Kötülüğün müşahhaslaşmış, ete kemiğe bürünmüş timsali olarak
tanınan "şeytan"ın hemen hemen bütün dinlerde mevcut olduğunu görüyoruz. Dinin
ilk şekillerinden tek tanrılı dinlere kadar bazan kalınlaşan, bazan da kopacak
kadar incelen uzun bir çizgide şeytanın ve türevlerinin çeşitli roller
üstlendiklerini farketmemek imkansız. Bir bakıma dinlerin temel üknûmlarından,
onsuz olmaz şartlarından birisi olarak karşımıza çıkıyor şeytan. Ve giderek
modern, seküler dünyada da garip bir şekilde varlığını sürdürüyor. Hatta şaka
yolu şöyle bir espri de yapılıyor: Modern dünyada insanlar Tanrı’ya inanmamaya
başladıkça şeytana da inanmıyorlar, böylece onun hilelerine daha hazırlıksız
yakalanıyorlar. Şeytan, günümüzde kendisine inanılmamasından istifade ederek
daha rahat at oynatacağı bir ortam temin edebiliyor.

Konumuza dönersek, Hıristiyan ve modern Batı ile İslam
kültürürün bu ele avuca sığmayan, varlık karşısındaki farklı tutumlarını daha
önce görmüştük. Bu derste sözkonusu farklılığın kültürel tezahürler alanındaki
yansımalarına eğileceğiz.

W. Peter Blatty’nin The Exorcist adlı, Türkçe’ye Şeytan1
diye tercüme edilen romanı, 1970’lerde filme çekilmiş ve bütün dünyada kapalı
gişe oynamış, ardından seri halde devamı ve benzerleri çevrilmişti. Bu filmde
Hıristiyanî şeytan telakkisi, belirgin bir biçimde ön plandaydı. Hatta roman,
Luka İncili’nden bir pasajla başlamaktadır. Şöyle: "İsa karaya ayak bastığında
uzun bir süredir şeytanın ele geçirdiği bir adam karşıladı onu… Bir çok kez
şeytan kıskıvrak yakalamıştı adamı ve zincirlerle bağlamıştı…"2 Ve
bütün metin boyunca azgın, habis ve iğrenç bir İblis’in bir insanın ruhunu ele
geçirmesi ve rahiplerin ona karşı mücadelesi işleniyor.

Metinde geçen şeytan tasvirleri gerçekten de korkunçtur:" Garip
yaratık, gözlerinin akı dışarı uğramış, dimdik oturuyordu. Dili dışarıya sarkmış
kıvranırken başı da bir kobranın başı gibi ileri geri dalgalanıyordu… Boğuk
bir darbe odayı sarmıştı. Sonra bir darbe daha. Derken sürekli biçimde, tavanda,
tabanda, duvarlarda darbeler birbirini kovalamaya başladı…" Balgamlar,
kusmuklar, ağız dolusu küfürler, lanetler, uğursuzluklar vs. hepsi hadisenin
daha korkunç kılınması için kurguya dahil edilmiş bir alanın, saf kötülük
alanının dünyamıza sirayet etmiş etkileri olmak ortaya çıkıyor ve giderek mide
bulantısı ile korku aynileşiyor.

Şeytan (Exorcist) filmi bütün bu necisliklikleri ile Batı
dünyasını sinemalara toplarken, Türkiye’de Metin Erksan benzer bir filmi çekmeye
karar verir. Uzun bir ön araştırmadan sonra çekilen film tam bir fiyasko oluyor.
Bu bize şunu gösteriyor: Şeytan, bize Batılılara geldiği kadar ilginç
görünmüyor. Çünkü bizim ruhumuzda hâsıl ettiği gerilimin dozu, Batı/Hıristiyan
kültür havzasındaki insanların üzerinde yaptığı yanında çok düşük bir seviyede
kalıyor.

Bunun nedeni, İslam inanç sisteminde düaliteye, ikiliğe
kesinlikle yer verilmemesi. İslam’da Tanrı ile onun karşısında neredeyse denk
güçte bir şeytan imgesi mevcut değil. Kur’an’ın ısrarla vurguladığı, Allah’ın
Rabb olarak uzlaşma kabul etmez üstünlüğü ve kahhariyeti, onun dışındaki
herşeyin kesin olarak yaratık düzeyinde kalmasını zorunlu kılıyor. Bunu Kur’an-ı
Kerim Hz. Adem’in cennetten indirilmesi (hubût) ile ilgili ayetlerinde görmek
mümkün:

"Hani Biz meleklere ‘Adem’e secde edin’ demiştik. İblis hariç
hepsi secde ettiler. O (İblis) yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece
kafirlerden oldu". (Bakara, 34)

"Andolsun, sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da
meleklere, ‘Adem’e secde edin!’ diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde
ettiler. O secde edenlerden olmadı. Allah buyurdu: ‘Ben suna emretmişken seni
secde etmekten alıkoyan (şey) nedir?’ (İblis): ‘Ben ondan daha üstünüm. Çünkü
beni ateşten, onu çamurdan yarattın’ dedi. Allah: ‘Öyleyse in oradan! Orada
büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın!’
buyurdu. İblis: ‘Bana tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet var’ dedi. Allah
‘Haydi, sen mühlet verilenlerdensin’ buyurdu. İblis dedi ki: ‘Öyleyse beni
azdırmana karşılık and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru
yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından,
sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden
bulmayacaksın"’ dedi. Allah buyurdu: ‘Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan
çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme
dolduracağım.’" (Araf, 11-18.)

Görüldügü gibi yaratılış öncesi bu tabloda şeytan, Adem’e secde
etmesi istenilen ama büyüklenip haddi aşması yüzünden cennetten kovulan, buna
mukabil Rabbi’nden ‘mühlet’ (bir bakıma izin) isteyen bir kötü varlık
konumundadır. Nitekim başka bir ayette bu mühlet meselesi daha vazıh bir şekilde
beyan ediliyor:

"Allah şöyle buyurdu: ‘Öyleyse oradan çık! Artık kovuldun!
Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lanet senin üzerine olacaktır.! (İblis) Rabbim!
Öyleyse (varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar buna mühlet verilenlerdensin’
buyurdu. (İblis) dedi ki: ‘Rabbim! Beni azdırana karşılık ben de yeryüzünde
onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak
ihlaslı kulların müstesna! (Allah) şöyle buyurdu:"İşte bana varan dosdoğru yol
budur. Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur.Ancak azgınlardan
sana uygunlar müstesna." (Hicr, 24-42)

Bir başka ayette de İblis, "Senin mutlak kudretine andolsun ki,
onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım"
demektir. (Sad, 82,83.)

Böylece Allah’ın mutlak üstünlüğü karşısında, tâbi olduğumun
bilinciyle hareket eden bir İblis görüntüsü çıkmaktadır karşımıza. İzin (mühlet)
almak da böyle bir tabiiyet izhanıdan başka bir anlama gelmez şüphesiz.

Şeytan Kur’an’a göre gerçek kudretten yoksundur. O sadece
aldatır ve yoldan çıkartır. Sonrada "Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaadetti,
bende size vadettim ama size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm
yoktu ki. Ben sadece sizi çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O
halde beni yermeyin kendimizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirm, ne de siz beni
(İbrahim, 22) diyerek kendisinin esasında kalbe vesvese ilka edip yoldan
çıkartma rolünü üstlendiğini ve gerçekte güçsüz olduğunu beyan etmektedir. Haşr
suresinin 16. ayetinde ise şeytanın beyanı daha açık bir hale gelmektedir:"
…şeytan insana ‘inkar et" der. İnsan inkar edince de: ‘Ben senden uzağım,
çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım’ der."

Allahu Teala da Nisa Suresi 76. ayette "… şüphe yok ki
şeytanın kurduğu düzen (keyde’ş-şeytanî) zayıftır" diyerek bu hususu
belirtmektedir.3

Bütün bunlardan anlaşılan şey, ö-zetle şudur: Kur’an’da
bildirilen şeytan portresi, rivayeti kendinden menkûl bir gücü temsil
etmektedir. O sadece vaadeden, telkinde bulunur, vesvese verir, doğru yolun
üzerindeki pusu’dur, hannâs’tır, insanın düşmanıdır, insanın ahlâkî ve ruhî
tekâmülünün önünde bir engeldir; azdırır, saptırır, kandırır: Fakat bunları bir
gücü olduğu için değil, musallat olduğu insanların ayartılmaya olan
istidatlarından olmaktadır. Dolayısıyla bir sahte güç gösterisine çıkmıştır
şeytan. Allah onu gücünü insanın …., şüphesinden, ihlassızlığından alacak
şekilde varetmiştir ve bütün gücü de bundan ibarettir zaten. Hilesi zayıftır;
sadece bıçak sırtı bir çizgide, varla yok arası bir sıratta isbat-ı vücûd
edebilmektedir.

Problemimiz şu: İslam kültüründe kötülüğün ete kemiğe bürünmüş
timsali olan şeytan Allah karşısında bir rakip değildir. Hatta Peygamberlerin
karşısında da gerçek bir rakip olamazlar. Onlar sıradan insanların muhatabı
olabilirler olsa olsa. Güçleri de onlara yeter ancak. İşleri, aksi halde büyük
bir rehavete kapılacak olan insanlığa ahlâkî bir dinamizm kazandırmak, Allah’ın
kurbiyyetine nail olmanın bir barometresi olmaktır. Kötülüğün olmadığını
düşünelim bir an için. Tıpkı cennetteki çelişkisizlik ortamında olduğu gibi bir
benlik-bilinci ve çevre bilinci ortaya çıkamayacaktı. Şeytanın ve kötülüğün
yaratılmasındaki ("halk-ı şerr" üzerinde Bediüzzaman’ın ayrıntılı açıklamalarına
başvurulabilir) hikmet, insanlar arasında gerçekten samimi ve ihlaslı olanların
sınamadan geçirilerek ortaya çıkartılmasını temin etmeye matuf bir incelik
taşır. Ancak bir engel var olduğundan iyiliğin gerçekten hak edilerek kesbedilip
edilmediği anlaşılabilir.

Sufîlerin çok sevdiği bir söz bu anlamı gayet veciz bir şekilde
verir. "Dağ başında veli olmak kolaydır". Er kişi isen şehirde kendini muhafaza
et, anlamındadır bu söz. Eğer kalbinizi teşviş edecek, bulandıracak hadiselerle
yaşamayı tercih ederseniz (hani bu da bir tercihtir) güvenlik içinde yaşarsınız.
Ama imanınız sınanmamış olur. Sadece kendinize kapatmış olursunuz hayat alanını.
Dışınızda sizi etkileyebilecek, ayartabilecek faktörlerden kaçmış olursunuz. Bu
da İslam’ın temelinde yatan, inancın sosyal olarak, bir cennet halinde yaşanması
gerektiği umdesine ters düşen bir fiil olur.

Not: Bu metin, Mayıs 1996 tarihinde Bilim ve Sanat
Vakfı’nda verilen dersin genişletilerek ele alınmış bir versiyonudur.

 

Dipnotlar

1. W. Peter Blatty, Şeytan, Çeviren: Selami Sargut, 6.
baskı, İstanbul 1981, (Birinci baskı, 1972) Altın Kitaplar Yayınevi. Bu tür
eserlerin topluca değerlendirildiği bi kaynak için bkz. Giovanni Scognamilla,
Dehşetin Kapıları, İstanbul 1995, Mitos. Cehennem ve şeytanın özdeleştirilmesi
oldukça eskilere giden köklere sahiptir. Bkz. Ananda K. Coamaraswanay, Who is
"Satan" and Where is " hell"= ad.by, Rogar Lipsey, Selected Papers: 2,
Metaphysize, Princeton Uni. Press, 1987, s.23-33; ayrıca Cehennemin tarihi’nin,
daha doğrusu Batı kültüründe cehennem ve şeytan temsillerinin (topa) genişçe
birbirine bağlayarak ele alındığı bir çalışma için, bkz. The History of the
Hel…

2. İbid, s.5. (Luka 8: 28-29)

3. Şeytan/İblis’in Kur’an’daki portresi üzerine iki kaynakta
geniş bilgi bulunabilir. Elmalık Hamdi Yazır, Hak Dini, Kur’an Dili, c. I ,
s,481,484,214; c.V, s.562; Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, İstanbul 1990,
Beyan Yayınları, s.219 vd., s. 264 vd. Ayrıca hadisleri de kapsayan bir
dökümanter araştırma için bkz. Ali Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere Göre Şeytan,
İstanbul 1995, Beyan.