Ey şanlı asâkir-i muvahhidin!* Ve ey bu millet-i mazlumeyi ve
mukaddes İslamiyeti iki defa büyük vartadan tahlis eden muhteşem kahramanlar!

Cemal ve kemaliniz, intizam ve inzibattır. Bunu da hakkıyla en
müşevveş bir zamanda gösterdiniz. Ve hayatınız ve kuvvetiniz, itaattir. Bu
meziyet-i mukaddeseyi en ufak amirinize karşı bile irae ediniz. Otuz milyon
Osmanlı ve üç yüz milyon İslamın namusu artık sizin itaatinize bağlıdır. Sancak
ve Tevhid-i İlahi sizin yed-i şecaatinizdedir. Sizin o mübarek elinizin kuvveti
de itaattir. Sizin zabitleriniz, müşfik pederlerinizdir. Kur’an ve hadis ve
hikmet ve tecrübe ile sabittir ki, haklı amire itaat farzdır.

Malumunuzdur ki, otuz üç milyon nüfus, yüz sene zarfında böyle
iki inkılabı yapamadı. Sizin o itaatten neşet eden hakiki kuvvetiniz, umum
millet-i İslamiyeyi medyun-u şükran etti. Bu şerefi hakkıyla teyid etmek,
zabitlerinize itaatledir. İslamiyetin namusu da o itaattedir. Biliyorum ki
müşfik pederleriniz olan zabitlerinizi mes’ul etmemek için işe karıştırmadınız.
Şimdi ise iş bitti. Zabitler ululemirdirler. Vatan ve millet menfaatinde,
hususan nizam-ı askeride ululemre itaat farzdır. Şeriat-ı Muhammedînin(asm)
muhafazası itaat iledir.

Hutbe-i Şamiye, s. 110, 111.

Ey asâkir-i muvahhidin!** Fahr-i Alem’in(asm) fermanını size
tebliğ ediyorum ki, Şeriat dairesinde ululemre itaat farzdır. Ululemriniz ve
üstadlarınız, zabitlerinizdir. Askerlik ocağı cesim ve muntazam bir fabrikaya
benzer. Çarkların biri intizam ve itaatte serkeşlik etmekle bütün fabrika herc ü
merc olur.

Sizin o muntazam ve kuvvetli fabrika-i askeriyeniz, otuz milyon
Osmanlı ve üç yüz milyon nüfus u İslamiyenin nokta-i istinadı ve maden-i
istimdadır.

Sizin iki müthiş istibdadı kansız ve def’aten öldürmeniz
harikulade olduğundan ve Şeriat-ı Garra’nın iki mucize-i garrasını izhar
ettiğinizden zaifül-akide olanlara hamiyeti İslamiyenin kuvvetini ve Şeriatın
kudsiyetini iki bürhan ile izhar eylediniz. Bu iki inkılabın pahasına binler
şehid verse idik ucuz sayacaktık. Lakin, itaatinizden binde bir cüz’ü feda
olunsa, bize pekçok pahalı düşer. Zira, itaatinizin tenakusu, ukde-i haytiye ve
hararet-i garziyenin tenakusu gibi mevti intac eder.

Tarih-i alem serapa şehadet ediylor ki asker neferatının
siyasete müdahaleleri devletçe ve milletçe müthiş zararları intac etmiştir.
Elbette hamiyet-i İslamiyeye zarar verecek noktalardan menedecektir. Siyaseti
düşünenler, sizin kuvve-i müfekkireniz hükmünde olan zabitleriniz ve
ululemirlerinizdir.

Bazen zarar zannetiğiniz şey, siyaseten büyük zararı def ettiği
için ayn-ı maslahat olduğundan, zabitleriniz tecrübeleri hasebiyle görüyor ve
size emir veriyor. Sizde de terüddüd caiz değildir. Efal-i hususiye-i nameşrua,
san’attaki maharet ve hazâkate münafi değildir ve san’atı menfur etmez. Nasıl ki
bir tabib-i hazık ve bir mühendis-i mahirin nâmeşru harekatı için, onların tıp
ve hendeselerinden mani-i istifade olamaz. Kezalik, fenn-i harbde tecrübeli ve o
san’atta mahir ve hamiyet-i İslamiye ile müneverrül fikir zabitlerinizin
bazılarının cüz’i nameşru harekatı için itaatinize halel vermeyiniz. Zira,
fenn-i harb mühim bir sanattır. Hem de sizin kıyamınız; Şeriat-ı Garra -yed-i
beyza-i Musa gibi- sair sebeb-i tefrika ve teşettüt-ü efkâr olan cemiyetleri
bel’ etti. Sahirleri de secdeye mecbur eyledi. Harekatınız bu inkılabta ilaç
gibi idi ki, fazla olsa zehire münkalib olur ve hayat-ı İslamiyeyi fena bir
hastalığa hedef eder. Hem de himmetinizle, bizdeki istibdat şimdilik mahvoldu.
Lakin, terakkiler için Avrupa’nın istibdad-ı manevisi altındayız. Nihayet
derecede ihtiyat ve itidal lazımdır.

Yaşasın Şeriat-ı Garra!.. Yaşasın askerler!..

Hutbe-i Şamiye, s. 112-114.

Sekizinci Cinayet: Ben işittim ki, askerler bazı cemiyetlere
intisap ediyorlar. Yeniçerilerin hadise-i müdhişesi hatırıma geldi. Gayet telaş
ettim. Bir gazetede yazdım ki, şimdi en mukaddes cemiyet, ehl-i iman askerlerin
cemiyetidir. Umum mü’min ve fedakâr askerlerin mesleğine girenler, neferden
seraskere kadar dahildir. Zira, ittihad, uhuvvet, itaat, muhabbet ve İla-yı
Kelimetullah, dünyanın en mukaddes cemiyetinin maksadıdır. Umum mümin askerler
tamamıyla bu maksada mazhardırlar. Askerler merkezdir. Millet cemiyet onlara
intisap etmek lazımdır. Sair cemiyetler, milleti, asker gibi mazhar-ı muhabbet
ve uhuvvet etmek içindir. Amma, İttihad-ı Muhammedi(a.s.m.)ki, umum mü’minlere
şâmildir. Cemiyet ve fırka değildir. Merkezi ve saff-ı evveli; gaziler,
şehitler, alimler, mürşitler teşkil ediyor. Hiçbir mü’min ve fedakâr asker
-zabit olsun, nefer olsun- hariç değil ki, ta intisaba lüzum kalsın. Lakin bazı
cemiyet-i hayriye, kendine İttihad-ı Muhammedi diyebilir. Buna karışmam.

Dokuzuncu Cinayet: …İkinci günde bir ukde-i hayatımız olan
itaat-ı askeriyeden sual ettim. Dediler ki:"Askerlerin zabitleri asker
kıyafetine girmiş. İtaat çok bozulmamış." Tekrar sual ettim:"Kaç zabit
vurulmuş?" Beni aldattılar, dediler:"Yalnız dört tane. Onlar da müstebit
imişler. Hem şeriatın adap ve hududu icra olunacak."

Bende gazetelere baktım; onlar da o kıyamı meşru gibi tasvir
ediyorlardı. Ben de bir cihetle sevindim. Zira; en mukaddes maksadım, şeriatın
ahkâmını tamamen icra ve tatbiktir. Fakat itaat-ı askeriyeye halel geldiğinden,
nihayet derecede me’yus ve müteessir oldum. Ve umum gazetelerle askere hitaben
neşrettim ki:

Ey askerler! Zabitleriniz bir günah ile nefislerine zulüm
ediyorlarsa, siz o itaatsizlikle otuz milyon Osmanlı ve üçyüz milyon nüfus-u
İslamiyenin haklarına bir nevi zulmediyorsunuz. Zira; umum İslam ve Osmanlıların
haysiyet, saadet ve bayrak-ı tevhidi, bu zamanda bir cihette sizin itaatiniz ile
kaimdir.

Hem de şeriat istiyorsunuz. Fakat itaatsizlikle şeriata
muhalefet ediyorsunuz.

Ben onların hareketini ve şecaatlarını okşadım. Zira, efkâr-ı
umumiyenin yalancı tercümanı olan gazete ler, nazarımıza hareketlerini meşru
göstermişlerdi. Ben de takdirle beraber nasihatımı bir derece tesir ettirdim.
İsyanı bir derece bastırdım. Yoksa böyle âsân olmazdı.

Onuncu Cinayet: …Harbiye nezaretindeki askerler içine Cuma
günü ulema ile beraber gittim. Gayet müessir nutuklarla sekiz tabur askeri
itaata getirdim. Nasihatlarım tesirini sonradan gösterdi. İşte nutkun sureti: Ey
asakir-i muvahhidin! Otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon İslamın namusu ve
haysiyeti ve saadeti ve bayrak-ı tevhidi, bir cihette sizin itaatınıza
vabestedir. Sizin zabitleriniz bir günah ile kendi nefsine zulmetse, siz bu
itaatsizlikle üç yüz milyon İslama zarar ediyorsunuz. Zira bu itaatsizlikle
uhuvvet-i İslamiyeyi tehlikeye atıyorsunuz. Biliniz ki asker ocağı cesim ve
muntazam bir fabrikaya benzer. Bir çark itaatsizlik etse, bütün fabrika hercü
merc olur. Asker neferatı siyasete karışmaz. Yeniçeriler şahittir. Siz Şeriat
dersiniz, halbuki şeriata muhalefet ediyorsunuz. Ve lekedar ediyorsunuz.
Şeriatla, Kur’an ile hadis ile hikmet ile, tecrübe ile sabittir ki; sağlam
dindar, hakperest, ulü’l emre itaat farzdır. Sizin ulü’l emriniz, üstadınız,
zabitlerinizdir. Nasıl ki, mahir mühendis, hazık tabip bir cihette günahkâr
olsalar, tıp ve hendeselerine zarar vermez, kezalik; mü-neverül efkâr ve fenn-i
harbe aşina mektepli, hamiyetli, mü’min, zabitlerinizin bir cüz’i nameşru
hareketi için itaatinize halel vermekle Osmanlılara ve İslamlara zulmetmeyiniz!
Zira itaatsizlik yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfusun hakkına bir nevi
tecavüz demektir. Bilirsiniz ki bu zamanda bayrak-ı tevhid-i İlahi sizin yedi
şecaatinizdedir. O yed’in kuvveti de itaat ve intizamdır. Zira bin muntazam ve
muti asker, yüzbin başıbozuğa mukabildir. Ne hacet yüz sene zarfında otuz milyon
nüfusun vücuda getirmediği böyle pek çok kan döktüren inkılabları siz
itaatinizle kan dökmeden yaptınız.

Bunu da söylüyorum ki hamiyetli ve münevverü’l- fikir bir zâbiti
zâyi etmek, manevî kuvvetinizi zâyi etmektir. Zira şimdi hükümferma, şecaat-i
imaniye ve akliye ve fenniyedir. Bazan bir münevver’ül fikir yüze mukabildir.
Ecnebiler size bu şecaatle galebeye çalışıyorlar. Yalnız şecaat-i fıtriye kâfi
değil.

Elhasıl: Fahr-i Alemin fermanını size tebliğ ediyorum ki itaat
farzdır. Zabitlerinize isyan etmeyiniz. Yaşasın askerler!.. Yaşasın meşruta-i
meşrua!..

Divan-ı Harb-i Örfî, s. 30-35.

Hem geçen inkılab-ı azimde ordu ve ulemanın, "Meşrutiyet Şeriata
müstenittir" diye yükselen sadası, umum ehl-i İslamın vicdanlarını
manyetizmalandırdı. O inkılap, inkılabların kaide-i tabiiyesine hark ile
Şeriatın tesir-i mu’cizanesini gösterdi. Ve daima da gösterecektir. Nisan’ın
nısf-ı ahirinde çıkan gazetelerin esas-ı fikirlerine muterizim. Şöyle ki:

Hayat onun yoluna feda edilen ve hayattan bin derece daha yüksek
olan haysiyet ve itaat-ı askeriyeyi -hayata feda edilen ve ehl-i vicdan
nazarında gayet hasis olan âmâl-i nameşruaya-feda etmeye ihtimal verdiler. Hem
de hakaik ve ahval onun cazibesine tâbi ve o merkeze merbut olan şem-i Şeriat,
saltanata ve ya hilafete ve ya başka siyasete tâbi ve alet tevehhümüyle, bir
şems-i müniri, münkesif bir yıldıza peyk ve cazibesine tâbi itikat etmek gibi
göstermekle tarik-i dalalete süluk etti-ler.

Bütün kuvvetimle derim ki: Terakkimiz, ancak milliyetimiz olan
İslamiyetin terakkisiyle ve hakaik-i Şeriatın tecellisiyledir. Yoksa "yürüyüşünü
terk etti; başkasının da yürüyüşünü öğrenmedi" diye olan darb-ı mesele masadak
olacağız.

Evet, hem şan u şeref-i millet-i İslamiye hem sevab-ı ahiret hem
hamiyet-i milliye, hem hamiyet-i İslamiye, hem hubb-u vatan, hem hubb-u din ile
mütehassis olmalıyız. Zira müsenna daha muhkemdir.

Divan-ı Harb-i Örfî, s. 45-47.

Sual:"Gayr-i müslimin askerliği nasıl caiz olur?"

Cevap: Dört vecihle.

Evvela: Askerlik kavga içindir. Dünkü gün siz o dehşetli ayı ile
boğuştuğunuz vakit, karılar, çingeneler, çocuklar, itler size yardım
ettiklerinden size ayıp mı oldu?

Saniyen: Peygamber Aleyhissalatü Vesselamın, Arap müşriklerinden
muahid ve halifleri vardı, beraber kavgaya giderlerdi. Bunlar ise, ehl-i
kitaptır. Orduda toplu olmayıp müteferrik olduklarından, bizdeki ekseriyet ve
kuvvet-i hissiyat, mazarrat-ı müteveh himeye karşı sed çeker.

Salisen: Düvel-i İslamiyede, velev nadiren olsun, gayri-i müslim
askerlikte istihdam olunmuştur. Yeniçeri Ocağı buna şahittir.

Rabian: Neslen ve serveten tedennimize ve gayr-ı müslimlerin
terakkisine sebep, askerliğin bizde münhasır olması idi. Zira bundan kaç asır
evvel şu devletin nüfus-u İslamiyesi kırk milyondan fazla idi. Ve şimdilik,
içimizdeki o gayr-ı müslimler, o vakitte yalnız beş altı milyon idi. Servet ve
ticaret elimizde idi. Halbuki biz yirmiye yuvarlandık fakr bataklığına düştük;
onlar, fakrın ayağı altından çıkıp servetin başına binerek, on milyona çıktılar.
Bunun en mühim sebebi: Mesela, senin dört oğlun varsa, askerlik mülahazasıyla
evlenmezler. Şayet evlenseler mumuriyet ilcasıyla kedi yavrusu gibi her tarafta
gezdirerek, mahsul-ü ha-yatını zayi edecektir. Delil istersen Van’a git; bir
Ermeni kapısını, bir İslam dergâhını aç, bak. Göreceksin ki, Ermeni evi on
sağlam delil gösterecek, İslamın evi iki zayıf bürhanı nazar-ı ibrete arz
edecektir.

Münazarat, s. 75,76.

Salisen: Bu âlemde, evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara
kumandanlık ettiniz. Kur’an’ın evamir-i katiyesine imtisal etmekle, öteki alemde
de o nuranî güruha refik olmaya çalışmak, sizin gibi himmetlilerin şe’nidir.
Yoksa, burada kumandan iken, orada bir neferden istimdad-ı nur etmeye muztar
kalacaksınız. Bu dünya-i deniye, şan ve şerefiyle öyle meta değil ki sizin gibi
insanları işba etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzat olsun.

Sadisen: Hasmınız ve İslamiyet düşmanı olan frenkler, dindeki
lakayd lığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hatta diyebilirim ki,
hasmınız kadar İslama zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır.
Maslahat-ı İslamiye ve selamet-i millet namına, bu ihmali a’male tebdil etmeniz
gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihatçılar o kadar harika azm ü sebat ve
fedakârlıklarıyla, hatta İslamın şu intibahına da bir sebep oldukları halde, bir
derece dinde laubalilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret
ve tezyif gördüler. Hariçteki İslamlar, dindeki ihmallerini görmedikleri için,
hürmeti verdiler.

Tasian: Sizin bu İstiklal Harbindeki muzafferiyetinizi ve âli
hizmetinizi takdir eden ve sizi can ü dilden seven, cumhur-u mü’minindir ve
bilhassa tabaka-i avamdır ki, sağlam Müslümanlardır; sizi ciddi sever ve sizi
tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş
en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evamir-i
Kur’aniyeyi imtisal ile onlara ittisal ve istinad etmeniz maslahat-ı İslam
namına zaruridir. Yoksa, İslamiyetten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz, Avrupa
meftunu frenk mukallitleri avam-ı Müslimine tercih etmek, maslahat-ı İslama
münafi olduğundan, alem-i İslam nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından
istimdat edecek.

Mesnevi-i Nûriye, s. 85,86

Bir müdde i umuminin Mustafa Kemal’e dostluğu taassubuyla,
kanunsuz ve lüzumsuz ve yanlış itiraz ve sualleri, beni bu saded harici gibi
izahatı vermeye mecbur eyledi. Ben onun, adliye kanunu namına tamamen şahsî ve
kanunsuz bir sözünü misal olarak beyan ediyorum.

Dedi: "Beşinci Şua’da sen, hiç kalben nedamet etmedin mi ki, onu
rakıdan ve şaraptan su tulumbası gibi tabirlerle tezyif etmissin?"

Ben onun, bütün bütün manasız ve yanlış ve dostluk taassubuna
mukabil derim:

"Kahraman ordunun zaferi ve şerefi ona verilmez; yalnız, onun
bir hissesi olabilir. Nasıl ki ordunun ganimeti, malları, erzakları bir
kumandana verilse zulümdür, dehşetli bir haksızlıktır."

Evet, nasıl o insafsız, o çok kusurlu adamı sevmemekle beni
ittiham etti, adeta vatan haini yaptı; ben de onu, orduyu sevmemekle ittiham
ediyorum. çünkü, bütün şerefi ve manevi ganimeti, o dostuna verip, orduyu
şerefsiz bırakıyor. Hakikat ise; müsbet şeyler, haseneler, iyilikler cemaate,
orduya tevzi edilir ve menfiler ve tahribat ve kusurlar başa verilir. Çünkü,
birşeyin vücudu, bütün şeraitin ve erkânının vücudu ile olur ki; kumandan yalnız
bir şarttır. Ve o şeyin ademi ve bozulması ise, bir şartın ademi ile ve bir
rüknün bozulması ile olur, mahvolur, bozulur. O fenalık başa ve reise
verilebilir. İyilikler ve hesaneler, ekseriyetle müsbet ve vücudîdir; başlar,
sahip çıkamazlar. Fenalıklar ve kusurlar, ademîdir ve tahribîdir; reisler mes’ul
olurlar. Hak ve hakikat böyle iken, nasıl ki bir aşiret fütuhat yapsa, "Aferin
Hasan Ağa," mağlup olsa, "Aşirete tuh !" diye, aşiret tezyif edilse, bütün bütün
hakikatin aksine hükmedilir; aynen öyle de, beni ittiham eden o muddei bütün
bütün hak ve hakikatin aksine bir hatasıyla, güya adliye namına hükmetti.

Aynen bunun hatası gibi, Eski Harb-i Umumiden biraz evvel, ben
Van’da iken, bazı dindar ve müttaki zatlar yanıma geldiler, dediler ki:

"Bazı kumandanlarda dinsizlik olu-yor, gel bize iştirak et. Biz
bu reislere isyan edeceğiz."

Ben de dedim: "O fenalıklar ve o dinsizlikler, o gibi
kumandanlara mahsustur; ordu onun ile mes’ul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki
yüz bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılınç çekmem ve size iştirak etmem."

O zatlar benden ayrıldılar, kılınç çektiler; neticesiz Bitlis
hadisesi vücuda geldi. Az zaman sonra, Harb i Umumi patladı; o ordu, din namına
iştirak etti, cihada girdi. O ordudan yüz bin şe-hidler evliya mertebesine
çıkıp, beni o davamda tasdik edip, kanlarıyla velayet fermanlarını imzaladılar.

Şualar, s. 315

Dokuzuncusu: Denizli müdafaatında izahı ve ispatı bulunan bir
meselenin kısacık bir hülasasıdır.

Bir dehşetli kumandan, deha ve zekâvetiyle, ordunun müsbet
hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfî seyyielerini o orduya vererek, o
efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdiği ve seyyiesini o ordu
efradına isnad ederek onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden, dehşetli
bir zulüm ve hilaf-ı hakikat olmasından, ben kırk sene evvel beyan ettiğim bir
hadisin o şahsa vurduğu tokada binaen, sabık mahkemelerimizde bana hücum eden
bir müdde-i umumiye dedim: "Gerçi onu hadislerin ihbarıyla kırıyorum, fakat
ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalardan vikaye ederim. Sen ise, birtek
dostun için Kur’an’ın bayraktarı ve âlem-i İslamın kahraman bir kumandanı olan
ordunun şerefini kırıyorsun ve hasenelerini hiçe indiriyorsun" dedim. İnşaallah,
o müddei insafa geldi, hatadan kurtuldu.

Şualar, s. 330

İstidrac eseri olarak, müstebidane olan koca hükümetlerinde,
cesur orduların ve faal milletin kuvvetiyle vukua gelen terakkiyat ve iyilikler
haksız olarak onlara isnad edilmesiyle, binler adam kadar bir iktidar, onların
,sahıslarında telehhum edilmeye sebep olur. Halbuki, hakikaten ve kaideten, bir
cemaatin hareketiyle vücuda gelen müsbet mehasin ve şeref ve ganimet, o cemaate
taksim edilir ve efradına ve-rilir. Ve seyyiat ve tahribat ve zayiat ise,
reisinin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir. Mesela, bir tabur bir kal’ayı
fethetse, ganimet ve şeref süngülerine aittir; ve menfi tedbirler ile zayiatlar
olsa, kumandanlarına aittir.

İşte, hak ve hakikatin bu dustur-u esasiyesine bütün bütün
muhalif olarak, müsbet terakkiyat ve hasenat, o müthiş başlara; ve menfi icraat
ve seyyiat biçare milletlerine verilmesiyle, nefret-i ammeye layık olan o
şahıslar, istidrac cihetiyle, ehl-i gaflet tarafından bir muhabbet-i umumiyeye
mazhar olurlar.

Şualar, s. 513

Üçüncü cihet ve sebep: Her iki Deccal, Yahudinin İslam ve
Hıristiyan aleyhinde, şiddetli bir intikam besleyen gizli komitesinin
muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki bir diğer komitenin
yardımını, hatta İslam Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini
kazandıklarından, dehşetli bir iktidar zannedilir. Hem bazı ehl-i velayetin
istihracatıyla anlaşılıyor ki, İslam devletinin başına geçecek olan Süfyanî
Deccal ise, gayet muktedir ve dâhî ve faal ve gösterişi istemeyen ve şahsî olan
şan ve şerefe ehemmiyet vermeyen bir sadrazam ve gayet cesur ve iktidarlı ve
metin ve cevval ve şöhretperestliğe tenezzül etmeyen bir serasker bulur, onları
teshir eder. Onların fevkalâde ve dâhîyane icraatlarını, riyasızlıklarından
istifade ile, kendi şahsına isnad ve o vasıta ile koca ordunun ve hükümetin
teceddüd ve inkılap ve Harb-i Umumi inkılabından gelen şiddet-i ihtiyacın
sevkiyle işledikleri te-rakkiyatı şahsına isnad ettirerek, şahsında pek acib ve
harika bir iktidar bulunduğunu meddahlar tarafından inşa ettirir

Ben bir manevî âlemde İslam Deccalını gördüm. Yalnız birtek
gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir
bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan, çıkan bir cür’et ve cesaretle mukaddesata
hücum eder. Avam-ı nas hakikat-i hali bilmediklerinden, harikulade iktidar ve
cesaret zennederler.

Hem, şanlı ve kahraman bir millet, mağlubiyeti hengamında, böyle
istid-raclı ve şanlı ve tali’li ve muvaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı
bulunduğundan, gizli ve dehşetli olan mahiyetine bakmayarak kahramanlık
damarıyla onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister. Fakat, kahraman
ve mücahid ordunun ve dindar milletin, ruhundaki nur-u iman ve Kur’an ışığıyla,
hakikat-i hali göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire
çalışacağı rivayetlerden anlaşılır.

Şualar, s. 513, 514

Dipnotlar

* 31 Mart Hadisesinde isyan eden sekiz taburu itaate getiren
ve musibeti yüzden bire indiren iki derstir ki, dinî ceridelerde 1325’te (Miladi
1909) neşredilmiştir.

** Dini ceride (Volkan), Numara: 110,
30 Nisan 1909