olan sefâhet ve israfât ve havâyic-i gayr-i
zarûriyeden bizi halâs eden (27) ve muhâfaza-i âhiretle berâber îmâr-ı dünya
etmekle sa’ye neşât veren (28) ve hayaât-ı medeniyet olan ahlâk-ı hasene ve
hissi yât-ı ulviyenin düsturlarını öğreten (29) ve herbirinizi, ey mebuslar,
elli bin kişinin takazasmı, yani haklarını sizden dâvâ etmelerini hakkınızda
tebrie eden (30) ve sizi icmâ-ı ümmete küçük bir misâl-i meşrû gösteren (31) ve
hüsn-ü niyete binâen a’mâlinizi ibâdet gibi ettiren (32) ve üç yüz milyon
Müslümanın hayat-ı mâneviyesine sû-i kast ve cinâyetten sizi tahlîs eden (33) ol
‘Şeriat-ı Garrâ’ ünvânıyla gösterseniz ve hükümlerinize me’haz edinseniz ve
düsturlarını tatbik etseniz; acabâ bu kadar fevâidi ile berâber ne gibi şey
kaybedeceksiniz?

Vesselâm.

Said Nursî
Hutbe-i Sâmiye, s. 85-88.

***

Yaşasın Şeriat-ı Ahmedî (a.s.m.)

Şeriat-ı Garrâ, kelâm-ı Ezelîden geldiğinden ebede gidecektir.
Nefs-i emmârenin istibdâd-ı rezîlesinden selâmetimiz, İslâmiyete istinad iledir,
o hablü’1-metîne temessük iledir ve haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek,
îmandan istimdat iledir. Zîrâ, Sâni-i Âleme hakkıyla abd ve hizmetkâr olanın,
halka ubûdiyete tenezzül etmemesi gerektir. Herkes kendi âleminde bir kumandan
olduğundan, âlem-i asgarında cihâd-ı ekber ile mükelleftir ve ahlâk-ı Ahmediye
ile tahallûk ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ile muvazzaftır.

Ey evliyâ-yı umur! Tevfik isterseniz, kavanîn-i âdetullaha
tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlikle cevab-ı red alacaksınız. Zira,
mâruf umum enbiyanın memâlik-i İslâmiye ve Osmaniyeden zuhuru kader-i İlâhiyenin
bir işaret ve remzidir ki, bu memleket izısanlarınm makina-i tekemmülâtınm
buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Afrika tarlasmın ve Rumeli bostanının
çiçekleri, ziyâ-yı İslâmiyet ile neşv ü nema bulacaktır.

Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için
vaktiyle mesâil-i Şeriat rüşvet verilirdi. Dinin mes’eleleri terk ve feda
edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı, za’f-ı
diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir. Bizim cemaatimizin meşrebi,
muhabbete muhabbet ve husûmete husûmettir. Yâni, beyne’1-İslâm muhabbete imdat
ve husumet askerini bozmaktır.

Mesleğimiz ise ahlâk-ı Ahmediye (a.s.m.) ile tahallük ve
Sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir. Ve rehberimiz, Şeriat-ı Garra ve kılıncımız
da, berâhin-i kâtıa ve maksadımız Îlâ-yı Kelimetullahtır. Cemaatimize herbir
mü’min mânen müntesibdir. Sûreten intisab ise, Sünnet-i Nebebiyeyi kendi
âleminde ihyaya azm-i kat’î iledir. En evvel mürşid-i umumî olan ulema ve
meşâyih ve talebeyi, Şeriat nâmma ittihada dâvet ederiz.

Said Nursî

Dipnotlar

* Hadim-i medeniyet: medeniyeti yıkıcı.