"Birdenbire, horozlar sevinçle haykırmaya
başlar, şafak sökmek üzeredir."

Jose’ Ortega y Gasset

Büyük ve idealist düşünürler, toplumun yaşadığı acılarla pişen,
onların sıkıntılarını —en azından zihnen— paylaşan kişilerdir. İnsanlık Tarihi
boyunca sahneye çıkan peygamberler mütefekkirler ve onların devamcıları da,
içinde yaşadıkları kavimlerin ve daha geniş bağlamda insanoğlunun akli ve kalbi
buhranlarını çözmek için öne çıkmışlardır ve topluluklarının gören gözü, duyan
kulağı, düşünen aklı ve hisseden kalbi olmuşlardır. Şafakta horozların ötmeye
başlamasını, insanlara verdiği yeni bir aydınlık günün habercisi gibi
algılamışlardır.

Bu bağlamda, Avrupa’yı ve özellikle İspanya’yı uyaran bir sesten
söz etmek istiyoruz. I. Dünya Savaşından yeni çıkmış ve yeni bir Dünya Savaşının
eşiğinde bulunan Avrupalıları uyaran bir sesten! Bu ses, 20.yüzyılın başlarından
itibaren dünyanın büyük bir bölümünü huzursuz eden ekonomik, siyasal ve sosyal
bunalımın doğurduğu çatışmalara yüreğiyle ve aklıyla çözüm üretmeye çalışan
İspanyol filozof Jose’ Ortega y Gasset’in sesidir. Uyarılarını başta Kitlelerin
İsyanı olmak üzere bir çok kitabı ve makalesiyle kaleme alırken, Madrid
Üniversitesindeki kürsüsündeki dersleriyle de yılmadan sürdürür. Gasset,
Kitlelerin İsyanı’nda eşi benzeri görülmemiş bir çağa karşı uyarır
entelektüelleri. Nasıl bir çağa? Aklın ve sağduyunun yerini alan başı boş
kitlelerin keyfiliği, hoyratlığı ve doyumsuzluğuna karşı! Gasset daha çok
entelektüelleri, aydınları eleştirir. Çünkü ona göre, başta Avrupa olmak üzere
20. Yüzyıldaki karışıklıkların temelinde, Avrupalı aydının hafif meşrepliği ve
sorumsuzluğu yatar. Gasset bu çıkışlarıyla döneminin aydınlarını gücendirmekten
çekinmemiştir. Çünkü ona göre aydınlar, kitleye karşı sorumlu bireyler olarak
değil, kitlelerin bir parçası gibi hareket ederek; kitleleri sağduyulu
davranmaya çağırmak yerine, onların heveslerini tatmine yarayan bir araç haline
gelmişlerdir.*

Gasset hem sağın hem solun şiddetli bir eleştirisini yaptığı
için, hiçbir partizan ve ideolojik zihni tatmin etmeyen ve çok yönlü gerçekliğe
sadakati olan bir filozof olarak çıkıyor karşımıza. Her iki taraf onun bu
eleştirilerini, karşı yana iltihak ettiğinin bir kanıtı olarak göstererek
düşüncelerini anlamamakta ısrar ettiler. Oysa Gasset, faşistlerin ve
komünistlerin yurtiçindeki ve dışındaki liderlerini kınadığı gibi, İspanyol
halkını anlamadan ahkâm kesen yabancıları da suçlamıştı! Ondan ders almaktan
kaçınanlar İspanyol halkının dertlerini azaltmak gibi bir kaygısı olmayan
saplantılı ideologlar ve seçkin zümreydi.

Ama Öğretmen olarak uzun yıllar Madrid Üniversitesi Metafizik
kürsüsünde ders veren Ortega y Gasset, öğrencilerinden hiç ümidini kesmedi. Her
zaman onları olumlu yönde teşvik etmeyi sürdürdü. Üniversite koridorları
akademik çalışmalarına imkan vermeyecek derecede ifsad edici bir hâle
geldiğinde, öğrencileri onu üniversite dışında bile izlemeyi sürdürmüşlerdi.
Öğrencilerinin gözündeki bu çekiciliğin iki nedeni vardı: İlk neden, bilgileri
teoriden pratiğe aktarma ve sentezleme konusundaki başarısı; diğeri de,
öğrencilerin bireyselliğine ve yeteneklerine verdiği değerdi. O öğrencilerinden
bir süreç içerisinde kendilerini geliştirmelerini ve böylece potansiyel
halindeki yeteneklerini fiili halde çıkarmalarını istiyordu ve bunun için onlara
gereken önderliği ve teşviki gösteriyordu.

Gasset ayrıca toplumun geleceği için ortaya koyduğu teklifleri
için de bireyselleştirilmiş eğitim kavramına yer vermekteydi. Ona göre,
"bireyselleştirilmiş eğitim, toplumsal bilincin geliştirilmesi için zorunludur."
Bu da öğrenim imkanlarının evrenselleştirilmesi ile bağlantılıdır. Bütün
bunların gerçekleştirilebilmesi ise, eğitim sorunlarının siyasi yada ideolojik
saplantılardan uzak bir zihinle ele alınmasıyla mümkün olabilir. Bir grubun
egemenliği için değil, bütün bir toplumun duygu ve düşüncelerini göz önüne
alarak ele alınmalıdır eğitim sorunu. Toplumun değeriyle çatışarak ya da
toplumun değerleri göz ardı edilerek ve de değişime hazır bir ortam
oluşturmadan, eğitim alanında bir değişime-reforma teşebbüs etmek bir delilik
olacaktır.

Ona göre, bir reformun temeli her şeyden önce amacın tam olarak
formülasyonu, planlanması ve belirginleştirilmesidir. Bunun için konuyu eğitim
felsefecilerinin tartışmalarıyla olgunlaştırmak gerekir. Bunlar olmadan, siyasi
bir takım teşebbüsler, şapşallık ve aptallıktır. Böyle bir yüzeysel teşebbüs
aynı derecede yüzeysel ve şapşal bir reforma yol açar. Bu da yarayı
derinleştirmekten başka bir anlam ifade etmez. (Gasset,Age,s.66) Bu yüzden her
şey den önce, eğitim ne için vardır ve kişiye ne kazandırmalıdır? sorusuna kesin
bir cevap vermeksizin yapılacak her türlü değişiklik yada reform, kısır kalmaya
mahkumdur.

Gasset’in düşünceleri Türkiye’deki eğitim reformu
teşebbüslerinin ne kadar zorlama, temelsiz, keyfi ve anlamsız olduğunu
hatırlatmaktadır bizlere. Geriye doğru baktığımızda 19. yüzyılın başlarından
itibaren yapılmaya çalışılan ve Cumhuriyet döneminde de sürdürülen eğitim reform
teşebbüslerinin en iyilerinin bile mantığının yanlış olduğunu görürüz. Neden mi?
Hepsi de bir sosyal gerçeklikten uzak, taklitten öteye gitmediği için. Hep bir
taklit ürünüydüler. Bu yüzden "ilke" olarak doğru bile olsalar, toplumun
gerçekliğinden uzak olarak ele alındığından sonuçları kısa zaman sonra
pişmanlıklara yol açıyordu. Bu arada olan genç taze kuşaklara oluyordu. Kimlik
ve kültür çatışması ile muzdarip, körebe oynayan bir toplum olup çıktık. Eğitim
sadece bir unvan ve meslek kazandırmaktan öteye gidemiyor.

Gasset Üniversitenin Misyonu adıyla yayınlanan kitaptaki ilk
makalede, üniversite öğrencilerine Reform Ruhu’nu anlatı-yor. Ona göre reform,
tümüyle toplumsal bir şevk ve form meselesidir. Kendi de-yişiyle: "Tarihte
herhangi bir şey yapabilmiş olan toplumlar, ancak form kaza-nabilmiş
olanlardır." Form kazanabilmenin yolu da bireyin kendini aşması, gelişimi için
konsantre olmasıdır. O bunalımlı ve hedefi belirsiz bir gençliğe kesin bir yol
göstermeye çalışıyor. Önce İspanya sonrada bütün Avrupa’ya yönelerek, 19.
yüzyıldan itibaren tıkanan zihinsel ve duygusal tıkanıklığa çare bulmaya
çalışıyor. Bunun için bir maraton koşucusu gibi sabırlı, şevkli ve çelikleşmiş
bir iradeye ihtiyaç vardır. Hele bir toplumu harekete geçirmek daha uzun zaman
ve daha fazla enerji gerektirir. Birde kitleleri daha çabuk ve daha uzun süre
etkileyen -uyutan demeli- kitle iletişim araçları varsa karşımızda iş daha da
zor demektir. Gasset, üniversite hocasının rolünden bahsederken şunları söyler:
"Bir kitleye tesir edebilmeniz için, kendiniz o kitleden farklı ve fazla
niteliklere sahip olmalısınız; canlı, güçlü formda, inançlı, çelikleşmiş bir
irade sahibi de…" (Gasset,Age s.62)

Üniversitenin Kültüre Katkısı

İnsanoğlu tarihi ve kültürü olan tek canlıdır, yer yüzünde. Bu
onun hem övünç hem de utanç kaynağıdır. Övünç kaynağıdır; çünkü bedeninin ve
beyninin nicelik olarak küçüklüğüne rağmen, daha büyük canlılarla kıyas kabul
etmez bir öneme sahiptir. Utanç kaynağıdır; çünkü kendisine altın kapta sunulan
tabiattaki nimetleri hoyratça kirletmekte ve aşağılamakta ve tarih ile kültür
buna şahitlik etmektedir. J.J. Rousseau bundan öylesine rahatsızlık duydu ki,
insanın doğuştan sahip olduğu saflığın ve temiz-liğin kültür yoluyla
kirletildiği ve bozulduğu düşüncesine kapıldı. Bu yüzden eğiti-me ve kültüre
karşı amansız bir savaş açtı.

Oysa insan, dünyaya ilk gelişindeki temizliğine, saflığına
rağmen, tamamlanmamış, eksik bir varlıktır. Bu eksikliğin giderilmesi ise ancak
eğitim ile, kültür aktarımı-kazanımı ile mümkün olabilir. Özellikle günümüzün
insanı için temel bir ihtiyaçtır bu. Temel eğitimden sonra, mesleki eğitimden
ayrı olarak, toplum ha-yatıyla ilgili çeşitli türden genel nitelikli derslerin
okutulduğunu görüyoruz. Ancak bu uygulamalar, günümüz insanın seviyesini
yükseltmekten daha çok, kafasının karışmasına, bocalamasına ve muğlaklaşmasına
yol açıyor. Ancak genel kültür adı altında insanlara sürekli bilgi bombardımanı
yapılıyor.

Gasset genel kültür kavramını samimi-yetten uzak gülünç bulur ve
aynı zamanda da muğlak… Çünkü kültür çiftlik ürünlerine veya hayvanlarına
değil de insan düşüncesine dayandığından, ancak genel olabilir. Günümüzün bu
kültür anlayışını eleştiren Gasset, Ortaçağ üniversitelerinin kültür anlayışını
ise övüyor. "Bu gün genel kültür olarak adlandırılan şey Ortaçağ için çok farklı
bir şeydi. Zihni veya ahlâki eğitim için bir süs değildi. Aksine o zamanın
insanın dünya ve insanlık hakkında sahip olduğu fikir sistemiydi. İnsan
varlığının hakiki rehberi olan kanaatler bütünüydü. Gerçek anlamında genel
kültür bu fikirlerin toplamıdır veya sistemidir. Kültür, insan hayatının
tamamını bir felaket olmaktan kurtaran şeydir; insanın anlamsız bir trajedinin
veya manevi bir utancın üzerinde bir hayat yaşamasını mümkün kılan şeydir..
Kültür, bir çağın hayati fikirler sistemidir. Bu fikirlerin, kanaatlerin kısmen
veya tamamen bilimin sahasında yer alması zerre miktar fark oluşturmaz. Kültür
bilim değildir. Ancak günümüzde kültürün içeriğinin önemli bir kısmı bilimden
oluşmaktadır." (Age. s.75-78)

Ortaçağ üniversitelerinde kültüre verilen önemin aksine çağdaş
üniversite, bilim ve teknolojiye dayalı mesleki eğitimi temel amaç haline
dönüştürdü; buna bir de araştırma işlevini ilave etti; ve kültürün öğretimini
hemen hemen tamamen bir daha dönmemek üzere bir yana bıraktı. Gasset’e göre,
Avrupa bugün bu anlayışın kaçınılmaz sonucuyla karşı karşıya: "…Şu anda
Avrupa’da hüküm süren spazmın sebebi ortalama İngiliz’in, Fransız’ın ve Alman’ın
kültürsüz oldukları gerçeğidir; zamanımızın insanının dünya ile ilgili temel
fikir sisteminden habersiz oluşlarıdır. Bu ortalama insan yeni barbardır; çağdaş
medeniyetin gerisinde bir tembel, zalim ve amansız mo-dern sorunlarıyla
karşılaştırıldığında kadim ve ilkeldir. Bu yeni barbar, her şeyden önce hiçbir
zaman görülmediği kadar bilgili, fakat aynı zamanda daha kültürsüz bir meslek
adamıdır. (mühendis, doktor, avukat, bilim adamı vs.) Bu umulmadık barbarlık, bu
feci ve köklü tarihi hatanın sebebi, herkesten evvel 19, yüzyılın
üniversitelerinin suçudur." (Age, s,79)

Gasset 19. yüzyılın pozitivist indirgemeci tutumun bütün
kusurlarından üniversiteyi sorumlu tutuyor. Pozitif bilim ideolojisini
mutlaklaştıran 19. yüzyıl üniversitelerinin bilime ve teknolojiye yaptıkları
katkı ile övünüyorlar. Bu gerçekten inkar edilemez. Fakat "Bu fevkalade hizmet
bile üniversitelerin suçunu telafi edemez. Çünkü, şayet bilim, insanın en mühim
eseri ise, bu insanın hayatı sayesinde mümkün olmuştur. İnsan hayatının en temel
şartlarına karşı işlenmiş bir suçun keffareti bilim vasıtasıyla ödenemez. Zarar
o kadar kökleşmiştir ki, şu anda hitap ettiğim neslin selefi beni güç bela
anlayabilir." (Age. s. 80)

Üniversitelerde her türden bilim adamlarına dünya hakkında elde
edilen bilgilerin anlamını kavratmadan bilgi deposu haline getirmek çözüm
olamaz. Gasset’e göre mesela, fizik bilimiyle ilgili olarak onun doğurduğu
hayati fikirler dünyasından, tarihin ve biyolojinin meydana getirdiği
tasavvurdan, spekülatif felsefe sisteminden habersiz bir insan, eğitim görmüş
bir insan değildir. Bundan dolayı ne itibarını kaybeder nede suçlanır. Ama
bi-limle uğraşıp, yıllarca eğitim alıp, bunun sonucunda dünya ve insanlık
hakkında aşkın bir tasavvura sahip olamamış ise suçlamak gerekir. (Age. s.82)

Gasset, bilimden çok kültür kavramını öne çıkarıyor.
Üniversitenin temel işlevi büyük kültürel disiplinleri öğretmektir yani şunları:
(Age. s.101)

1-) Dünyanın fiziki taslağını;

2-) İnsan türünün tarihi sürecini;

3-) Sosyal hayatın yapısı ve fonksi-yonunu;

4-) Evrenin taslağını (mahiyetini )

Peki üniversite bunlarla yetinebilir mi? Tabii ki hayır.
Kültürlü bireyler yetiştirmesi gereken üniversite aynı zamanda diğer nitelikleri
kazandırmakla yükümlüdür. İşi ütopikleştirmeden, gerçekçi bir tavırla ele almak
gerekir. Herkes bilim adamı, herkes bilim araştırmacısı olmayacağına; ama
herkesin de üniversite eğitimi görmek hakkı olduğuna göre, bu amaçlar şöyle
sırala-nabilir:

1- Üniversite en kesin anlamda, sıradan insana kültürlü bir
şahsiyet ve mesleğinin ideal bir üyesi olmayı öğreten kurum demektir.

2- Üniversite programında hiçbir sahte tavra müsamaha etmeden,
öğrenciden ne isteyebiliyorsa onu istemelidir.

3- Bu yüzden sıradan öğrencinin bilim adamı olacakmış gibi
yaparak zamanını israf etmekten kaçınmalıdır.

4- Kültürel disiplinler ve mesleki dersler en iyi pedagojinin
üzerine bina edilmiş rasyonel bir tarzda sunulmalıdır.

5- Öğretim görevlilerinin seçimi araştırmacı olarak kazandıkları
mevkiye değil, sentez yeteneklerine ve öğretmenlik maharetlerine dayanarak
yapılmalıdır.

6- Öğrenciden beklenenler nicelik ve nitelik yönünden en aza
indirildikten sonra, bu düzeye ulaşmayana esneklik tanınmamalıdır. (Age.
s,125-126)

Görülüyor ki, Gasset, belirli bir azınlığın ama gerçekten
yetenekli ve istekli bir azınlığın daha nitelikli yetişmeye aday olabileceğini;
göz önüne alarak, esas bunların kültür seviyelerinin yükseltilmesinin üzerinde
durmak gerektiğini düşündürüyor. Ona göre, "üniversite sadece bilim ya da meslek
kazanma yeri değildir, üniversitenin esas işlevi, kültür öğretimi ve çağın
ulaştığı hayati fikirler sistemini tesis etmek ve ortalama insanın kültür ve
fikir seviyesini yükseltmektir, yani üniversite olması gerekendir." (Age.s.129)

Dipnotlar

* Gasset bu tavırlarıyla seçkinci bir kişi olarak
algılanabilir. Ancak bu yanıltıcı bir sonuç olur. Çünkü O, kitlelerin yada
ortalama insanların seviyesinin yükseltilmesinden yanadır. Bu konuda yazmış
olduğu kitabı Kitlelerin İsyanı, hitabet yönünden öylesine başarılı olur ki, bir
çok Amerikan Halk Kütüphanesinde, "sıradan vatandaşı kültürel yetersizliğine
ikna etmeye teşebbüs eden eserler arasında en çok yıprananı haline gelir."
Gasset’in Türkçe olarak çıkan diğer bir kitabı Üniversitenin Misyonu, üniversite
öğrencilerine verdiği konferanslardan oluşuyor Haward Lee Nostrand’ın İngilizce
çevirisinden Türkçe’ye aktarılmış. Nostrand kitabın uzun ve detaylı girişinde
Gasset’in kişiliğinden ve politik şahsiyetinden bahsederken şunları yazıyor:
"..Gasset aynı zamanda inkar edilemez derecede mâhir bir politik şahsiyetti.
Ancak insanları eğitmeye olan temayülü kariyerine ve rakipleriyle uzlaşmasına ve
takipçilerini sevkine izin vermedi." Age., s.14. (Gasset’in kitapları, ülkemizin
sorunlarını da anlamakta yardımcı olabilecek niteliktedir. Nitekim Türk yayıncı
ve okuyucusu da bunun farkında olmalı ki, kitapları farklı yayıncılar tarafından
basılmakta ve talep görmektedir. Bu yazıda yazarın aynı adla birleşik Yayıncılak
tarafından gerçekleştirilen 1997 yılı basımından yararlanılmıştır.)