Cumhuriyet tarihimiz boyunca Milli Eğitim Bakanlığı görevini en
fazla yapmış olan (8 yıl) H. Ali Yücel 1897 yılında İstanbul’da doğdu. Birinci
Dünya Savaşı’nın başlamasından bir süre sonra (1925) Vefa İdadisi son sınıfta
olduğu sırada yedek subay olarak askere alındı. Bu savaşın bitiminden sonra
fakültede okumaya başladı.

Yüksek tahsiline Hukuk alanında başlamasına rağmen buradan
ayrılarak Edebiyat fakültesine geçti. 1921 yılında Edebiyat fakültesi felsefe
bölümünden mezun oldu. Mezuniyetten sonra İzmir ve İstanbul’da bir süre
öğretmenlik yaptı. 1927-30 yılları arasında bakanlık müfettişleri görevinde
bulundu. Öğrenci Müfettişi olarak Fransa’ya gönderildi. İki yıl (1930-32) bu
görevde kaldı.

Fransa dönüşünde Ankara Gazi Eğitim Enstitüsüne müdür olarak
atandı (1932). Kendi ifadesiyle 20 yıl sürecek olan siyasi hayatı bu tarihlerde
başladı, 1935 yılında İzmir milletvekili olarak meclise girdi. Üç yıl sonra da
(1938) Eğitim Bakanlığına atandı. Bu görevde kesintisiz olarak 1946 yılına kadar
kaldı. Başta Köy Enstitüleriyle ilgili olmak üzere, parti içi ve dışından gelen
sert eleştirilere karşı bakanlık görevinden (1946) istifa etti. 1950
seçimlerinde seçilemeyince siyasetten çekildi ve İstanbul’a yerleşti.

Aktif siyasetten çekildikten sonra beş yıl boyunca İş Bankası
Kültür Yayınlarını (1955-60) yönetti. Bu arada (1958) bir süre UNESCO Türkiye
Mali Komite üyeliği yaptı. 64 yaşında iken 1961 yılında vefat etti.

Eğitimci, şair, yazar ve siyaset adamı olan H. Ali Yücel her
fırsatta düşüncelerini, fikirlerini yazıya dökmüş ve bir çok eser meydana
getirmiştir. Bu eserlerin önsözünde yazı ve düşüncelerini dile getirirken samimi
olduğunu ısrarla belirtmiş, bazı eserlerinde de yanlış anlaşılmaktan korkmuştur.
Ona göre tahammülü en güç olan şey anlaşılamamak, ters ve yanlış anlaşılmak daha
da kötüsü "Ne kadar benzemezmişim bana ben?" dedirtecek kadar yanlış
anlaşılmaktır. Belki de kendisine yöneltilen tepkilerin farklı ve sert oluşu Onu
bu düşünceye sevketmiştir.

Atatürk’e ve Kemalizm’e dair ifrat derecedeki fikir ve yazıları,
İsmet İnönü’ye olan sadakati, çok kısa bir zamanda parlamasını sağlamış,
milletvekilliğinin üçüncü yılında bakanlığa atanarak uzun bir süre bu görevde
kalmıştır.

Pazartesi Konuşmaları (1937) adlı eserinde "Nutuk"u
kutsallaştırmıştır. "Kitabımız" başlığı altındaki makalesinde; "her içtimai
inanma sisteminin bir kitabı vardır. Bu kitap ona inananlarca kutsal tanınır.
Kemalizmin kitabı Nutuk’tur; Onu biz Türkler mukaddes tanırız… Yeni Türk
cemiyetinin her türlü hayat safhası ondaki prensiplere dayanır. Bu prensiplerin
nasıl var olduğunu bize nutuk öğretmektedir…" bu sözlerin devamında Mustafa
Kemal’in arması, Türk cumhuriyetçiliğinin levh-i mahfuzu olarak niteler.
Devamında "…bizim kutsal kitabımız olan Nutuk … Nutuk bizim kitabımızdır,
onun büyük sahibine inananların kitabıdır" derken; bu düşünceleriyle Kemalizmi
bir "din" Nutuk’u da onun kutsal kitabı olarak algılanmaya sebebiyet vereceğinin
ve bu yüzden eleştirileceğinin belki de farkında değildir (1936 s. 1-4).

Adı geçen eserin "Müsbet ilim, Müsbet kafa" başlıklı makalesinde
kendine göre müsbet ilim hakkında değerlendirmelerde bulunur. Ona göre ilmin
gereği beşerin vekasını Allahsız çalıştırmaktır… "İlim, itikat değil, hesap
ister… Tabiat üstünde ve tabiattan başka, her şeye hakim, semavi bir kuvvet
dünyayı döndürüyor; hastayı öldürüyor; insanları doyuruyor; çiçekleri
açtırıyor.; hayvanları yaşatıyor; şimendiferleri yürütüyor dediniz mi, ne hayat
ilmi, ne tıp, ne biyoloji ve ekonomi, ne botanik, ne zooloji, ne fizik, bunların
hiçbirisine lüzum kalmaz" (1936 s. 167-170).

Pazartesi Konuşmaları adlı eserinde hemen her konuda yazılmış
makaleleri yer almaktadır. "Kültür Meselesi" başlıklı makalesinde; İslamiyetle
birlikte tabiatçı olan Türk kültürünü bozduğunu, özgürlüğünü kaybettiğini iddia
eder. Türk inkılabının kendini yeniden buluş hareketi olduğunu belirtir (s.
187-192).

"Türkçe Roman" başlıklı makalesinde yazarlarımızın pek çoğunun
okuyucu kitlesine hitap etmediklerini, yazarların gerçek hayata
ilgisizliklerinin buna sebep olduğunu halka inmenin yazarı alçaltmayacağını
aksine yücelteceğini yazar (s. 118-121).

Dünden ve bugünden sevdiği yazar-şairleri şu şekilde açıklar:

Yunus’taki ilahi coşkuyu, Fuzulî’nin ızdıraplı şiirini
hayranlıkla sevmektedir. Hamit’in büyük şair olduğunu ifade eder. Fikret için;
daha çok görüp bilen birisi olsaydı, daha büyük bir şair olurdu der. Halit Ziya,
Halide Hanım, Reşat Nuri, Yakup Kadri sevdiği isimlerdir. Diğer sevdiği,
yazı-şiirlerini beğendiği kimseler; Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Faruk Nafiz, Yusuf
Ziya, Orhan Seyfi’dir. Necip Fazıl’ın "Kaldırımlar" şiiri hoşlandıkları
arasındadır (1931 s. 88-89).

Yılbaşı ve Noel Baba adlı makalesinde; yılbaşı geleneğinden çok
Avrupa kültürünü yansıttığını, çünkü bu dinin doğduğu Asya’da, soğuk iklimin
sembolü olan kürk ve külahın yerinin olmadığını belirtir. Noel Baba
taklitçiliğini eleştirerek bunun Türk kültüründe yerinin olamayacağını dile
getirir. Kamburu çıkmış, soğuktan donmamak için deriden elbiseler giymiş,
süpürge sakallı semboller bizde yoktur. Türk kültüründe Aydede vardır. Aydede
güler yüzlü, neşeli, elma yanaklı ve canlıdır. Türk çocukları, Noel Babalara
değil Aydedelere alıştırılmalarının gereği üzerinde durur (1936 s. 96-99).

Bakanlığının en önemli icraatlarının başında Köy Enstitüleri
gelir. Açılış tarihleri kanunun yayımından (1940) iki yıl sonradır. H. Ali
Yücel, 1936 tarihli bir makalesinde Osmanlı; köylüyü ezmekle, sadece köye almak
için gitmekle suçlar. Cumhuriyetin, köylüyü bu durumdan kurtardığını ifade eder.
Oysaki Köy Enstitüleri ile köylüye yeni bir angarya getirilir, okulların yapım
ve onarım işlerinde her yıl en az 20 gün çalışma mecburiyeti getirilir.

H. Ali Yücel için 1946 ve 1950 yılları önemli dönüm
noktalarıdır. 1946 yılında İnönü’nün desteğini çekmesi ve eleştirilerin
yoğunlaşmasıyla bakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı. Elli seçimlerinde
seçilemeyince de siyasetten tamamen çekilir. Bu tarihlerden sonra yazı ve
şiirlerinde önemli bir değişiklik göze çarpar. Özellikle 1950 yılından itibaren
dini muhtevalı yazılar yazmaya ve dini konular üzerinde daha hassas bir şekilde
durmaya başlar.

İyi Vatandaş, İyi İnsan (1956) adlı eserinde; ikinci dünya
savaşının insanlığa kaybettirdiği maddi değerlere karşılık manevi değerlerin
güçlendiğini, Bolşevik Rusyanın ve Komünizmin dahi bu bu değerleri yıkamadığını
yazar. Müsbet ilim ve teknikte ilerleyen toplumlarda manevi ilerlemenin de
olduğunu belirtir. Son yıllarda dini bağların gevşemediğini, aksine güçlendiğini
dile getirir. Bizde de çok partili hayatla birlikte demokrasi ve hürriyetteki
gelişmelerin manevi kıymetleri tekrar gündeme getirdiğini, ilahiyat fakülteleri
ve imam hatip okullarının açılışının bu ihtiyaçtan kaynaklandığını ifade eder
(s. 4-6).

İki şiirden oluşan “Allah Bir” adlı eserinde siyasi hayattan
sonraki dönemle ilgili olarak ilgi çekici mısralar yer alır. Kitabın önsözünde
insanlık tarihini, tüm devirlerde insanı Allah’ı aramasının hikayesi olarak
özetler ve tanımlar. “İyi Vatandaş İyi İnsan” eserinin önsözünde de “… günlük
ve geçici ikballerin parlak, fakat gözlerimizi oyan ve bizi kör eden aletler…”
olduğunu anlamış bulunduğunu, halbuki insan için en büyük nimetin görme olduğunu
ve özellikle de olanı olduğu gibi görmek olduğunu yazmıştı.

İmansızlık ile imanı ve inkarı karşılaştırdığı mısralarda
Allah’ın varlığını işaret eder:

İmansızlık bir ayrı îmân,
İnkâr ile sarsılar mı Ralmân?

Zâten, yoksan nedir bu inkâr?
İnkâr edenin içinde ikrar (s. 26).

Kur’ân-ı Kerim ve surelerini konu edindiği mısralarda Arapçası
üzerinde dururken;

Güçlük yoktur Arapçasında,
İdraki lâfızlar arasında (s. 36) diye belirtir.

İman ve Hürriyet arasında doğrudan irtibat olduğunu yazar.
Hürriyetsiz ne ibadetin ne de diyanetin olamayacağını, Allah’a bağlanan kullara
birden yolların açlıdığını, imana esaretin yakışmadığını, selametin hür olmada
olduğunu;

İslamiyet bu kurtuluştur,
Hürriyeti dinde bir buluştur.
Feyz aldım onun hakikatinden,
Kurtuldum esirlik âfetinden (s. 42-43) diye noktalar.

Mısralarında huzura vardığını, zulmetin bitip nura vardığını,
tevhide ermekle hür bir insan olduğunu, düştükten sonra sahte kaygılardan
sıyrıldığını, artık eski zamanları aramadığını, artık yükselişe meyli
kalmadığını;

Bıktım kula kulluk eylemekten,
Her hırsı çıkarmışım yürekten.
Bağsız kişiyim, bağımsız oldum;
Hürriyeti ben bu yolda buldum. mısralarıyla teyid eder.

Kendini hakka vermekle dertlerinin bittiğini gördüğünü
yazmıştır.

Bir tek dileğim sen oldun artık,
Mâşuk olayım diyor bu âşık.
Ancak sensiz dilimde zikrim,
Zikrimle bir oldu şimdi fikrim.

Tanrım, beni senden ayrı kılma;
Sensizlik içinde gayrı kılma.

Farklı yorumlara ve değerlendirmelere müsait bir hayat seyrini
yaşayan ve birçok eser bırakan H. Ali Yücel sadece bu özellikleriyle bile
akademik tezlere konu olabilecek bir mahiyettedir. Yaşam seyrinin üç bölümü
(siyasi hayattan önce, siyasi dönemi ve sonrası) de üzerinde durulmaya değerdir.