İslam Avrupa’daki tartışmaların odağında yer alıyor. Avrupa kimliği
bağlamında yapılan tartışmalarda ister istemez İslam da gündeme geliyor.
İslam’ın bu yaşlı kıtanın yeniden inşasında oynayacağı rol ve kazanacağı konum
sürekli tartışılıyor.

Şimdi çeşitli Avrupa ülkelerinde başörtüsüyle ilgili gelişmeleri incelemek
istiyoruz.

Fransa

Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet’le birlikte 9 Aralık 1905’de kilise ile devlet
arasında din devlet ayrımını esas alan kanun kabul edilmiştir. Bu ayrım sonucu
kilisenin sahip olduğu sivil otorite belediyelere intikal etmiş, dini nikahın
yerini resmi nikah almıştır. Kilise, evlenme ve boşanma gibi konulardaki
selahiyetlerini belediyeler lehine terketmiştir. Devlet dini alandan tamamen
ayrılmış ve dini hizmetleri finanse etmekten tamamen çekilmiştir. Üçüncü
Cumhuriyet, liselerde laik eğitimi empoze etmiştir. 28 Mart 1882’den itibaren de
liselerden din dersleri tamamen kaldırılmıştır. 1886’da liselerde papazların
yerine laik hocaların din dersi vermesi sağlanmış, din eğitimi ise özel
okulların ihtisasına bırakılmıştır. Devletin laik karakteri özel okullara ve
onların dini alanlarına yardım yapmayı bile yasaklamıştır.

Belirli bir din lehinde propaganda amacı taşımadıkça, dini sembol ve
kıyafetlerin giyilmesine de müsaade ediliyordu. Başörtüsü tartışmasının
gerisinde bu husus var. Yasakçılar başörtüsünün zımni propaganda amacını
taşıdığı görüşünü savunuyorlar. Onlarda bu, saplantı halini almış. Olayın bir
başka boyutu da Müslüman kızların spor derslerinin bir kısmını boykot etmeleri.
Özellikle mecburi olan yüzme dersine katılmak istememeleri.

Fransa’da eğitim toplumun değer yargılarına aldırmadan ilim öğretmek olarak
telakki ediliyor. Bu bağlamda başörtüsü buna mani bir dini kimlik ve aidiyet
olarak görülüyor. 19. yüzyılın laikçiliği kilisenin gölgesinden kurtulmayı
amaçlarken Chirac laikliği ise, Cumhuriyetin değerlerini korumayı amaç edinmiş
görünüyor. İslami kimliği cumhuriyetin değerlerine bir saldırı olarak
değerlendiriyorlar. Türkiye’deki bazı laik çevreler gibi başörtüsünü
Cumhuriyet’in ilkelerine bir başkaldırı ve meydan okuma olarak görüyorlar.

Fransa’da yeni teşekkül eden İslam Konseyi, okullardaki başörtüsü yasağı
konusunda sessiz kalıyor. Sol ve sağ bu yönde bir kanuna evet derken Le Pen’in
Milliyetçi Cephesi kanun konulmasına karşı çıkıyor. Bu meselede kanun arayışı
yasak lehinde gelişiyor. Fransa’da da Başbakan Raffarin, kanun olduğu görüşünü
savunuyor. Ancak bunun da hesap edilemez yan tesirleri var. Sözgelimi dindarları
yeraltına itebilir. Lille’deki gibi özel okullar furyasını hızlandırabilir.
İçişleri Bakanı Sarkozy bu okullara "tefrikaya medar okullar", yani bir manada
bölücü okullar gözüyle bakmaktadır. Bu durumda kontrol haricindeki okulların
"aşırılık yuva"ları haline geleceği endişesini taşıyanlar var.

6 milyona yakın Müslüman’ın yaşadığı Fransa’da başörtüsü meselesi ilk kez
1989’da ortaya çıktı. Creil kentinde Gabriel Hovez Koleji’nde okuyan 3 Faslı
öğrenci başörtülü olmaları nedeniyle okula alınmadı. Okul müdürünün, derslere
başörtülü girmenin "laikliğe ve devlet okullarının tarafsızlığına aykırı" olduğu
gerekçesiyle başlattığı yasak, kısa sürede ülke gündemine yerleşerek laiklik
tartışması haline geldi. Fransız medyasının da yön vermesiyle birlikte giderek
alevlenen tartışmalar dönemin, sosyalist hükümetini zor durumda bıraktı. Zor
anlar yaşayan Milli Eğitim Bakanı Lionel Jospin konuyu Danıştay’a (Conseil
d’Etat) havale etti. 27 Kasım 1989’da kararını bildiren Danıştay, başörtüsü
dahil küçük dini sembollerin açıkça başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde
öğrenciler tarafından takılmasının laiklik ve cumhuriyet ilkeleriyle
çelişmeyeceğine karar verdi. Danıştay söz konusu kararında, "baskı, provokasyon
ve propaganda" amaçlı durumların dışında "özgürlük" ilkesinin başkalarının
haklarına saygılı olmak şartıyla öğrencilere okullarda dini inançlarını ifade
edebilme ve yerine getirebilme hakkını verdiğini bildirmiştir. Danıştay kararı
konuya hukuki bir düzenleme getirerek tartışmaları bir nebze olsun dindirdi.
Fransız ilk öğretim okullarında isteyen Müslüman kızlar derslerine başörtülü
olarak girebiliyorlar. Fakat Danıştay kararındaki "başkalarını rahatsız
etmeyecek şekilde" kaydının düşülmesi, yorum farklarına neden oluyor. Bazı yorum
farklılıklarından dolayı, aynen Türkiye’de yaşandığı gibi bazı okullarda
yöneticilerin yasaklama taraftarı tavırlarını sürdürmeleri nedeniyle münferit
hadiseler hiç eksik olmuyor. Mahkemeye taşınan olayların tamamına yakınında,
öğrenciler Danıştay kararı referans gösterilerek haklı bulunuyor.

1994 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı François Bayrou’nun başörtüsünü hedef
alan, "dini semboller genelgesi" okul müdürlerinin yorumuna açık bir durum
ortaya çıkardı. Bu genelge, müdürleri keyiflerince ve dilediklerince yasak
getirmeye adeta teşvik etti. Genelgenin ardından okullarda yaşanan münferit
hadiseler bir dalga halini aldı. Tartışmaların alevlenmesi üzerine Milli Eğitim
Bakanlığı, Hanifi Şerifi’yi mağdur öğrenciler ve okul yöneticileri arasında
aracı olması için görevlendirdi. Görevlendirildiği tarihten itibaren yaşanan
münferit hadiselerin sayısının yarı yarıya azaldığını açıklayan Şerifi,
vakaların bıçak gibi kesilmesini, okul yöneticilerinin "konuyu" daha iyi
gözlemlemesine ve anlayışla yaklaşmasına bağlıyor. Devlet içinde meselenin çığ
gibi büyümesi meselenin yeniden üst düzeyde ele alınmasını bir nevi mecbur hale
getirdi. İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy, başörtüsü konusunda yeni bir kanunun
ülkedeki dinler savaşını yeniden kızıştıracağını söyleyerek mevcut yasanın
sertleştirilmesine karşı çıkmıştı. Ortada olmayan bir metin için gerilim
çıkarmanın ülkeye fayda sağlamayacağını ve zarar vereceğini açıklayarak duruma
el koyan Chirac, bakanları ve milletvekillerini sağduyulu olmaya davet etti.
Konuyu çözmek için de laiklik komisyonu kurulması talimatı verdi.

Başörtüsü nedeniyle Fransa laik köklerinden çözüm bulmaya çalışıyor. Bernard
Stasi’nin başkanlığında 20 üyeden müteşekkil Laiklik Komisyonu okullarda
başörtüsünün geleceğine dair çözüm üretmeye çalışı. Laiklik Komisyonu
görüşlerini açıklayan Fransa İslam Konseyi (CFCM) Başkanı Delil Ebubekir,
okullarda başörtüsü yasağı için yasa çıkartılmasına muhalefet ediyor. Bunu şık
ve uygun bulmuyor. Cezayir asıllı bir Müslüman olan Delil Ebubekir: "Müslümanlar
yaşadıkları ülkelerde yasalara saygı göstermeliler. Ancak Fransa’da başörtüsüyle
ilgili yasa yapılmasını arzu etmiyorum. Başörtüsü dini bir öğüttür. Ancak dini
siyasete çeken akımlar tarafından saptırılarak kullanılıyor" diyor. Başbakan
Jean-Pierre Raffarin, laikliği ve cumhuriyet değerlerini korumak için yasa
hazırladıklarını ve dinin gösterişe alet edilmesine izin vermeyeceklerini
söylüyor. İçişleri Bakanı Sarkozy ise, "aşırı dinci" imamları geri göndermek,
camileri kapatmak ve kökten dincilere vize vermeyerek, Fransa’ya sokmamakla
tehdit ediyor. Bunlardan bazıları fiilen de uygulanıyor. Özellikle Fransa ve
İtalya gibi ülkeler bazı göçmenleri ve "sivri" konuşan imamları geldikleri yere
geri gönderiyor. Görüldüğü gibi, Fransız yetkililer dini kıyafet yerine laik
üniformaya dönüşü savunuyorlar.

Halk ve Kiliseler Daha Hoşgörülü

BVA tarafından yapılan bir komuoyu yoklaması Fransız halkının % 68’inin Müslüman
kadınların başörtüsü takmalarının Hıristiyan haç işareti ve Yahudilerin kippa
giymelerinden farksız olduğu görüşünü taşıdıklarını ortaya koymuştur. Ankete
katılanların % 73’ü de başörtüsünün diğer dinlerin sembolleri gibi inancı
gösteren bir işaret olduğuna inandığını belirtmiştir. Almanya’da yapılan benzeri
bir anketten de aşağı yukarı aynı sonuçlar alınmıştı. Liselerin hilafına
Fransa’da üniversitelerde başörtüsüne dönük herhangi bir kısıtlama yaşanmıyor.
Liselerdeki gerilime bir çözüm ve çare bulabilmek için Lille kentindeki İbn-i
Rüşd Müslüman lisesi faaliyete geçti. Yasağın devamı halinde bu medrese veya
okul tarzının yaygınlaşabileceği söyleniyor. Bununla birlikte Sarkozy gibi
Fransız yetkililer bu modelin ayrımcı bir model olduğunu ve yaygınlaşması
halinde kontrol harici bir eğilime ve akıma dönüşebileceğini savunurlar.

Kilise ricali (clergy) genel anlamda Türkiye’nin AB’ye alınmasına soğuk yaklaşsa
bile dini özgürlükler konusunda, Müslümanlarla dayanışma içinde görünüyorlar.
Sözgelimi Fransa hükümetinin başörtüsünü yasaklama sinyallerine din adamlarından
itiraz ve tepki sesleri yükseliyor. Lourdes’ta toplanan Fransız piskoposlar,
başörtüsünü yasaklayacak bir kanuna karşı olduklarını samimi bir şekilde deklare
ettiler. Din adamları Fransa’nın herkesin dini inançlarının serbestçe
yaşayabileceği bir insan hakları ülkesi olduğunu belirttiler.

Başörtüsünü yasaklamanın sosyal barışa hizmet etmeyeceğine inandığını belirten
Lyon Piskoposu Kardinal Philippe Barbarin, "Fransa bir insan hakları ülkesidir.
Fakat aynı zamanda şiddetin kısa zamanda yayılabileceği patlamaya hazır bir
ülkedir. Eğer hükümet başörtüsü yasağını kanunlaştıracaksa ortaya çıkacak
risklere de katlanmalıdır" şeklinde görüş beyan etmiştir. Angouleme Piskoposu
Claude Dagens ise, okullarda dini sembollerin yasaklanmasını öngören bir kanunun
eski çatışmaları ve karşılıklı dışlamaları beraberinde getirebileceğine dikkat
çekiyor. Okullarda az sayıda yaşanan başörtüsü meselesini çözmek için hayali ve
genel bir İslam imajından hareket edilerek bir kanun yapmanın tehlikesine işaret
eden Lille Piskopos Yardımcısı Jean Luc Brunin de "yasakçı zihniyete devam
edersek sosyal bölünme artar" uyarısında bulunuyor.

İbn-i Rüşd Lisesi’nin sınırları içinde bulunduğu Lille Piskopos Yardımcısı
Brunin, İslam-Hıristiyanlık ilişkilerinin geleceği açısından endişeli olduğunu
belirtiyor. Brunin derhal İslam aleyhtarlığına ve nefretine son verilmesi
gerektiğini söylüyor. Aksi taktirde bundan cemiyet ahenginin yara alabileceğini
söylüyor. Fransa ve Batı’da Müslümanların köklü bir şekilde dinlerine
dönmelerinin iki kesimde de tedirginlik meydana getirdiğini belirtiyor. Birinci
kesim geleneksel haçlı kafasını aşamamış Batılılar; ikincisi de ılımlı Müslüman
olarak anılan gruplar. Şimdi mutaassıp Hıristiyan kesimlerin diyaloğa
inanmadıklarını ifade eden Brunin, Müslümanlarla Hıristiyanları birbirine
bağlayan zayıf bağların kopmak üzere olduğuna dikkat çekerek bunun çarelerinin
aranması gerektiğini belirtiyor. Brunin az da olsa kendilerini ümide sevkeden
gelişmelerin başında Ammar Asfar’ın kurmuş olduğu İbn-i Rüşd Lisesi ve burada
Hıristiyanlık tarihinin de okutulacak olmasını gösteriyor. Brunin’i en çok
rahatsız eden şey ise karşılıklı müsamahasızlıktır.

Brunin, Müslümanların bazı tavırlarından rahatsız olduğunu da saklamıyor. Bu,
bazı Müslümanların, Hıristiyanların Avrupa’da bittiklerine dair söyledikleri
sözlerdir. Bu yaklaşım, işbirliği yerine çatışma zeminini körüklüyor. Bununla
birlikte Hıristiyanlığın yaşlı kıtada gerilemesi rakamlara dayalı bir gerçek.
Ancak, dinin zayıflaması dünyevileşmenin daha da armasına zemin hazırlıyor. Le
Nouvel Obsevoteur dergisinin 22 Ekim 2003 tarihli sayısında Ursula Gauthier ve
Marie le Monnier’in ortaklaşa hazırladıkları "Kiliseler boş, gönülleri
aydınlatan ilahi çağrı azaldı, Tanrı zemin kaybediyor" başlıklı dosya,
insanların Pozitivizm, Materyalizm ve Kapitalizm’den bunalıp manevi boşluk içine
düştüklerini, bundan kurtulabilmek için de akıl dışı, irfan dışı alanlara
yöneldiklerini ortaya koyuyor. Her şeyi bilimle açıklama boyunduruğundan ve her
şeyi pazar ekonomisinin diktatörlüğüne teslim etmekten kurtulmak, tek kelimeyle
insanları bunaltan dünyaya anlam kazandırabilmek için "yeni tanrı" arayışlarının
başladığını ve Kilise’nin boşalttığı yeri, astrolojinin, falcılığın,
büyücülüğün, ilkel dinlerin, Budizmin, Şamanizmin ve Ezoterizmin doldurmaya
başladığını belirtiyor.1

Bu da gösteriyor ki, Kilise ancak İslamiyet’e tutunarak mevkiini muhafaza
edebilir ya da ayağa kalkabilir. Brunin Hıristiyan fanatiklere de sitem ederek
onların "toplumun İslam boyası ile boyanmasının önüne ancak, yeni bir haçlı
seferi ile geçebiliriz" dediklerini aktarıyor.2 Bu gafil Hıristiyan ve
Müslümanların günümüzde unuttukları gerçek şudur: Cepheleşme ve tezad zemin
kaybeden manevi dinamiklerde değil; manevi alanla dünyevileşme arasındadır.
Taraflar buna göre, hesaplarına yapmalı ve buna göre davranmalıdır.

Fransız piskoposlar doğrultusunda Fransız Rahibi Theophano başörtülü Müslüman
kızlara ve kadınlara destek vermiştir. Milli Gazete’nin gerçekleştirdiği
görüşmede: "Ben ne zaman bir başörtülü kadın görsem ‘işte o Müslüman’dır’
diyorum. Bana göre başörtüsü, Müslüman kadını diğer kadınlardan ayıran en önemli
hususiyettir. Başörtüsü takmaları onların inançlarına bağlılıklarını gösterir
ki, bana da saygı duyulmalıdır. Ben şahsen başörtülü Müslüman hemşerilerimi çok
seviyorum."3 Kilise ricalinin bu hoşgörüsüne rağmen, kimi Müslüman çevreler
başörtüsü yasağına şiddetle taraftar. Müslüman asıllı Fransız Kalkınma Bakanı
Tokya Seyfi, RTL Kanalı’nda yaptığı değerlendirmede başörtüsü yasağını
desteklediğini söylemiştir. Bunu dini kurallara karşı Cumhuriyet kurallarının
bir vecibesi ve gereği olarak değerlendirmiştir. Hatta yasakları eşitlemek için,
Davud yıldızının da haç’ın da yasak kapsamına alınmasını istemiştir. Bu da
jakoben Müslümanların veya ideolojik azınlık mensuplarının her yerde aynı
yaklaşımı sergilediklerini gösteriyor.

1990’lı yıllarda İran’dan kaçıp gelmiş bulunan Shahdrot Djafman, ganimet bilerek
50 sayfalık bir anti-başörtüsü bildirisi neşretmiştir. "Down Hicap/Kahrolsun
Hicap" adlı kitapçığını yazmıştır. Bu kitabı daha sonra bazı Türk kadınları
Türkçe’ye tercüme ederek dağıtmışlardır. Bernard Stasi Komisyonu, Eylül ayında
faaliyete başlamadan önce Shahdrot Djafman Fransız devlet okullarında
başörtüsünün kanunla yasaklanmasına şiddetle destek verdiğini ilan etmiştir.
Buna mukabil Dania Buzar ile Sagda Kada 300 sayfalık yine başörtüsüyle alakalı
olarak ortak bir kitap yazmışlar. Kitabın adı, "Biri Kapalı/Diğeri Değil", adını
taşıyor. Kitapta başı kapalı kadını temsil eden bu zat örtünmenin şahsi bir
tercih olduğunu ve kimsenin baskısının sözkonusu olmadığını söylüyor.4

Avrupa Fetva ve Araştırma Konseyi dini bir vecibe olan başörtüsü takma konusunda
kızların haklarına saygılı olunmasını istemiştir. Hatta Fransız Müslümanların en
liberallerinden olan Delil Ebubekir bile, yasak için kanun çıkarılmasına
muhalefet etmiştir. Lille Camii İmamı ve İbn Rüşd okulunun banisi Ammar Asfar da
kanuna karşı çıkanlar arasında yer almıştır. Ammar Asfar seküler aşırılığın
hiçbir uzlaşma zemini tanımadığını ve orta bir formüle uzak durduğuna dikkat
çekmiş ve kanundan önce de bazı okulların yasak uyguladığını hatırlatmıştır.
Tihami İbriz de kimi parti ve çevrelerin uzlaşma taraftarı olan İçişleri Bakanı
Nicolas Sarkozy’i sıkıştırdıklarını belirtmektedir. İbriz, başörtüsü yasağının
laikliğin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığını ifade eder. İbriz, Fransa’nın
ve bazı Avrupa ülkelerinin bu hususta Türkiye modelini izlemekten de endişe
ettiğini saklamamaktadır.5

Fransa’da Lila ve Alma Kardeşler

Fransa’da Lila ve Alma kardeşlerin başörtüsü mücadelesi önemli bir örnek
olmuştur. Fransız kardeşler başörtüleriyle gittikleri okulda, ilk önce uyarı
almışlar, ardından okulla ilişikleri kesilmiştir. Babalarının devreye girmesiyle
ilk uzaklaştırma kararı tashih edilmiş ancak, daha sonra re’sen Eğitim
Bakanlığı’nın devreye girmesi ve müdahalesiyle kızlar okuldan atılmıştır.

Ateist bir babanın çocukları olan bu kızlar, babalarıyla oldukça iyi anlaşırlar.
Kardeşlerin hukuk mücadelesinde babaları MRAP(Fransız Irkçılığa Karşı
Hareket)’ta avukat olarak çalışan Laurant Levy, duygularına şöyle anlatır: "Tek
arzum kızlarımın eğitimlerini diğer akranları gibi tamamlamaları. Olay
ayrımcılıktır. Bu kararın düzeltilmesi için her türlü üst mercie başvuracağım.
Kararın arkasında İslam fobisi ve nefreti var. Kızlarım İslamcı radikal değil.
İkisi de inandıkları için başörtüsü takma kararı aldılar. Bunun ardında
köktendinci amaç ve düşünceler aramak çok yanlış olur…"

(MRAP) adlı örgüt de bu kararı: "Laikliğin, zeka ve diyaloğun korkunç yenilgisi"
diye tavsif eder. MRAP Başkanı Mevlüd Aounit, "Biz başörtüsünü savunmuyoruz. Ama
bu İslam fobisinin güç kazandığının alametidir" diyor. Voltaire’in
memleketindeki bu hoşgörüsüzlük girdabına düşülmesine inanamayan baba Levy,
yasağı hem sağ ve hem de sol politikacıların savunmasına dikkat çeker. "Laiklik
ilkesinin amacı devletin tek bir dini, yani Katolikliği koruyarak, diğer dinlere
baskı uygulamak değildir. Laiklik, bireylerin din ve vicdan hürriyetini temin
etmenin yoludur. Resmi ateizmi savunmak değil" der.

Buna mukabil okul idaresi geri adım atmaz. Okuldan uzaklaştırılmalarını,
eğitimde laikliğin bir pratiği olarak yorumlar. Lisede eğitim danışmanlığı
yapmakta olan Remi Duloguin, kızları "militanlık"la suçlar. "Varlıkları,
başörtüsü takmaları okuldaki dengeleri altüst ediyordu. Fransa’da eğitim
laiktir. Okullarda muayyen bir kıyafet mecburiyeti var. Başörtüsü kim aksini
iddia ederse etsin dini bir boyuta sahiptir. Biz de bu yüzden kızların
okullarından uzaklaştırılmasına karar verdik" der. İnsan hakları Örgütü’nün
Başkanı Michel Tabyon ise, esas olanın kızların eğitimlerini tamamlamaları
olduğunu söyleyerek, "İnsanların kıyafetleri yüzünden okuldan atılmaları sadece
ve sadece daha kötü ve istenmeyen sonuçları ortaya çıkarır" der.

Bu olayla birlikte başörtüsü yasağına karar verebilmek için ve belki de yeni bir
kanuni düzenleme için Laiklik Komisyonu oluşturuldu. Bununla bu mesele ülkenin
gündeminin başköşesine oturdu. Okul yetkilileri başörtüsü takma biçiminin beden
eğitimi dersi açısından uygunsuz olduğunu ifade ettiler. Buna mukabil Henri
Wallon Lisesi tarih ve coğrafya öğretmeni Philippe Darrıulet, taraflara
"başörtüsü uzlaşması" önerdi. Bu öneriye göre, baş tamamen değil, kısmen
kapatılacak. Okul idaresine göre, diğerleri buna uyuyorlar ama Lila ve Alma
kardeşler bu karara direniyorlar.

Gazete haberlerine göre, Fransız okullarında yaklaşık 1250 başörtüsü vakası
bulunuyor. Bunlardan 20’si oldukça ileri aşamaya gelmiş durumda. Bunlardan
dördünde de kızların okullarıyla ilişiği kesilmiş bulunuyor.6 Kız kardeşlerden
Alma, başörtüsü pazarlığını red gerekçelerini şöyle izah ediyor:
"Kıyafetlerimizi biraz olsun değiştirmeyi göze aldık. Renkli fular dediler
kullandık, motifli kumaşlar kullanın dediler onu da yaptık. Ama daha da ileri
giderek bizden başörtüsünü saç diplerimiz ve kulak memelerimiz ve boynumuzu
açıkta bırakır şekilde örtmemizi istediler. Bu, başörtüsü takmamakla eş
anlamlıdır. Biz de direndik…"

Devlet, Lila ve Alma kardeşlerin reddettiği formülü "bandana usülü" olarak
tanımlıyor ve gelecekte okullarda bunu yaygınlaştırabileceğinin sinyallerini
veriyor. Sözgelimi İçişleri Bakanı Nicholas Sarkozy, okullarda "bandana" takmayı
bir çözüm yolu olarak görüyordu.

Fransa’da, başta Milli Meclis Başkanı Jean-Louis Debres olmak üzere bazı
parlamenterler, özel okulların da devlet okulları gibi kamu hizmeti gördüğünü
ileri sürerek kanunlaştırılacak yasağın onları da içine alması gerektiğini
savunmuşlardır. Buna karşılık, iktidar partisi UMI milletvekillerinin çoğunluğu,
özel okullara giden öğrencilerin dini aidiyetlerini açıkça sergileme hakkına
sahip olmaları gerektiğini ifade ederek, ‘yasak sadece Müslüman öğrenciler için
mi çıkarılacak?’ sorusunu yönelterek diğer dinlere mensup insanların da özel
okullarının bulunduğuna dikkat çekmişlerdir.7

Fransa’da bütün bunlar olurken, Marsilya Saint Mauront Katolik Okulu Müdürü Jean
Chamoux, Fransız devlet okullarına karşı daha hoşgörülü bir alternatif olarak
Müslüman çocuklarını okullarına kabul ettiklerini söylüyordu. Chamoux,
Avrupa’daki Müslümanlardaki değişiklikleri de şöyle anlatıyor: "İki dönem önce
(20 yıl) Müslüman liderler, Müslüman mezarlığı tahsisi, ibadet mahalli izni ve
Ramazan etkinliği ve başörtüsü takmak için müsaade alırlardı. Bu talepleri için
neredeyse bize yalvarırlardı. Şimdiki nesil ise değişti. Köprülerin altından çok
sular aktı. O babaların ve liderlerin çocukları şimdi rica ve minnetle iş
görmüyorlar; müsaade istemiyorlar. Adeta haklarını söke söke almaya
çalışıyorlar. Talep ediyorlar. Avrupa vatandaşı olarak dini özgürlüğün hakları
olduğunu düşünüyorlar ve bunu talep etmekten hiç gocunmuyorlar…" Bu ifade
İslâm’ın artık Avrupa’da içeriden bir değer halini aldığını ve yerleşik hale
geldiğini göstermektedir.

Almanya’daki Gelişmeler

Fransa’daki tartışmalara benzer tartışmalar Almanya’da da yaşandı. Almanya’da,
Anayasa Mahkemesi görünüşte özgürlükçü, özünde yasakçı bir karar aldı. Bu karara
göre, Müslüman öğretmenler sınıflarda başörtüsü takabileceklerdi. Aynı karar
içinde 16 eyaletin başörtüsü konusunda gerekli yasal düzenlemeyi hazırlamakta
serbest olduklarına da hüküm verildi.

Ancak bu durum özgürlüklerin sınırlandırılması için de bir zemin hazırladı.
Şimdi Almanya’da, Fransa’da olduğu gibi yasa hazırlamak istiyor. Bazı
eyaletlerde yasağı yasa ile kayıt altına almaya çalışsa da bazı eyaletler de
serbestlik eğilimi ağır basıyor. Bunlar, Hamburg, Saarland, Sachsen,
Sachsen-Anhalt, Thüringen, Mecklenburg-Varpomen, Nordrhein-Wastfalen,
Rheinland-Pfaiz eyaletleri. Konunun eyalet meclislerine taşınması, şu anda
görevde bulunan ve başörtüsüyle ders veren bayan öğretmenler tarafından büyük
bir tepkiyle karşılanırken, konuya baştan beri karşı olanlar da seviniyorlar.

Derste başörtüsü takmak istediği için 1999 yılında Baden-Würtemberg Eyaleti’nde
devlet okulu öğretmenliğine kabul edilmeyen Afgan kökenli Alman öğretmen Ferişta
Ludin, İdari Mahkeme’de açtığı davayı kaybetmiş, ardından dini özgürlüklerinin
kısıtlandığı teziyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Federal Anayasa Mahkemesi
de Ludin’in itirazını değerlendirerek, başörtüsü takmanın ders vermeyi
engellemediği kararına varmıştı. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin bu lehteki kararı
Baden-Würtemberg eyaleti yerel meclisinin çıkardığı bir yasa ile yasak lehinde
bozulmuştur. Baden-Wartemberg eyaletinde 5 yıldan bu yana hukuk mücadelesi veren
Ludin, bu arada Berlin İslam Federasyonu tarafından ders verilen bir okulda
görev yapmaya başlamıştı.

Karlsruhe kentinde bulunan Federal Anayasa Mahkemesi’nin, Baden-Warttember
eyaletinde başörtüsünü yasaklayan bir kanun olmadığı gerekçesiyle Afgan kökenli
Alman vatandaşı Fereşta Ludin’in başörtüsüyle okulda çalışmasına 24 Eylül’de
izin verdi. Bilahare Baden-Württemberg eyaletinin Hıristiyan Demokrat Birlik
Partili (CDU) Eğitim ve Kültür Bakanı Anette Schavan tarafından hazırlanan, kamu
kuruluşlarında ve okullarda öğretmenlere başörtüsü yasa tasarısı 11 Kasım 2003
tarihinde eyalet meclisinde yapılan oylamada kabul edildi. Baden-Württemberg
Eyaleti Başbakanı Erwin Teufel (CDU) Stuttgart kentinde yaptığı açıklamada,
yasanın amacının siyasi bir işaret/sembol olarak algılanabilecek nesnelerin
yasaklanması olduğunu söylemiştir. Okullarda öğretmenlerin başörtüsü
taşımalarını yasaklayan; ancak Hıristiyan sembollerin bulundurulmasına izin
verilen yasa, tarafsızlık ilkesini ayaklar altında çiğnediği gerekçesiyle
tepkiye neden oldu.

Almanya’da bazı eyaletlerde rahibeler çarşafları ile devlet okullarında ders
verebiliyorlar. Sınıflarda da Hz. İsa’nın çarmıha gerilmiş resimleri asılı.8
Bayern eyaletinde sınıflarda haç asılı. Der Spiegel’in de temas ettiği gibi,
Almanya’da kilise vergisini devlet topluyor ve bunları Kilise’ye aktarıyor.
Devlet ricali, "Allah’ın inayetiyle" diyerek göreve başlama yemini yapıyor.
Almanya Şansölyesi Schröder deist olmasına rağmen, o da görevine başlarken
‘Allah’ın adıyla’ diye başlamıştır. Federal İçişleri Bakanı Otto Schily, eyalet
parlamentolarına çağrıda bulundu ve yeni kanun yapılırken dinlere eşit
davranılmasını istedi. Çağrının anlamı şu: Rahibeler çarşafla ders verdiğine
göre Müslüman öğretmenler de vermelidir; aksi taktirde, bu ülke laik bir ülke
olmaktan çıkar ve Hıristiyanlığın uygulandığı bir ülke haline gelir. Eyaletler
farklı yasalar çıkarırsa konu yine Anayasa Mahkemesi’ne intikal edecektir.
Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily’nin yaklaşımı da esasen Fransa İçişleri
Bakanı Nicolas Sarkozy’nin yaklaşımından pek farklı değildir.

Kendisinin Katolik kökenli olduğunu söyleyen ve İranlı bir bayanla evlendiği
bilinen Alman Dışişleri Bakanı Jorga Fischer de başörtüsünün tehdit olarak
algılanmasını doğru bulmadığını söylemiştir.

"Türkiye Laikliği Bizi Bağlamaz"

Bütün bunlar olurken, Alman hükümetinin göç, mülteci ve uyum sorumlusu
Marieluise Beck, okullarda başörtüsü yasağının yanlış bir uygulama olacağını
söylemiştir. Beck Berlin’de 15 Ekim 2003 tarihinde Berlin eyaletinin göç ve uyum
sorumlusu Günter Piening ve eyaletin eski yabancılar danışmanı Barbara John ile
birlikte başörtüsü konusunda basının karşısına çıkarak, "Burada Türkiye’deki
laikliği tartışmıyoruz, ülkemizdeki yaşayan Müslümanlar için yasaların
çerçevesinde neler yapabileceğimizi düşünmemiz lazım. Bende kapanılmasını
sevmiyorum, ancak başörtüsü yasağı yanlış sinyal olacaktır. Başörtüsünü
yasaklayarak, Müslümanları dışlamış oluruz.’ demiştir. Birçok kişinin ‘yasa
olmadan yasak olmaz, o halde yasak çıkartarak yasaklayalım’ dediklerini
hatırlatan Beck, burada din özgürlüğünün gözardı edildiğini, yasak yerine
ülkedeki farklı dinlerle nasıl münasebet kurulabileceğinin araştırılması
gerektiğini savunuyor. Başörtüsü tabii hukukun gereği olarak serbest olmalıdır.
Dolayısıyla serbestlik için yasa getirilmesi bile zaittir. Başörtüsünün birçok
kişi tarafından ‘köktendincilik’, ‘terörizm’ ve ‘kadınların baskı altına
alınmasının aracı’ yaftalarıyla anıldığını ve eş tutulduğunu kaydeden Beck:
"Bazı Müslüman kadınlar başörtüsü taşımak için zorlanırken birçoğu da özellikle
kimliklerini önplana çıkarmak amacıyla kendi isteğiyle başörtüsü taşıyor.
Özellikle 2. ve 3. kuşak Müslüman nesiller, artık Müslüman olduklarını gizlemek
istemiyorlar’ ifadesini kullanıyor. Aslında bu Lille piskopos Yardımcısı
Brunin’in teşhisiyle aynı istikamette seyrediyor.9

Beck, hoşgörülü demokratik bir toplum olarak, diğer din ve kültürlerden gelen
insanlarla diyalog aramak yerine, bunların dışlanmalarına izin vermeyeceklerini
söyler. Berlin eyaleti uyum ve göç sorumlusu Piening ise, başörtüsü takan bir
kadının köktendinci olarak görülmesinin yanlışlığına temas ediyor. Devamla,
"Bunu böyle görenler İslamiyet’i genel olarak anayasa düşmanı bir din olarak
kabul etmektedirler" diyor. Berlin’de 220 bin Müslümanın yaşadığına dikkat çeken
Piening, bu nedenle başörtüsü meselesinin Berlin açısından hayati ehemmiyete
haiz olduğuna işaret ediyor. Piening, "Okullarda tarafsızlık ilkesine uyulacak
olursa, kiliseler de din dersi vermemeli. Bu da bir yarar sağlamayacağı için,
diğer din ve kültürlere barışçı şekilde birarada yaşamanın yollarını aramalıyız"
diyor.

Diğer Avrupa Ülkelerindeki
Gelişmeler

Anglikanlığın resmi mezhep olduğu İngiltere’de okullarda ve resmi dairelerde
başörtüsü takmayı yasaklayan herhangi bir kanun bulunmuyor. Üniversitelerde
Müslüman öğrenciler için mescid de açılıyor. Ancak, 11 Eylül’den sonra
İngiltere’de din özgürlüğü konusu çıkmaza girdi. İnanç gruplarının okullarına
daha fazla serbesti konusunda, İşçi Partili bir milletvekili Tony Wright, "11
Eylül öncesinde kötü bir fikir gibi gözüküyordu, şimdi ise delice bir fikir"
demişti.10 Dahası, Müslümanlar açısında en rahat ülke sayılan İngiltere’de bile
yasal engellerin olmadığı yerde kültürel önyargılar, toplumsal engeller sık sık
devreye giriyor, Aisa Khan takma adıyla yazan Müslüman bir Britanyalı, ‘Başınız
örtülü ise iş bulamayacağınız için, başörtünüzü çantanıza tıkmak zorundasınız’
diyor.11

Önemli bir olay da İtalya’da meydana gelir. İtalyan Müslümanları Birliği Başkanı
Adil Smith, Avrupa’da dinler arasında çifte standart uygulandığını iddia ediyor.
Smith 1987 yılında Katoliklikten ayrılarak İslam’a girmiş ve bilahare
Hıristiyanlara karşı iki kitap kaleme almıştır. Smith girdiği polemiklerle
dikkat çeken bir kişidir. Bir canlı TV programında, dışarıdan gelen bir grup
izleyici Adil Smith’e stüdyoda saldırmıştır. Adil Smith, oğlunun din özgürlüğünü
kısıtladığı gerekçesiyle, sınıfında asılı duran haç’ın indirilmesi için
mahkemeye başvurmuştur. Mahalli bir yargıç başvuruyu haklı bularak haç’ın
sınıftan kaldırılmasına karar vermiştir. Ancak hükümet ve İtalyan halkı bu
karara karşı çıkmışlardır.

İtalyan halkının ülkelerinin Katolik inancı ve değerleri üzerine müesses
olduğunu savunmaları üzerine Adil Smith, İtalya’da tarihi Katolik
fundamentalizminin yeniden hortladığını ileri sürmüştür. İtalyan İçişleri Bakanı
Pisanu, haç’ın 2000 yıllık dini bir sembol olduğunu söyleyerek haç asılmasının
yanında yer almıştı. Bütün bu tepkilerden sonra, re’sen tashih-i karara yoluna
gidilmiştir.

Liberalizmin anavatanı Hollanda’da da başörtüsüne sıcak bakan ve hatta dini
sembollerin kamusal alanda yaşatılmasını güvenceye alan Avrupa ülkelerinden
birisi. Kantonlardan oluşan İsviçre’de de sadece Cenevre kantonu, ilkokul
öğretmenlerinin okulda dini sembol taşımasını yasaklıyor. Belçika’da Flemenk
bölgeleri Hollanda’yı; Fransız bölgeleri ise Fransa’yı izliyor.

İskandinav ülkelerinde Müslümanlar herhangi bir yasakla karşılaşmadığı gibi özel
ve kamusal kuruluşlar başörtülü çalışanları için, üzerinde logo bulunan
başörtüler imal ediyorlar. Danimarka’da da ordu yetkilileri: "Askerlerimizden
isteyenler başörtüsü takabilir’ şeklinde açıklamalar yapıyorlar. Bunun tek
istisnası "burka" takılması. Halen Pakistan ve Yukarı Mısır’ın (Said bölgesi)
bazı bölgelerinde istimal edilen burka, bazı İskandinav ülkelerinde sorun oldu.

19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarına kadar en liberal İslam cemiyetlerinden
olan Bosna’da bile vaktiyle kullanılan burka meselesi bugün dışlanan bir kıyafet
olmuştur. Bugün durum oldukça farklıdır. Burka değil, diğer "light" olarak
tanımlanabilecek kıyafetler bile bazı ülkelerde kamusal alanlarda yasak
kapsamına girmektedir. Durumun ciddiyeti bu merhalede iken Müslüman kökenli bazı
kız öğrenciler, hoşgörüsüzlük ortamında döneme göre kışkırtıcı addedilen burka
ile okula devam etmek istiyorlar. Bu sınırları zorlamak olarak da görülebiliyor.
İsveç’te böyle bir vaka yaşanmıştır. Göteborg’da iki Somalili kız Burfardens
Lisesi’ne burkalarıyla devam etmek isteyince okulla sorun yaşamışlardır. Okul
müdürü Staffan Hallström, yüzlerin görülmesi gerekli olduğunu belirtiyor.

Aslında Mısır gibi ülkelerde de burka da ısrar edenler için benzeri yöntemler
uygulanıyor. En azından yüzün görünmesi isteniyor. Upsala Nya Tidningen
gazetesinde bu konuyla alakalı şöyle bir yorum yer alıyor: "İsveç’te din
özgürlüğü anayasanın teminatı altındadır. Ancak burka kullanılması İslam dininde
de mecbur değildir. Kültürel bir gelenektir. Bu durumda, okulun öğrencilerini,
yüzlerini göstermeye zorlaması halinde anayasanın ihlal edildiği ileri
sürülemez. Müslüman öğrenciler başörtüsü veya şal kullanarak saçlarının bir
kısmını veya hepsini örtmesi aynı şey değildir. Çünkü bu gelenek, kültürel
bakımdan daha çok yaygındır. İslamiyet belirli bir kıyafet öneren ve gerekli
gören tek din değildir…"

Yunanistan’da da başörtüsü hiç problem değildir. Bunda dindarlık geleneğinin
güçlü olmasının ve Ortodoks kıyafetlerinin Müslümanların kıyafetine benzemesinin
de rolü vardır. İspanya’nın durumu ise Hollanda ve Belçika gibidir. Yasakta başı
çeken ülkeler ise ne yazık ki Katolik geleneğin güçlü olduğu ülkelerdir; İtalya,
Almanya ve Fransa gibi.

Son zamanlarda ilgi çeken konulardan birisi de AB’nin başörtüsü yasağına karşı
takındığı lakayt tutumdur. En küçük ayrıntıyı bile gözden kaçırmayan AB raporu,
başörtüsü yasağından bir tek satırla bile bahsetmemiştir. Rapor için önce
"objektif" değerlendirmesinde bulunan Abdullah Gül, daha başörtüsü konusunun
"unutulan bir eksiklik" olduğunu söylemiştir.12

Sonuç

Buraya kadar yazdıklarımızdan anlaşıldığı gibi, başörtüsü tartışmaları sadece
bize münhasır bir tartışma değildir. Bütün Avrupa’da, özellikle de Fransa ve
Almanya’da yapılıyor. Avrupa’daki gelişmeler Türkiye’yi de etkiliyor. Ancak,
Avrupa’da başörtüsü serbestliği olduğu zaman yeterince gözlenmediği halde çıkan
yasak kararına hemen sahip çıkılıyor. Bu faaliyeti en çok yapanlardan birisi de
konuyu siyasete alet eden CHP’dir. Son zamanlarda Avrupa’da başörtüsü aleyhine
çıkan bazı kararlardan sonra, CHP’li İnal Batu bir açıklama yaparak,
başörtüsünün bir simge olarak Avrupa’da kullanılmasına izin verilmediğini
belirterek, bizde de izin verilmemesi gerektiğini savunmuştur. Halbuki, temel
hak ve hürriyetler insanın doğuştan getirdiği evrensel haklardır. Bütün dünya da
karşı çıksa, bu haklara sahip çıkmak bütün demokrat kişilerin görevidir.

Dipnotlar

1. Bekir Karlığa, "Kilise’nin sarsılan prestiji", Dünden Bugüne Tercüman, 13
Kasım 2003.

2. El Kuds el Arabi gazetesi, 30/10/2003.

3. Yeni Asya International, 14-20 Kasım 2003.

4. A Secularist view of Hicab in the French Press-Hadi Yahmed, IOL, 12/10/2003.

5. What if hicab ıs Banned in France, IOL, 12/102003.

6. El Kuds el Arabi gazetesi, 22/11/2003.

7. Zaman gazetesi, 15 Ekim 2003.

8. Der Spiegel, 29/09/2003.

9. Mine Kırıkkanat, Milliyet, 30/11/2003.

10. The Guardian, 8 Ocak 2002

11. The Guardian, 18 Haziran 2002

12. AB Raporu’nda türban yasağı yok, Sedat Ergin, Hürriyet, 7 Kasım 2003.