—Moda, Reklam, Medya Üçgeni—

Giriş

Türkiye’de kadın kıyafetinde "modernleşme süreci" ve medyanın buna etkisini
incelemek aslında, pek çok başka faktörün de yer almasını gerektiren bir
çalışmayla mümkün görünmektedir.

İncelenen konuyu sadece kadın kıyafetlerindeki değişim ve medyayla sınırlamak
pek çok hususun eksik kalması anlamını taşır. Konunun sosyolojik, tarihsel
boyutunun yanında, sosyo-psikolojik, siyasi ve teolojik yönleri de incelenmeye
muhtaçtır. Modernleşme, cinsellik, reklam, moda, feminizm, kadın hakları ve
iktidar kavramları kadın kıyafeti bağlamında başlı başına incelenmeye değer
konulardır.

Bu çalışmanın sınırlı makale boyutu içinde, konunun medyayla bağlantılı yönü
incelenmeye çalışılmış, bu arada tarihsel sürece de Türkiye bağlamında genel
olarak değinilmiştir. Yukarıdaki başlıkta kastedileni; kadın kıyafetinde ve
kadının toplumsal hayatın her alanında daha çok yer alması yönündeki modernizm
eğiliminin günümüzde geldiği nokta ve bunda medyanın etkisi olarak
ifadelendirebiliriz.

Modernizmi bir ideoloji ya da tarihi süreç içinde bir vakıa olarak gören çeşitli
yaklaşımlar bulunmaktadır. Kavramın bir tanımını yapmak kolay olmamakla
birlikte, modernizmin en önemli parametresinin Rönesans ve Aydınlanma sonrası
Avrupa’da başlayan ve Fransız Devrimiyle siyasal alana da yansıyan, dinin
etkisinin başta kamusal alan olmak üzere her alanda en aza indirilerek, sonuçta
tamamen ortadan kaldırılması ve hayatın her alanındaki sekülerleşme/dünyevileşme
eğilimi olduğu söylenebilir. Bu makalede de bu boyutuyla kullanılmıştır.

Meselenin sosyolojik boyutuna bakıldığında kıyafet sorununun dini yönünün
yanında, tarihin her döneminde sınıfsal yönünün de daima var olduğu gerçeği
karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda kıyafet ait olunan sınıfın bir statü
göstergesi olarak önemini tarihin her döneminde muhafaza etmiştir. Toplumlarda
üst sınıf, alt sınıftan daima farklı kıyafet ve sembollerle kendini ifade etmiş,
zaman geçtikçe bir dönem üst sınıfa has kıyafetler bir dönem sonra alt
sınıfların kıyafeti haline gelebilmiştir. Ortaçağ’da tenin bronzlaşması güneş
altında çalışan köylülerden dolayı alt sınıfa has bir simge olarak görülürdü.
Avrupa’da soylular yüzlerini pudralarla beyazlatarak farklılıklarını ortaya
koymaya çalışırlardı. Modern dünyada, tenin beyazlığı alt sınıfa mensup olmanın
göstergesi haline gelmiş ve bu nedenle insanlar plajlara gidemediklerinde
solaryumlarda bronzlaşmak için çabalamışlardır.

İslam dünyasında, kadınlar tarafından, cariyelere, yani kadın kölelere has olan
açıklığa karşı, kapanma dini gerekçelerin yanında, aynı zamanda hür olmanın bir
göstergesi olarak görülmüştür. Hatta çarşafın yaygınlaşmasının, kadınların
cariyelerden farkını ortaya koymanın bir göstergesi olarak ortaya çıktığı iddia
edilmiştir. Modern dönemde ise tam tersi, tarih içinde kölelere ve cariyelere
has açık kıyafetler, modernliğin ve çağdaşlığın simgesi haline getirilmiştir. Bu
zayıf olanın güçlü olanı taklit etmesi olarak da ifade edilebilir. Mesela,
Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu 17. asırda sarık, Fransız sosyetesinde
türban olarak moda olurken, 19. asırdan sonra durum tam tersine dönerek Batı
kıyafetleri Osmanlı’da moda haline gelmiştir.

20. yüzyılın başına kadar kadınların kıyafetinde eğilim hangi inançtan olursa
olsun kapanma, yani tesettür yönünde olmuştur. Kadın kıyafetlerindeki açılma
eğilimi, dinin kamusal alanda etkisini yitirmeye başladığı, gelişen teknolojinin
de etkisiyle gazete, televizyon ve sinema gibi kitle iletişim araçlarının
etkinliğinin daha çok arttığı 20. yüzyıla has bir olgudur; kitle iletişim
araçlarının teşviki ve yönlendirmesiyle, yavaş ancak geri dönülemez bir biçimde
gerçekleşmiştir. Plaj kıyafetlerinin dünyadaki evrimi incelendiğinde bu çok net
olarak görülmektedir.

1. Medyanın Modernleşme Sürecine Etkisi

Kitle iletişim araçlarını öncüsü olan gazetenin 17. yüzyılda ortaya çıkışından
itibaren toplumsal değişimi hızlandırmada çok etkili olduğu görülmektedir.
Ancak, medya asıl gücüne gelişen teknolojinin de etkisiyle daha çok 20. yüzyılda
ulaşmıştır. Kitle iletişim araçları kapitalizmin gelişimine paralel bir gelişme
göstermiş ve ilk gazete Batı Avrupa’da gelişen ticari ilişkilerin sonucunda
ortaya çıkmıştır. Ticaretin gelişmesi, habere olan ihtiyacı artırmış, bu da
zamanla basının etkili bir güç haline gelmesine sebep olmuştur.

Reklam, moda ve tüketim kültürü bağlamında düşünüldüğünde medyanın bizatihi
kendisi hem modernleşmenin bir ürünü, hem de modernleşmeyi hızlandırıcı bir
unsur olduğu görülmektedir. Kitle iletişim araçlarının toplumları etkilemedeki,
hayat tarzı ve kültürel yapıyı değiştirmedeki gücü muazzamdır. Bu açıdan kadın
kıyafetindeki modernleşmeye etkisi göz ardı edilemeyecek derecede önemlidir.

1.1. Medyanın Etkileme Gücü

19. asrın ikinci yarısında, telgrafın icadıyla birlikte çok uzaklardaki
haberleri alabilme ve gazete vasıtasıyla geniş kitlelere iletebilme imkânı, 20.
asrın başında radyonun insan hayatına girmesiyle haber ve bilginin çok geniş bir
alana, küresel seviyede nakledilebilmesi imkânını getirmiştir. 1950’li yıllardan
itibaren yaygınlaşmaya başlayan televizyon ise kısa sürede radyonun pabucunun
dama atılmasına sebep olmuştur. Çünkü televizyon, sesin yanına görüntüyü de
ekleyerek etkiyi bir kaç kat daha arttırmıştır.

1980’lerden sonra uydu yayıncılığının gelişmesiyle, dünyanın her tarafına yayın
yapabilen televizyonlar, coğrafi ve siyasal sınırları da ortadan kaldırmıştır.
Bu gelişmelere asrın sonuna doğru hızla gelişen ve yaygınlaşan kişisel
bilgisayar ve internet şebekelerini de katarsak küresel çapta bir iletişim
çağını yaşamakta olduğumuz görülmektedir.1 Bediüzzaman’ın daha asrın
başlarında kullandığı tabirle, bütün dünya artık küçük bir köy hükmüne geçmiş
durumdadır.I

Toplumlar üzerindeki büyük etkisi sebebiyle, medya etkileri iletişimin önemli
tartışma konularından birini teşkil etmektedir. Kitle iletişim araçları ya da
kısa adıyla medyanın (medya, kitle iletişim aracının İngilizcesi olan ‘mass
medya’nın kısaltılmış şeklidir) toplumlar üzerindeki etkilerinin hangi
süreçlerden geçerek ne şekilde gerçekleştiği ve sonuçları konusunda çeşitli
görüşler ortaya atılmıştır.

Medyanın etkileri incelenirken, öncelikle işlevlerine göz atmak gerekmektedir.
Harold Lasswel ve Charles Wright medyanın toplum içindeki rolünü ciddi olarak
değerlendiren araştırmacılardandır. Lasswell, kitlesel medyanın üç işlevini
belirtir; "Çevre gözetimi, toplumun çeşitli kesimlerinin çevreyle olan
tepkilerinde ilişki içinde olmaları, sosyal mirası bir kuşaktan bir kuşağa
aktarmak." Bu üç işleve Wright bir dördüncü olan "eğlendirmeyi" de katar.

Çevre gözetimi medyanın ilk işlevidir, "bilgilendirir ve haber sağlar". İkinci
işlev olan ilişkilendirme, çevreye ilişkin "bilgilerin seçimi ve
yorumlanmasıdır". Medya genellikle "eleştiriyi içerir ve kişinin olaylara karşı
nasıl tepki göstermesi gerektiğini" belirtir. Bu yüzden ilişkilendirme, medyanın
editöryal ve propaganda kısmıdır. Kültür ileticisi olarak medya, "bilginin,
değerlerin ve toplumsal kuralların bir kuşaktan diğerine ya da toplumun
bireylerinden, topluma yeni katılanlara iletilmesi" işlevini görür. Bu yolla
medya, genel deneyimin tabanını geliştirerek sosyal birlikteliği artırıcı bir
hizmet görür. Ayrıca, medya okul öncesi yılların başında olduğu kadar eğitim
sürecinin bitiminden sonra da kişileri "sosyalleştirme" yoluyla toplumla
birleştirmeye yardım eder. Medyadaki eğlendirici, öğeler, günlük hayatın
sorunlarından kurtulma ve boş zamanları doldurma işlevi görür.2

Medyanın önemli işlevlerinden biri olan kültür sunumu, kültürel ve sanatsal
değerlerin korunması ve bu alanda çoğulculuğu sağlama, bu değerleri diğer
toplumlara ve nesillere aktarma amacı güder. Liberal medya kuramındaki temel
düşünce ise, serbest pazarda özgür bireylerin seçiminde serbest rekabetin işin
içine girmesine izin verilmesi gerekliliğini öne sürer. Kültür ürünleri de bu
serbest pazar mantığı içendeki yerini almalıdır. Kültürün iletilmesinin ve
korunmasının en önemli araçlarından biri olan medyanın ticarileşmesi doğal
olarak, kültürün de ticarileşmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

Bu durum yaklaşık olarak şu sözcüklerle ifade edilebilir: "Bırakın insanlar
istediklerini düşünsünler. Bırakın özgürce seçsinler. Onların sağduyularına
güvenelim. Kültürel bir ürün için uygulanacak tek yaptırım pazardaki başarısı
veya başarısızlığı olmalıdır."3

Bu durumda medya kültürel işlevini genellikle medya egemenlerinin çıkarları
doğrultusunda, tüketim kültürünü yaygınlaştıran yozlaşmış ve dejenere
yayınlardan yana yapmaktadır. Son dönemde televizyon bu dejenerasyonda en etkili
medya aracı olarak görülmektedir.

Toplumun, televizyon yayınlarından etkilenmesi dolaylı ya da dolaysız yollarla
olabilir: Birçok insan televizyon izlerken, ondan nasıl etkileneceğini bilemez.
Televizyondan en çok etkilenen grupların başında da kadınlar gelmektedir. Çünkü,
hem boş zamana sahip olmak, hem de tüketim eğilimi açısından çocuklarla birlikte
kadınlar etkiye en açık grubu oluşturmaktadır.

Günümüzün çalışmayan kadınları için televizyon tek arkadaş, tek dosttur.
Televizyonun gündüz yayınlarına başlaması ve kadınlara yönelik programlarının
artmasıyla birlikte kadınların ilgisi ve zamanı kullanma eğilimleri büyük ölçüde
televizyon yönünde değişmiştir. Kadınların, televizyon izlemeye fazlaca zaman
ayırmaları ve onu yakın bir arkadaş gibi benimsemeleri nedeniyle televizyon,
kadının duygu ve düşünce dünyasını düzenleyen değer yargılarını değiştiren,
yaşama biçimini yeniden belirleyen etkiler yapmaktadır.4

1.2. Kültürel Hayatın Metalaşması ve Tüketim Kültürünün Yaygınlaştırılması

Ayrıca tümüyle maddi ögelerle (ürün, hizmet vb.) açıklanması mümkün olmayan
kültürün, değişim değeri esasında işlem göreceği konusu önem taşımaktadır. Çok
özel ve kişisel de olsa her türlü ürünün piyasa değerini tespit etmek mümkün
olabilir; ancak, zevklerin, ilgilerin, duyguların, inançların, sanatın,
ideolojinin vb. piyasa değerini tespit etmek mümkün değildir. Temelde maddi
olmayan, maddi olmadığı için de bilimsel olarak piyasaya sürülmesi de mümkün
olmayan anlamlandırma haritalarını piyasaya sunmak mümkün değildir. Oysa, modern
kapitalist toplumda her şeyin ama her şeyin bir şekilde piyasa sirkülasyonundan
geçtiği bilinen bir olgudur. Genel olarak kültürel üretim piyasaya dönüktür.
Üretimin ilk ve asıl hedefi kârdır. Rekabet şartına bağlı olarak ürün
çeşitlenir. Farklı sunum ve satış yolları bulunur. Her türlü müşteri (tüketici)
ihtiyacını karşılayacak üretim alternatifleri denenir. Yapay ve zorlama
ihtiyaçlar meydana getirilerek bunların tatmini için tüketim biçimleri üzerinde
durulur."5

Medyanın toplumsal hayat üzerindeki olumsuz ve kültürü dejenere eden etkisi hem
sağ, hem de soldaki bilim adamları tarafından inceleme konusu yapılmıştır.

Ticarî medya, kitle kültürü kuramının Ernest van den Haag, T.S. Eliot, R.P.
Blackmur gibi muhafazakâr kuramcıları tarafından geleneksel kültürel otoritelere
saygıyı sabote etmek, aile, din ve topluluk üzerinde odaklaşan geleneksel
değerleri kemirmek, pasif tüketicilerden oluşan saf insan sürülerini manipüle
etmek ve kandırmakla suçlanmıştı.

Siyasal solda da Adorna-Horkheimer’in kültür endüstrisi kuramı, bu iddianın
ikinci kısmına tıpatıp uygun düşen görüşler önermekteydi. Bu kuramcılara göre,
kitle iletişim endüstrisi yüksek ve alçak kültürler arasındaki ayrımı yok ederek
bu türden eğilimleri güçlendirmekteydi.

Keane’e göre kültür endüstrisi, bireyleri günlük hayatın monoton sıkıcılığından
kurtulmak için medyalarla özdeşleşmeye teşvik etmekle kitleleri yanıltmaktaydı.
"Onların, her şeyi günü gününe izledikleri dünyada olup bitenlerden haberdar
bulunduklarını, mutlu ve başarılı olduklarını düşünmelerini sağlıyordu. Herkes
unutasıya eğleniyordu. Klişelerde ifade edilen tatmin baskın çıkıyor, sahte
bireycilik yaygınlaşıyordu; bireylerin hiçbir konuda eleştirel düşünmeleri
desteklenmiyordu. Böylece gözlerinin önündeki acıları ve adaletsizlikleri
unutuyorlardı."6

Reklamcılığa bağımlı olan ve bunun içinde izlenme oranlarını artırmak için her
türlü yolu meşru gören ticarî televizyonun yaygınlaşması ve yazılı basının da
buna ayak uydurmasından dolayı kültürel açıdan daha yıkıcı sonuçlar ortaya
çıkmıştır. Evrensel kültür adı altında ulusal ve yerel kültürlerin kayboluşu
ticarî medyanın gelişimiyle paralel olarak gerçekleşmektedir.

Özellikle, televizyonun her zaman isteyerek olmasa da, zaman zaman izleyicilere
seçenek olarak görünebilecek yaşam biçimleri ve özlemlerin canlı imgelerini
sunduğu da bir gerçektir. Bu da azınlıkta kalan görüşlerin, karşı kültür
değerlerinin meşruluk kazanmasını sağlamaktadır.7 Ulusaşırı şirketler tarafından
kontrol edilen küresel, tekelci medya kanalları ise daha çok pasif tüketimciliği
körükleyerek, olumsuz psikolojik ve siyasal sonuçlara yol açıyorlar.8 Yani,
küçük bir azınlık ellerindeki medya gücü nedeniyle belli yaşam biçimlerini ve
kültür değerlerini toplumda egemen kılmaktalar.

Büyük şirketler tarafından yönetilen bu şirketlerin çıkarları ve stratejileri
doğrultusunda biçimlendirilen medya kültürel dejenerasyonu körüklemektedir. Son
yıllarda kamusal olarak finanse edilen kültür endüstrisinin zayıflaması ve
şirketlerin bu alanda daha etkin hale gelmesi durumu daha da kötüleştirmektedir.
Kültürel ürünler de medyayla beraber ticarî bir meta haline gelmektedir.

Şirketler kültürel alana iki şekilde hükmederler; İlk olarak, kültürel üretimin
giderek artan bir oranında, gazeteler ve dergilerden televizyon, film, müzik ve
konulu parklara dek uzanan bir dizi sektörde çıkarları bulunan büyük şirketler
doğrudan sorumludur. İkincisi, üretici olarak kültürel endüstrilerle doğrudan
ilgisi olmayan şirketler, reklamcı ve sponsor rolleri aracılığıyla kültürel
etkinliğin yönü üzerinde kayda değer bir denetim uygulayabilmektedirler. Ticarî
yayıncılığın, basının büyük bir bölümüyle birlikte, mali açıdan ayakta
kalabilmesi doğrudan reklam gelirine bağlıyken, müzeler ve tiyatrolar gibi
‘eserlerin sergilendiği diğer alanların’ gitgide daha fazlası, ‘şirket
sponsorlarınca ele geçirilmekte’ ve onların halkla ilişkiler kampanyalarınca
kullanılmaktadır. Şirket etkinliğinin genişlemesi bir üçüncü önemli süreci
pekiştirir-kültürel yaşamın metalaşması.9

Enformasyon teknikleri, kültür hizmetlerinin niteliğini tanımlayan ve üreten
tekelleşmiş-tek merkezden yönlendirilen-bir kültür ve eğlence pazarının
doğmasını sağlamaktadır. Bu vakıa, insanları özgün kültürel çevreleriyle
bağlantılarını sağlayan ve kültürel gelişmelerin özünü teşkil eden
mekanizmaların hızla yok olmasına yol açmaktadır. Bu ulusal ve yerel kültürlerin
yaşama şansının her geçen gün azalması anlamına gelmektedir. Çünkü, iletişim
araçlarından yararlanma, yalnızca ulusal ve uluslararası düzeyde siyasal,
ekonomik ve kültürel gücü elinde bulunduranlara ait kaldığı takdirde bunların,
etnik, sosyo-kültürel ve dini azınlıklara ait uygarlık değerlerini ortadan
kaldırma tehlikesi bulunmaktadır.

Haberleşme araç ve imkânları son yıllarda alabildiğine artıp ticarileşmeyle
birlikte, önceleri tecrit edilmiş topluluklar halinde yaşayan ya da dışarısıyla
ilişkisini sadece klasik haberleşme araçlarıyla sağlayan milyonlarca insanın
önüne dış dünyayı getirirken, artık adam akıllı yaygınlık kazanmış olan iki
kaygıyı da doğurdu; birincisi, medyanın gelişmesi kültürel değerler için bir
tehdit oluşturabilir; ikinci olarak ise, kapıların medyaların etkisine ardına
dek açılması sonucu, kamuoyu kendi kültüründen uzaklaşabilir.10

1.3. Medyanın Kadın Kıyafetinin Modernleşmesine Etkisi

Medya yoğun olarak değişik alt kültürleri azaltmak ve kitle toplumunun
büyümesine yardım etmekle suçlanmaktadır. Kitle iletişim araçları yüzünde
insanlar daha fazla aynı şekilde konuşmakta, daha fazla benzer şekilde
düşünmekte, daha fazla benzer şekilde hareket etmekte ve tepki göstermektedir.
Bir görüşe göre, binlerce saatlik medya izleme, milyonlarca insan üzerinde
benzer davranış biçimlerini kabullenmek durumunu oluşturmaktadır. Bu
standartlaştırma eğilimi, medyanın kültürel büyümeyi engellediği suçlamasına
kadar gitmektedir.11

Televizyonda yapım olayı, giderek daha ender hale gelen kaliteli eserlerle,
talebin şaşırtıcı bir şekilde arttığı ucuz, sıradan eserler arasında bocalama
geçirmektedir. Diziler ve arkası yarınlar, çoğunlukla katı üretim normlarının
baskısı altındadır. İlgi-eder ilişkisinin, kalite-eder ilişkisinin yerini
alması; belgeseller gibi bazı türlerin yok olmasına neden olmaktadır.12 Bu
süreçte kalitenin yerini Keane’in deyimiyle "ticaret kurtları" alacaktır. Keane,
şöyle devam eder: "Çok kanallı seçim demek, çok kanallı saçmalık demek olduğuna
göre-ucuz yarışma programları, dışardan alınmış eski programların tekrarları,
reklamlardan farkı olmayan içi boş eğlence programları-‘daha fazla seçenek’
demek, daha iyi eğlence değil, daha kötü medya demeye gelecektir. Ucuz
yapımlardan geçilmeyen, tekrarlarla dolu, sonu gelmez dizilerden ve eldeki
malzemenin temcit pilavı gibi ısıtılmasından oluşan bir yayıncılık".13

Kültürel hayatı etkileyen medyanın estetik zevkleri ve kıyafet biçimini
etkilememesi düşünülemez. Wolton’a göre Moda ya da estetik düşünce açısından
televizyon hem kimlik belirleme, hem değişim, hem de meşruluk kazandırma
faktörüdür. Televizyon yaşam biçimleri, modayla ilgili değişimlerdeki artışın
kendisi aracılığıyla kitlelere iletildiği bir toplum için bir anlamda ‘estetik
düzenleyici’ gibidir.14 Medya, kadın-erkek, iyi-kötü gibi kavramları yeniden
tarif ederek, üretip topluma sunar; ‘modern’ insanlar olarak ne giymemiz
gerektiğini, nasıl davranmamız lazım geldiğini büyük ölçüde bu yayınlardan
öğreniriz.15

Türkiye’de kadın kıyafetleriyle ilgili değişim, son 20 seneye kadar sadece büyük
şehirlerin merkezleriyle sınırlıyken, günümüzde dünyadaki son moda kıyafetlerin,
en ücra kasaba ve köylere kadar yaygınlaşmasında televizyonun önemli etkisinden
söz edilebilir.

Bu aslında, dünyadaki ve Türkiye’deki toplumsal değişimin televizyonun
gelişimiyle paralel olarak hızlanmasını açıklamaktadır. Gazete ve dergiler
toplumsal değerleri, davranış biçimlerini, kıyafet tercihlerini sınırlı bir
çevreyle etkilerken, televizyonun yaygınlaşması, kanal sayısının artması, uydu
ve dijital yayıncılığın gelişmesiyle küresel çapta bütün dünyayı, bütün
toplumları, bütün insanları aynı anda benzer şekilde etkilemeye başlamıştır.

Ticarî medyanın en hayati kaynağı reklam gelirleridir. Reklam gelirleri de
tiraj ve izlenme oranlarına göre dağılmaktadır. Özellikle, televizyonlar daha
yüksek izlenme oranlarına ulaşabilmek için toplumun ortalamasını hedefleyen
yayınlar yapma durumundadırlar. Bu popüler kültürün gelişmesine yol açar ve
tekbiçimci bir kültür meydana getirir. Medya kültür sunumu işlevinin yerine,
evrensel kültür adı altında belli bir kültür ve hayat tarzının dünyada
yaygınlaşmasının aracı haline gelmektedir.

Medya, kültürel ve geleneksel değerleri değiştirmede çok önemli bir fonksiyon
ifa etmektedir. Yaşamın her alanını etkisi altında tutan medya, dini ve
geleneksel değer yargılarını aşındırma hususunda öteki bütün amillerden daha
fazla etkide bulunmaktadır. Medya bunu "normalleştirme, sıradanlaştırma ve
olağanlaştırmayla" insanlardaki hassasiyetleri zayıflatarak ve en önemlisi
meşrulaştırarak ve yeni duruma alıştırarak yapar.

Medyanın kadın kıyafetinin modernleştirilmesinde de aynı süreç işlemiştir. Basın
ve sinema tarihine bakıldığında hep adım adım, aşama aşama gelinerek tesettür
aleyhine, açıklık lehine bir hayat tarzının hakim kılınmış olduğu görülmektedir.

Mesela, bir sinema filminde ilk çıplak kadın görüntüsü ya da öpüşme sahnesi
yayınlandığında muhafazakâr çevrelerden büyük tepki görmüş, ama görüntü
yayınlandığı anda meşrulaştırma ve normalleştirme süreci de başlamış ve bir
mevzi kazanılmıştır. Aynı yöntem kadın plaj kıyafetleri konusunda da
gerçekleşmiş, bu alanda da aşama aşama neredeyse kıyafete gerek duyulmayacak bir
biçim olağan ve normal hale gelmiştir. Bütün bunların meşrulaştırılmasında medya
kilit rol oynamıştır.

1.3.1. Moda

Medyanın etkisini anlayabilmek için moda kavramını incelemek gereklidir. Çünkü,
modanın moda olabilmesi için, geniş kitlelere yayacak bir araca ihtiyacı
bulunmaktadır. Bu açıdan modanın etkisinin medyanın etkisiyle paralel
arttığından söz edilebilir. Peki moda toplumları ne şekilde etkilemektedir.

Moda, toplumun bütün katmanlarında etkili olduğundan; fert grubu kendisini kabul
ettirebilmek amacıyla grubun giymiş olduğun üniformayı giymektedir. Moda bir
üniformadır, diğer üniformalardan ayıran tarafı belli bir şekil içinde
kalmaksızın bir tarzın savunuculuğunu yapıyor olmasıdır. Ani bir hareketle
başkalarının kendisi için uygun gördüğü kılık kıyafeti benimseyen kişinin
davranışında kitle karşısında bağımsızlığını uzun süre devam ettirememe eğilimi
yatmaktadır. Kitlenin üniformasının karşısında durabilmek için, ferdin kendine
has bir üslubunun, dünya görüşünün olması gerekmektedir. Fakat, bütün bunlar da
yine küçük bir grubun içinde bir ifade bulur. Kalabalık yığınların zevk
anlayışına karşı çıkarken, fert, sırtını yine bir gruba dayama ihtiyacı duyar.16

Moda, kendini toplumda kabul ettirmek için çeşitli mekanizmalar kullanır. Bunlar
yüceltme, aynileştirme, ödüllendirme ve projeksiyon olarak sıralar.17

En önemlisi bir kıyafet ya da anlayış moda olmadan önce ahlaki değer
yargılarıyla denetime tabi tutulurken, moda olduktan sonra bu denetim ortadan
kalkmaktadır.

Medya da daima daha açık daha tahrik edici kıyafetleri haber yapmaktadır. Bu
kıyafetlere haberlerinde, "cesur", "cüretkar", "gözalıcı" gibi olumlu
nitelemelerle yer verir. Modacılar da medyada daha çok yer almak için her zaman
daha "cesur! ve cüretkar!" kıyafetler üretirler. Bunların birçoğunun en azından
o dönemde herhangi bir yerde giyilmesi de mümkün değildir. Ancak, amaç bu
konudaki hassasiyetin kırılmasıdır. Bu büyük ölçüde de başarılır.

Görüldüğü gibi modanın ve moda vasıtasıyla kadın kıyafetlerinde açıklığın
yaygınlaşmasında en önemli unsur kitle iletişim araçlarıdır. Medyanın kitleler
üzerindeki büyük gücü ahlaki değerleri etkisizleştirmek ve modern ve çağdaş
yaşam biçiminin kitlelere kabul ettirilmesi amacıyla kullanılır.

1.3.2. Reklam Sektörü ve Kadın

İletişim alanında liberal pazar fikrini savunanlar medyaların aynı zamanda iki
cins hizmet sağlaması gerektiği savunurlar: "İzleyicilere program, reklamcılara
ise izleyici".18 Kitle iletişiminin ekonomi politik görüşü medyalara sivil
topluma has olgular olarak bakmakta, yani bunları öncelikle ekonomik olgular
olarak ele almaktadır. Bunların hem meta üretim ve değiş tokuşunda artı-değer
üreticileri olarak doğrudan bir rolü olduğuna, hem de reklamcılık yoluyla meta
üretiminin diğer kesimlerinin de artı-değer üreterek dolaylı bir rol oynadığına
inanmaktadır.19 Günümüz şartlarında bu, büyük ölçüde doğrudur. Reklamcılık ve
dolayısıyla medya, tüketim toplumunun önemli bir aracı konumundadır.

Reklamcılıkta ise üç önemli faktör bulunmaktadır: "Reklâmveren, ajans ve
hizmet". Reklâmveren ajanstan hizmet talep ederek süreci başlatır. Ajans
danışmanlık yaparak mesajı oluşturur ve üçüncü faktöre yöneltir. Reklamcılığın
ilk günlerinden beri birbirine bağımlı bu üçlü, dünyanın her yerinde görülür.20

İlk kez 1820’de Fransa’da "reklam" olarak tanımlanmış olan ticarî reklam, bugün
piyasa ekonomisinin göze çarpan bir mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) olarak
doğallaşmış olmakla beraber, kapitalizmin bir tezahürü olarak görülür ve kayda
değer bir ölçeğe de ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında sanayi kapitalizminin
temerküz süreçleri içinde ulaşmıştır.21

Bütün bunlar medyanın var oluş nedeni olan kendi kurumsal değerlerinin tamamen
değişmesi sonucunu ortaya koymuştur. Medyanın birincil işlevi olan haber ve
bilgi vermenin yerini, tek başına "kâr etme" ve sadece reklamcıların amaçlarına
hizmet etme almıştır. Çoğulculuğun ve demokrasinin en önemli aracı olan, kamusal
görevlere sahip olan medyanın yerine büyük sermayeye ve kapitalist değerlere
hizmet eden, izleyicileri reklamcılara pazarlayan bir medya düzeni geçmiştir.

Reklamlar önemli ölçüde kadınlara hitap eden ürünlerin sunumunu yapmaktadır.
Kadın hem nesne olarak, hem de hedef kitle olarak reklamların önemli unsurudur.
Kadınlara yönelik reklamlarda kadınların güzel olma özlemi tahrik edilmekte,
erkeklere yönelik olanlarda ise kadın unsuru kullanılarak ilgi çekilmeye
çalışılmaktadır. Ama, her halükarda iki durumda da kullanılan kadın olmaktadır.

Kozmetik reklamlarında, reklam kişisinin ürünü kullanmadaki amacı, kullanım
açısından güzel saçlara, güzel bir cilde sahip olmak, güzel kokmak, ontolojik
değer açısından başkalarından üstün duruma gelerek farklılaşmak ve kendine
güvenmektir. Sonuç olarak, çoğunlukla güzelleşerek herkesin, özellikle de karşı
cinsten hoşlanılan kişilerin beğenisini kazanmaktadır.22

Bu reklamlarda ürünün varoluşsal (ontolojik) tüketim değeri, kullanım değeri
kadar önem kazanır. Reklam kişisinin dış görünüşü, yaşam biçimi başlı başına bir
varoluşsal değer meydana getirmektedir. Kadın reklam kişileri, genellikle çok
güzel, bakımlı, çağdaş, kentlidir. Çoğu reklam kişisi fotomodel veya film
yıldızına benzer. Dış görünüşleri farklı da olsa, kusursuzluklarıyla
birbirlerini andırırlar.23 Buna bu reklamlardaki kadın karakterlerin çoğu kere
dekolte ve açık kıyafetler giydiğini de eklemek gerekir.

Kadının ve cinselliğin medyada ve reklamlarda kullanılması insanların buna olan
yoğun merakından kaynaklanmaktadır. Uzun süredir cinsellik, hem Batı’da hem de
Türkiye’de kadın dergilerinin en önemli temalarından biri olmaktadır. Genel
olarak bunun nedenini, rekabetin yüksek olduğu bir alanda, seksi bir dergi
kapağının ve cinsellikle ilgili konuların daha çok satacağı düşüncesi
oluşturmaktadır.24

İster gazete ve dergide, ister televizyonda olsun, reklamlar hem modanın
yaygınlaşmasında, hem de tüketimin körüklenmesinde önemli bir faktör olarak
önemli rol oynamaktadır. Reklamlarda oluşturulan kadın tipleri, sadece belli bir
kesimi etkilememekte, kadınları, genç kızları, erkekleri ve çocukları, yani,
ailenin bütününü etkilemektedir. Çünkü reklamlar herkese hitap eder. Özellikle,
kadın ve çocuklar reklamların sadık izleyicileri ve çoğu zaman da kurbanları
olarak görülmektedir.

2. Türkiye’de Kadın Kıyafetindeki Modernleşmenin Bir Aracı Olarak Medya

2.1. Genel Olarak Türkiye’de Kadın Kıyafetlerindeki Değişim Süreci

Kimliğin gözle görünür tezahürü olan giyim kuşam konusundaki mecburi kıyafet
değişiklikleri, bu yönde devlet baskılarının geçmişi Batılılaşma çabalarının
başladığı II. Mahmut dönemine ve Tanzimat Fermanı’na kadar gider. Bu dönemdeki
mecburi kıyafet değişiklikleri daha çok erkeklere yönelik olmakla birlikte,
çeşitli yayın organlarında kadın kıyafetlerinin değişmesi talebi de,
Meşrutiyetten sonra seslendirilmeye başlanmıştır. Bu talebin temelinde değişen
hayat tarzı önemli rol oynamıştır.

Zira, sosyal hayatın her veçhesi Batılılaşırken -mimari, dekorasyon ve adab-ı
muaşeret- kadın kıyafetlerinin bunun dışında kalmasını beklemek mümkün değildi.
Üst tabaka kadınların çarşaflarının içine Avrupaî elbiseler giyerken ilk defa
Kadınlar Dünyası Dergisi yazarları sosyal hayat içinde kadının yer alması
talebinde bulunur ve bu talebe uygun olarak kıyafetlerin de değişmesini teklif
ederler.25

Türkiye’de kadın kıyafetindeki modernleşme eğilimleri, dünyadaki eğilime paralel
olarak gelişmiştir. Ancak, bu konuda Cumhuriyet dönemindeki tesettür aleyhine
devlet politikaları, çarşaf tartışmasından gelinen noktada kadın kıyafetlerinde
Batı’dakini bile aşan bir açılma eğiliminin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Kitle iletişim araçlarının gelişimi ve ülkemizde yaygınlaşması, yapılan kasıtlı
yayınlar, moda ve cinsel eğitim maskesi altında açıklığın normal, tesettürün
anormal kabul edildiği bir ortama zemin hazırlamıştır.

Bunda dine, dindarlara uygulanan psikolojik ve fiziksel baskıların yanında,
laikliği din düşmanlığı ve dindışılık olarak gören anlayışın da önemli katkısı
olmuştur. Öyle ki, bu anlayış din düşmanlığı adına açıklığı teşvik etmekte
hiçbir sakınca görmemiş, aksine bunu çağdaşlığın bir gereği olarak
desteklemiştir. Neredeyse, laikliğin ölçüsü kapanma ya da açılmayla
değerlendirilir olmuştur.II

Tesettür, fakir, geri, eğitimsiz alt sınıfa, açıklık ise çağdaş, modern, ileri
ve üst sınıfa mensup olmanın bir simgesi olarak topluma dayatılmaya
çalışılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bu anlayışın oluşması için
özellikle gayret sarf edilmiştir.

Mesela, İş Bankası’na memur alımında memurlar başı açık olarak işe başlarken,
çaycı, müstahdem statüsünde başlayan kadınların başlarını örtmeleri özellikle
istenmiştir. Bununla çalışan kadınlar arasında hiyerarşik bir durum
oluşturulmaya çalışılmış ve başörtüsünün aşağı tabanın sembolü olarak
algılanması yolunda gayret gösterilmiştir.26

Kadın kıyafeti, Türkiye’de Batıcılarla muhafazakârlar arasındaki mücadelede en
müşahhas ayrımı teşkil etmiştir. Çünkü, kadının konumu, kıyafeti, sosyal hayat
ve çalışma alanındaki konumu genelde hayatın tümünü ilgilendiren bir mahiyet arz
etmektedir. Sorun sadece kadın kıyafetindeki açıklık ya da kapalılık olarak
görülmemektedir. Amaçlanan, kadının toplumun her alanında daha çok bulunması,
çalışması, muhafazakârların ve bu çerçevede dinin kadına yüklediği
yükümlülüklerin yerini modernizmin yükümlülüklerinin almasıdır. Bu nedenle
başörtüsü tartışmalarıIII Türkiye’de -ve önümüzdeki dönemde muhtemel olarak
Batı’da da- iki farklı dünya görüşünün mücadelesinin en şiddetli yaşandığı alan
olmaya devam etmektedir.

Bu geleneksel olarak anne veya bir eş olan kadının yerine, modernizmin
öngördüğü, çalışma hayatının ve toplumsal hayatın içinde erkekle birarada daha
çok yer alan ve kadının cinselliğinin daha ağır bastığı bir hayat tarzının
oluşturulma çabası olarak karşımıza çıkmaktadır. Göle’nin27 tanımıyla nasıl ki,
Batıcılar için kadının peçesini kaldırması ev dışına çıkması ve özgürleşmesi
medeniyetin bir önşartıysa, kadının İslami ahlaka uygun giyinmesi ve davranması
da Müslümanlar için sosyal hayatın ve gelenekleri korumanın bir teminatıydı. Her
iki kesim için de kadının cinsel kimliği ile toplumsal konumunun nasıl
tanımlanacağı esastı.

2.2. Türk Kadın Kıyafetinin Modernleşmesinde Medyanın Etkisi:

Aslında, Türk milletinin kıyafet tarihine bakmak, medyanın bu konudaki etkisini
göstermesi açısından yeterlidir. Barbarosoğlu’nun28 sınıflandırmasıyla Türk
milletinin giyim-kuşam tarihini beş döneme ayırırsak, son iki dönem devlet
baskısının yanında gazete, dergi ve televizyon etkisinde bir değişimi
yansıtmaktadır. Bu dönemler şu şekilde sınıflandırılabilir:

1. Başlangıçtan İslamiyet’in kabulüne kadar olan dönem,

2. İslamiyet’in kabulünden 19. yüzyıla kadar olan dönem,

3. 19. yüzyıldan Cumhuriyetin kabulüne kadar olan dönem,

4. 1960’a kadar olan dönem,

5. 1960’dan günümüze kadar olan dönem.IV

2.2.1. Osmanlı-Meşrutiyet Dönemi

Türkiye’de basın yayın hayatının gelişmeye başladığı 1870’li yıllardan itibaren,
kadın ve kadın kıyafeti konusu, tartışmaların en önemli kısmını teşkil etmiştir.
Özellikle, Meşrutiyet dönemi bu açıdan bir dönüm noktası teşkil eder.

Meşrutiyet dönemi, bir yanıyla Türk tarihinin en kritik anlarından biri ise,
öbür yönüyle de ve özellikle, kadını ilgilendiren de dahil olmak üzere, özgürlük
sorununun tüm biçimleriyle yoğun tartışmalara konu olduğu bir dönem olmuştur.
Dönemin kayda değer olgularından biri de siyasi ve toplumsal konulardaki pek çok
yasaklama ve sansüre rağmen, kadın, kadın kıyafeti gibi konularda bir kısıtlama
olmamasıdır.

Kadın dergileri ve kıyafet tartışmaları: Sansür uygulamalarına karşılık II.
Abdülhamid döneminde basın ve yayın gözle görülür bir şekilde gelişmiştir. Bu
gelişmeden kadınlara yönelik yayınlar payını almıştır. Kadın dergileri içinde en
önde geleni Hanımlara Mahsus Gazete’ydi. Bunun dışında İnsaniyet, İnci,
Hanımlar, Hanımlara Mahsus Malumat gibi kadınlara dönük yayın yapan bir çok
dergi vardı. Bu yayınlarda kadınları ilgilendiren konulara ekli olarak,
Batı’daki gelişmeler doğrultusunda Osmanlı-Türk kadının toplum ve aile içindeki
konumu da tartışılmaktaydı.29

Sansürden etkilenmeyen moda ve salon dergileri, özellikle şehirli kadının
hayatını değiştirmeye başlamıştır. Kadınlar bu dergilerde saç ve cilt bakımı,
kozmetik kullanımı, kadın sağlığı ve güzelliği konularında yeni şeyler
öğreniyorlardı. Ayrıca, gazete ve dergi reklamları hitap ettiği kadınlar
üzerinde gözle görülür bir etki meydana getiriyordu. Çarşaflı kadınlar, Selim
Sırrı’dan İsveç jimnastiği öğrenmeye gidiyor. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde kız
öğrenciler, bellerine peştamal bağlanmış Yunan heykellerini çıplak model olarak
kullanıyorlardı. Tüm bunlar, kadının toplumsal konumu, hak ve ödevleri,
giyim-kuşam gibi konuların yayın organlarında tartışılmasını etkiliyordu.30

Dergilerin en önemli meselelerinden biri olan giyim konusunda, Batılı kıyafetler
"hareket serbestliği" verdiği için müdafaa edilmekle birlikte kıyafet konusunda
bir fikir birliğine varılmış değildir. Ancak, genel hava Osmanlı tarzının terk
edilmesi gerektiği, bu kıyafetlerin kadının özgürlüğünü sınırladığı
yolundadır.31

Bu yayınlarda en çok tartışılan konulardan biri kadınların örtünmesi
meselesiydi. Bu meseleye yaklaşımda genellikle Batılı oryantalist ve
entelektüeller karşısındaki ezik ve savunma psikozunun hakim olduğu bir üslup
hakimdi. Mesela, İslamiyet’te kadının durumu üzerine en çok yazı yazanlardan
biri Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım, yazarlık hayatının tümünü,
kadın meselesine eğilen Batılı yazarların ön yargılarını sergilemeye ve
İslamiyet’in kadını toplum içinde ikinci sınıf bir varlık kıldığı şeklindeki
iddiaları cevaplandırmaya ayırmıştı.

Fatma Aliye Hanım’a göre, İslamiyet’in koyduğu kurallar kadınların haklarını
korumak içindi; ancak kurallar zamanla asıl amacından saptırılmıştı. Örtünme
konusunda ise Fatma Aliye Hanım, bol bir elbise giyilerek yalnızca saçların
örtülmesinin şeriata uygun bir şekilde tesettürü sağlayacağı; yaşmak, ferace,
çarşaf ve peçenin sonradan yerleşmiş ve şer’i kurallarla bağdaşmayan uygulamalar
olduğu görüşünü savunmaktaydı.32

Gazete ve dergilerde temel olarak iki yaklaşım tarzı ortaya çıkmaktadır:

1. Kadınlar sosyal hayatta yerlerine almadıkları müddetçe Osmanlı Devletinin
gelişmesi mümkün olamaz.

2. Kadınlar sosyal hayatta yerlerini alması ise ferace ve çarşaf ile
gerçekleştirilemez.

Özellikle Kadınlar Dünyası adlı derginin esas misyonu kadının sosyal hayattaki
yerini almasına yönelik olmuştur. Meşrutiyet dönemindeki kadınların çalışma
hayatına katılmaları konusunu Cumhuriyet döneminden ayıran en önemli özellik, bu
dönemde kadının sosyal hayatta yer almasını savunan aydın kadınların henüz
başörtüsünden vazgeçmemiş olmasıdır.33

II. Abdülhamid zamanında devletin karşılaştığı onca güçlüğe rağmen kadın
kıyafetlerinin "en önemli" konu olması dikkat çekicidir. Kadınların Avrupa
modalarına uymak adına kendilerine "türlü komik" duruma düşürmeleri kadın
dergilerinin en önemli meselesi haline gelmiştir. Öyle ki, kadın dergilerinde en
fazla yer alan konu; modanın ne olup olmadığının tartışılmasıdır.

Kadınların Batılı güzellik ölçüleriyle buluşmasına kadınlardan önce erkekler
rağbet etmiş, bu rağbette İstanbul sokaklarını dolduran Beyaz Rusların güzelliği
kadar, almış oldukları Batılı eğitim de etkili olmuştur. Fizyolojik olarak
Batılı güzellere benzemeyen Türk kadınları onlar gibi olabilmek uğruna daracık
korselere girerek kendilerine zarafet mahkumiyeti vermişler, kadınların bu
tutumu "korse meselesi" etrafından gazete ve dergilerde uzun süre
tartışılmıştır.34

Kadın dergilerinde cinsellik teması: Bu tartışmaların yanında renkli resimlerle
Avrupa’da moda olan kadın elbiselerinin yer aldığı dergiler de yayınlanmaya
başlar. 1908’de yayınlanmaya başlayan Mehasin dergisi renkli resimli olarak
yayınlanan ilk kadın dergisidir

Mehasin dergisi yayın programını açıklarken şöyle denilir:

"…Mükemmel bir moda gazetesi olacaktır. Her nüshada Avrupa’nın en meşhur moda
gazetelerinden on parçayı mütecaviz resimlerle iç çamaşırlarından en mutantan
bir kostüme kadar resimler arz olunacaktır."

Çıkış gayesi olarak belirtildiği üzere dergi iç çamaşırı resmi de yayınlar.
Resimler Mehmet Rauf’un "İç Çamaşırları" başlıklı yazısının içine serpiştirilmiş
olarak sunulur. Fakat, okuyucu üzerinde yazıdan ziyade yan tarafta yer alan
yirmi beş adet iç çamaşır resminin etkisinin daha ağır bastığı şüphesizdir.

Mehasin dergisi, modanın gerekli olup olmadığı tartışmalarına girmeden, doğrudan
Batılı hayat tarzının taşıyıcılığını üstlenmiştir. Bir taraftan yemek odasından,
çalışma odasına, giyinme odasına kadar bir Fransız dergisinden iktibas edilen
resimler, diğer taraftan güzellik yarışmalarına katılan ülkelerin güzellerinin
fotoğraflarının yayınlandığı sayfalarda İspanya Kraliçesinin hayatına ve
fotoğraflarına kadar Avrupa dünyasında gezinilir.35

Aslında, Mehasin dergisi, uzatmadan direkt iç çamaşırlarıyla kadın kıyafeti
konusunda en mahrem noktadan yayına başlamış, kadın cinselliğinin örtülü biçimde
de olsa yayın konusu edilerek, daha sonraki gelişmelere zemin hazırlamıştır. Bu
hem kadınların, hem de erkeklerin ilgisini çekme konusunda daha sonra Türk basın
tarihinde görüleceği üzere çokça uygulanan bir yöntem olmuştur. Mehasin, Paris
modasına uygun patronlar yayınlayıp, kadın güzelliği konusunda öğütler de
verirdi.36

1910’lu yıllarda yayınlanan bazı dergilerin yaptığı müstehcen yayınlardan Darü’l
Hikmeti’l İslamiye gibi dini makamlar rahatsız olmaya başlamıştı. Bu kurumun bir
toplantısında müstehcen kadın resmi basan Yeni Dünya dergisinin toplatılması
için ilgili makamlara teklif iletilmesi öngörülmüştür.37

Osmanlı basınında çarşaf ve peçe tartışmaları: Çeşitli gazete ve dergilerde
kadınların örtünmeleri, çarşaf giyip peçe kullanması etrafındaki en muhalif
görüşleri ise erkek yazarlar dile getirmişlerdir.

Bu yazarlar genel olarak "Kadının eğitim görmesi ve ahlaken yükselmesi sonunda
örtünme zaruretinin ortadan kalkacağını" savunmuşlardır. Buna göre, "Erkekler
kadını bir insan değil, bir dişi saydıkları ilkel devirlerde örtünme tatbik
edilebilirdi. Çünkü, kadını dişi olarak görüp şehvetten başka hizmeti
olamayacağı kabul edilen cemiyetlerde içtimai vicdan örtünmeyi sağlayamadığı
için maddi örtünmeye başvurmuştur. Örtünme kadını dişi saymanın hem eseri, hem
sebebidir."

Açık olarak görüleceği gibi, örtüye muhalefet gerçekten o dönemde tam olarak
açığa vurulamayan İslam Dinine ve Osmanlı sistemine karşıtlığı iade etmenin bir
yolu olarak önem kazanıyordu. Örtü karşıtlığı, kadınların örtünmesinin kuralını
getiren bir dini sorgulamanın ya da bu dine karşı çıkmanın dolaylı ve anlamlı
çıkış yoluydu. Yürütülen mantık şuydu: "Batı’nın görkemli uygarlığında kadın
kapalı değildi. İptidai toplumlar kadınların örtünmesine ihtiyaç
duyuyorlardı."38 Sonuç olarak, Batılı ve uygar olmanın yolu örtüden
vazgeçilmesiydi.

Bu mantık, Türk aydının bilinçaltında günümüze kadar yer etmiş, açılmayla
kalkınma ya da kapalılık ile geri kalma arasında bir bağ her zaman kurulmuştur.
Cumhuriyeti kuran kadro da büyük ölçüde bu yayınlardan etkilenen kesimlerden
oluşmaktaydı.

Tesettür ve kadın giyimi konusunun belki de en çok tartışıldığı, yazılara konu
edildiği dönem II. Meşrutiyet sonrası dönemdir. Bu dönem, hem gazete, dergi ve
romanlarda, tesettür lehine ya da aleyhine tartışmaların ve fikirlerin ortaya
konulduğu, hem de kadın giyiminde açılma eğiliminin hayata geçirilmeye
başlandığı dönem olmuştur.V

Çarşafın son yılları: Osmanlı Devletinin son döneminde çarşafın İstanbul’daki
hanımların hayatından nasıl çıktığı Türk Kıyafet Tarihi kitabında şöyle
anlatılmaktadır:39

"Avrupa modellerinde etekler darala darala adım atılmaz hale gelince dizlere
kadar yandan yırtmaçlı etekler çarşaf eteklerine de sirayet etti. Nihayet
1914’den itibaren etekler büsbütün kısaldı. Umumi harbte bütün dünyada umumi
hayata iştirak eden kadın süsten ziyade ihtiyaca uygun giyinmeye mecburdu.
Artık, elbiseden ayrı çarşaf yapmak hemen hemen unutulmuştu. Bu ihtiyaç, kumaş
fabrikaları yalnız askeri ihtiyaca tahsis edilen Türkiye’de daha büyüktü.
Gündelik elbisenin üstüne bir pelerin yapıp baş kısmının bağlarını çarşafın
üstünden arka tarafta fiyong şeklinde bağlamak kafi geliyordu. Kışın tamamıyla
modaya uygun bir manto yapıp aynı kumaştan pelerin giyiyorlar ve gittikleri
yerde pelerini de mantoyu da çıkarıyorlardı. Bazı hanımlar bu kısa pelerinleri
mantonun yakasından içeri koymaya başladılar ve nihayet pelerin bir gün yok
oluverdi. Başlarını pelerinin başa gelen kısmı gibi bir şey takıp peçe gibi bir
tülü de arkaya atarak enseyi büsbütün açmak suretiyle örtünme davasını sessizce
hallediverdiler. Moda aleminde Cumhuriyetten beş altı sene evvel tesettür
meselesi hanımların kendi buluşlarıyla ortadan kalktı. Hele 1918’de İstanbul’a
dolan Romanof Rusları şapkasızlıktan başlarına tül sarmaya başlayınca bu
İstanbul hanımlarının imdadına yetişti ve Rus başı denilen moda çabucak yayıldı.
Artık, her türlü elbiseyle başlarına böyle bir eşarp sararak sokağa çıkmak adet
oldu."

Burada önemli olan çarşafın nasıl bir dönüşüm geçirerek, kadınların şapka
giymeye hazır hale geldiğidir. Kitabın yazarına göre Cumhuriyet devri, İstanbul
hanımlarını şapka giymeye çoktan hazır bulmuştu.

1912’de Yunanlıların işgal ettiği Selanik’ten gelen binlerce göçmen dönme de
belli İslam geleneklerinden uzak oldukları için, Avrupa modasının taklit
edilmesini daha da belirgin bir biçimde yoğunlaştırmıştır.40 Yakın zamana kadar
İstanbul’un en lüks bölgesi sayılan ve Selanik’ten gelen bu grubun ağırlıklı
olarak yaşadığı Teşvikiye, Nişantaşı, Osmanbey gibi semtler hala İstanbul’un en
modern bölgesi olarak o dönemin etkilerini taşımaktadır.

Gene bu dönemde ilk kez bir Türk kadını, tiyatro sahnesine çıktı. O zamana kadar
kadın rollerini aksanları düzgün olan Ermeni kadınları yapıyordu. 1918’de
İstanbul Darü’l-Bedayi’ine staj için birkaç Türk kızı kabul edildi. Bunlardan
Jale takma adıyla Afife hanım 1920’de Kadıköy Tiyatrosunda sergilenen bir
piyeste rol oldu. Bu girişim Müslüman ahlakına aykırı bulunduğundan Afife hanım
mahkemeye verildi. Tiyatronun çok etkili kişileri araya girerek yargılanmadan
ancak kurtuldu. Bir daha Kemalist döneme kadar Darü’l-Bedayi hiçbir Müslüman
kadına rol vermedi.41 Bu noktada şunun altını çizmek gerekir. Barbarosoğlu’na
göre Mustafa Kemal kadınların kıyafetini değiştirmeyi düşünürken elit tabakanın
bu değişiklikten yana olduğunu bilmektedir. Cumhuriyetin getirdiği kıyafet
değişikliliğinin dramatik yönü buradadır. Avrupaî tarzda giyinmek isteyen küçük
bir azınlığın isteklerinin bütün toplum için zorunlu hale getirilmiştir.42

Türkiye’de Mahrem/namahrem (evin içerisi/dışarı) arasındaki sınırlar ve
düzenlemeler Tanzimat dönemiyle birlikte sarsıntıya uğrayarak, özellikle
kadınların yaşamını değiştirmeye başlamıştır. Göle’ye43 göre Tanzimat dönemiyle
birlikte kadınların eğitilmesi, açılması, dışarıya çıkması, jimnastik yapması,
dans etmesi, fotoğraf çektirmesi vb. konular, Batı toplumsal yaşam biçimini ve
mahrem olarak tanılanan kadın yaşam alanlarını giderek toplumsallık ve
görünürlük kazanmasına sembolize etmiştir. Batıcılar ile muhafazakârlar
arasındaki görüş ayrılıklarının kadın konusunda temellendirilmesinin nedeni,
mahremiyetin bozuluşuna ilişkindir. Mahrem ile namahrem olan arasındaki sınır
çizgisini belirleyen kadın vücudu farklı toplumsal projeleri sergilemeye devam
etmektedir.

2.2.2. Cumhuriyetin İlk Yılları ve Tek Partili Dönem

Cumhuriyetin ilk yılları aynı zamanda kadın kıyafetlerinde açıklığın teşvik
gördüğü yıllardır. Modernleşme ve çağdaşlaşmanın bir göstergesi olarak kıyafet
Cumhuriyet döneminin en önemli mücadele alanı olmuştur. Cumhuriyeti kuranlar ve
daha sonra devlete egemen olanlar, özelde başörtüsünü, genelde tesettürü
Batılılaşma, çağdaşlaşma ve modernleşmenin karşıtı bir tavır olarak
değerlendirmiş, kadın kıyafetlerinde açıklığı her fırsatta teşvik etmiş, zaman
zaman bu konuda baskı yapmışlardır. Kadınlar Avrupaî kıyafetler giymeye,
balolara katılarak, erkeklerle dans etmeye bizzat ülkeyi yönetenlerce teşvik
edilmiştir.

Bitlis’te tuttuğu anılarından anlaşıldığına göre, Mustafa Kemal daha Cumhuriyet
kurulmadan önce arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerde ileriye dönük tasarılarından
söz ederken "tesettürün kaldırılması" konusuna da değinmekteydi. Nitekim, Sivas
Kongresi hazırlıkları sırasında arkadaşı Mazhar Fuat’a "zaferden sonra
olacakları" yazdırırken, projeleri arasında ileride tesettürün kalkmasını "uygar
ülkeler gibi" fes yerine şapka giyilmesini de saymıştır.44

Erkek kıyafetinde bu şapka kanunuyla gerçekleştirilirken, İslam toplumları için
daha hassas olan kadınlarda daha çok zamana yayılan, ama sonuçta modernleşmenin
amaçlandığı bir süreç tercih edilmiştir. Bu noktada eğitim ve kitap, gazete,
dergi gibi basın yayın araçları bu amaçla kullanılan en önemli araçlar olmuştur.

Bu konuda Cumhuriyetin ilk döneminde yazılan romanlar da önemlidir. Bu
romanlarda bir tarafta modern kadınlar ve onların ideal dünya görüşleri, diğer
tarafta onların karşısında engel olarak duran, onlara zarar veren yobaz din
adamı tiplemeleri bulunmaktadır. Vurun Kahpeye, Çalıkuşu gibi romanlar gerek
okul müfredatıyla, gerekse dizi filmlerle toplumun ortak şuuraltına kazınır.45
Öyle ki, Reşat Nuri Güntekin’in bir hikayesinde ayrıntılı olarak tasvir ettiği
"yobaz tibi", karikatür, sinema ve televizyon filmlerinde hemen hemen hiç
değiştirilmeden karakterize edilmiştir.

Cumhuriyetle birlikte, Türkiye’de şehirlerinde ancak alt sınıfa ait bir giyim
kuşam sembolü olarak görülür tesettür. Şehrin tek görüntüsü olmalıdır: Modern ve
çağdaş. Hakim unsur pozitivist bir mantık olduğu için ve din ilerlemenin
karşısında bir engel olarak kabul edildiğinden dini hatırlatan her şeyin şehrin
sınırlarının dışında tutulmasına önem verilir. "Köylü milletin efendisidir"
diyen Mustafa Kemal kıyafet balolarında köylü kadın kıyafetine bürünen
kadınların bile balo icabı başlarını örtmelerine müsamaha göstermez.46 Bu
bakımdan Ankara’da olduğu gibi köylü kıyafetleriyle gelenlerin zaman zaman şehir
merkezlerine girmelerinin engellenmesi Tek Parti döneminin olağan uygulamaları
arasındadır.

Mardin’e göre burada kıyafetin sembolik anlamı vardır. Mesele din ve modernlik
mücadelesiydi. Atatürk’ün şalvar ve fes karşısındaki tavrı sadece estetik
zevkinin incinmiş olmasından değil, aynı zamanda, bu kıyafetler nihai
meşruiyetlerini dini değerlere dayanılarak kazanılmasını gerektiren ve bu yüzden
de din ve insanı çürümeye uğratan halk kültürünün boğucu hakimiyetini
sembolleştirdiği içindi. Bu anlayışa göre meşruiyetini bilimden alan Batı
toplumu, daha hür ve bu sebeple daha üreticiydi. Bilim sadece kişinin
üreticiliğini geliştirebilmesinde boğucu halk değerlerinden onu kurtarmaya
muktedir bir kurallar dizisiydi. Mustafa Kemal, bu amaca yönelik iki siyaset
tasarlamıştı: Birincisi, özel hedefi, kontrolü ortadan kaldırmak olan laik
yasalar, ikincisi de Cumhuriyet için kültürel bir Batılılaşma programı.47

Türk vatandaşlarına, din ve dini kültürün yerine alacak yeni bir dünya görüş
sağlamak için M. Kemal, medeniyetle eş tuttuğu kültürel bir Batılaşma hareketini
himaye etti. Alfabe, Latinceleştirildi. Bir süre şark müziğinin icrası açıkça
yasaklandı. Opera, bale ve Batı çok-sesli müziğinin öğretildiği konservatuar
Ankara’da açıldı. 1926 yılında bir Atatürk heykeli İstanbul’da törenle açıldı.
İnsan cisminin bir benzerini yapmanın aleyhinde bir yasağın açıktan açığa
uygulandığı bir ülkede heykeller, Türkiye’nin dört bir yanına yayılmıştı. Türk
kültürü böylece mahalle İslamının dış kabuğu hariç öne çıkarıldı.48

Şapka inkılabı ve tesettür: Ancak, dinin en önemli göstergesi kıyafetti. Bunun
için de Şapka Kanunu ve Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanunla erkeklerin
Batı tarzı bir kıyafet içinde olmaları sağlandı. Ancak, Batılılaşmanın en önemli
unsurlarından biri kadın kıyafetiydi. Tesettür tamamen İslami bir sembol olarak
kadınlar üzerinde duruyordu.

Şapka inkılabı sembolik konumu açısından çok önemlidir ve kadın kıyafetinin
modernleşme sürecinde çok önemli bir adımdır. Öyle ki, bu inkılap Şevket Süreyya
Aydemir tarafından M. Kemal’in hayatındaki "en cüretkar" hareket olarak
nitelendirilmiştir. Aydemir, bu inkılabı halkın kökleşmiş duygularına rağmen,
kıyafetin Batı düzenine yönelişinde çok önemli bir aşama olarak görür.49

Kıyafet değişikliğine bu kadar önem verilmesi fes ve çarşafın "dini ve
geleneksel" kültürü temsil etmesinden kaynaklanıyordu. Yani, başka bir deyişle
fes ve çarşaf bir nevi "şeair" haline gelmişti. O nedenle mücadele büyük ölçüde
simgesel önemi olan şapka üzerinde yoğunlaşmıştı.VI

Milli farkları silen ve Osmanlı ile özdeşleşmiş olan fes yerine Batı
Medeniyetinin simgesi şapkanın kabulü, kadın tesettürünün de kalkmasına zemin
hazırlamıştır. Şapka ile Osmanlı kimliğinden sıyrılacak olan Türkler, kadınların
peçe ve çarşafı atmalarıyla da dini otoritenin, şeriatın sınırladığı mahrem
yaşam dairesini kırmaktaydı.50

Takrir-i Sükun Kanunu’yla getirilen baskıcı ortama rağmen, M. Kemal bile çarşafa
karşı kanun çıkarmaya cüret etmedi. Büyük şehirlerde eğitimli sınıflar arasında
zaten benimsenmiş bulunan çarşafsız gezme adeti, diğer yerlerde de yavaş yavaş
uygulama alanı buldu. Ancak, 1935’te Halk Partisi’nin bir kurultayında çarşafın
yasaklanması için bir teklif yapıldı ve o zaman bile hiç harekete geçilmedi.51
Ancak, mahalli nitelikte kimi kararlar bu alanda uygulanmıştır. Örneğin,
Mersin’de Belediyenin bir kararıyla, Trabzon’da Valinin başkanlığında toplanan
İl Genel Meclisi kadınların çarşaflı olarak sokağa çıkmasını yasaklamıştır.
Benzer nitelikli uygulamalar yavaş yavaş bir çok kente yayılmıştır. Ayrıca,
Mustafa Kemal’in bu alanda başlattığı reformu eleştirenlere cezai yaptırımlar
getirmiştir.52

Açıklığı savunan yayın organları teşvik görürken tesettür lehinde yapılan
yayınlara hapis cezaları verilmekteydi. Bediüzzaman Said Nursi’nin tesettürü
savunan risalesinde "Merkez-i payitaht-ı hükümette, çarşı içinde, gündüzde,
ahalinin gözleri önünde, gayet adi bir kundura boyacısı dünyada rütbeten büyük
bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde
olanların hayasız yüzlerine bir şamar vuruyor" sözü on bir ay hapis cezası
aldı.53

İnkılabın Kurbanı Kadınlar: Modern kıyafet, kadın erkek bütün toplumda bir
değişime neden olmakla birlikte, tartışma daha çok kadın kıyafetinde
odaklanmıştır. Batıcılar ile muhafazakârlar arasındaki görüş ayrılıklarının
kadın konusunda temellendirilmesinin nedeni, Göle’nin çok yerinde tespitiyle
mahremiyetin bozuluşuna ilişkindir.54 Mahrem ile namahrem alan arasındaki sınır
çizgisini belirleyen kadın kıyafeti geleneksel ile modern, dini olanla seküler
olanın mücadelesinin en şiddetli yaşandığı alan olmuştur.

Türk kadınının Batılılaştırılması dramatik sahnelere de neden olmuştur. Yıllarca
İslami bir kültür çevresinde yetişmiş Türk kadınının Batılılaşma adına balolara
katılması, yabancı erkeklerle dans etmesi, açık kıyafetler giymeye alışması çok
da kolay olmamış, ancak zorlamalarla uygulamak durumunda kalmıştır. Bu
uygulamalara direnen Türk kadını kendini bir "kurban" olarak görmüştür.

Mesela, Ankara’da Türk Ocağı’nda düzenlenen ilk balo çok sönük geçmiş,
davetliler duvar boyunca dizili koltuklara dizilerek, havadan sudan konuşmuşlar,
Aydemir’in anlattığına göre balo "herkesin sus pus sıralanıp oturduğu, sessiz,
hareketsiz hatta kadınsız bir mevlüt okuma toplantısına" benzemişti. İkinci
baloyu bizzat M. Kemal düzenlemiş, çağrısına yalnızca üç kadın, Yakup Kadri,
Falih Rıfkı ve Ruşen Eşref’in eşleri olumlu cevap vermişti. Ama Yakup Kadri’nin
eşi M. Kemal’e şöyle seslenmekten kendini alamamıştı: "Paşam, bu inkılabın
kurbanları yalnız bizler miyiz? Hani yaver beylerin, mebus beylerin, vekil
beylerin hanımları?" Bu balolarda ortalıkta kadın görünsün diye barlardan
kadınlar getirilmiş, ancak Türk hanımların toplantıyı terk etmek istemeleri
karşısında, kadınlar apar topar geriye gönderilmişti.55

M. Kemal, bu direniş karşısında erkeklerle kadınları bir arada dansa zorlamak
için gücünü ve yetkisini kullanmaktan çekinmemiştir. Cumhuriyetin ilanının
yıldönümlerinden birinde verilen ve yabancı temsilcilerle birlikte, devlet
yüksek yöneticilerinin de çağrılı olduğu bir baloda üniformalı subayların dans
etmediklerini gören M. Kemal, bunun nedeninin kadınların dans tekliflerini geri
çevirmeleri olduğunu öğrenince, yüksek sesle kadınlara hitaben "Şimdi
emrediyorum! Hemen salona dağılın! Marş marş! Dansedin" şeklinde seslenerek
kadınların dans etmesini sağlamıştı.56

Osmanlı döneminde yapılan düzenlemeler kadınların kıyafette İslami
kimliklerini muhafaza etmeleri yönünde iken, Cumhuriyet döneminde devlet
politikası olarak ibre tamamen aksi yöne çevrilmiştir. Böylelikle zaten elit
kesimin kadınları arasında çok rağbet gören "asri" giyim tarzı bütün halk
tabakalarına mecburi kılınmıştır. Bu mecburiyet çarşafın bazı yerel yönetim
kararıyla yasaklanması dışında kanunlarda varlığını bulan bir mecburiyet
değildir. Barbarosoğlu’na göre çağdaş kadın görüntüsünün statü bahşeden havası,
kanunlardan değil, kişilerden aldığı destek ile Müslüman kadın görüntüsünün
özellikle tek parti döneminde sokaklardan tamamen silinmesi neticesini
doğurmuştur. Ancak, sokaklarda görünmeyen tesettürlü kadınlar, evlerinde
"varolmaya" bu dönemde de devam etmiş, sadece günümüzün moda deyimiyle "kamusal"
alandan çekilmişti.57

Meşrutiyet döneminin ilk yıllarında görülen kıyafetlerin dine ve ahlaka mugayir
olduğuna dair eleştirilere Cumhuriyet döneminde rastlanılmaz. Yapılan kıyafet
devrimi bu eleştirilerin yapılmasına imkan vermez. Üstelik bu dönemin en önemli
problemi, Osmanlı hayat tarzına dayanan kıyafetlerin ortadan kalkmasıdır. Bu
bakımdan Avrupa modalarına büyük ehemmiyet verilir.58

Sedat Simavi ve magazin dergileri: Aslında, Cumhuriyet dönem magazin dergileri,
Cumhuriyetin ilanından önce çıkmaya olan magazin dergilerinin yeni harflerle
basılmasından başka köklü bir değişiklik göstermez. O dönemdeki çarşaf ve peçe
karşıtlığının yerini bu sefer tesettürün her şekline karşıtlık almıştır. Bu
konuda Simavi ailesinin Cumhuriyetin ilk yıllarından gazetecilikten ayrıldıkları
1990’lı yıllara kadar sahip oldukları yayın organlarda uyguladıkları yayın
politikalarıyla kadın kıyafetinin modernleşmesi, kadının toplumsal hayata daha
çok girmesi ve cinselliğinin ön plana çıkarılması konusundaki çabalarını
kaydetmek gerekir.

Daha Mütareke döneminde Sedat Simavi’nin çıkardığı kadın dergisi İnci adab-ı
muaşeretin Batılılaşması yönünde epey "hizmetlerde" bulunmuştu. 1930’lu ve 40’lı
yıllarda Cumhuriyet gazetesi ve 7 Gün dergisi gibi yayın organlarında yayınlanan
yazılar ve resimler hep dini ve dindarları rencide edici ve müstehcenliği
olağanlaştırıcı amaçlıydı.59 7 Gün’ü Sedat Simavi, Cumhuriyet’i ise Nadir Nadi
çıkarmaktaydı. Devletin resmi ideolojini yansıtan Cumhuriyet gazetesinin ilk
güzellik yarışmasını düzenlemesi de çok ilginçtir.

1940’lı yıllarda gazete ve dergilerde kadınlara yönelik haber ve yazılara
ağırlık verilmeye başlanır. Bu çerçevede Avrupa’daki gelişmeler anında Türk
kadınına iletilmeye başlanır. Bu gazete ve dergilerde kadın fotoğrafları o
döneme göre cüretkar biçimde yayınlanmaya, cinsel içerikli yazılara yer
verilmeye başlanır. Resimli Ay dergisinin her kapağını bir kadın fotoğrafı
süslemektedir. Dergilerde yabancı artistlerin fotoğrafları, aşkları, öpüşme
fotoğrafları yer alır.60

Cumhuriyet gazetesi ve güzellik yarışmaları: İlk güzellik yarışmasını Cumhuriyet
gazetesinin düzenlemesini sadece gazetenin bir tasarrufu ve tercihi olarak
görmemek gerekir. Çünkü, Türkiye’de resmi ideolojinin sözcüsü durumundaki
Cumhuriyet gazetesinin bunu yöneticilerin izin ve teşvik ve talebi dışında
yapması, o dönemin basın rejimi ve tek adam yönetimi gözönüne alındığında mümkün
görünmemektedir. Bu açıdan yarışmanın o dönemin kadına yönelik projelerinden
birini oluşturduğu iddiası fazla abartılı olmayacaktır.

Gazete, 1928’de bu yarışmaları memleketin en önemli meselesi gibi manşetlerle
ilan etti. Batılılaşma ve çağdaşlaşmanın bir simgesi olarak düzenlenen yarışma,
Türk kadınının hürriyet hareketinde de bir adım olarak kabul edilmiş ve halka
öylece sunulmuştur.61

Güzellik yarışması gazete tarafından 1929 Mart’ında düzenlendi. 1932 yılında
düzenlenen yarışmada Türkiye Güzeli seçilen Keriman Halis Dünya güzeli seçildi.
Burada özel olarak anlam taşıyan ve ilginç olan nokta Dünya güzeli seçilen
Halis’in son Şeyhülislam’ın torunu olmasıydı.62

Bu açıdan Batı-Hıristiyan dünyasında mayo giyerek güzellik yarışmasına katılmış
ilk Müslüman kızın dünya güzellik kraliçesi seçilişi oldukça anlamlı ve bir o
kadar da trajik olmalıydı.

Barbarosoğlu’na63 göre, güzellik yarışmaları, Batı’nın Batılı olmayan ülkelere
Batılılaşma yolunda verdikleri bir başarı belgesidir. Temel prensip Batılı
olmayan kadınlar da Batılı kadınlar gibi giyindiğinde onlar kadar, hatta
onlardan daha güzel olabilir esasına dayanmaktadır. Bu bakımdan Keriman Halis’in
Dünya güzellik kraliçesi seçilmesi Cumhuriyet elitleri tarafından gidilen yolun
doğruluğunun ispat edilmesi olarak yorumlanmıştır.

Türkiye güzellik yarışmasın katıldığının ikinci yılında kraliçelik tacıyla
dönerken, serbest piyasa ekonomisine geçen Rusya Federasyonu’nun da yarışmaya
katıldığı yıl birinci olması, bu hususta bir takım başka kriterlerin göz önüne
alındığı düşüncesini pekiştirmektedir.

Kadınların çalışma hayatına teşvik edilmesi: Cumhuriyet döneminde çalışan kadın,
statüsü düşük bir işte çalışıyorsa başını örtme hakkına sahiptir. Statüsü olan
bir işte başörtüsü ile çalışmaya engel olan şey başörtüsünün modern görüntüye
uygun olmadığına inanılmasıdır. Çünkü, çalışan kadın modern kıyafetle olmalıdır.
Bu açıdan Cumhuriyet döneminde kadını çalışma hayatına girmeye teşvik eden
yayınlar da yer alır.

1930’lu yılların magazin dergilerinin en önemli özelliklerinden biri kadınların
çalışma hayatına özendirilmeleridir. Amerikalı bir iş kadınının hayat hikayesi
gayet özendirici bir üslupla anlatıldıktan sonra Teksaslı Misis Sponts’un
zerafeti özelliklikle vurgulanır: "… Bundan Misis Sponts’un erkekleşmiş kaba
bir kadın olduğu nisviyesine has ince zarif işlerden hoşlanmadığı, yahut böyle
nazik işleri beceremediği zannedilmesin… Bütün nisvi zerafetlere, meziyetlere
sahip, kadınlığın bütün manasıyla bir kadındır.64

Cumhuriyetin ilanından 1950 yılına gelinceye kadar modanın karşısındaki tek
engel ekonomik güçlükler olarak belirir. Bu bakımdan iki savaş arasında yer alan
bu dönemde modaya uyma konusunda zihniyet eleştirilerinden ziyade ekonomik
eleştirilerin ağır bastığı görülür.65

İkinci Dünya Savaşının araya girmesi, ekonomik zorluklar, kadın kıyafeti
konusunun geri plana itilmesine neden olur. Türkiye’ye yönelik dış tehditler bu
tarz tartışmaların ve uygulamaların bir süreliğine durmasına neden olur. Ayrıca,
savaş yılları tutumluluğun övüldüğü, israfın hor görüldüğü yıllardır.

2.2.3. Çok Partili Döneme Geçiş

Çok partili dönem Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte hem demokrasi
ve hürriyetlerin yaşanmaya, hem de 2. Dünya savaşı sonrası de Sovyetler
Birliği’nin tehditleri dolayısıyla Batı’ya yanaşmak zorunda kalan Türkiye’de
Amerikan hayat tarzının etkilerinin hissedilmeye başlandığı bir dönem olmuştur.

Ancak, tek parti dönemiyle ilgili çalışmaların hemen hemen hepsinde kadınların
modernleşmesi ve açılması yönündeki Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki eğilimin bu
yıllarda toplumda dindarlaşma ve geleneksel kıyafetlerin artışı lehine değiştiği
aktarılır. Buradaki en önemli faktör Türkiye’deki büyük çoğunluğun bu
dayatmalara karşı olan tavrıydı. Türk toplumunun büyük kısmı köylerde yaşıyordu
ve laiklik uygulamaları büyük şehirlerde etkili olurken, Lewis’ye göre köy ve
kasabalar buna direniyordu.66

Kemalizm ve Kemalizm sonrası Türk kadınının durumunu inceleyen Caporal
kadınlarla ilgili gelişmeyi şöyle ifadelendirir:

"İkinci dünya savaşı sona erer ermez, Kemalist reformlarda belli bir geriye
dönüşe tanık olunmuştur. Hangi siyasal partiden olursa olsun Kemalist
reformlara, her şeye karşın bağlı kalan Türk yöneticiler için bu geri dönüş,
elbette Atatürk’ün yapıtıyla her türlü bağı kesme ve kopma değildi. Söz konusu
olan, özellikle ağırlığı yadsınamaz bir seçmen kitlesine hoş görünmek amacıyla
kimi ilkelerden cayılması, vazgeçilmesiydi. Bu politika toplumsal yaşamda
kadının durumu üzerinde olumsuz etkiler meydan getirmekten geri kalmamıştır."

Caporal bu tespitten sonra çarşaf giyen kadınlara karşı daha büyük bir hoşgörü
gösterildiğinden, şapkanın yerine fesin konulduğundan ve kadının çarşaf
giymesinin yeniden getirilmesini isteyen sesler duyulmaya başladığından
bahseder.67

Ancak, kadın kıyafeti konusunda devlet baskısı ve yönlendirmesi zayıflarken,
meydana gelen hürriyet ortamından basın yayın organları da en geniş biçimde
faydalanmaya başlamasıyla gazete ve dergilerin etkisi artar. Geçmişten beri
kadının açılması konusunda çıkardığı yayın organlarıyla büyük çabalar harcayan
Simavi gibi gazete sahipleri ve gazeteciler bu tavırlarını çok partili dönemde
de, daha da artırarak sürdürmeye devam ederler.

Kadın çıplaklığının pazarlanması Türkiye’de 1948 yılında Hürriyet gazetesiyle
basına girmiştir. Hürrriyet gazetesi daha ilk sayılarından itibaren, gazete
sayfalarında, yarı çıplak kadın fotoğrafları yayınlamaya başlamıştır.
Hürriyet’in kapış kapış giden ilk sayılarından birinde, birinci sayfada mayolu
genç bir kadın gülümsüyordu. Gülümseyen güzelin kim olduğu belli ve önemli
değildi. Zaten, yabancı bir dergiden alınmıştı. Ama vücudu tahrik ediciydi.
Çıplak kadın vücuduna yabancı okura, bu resimler sunulurken gerekçesi de
düşünülmüştü. Fotoğrafın altında "bu yıl lasteks mayolar moda" cümlesi
yazılıydı.68

1948 yılında Marshal yardımından sonra Amerikan hayat tarzı magazin basını
yoluyla yayılmaya başlar. Cumhuriyet dönemi kadın dergilerinde görülen, kadına
yeni bir toplumsal rol verilmesi, onun meslek sahibi olması yoluyla
gerçekleştirilmeye çalışılırken, 1950’den sonra kadının meslek sahibi olarak
statü kazanabileceği imajı ertelenerek, doğrudan prestij kadının bedeni ve
güzelliği üzerinde odaklanır. Böylece 1950’lerin ve 1960’ların kadını "cemiyet
haberleri" başlığı altında balo, çay, defilelere katılması ve şık güzel
kıyafetler giymesi vesilesiyle kendine bir yer edinebilir bir duruma gelir.

Bu dönem dergilerinde artık modaya ve giyim israfına dayalı eleştirilere
rastlanılmaz. Cumhuriyet döneminde "anne" kadının Amerikan artistleri gibi
giyinemeyeceği yolundaki itirazlar bu dönemde kaybolur. Çünkü, önceki dönemde
medenileşmenin bir vasıtası olan modern giyim, bu dönemde kendisi gaye olmuştur.
Bunun sebebi, Cumhuriyet döneminin geleneksel-modern giyim çatışmasını bertaraf
etmekte modernin lehine ısrarlı davranmış olmasıdır.69

1956 yılında çıkan Sanat, Estetik, Sosyete kelimelerinin ilk harflerinden ismini
alan SES dergisi devrin moda-kadın anlayışı hakkında ipuçları verir. "Moda
Üzerine Bir Düşünce" başlıklı yazıda modanın hakim gücü vurgulanarak, insanların
bile modasının geçebileceğine değinilmektedir. İnsanın modasının geçmemesi için
"hangi yaşta olursa olsun durumuna göre yenilikleri üzerinde taşımaya devam eden
bir güzelliğe sahip olmalıdır. Nitekim, ileriyi gören yenilikleri günü gününe
yaşayabilen insanların modası hiç geçmemektedir."

Güzelliğe sahip olmak, artık doğuştan gelen bir özellik değildir. Kozmetik
ürünleri kullanmak ve gündemde olan artistlere benzemeye çalışmak, güzel olmak
için yeter şart olarak sunulur. Giyinmesini öğrenmek, ancak sinemalardan,
mecmualardan faydalanmasını bilmekle mümkündür. Fransız kadınların iyi
giyinmesinin sebebi olarak Fransız mecmuaları gösterilir.70

Çok partili dönemde kapitalizmin gelişmesiyle birlikte sosyo-ekonomik ve
sosyo-kültürel düzeylerde ilişkiler, davranışlar ve tutumlar değişmeye, önceleri
tabu olarak kabul edilen kavramlar yıkılmaya başlar. Haberlerde, yazılarda,
fotoğraflarda cinsellik temaları artar. Aile kavramı henüz saldırıya uğramaz,
ancak daha esnek bir bakış açısı okura verilir. Aile dışı cinsel ilişkiler,
gayri meşru çocuklar, yasak aşklar, cinsel sapkınlıklar haberlere konu olur.71

2.2.4. 1960 ve 70’li yıllar

1960 ve 70’li yıllar dünyada önemli gelişmelerin olduğu ve bunun etkilerinin
Türkiye’de çok yakından hissedildiği yıllardır. Gerek 1960 darbesinin Demokrat
Parti’nin Atatürk devrimlerine yönelik bir karşı devrim olarak görülmesi ve
darbeyle iktidardan indirilmesi, gerek 1968’lerde Avrupa’da meydana gelen
gençlik olayları Türkiye’de basın yayın alanında gelişmeler, önemli toplumsal
değişimlere neden olmuştur.

1960 darbesinden sonra çarşaf giymeyi yasaklamayı amaçlayan yerel önlemler
alınmasına rağmen,72 1961 Anayasası’nı getirdiği daha rahat ortamda, gazeteler o
zamana kadar basılması yasak olan çıplak kadın fotoğraflarının yanısıra
sansasyonel haberlere de yer vermeye başlar. Gazetelerde Türk kadınlarının
fotoğrafı yerine Avrupalı dergilerden alınan fotoğraflar kullanılmaktadır.73

Dünyada cinsel özgürlük sloganlarıyla ahlaksızlığa doludizgin yol alınan 1970’li
yıllar Türkiye’de de müstehcen yayınların ‘patlama’ yaşadığı bir dönem olmuştur.
Bu dönemde gazete, dergi ve sinema filmleri açık saçıklığın yanısıra cinselliği
en bayağı biçimleriyle Türk halkının gündemine sokuyordu. Mini etekler tüm
dünyayla birlikte Türkiye sokaklarında da görülmeye başlanmıştır.

Caporal 1970’li yıllarda Ankara’da yapılan bir araştırmayı aktararak, üç kuşak
Türk kadınını şöyle resmetmekte ve medyanın modernleşme konusundaki etkisine
vurgu yapmaktadır: "Görüntüde yanyana yürüyen üç kadın vardır; kadınlardan
birincisi büyük annedir ve hemen hemen tümüyle kapalıdır; ikincisi annedir,
geleneksel mantosunu ve başörtüsü giyinmiştir; nihayet üçüncüsü olan kız bir
blucin ya da mini etek giymektedir. Gerçekten, genç kızlar, çalışan ve orta ve
yükseköğretime devam edenler, ya da daha yalın olarak, basın, radyo, televizyon
ve sinema yoluyla çağdaş yaşamla, çağdaş dünya ile temasta olan genç kızlar, ana
babanın ve yaşlı kimselerin klasik otoritelerine karşı bu dünyanın kural ve
geleneklerini doğallıkla izlemektedirler."74

Meşrutiyet dönemi kadın dergilerinden bu yana değişmeyen konu magazin
dergilerinin esas konusu haline gelmiş olan şarkıcı ve artistlerin resimli hayat
hikayeleridir. Dergi okuyucusunun kentleşme ve toplumsal farklılaşmaya paralel
olarak tüketici durumuna gelmesi 1970’lerde yaygınlık kazanır. Bu tarihten
itibaren aile dergisi olarak hazırlanan magazin dergileri bir ihtisaslaşma
yoluna giderek, kadın, erkek ve gençler için ayrı ayrı hazırlanmaya başlar.
Kadın dergileri de çalışan kadınların beklentilerine ve ev hanımlarının
beklentilerine cevap vermek üzere iki farklı yapıda çıkmaya başlar.75

Türkiye 1980’li yıllara girerken, gerek gazeteler, gerekse dergiler, çıplak
kadın resimlerini kullanmaya başlamışlardır. Gazetelerin verdikleri eklerle ve
magazin dergileriyle moda ve Batı tipi hayat tarzı Türk halkının gündemine iyice
girmişti. Türkiye’de hızla artan terör ve anarşi hareketleri darbeye zemin
hazırlarken, basın yayın ve sinemalarda müstehcenlik ve cinsel içerikli film ve
yayınlar iyice artmıştı.

Bütün bunlara rağmen, bu gelişmeler büyük ölçüde Türkiye’nin İstanbul, Ankara,
İzmir gibi büyük şehirlerinin merkezlerinde etkin olmuştur. Gazete, dergi,
televizyon ve sinemadaki müstehcenlik ve kadın kıyafetlerindeki açılma eğilimi
sınırlı sayıda insan tarafından takip edilen ve yerine getirilen uygulamalardı.
Lewis’in belirttiği gibi Cumhuriyet dönemindeki laik ve modernleşmeci
uygulamalar daha çok büyük şehirlerde kendine uygulama alanı bulabilmiş, diğer
şehirler ve özellikle kasaba ve köylerin oluşturduğu kırsal kesim
"muhafazakârlığın kaleleri" olarak kalmaya 1970,76 hatta 1980’lere kadar devam
etmişti.

Bu da gösteriyor ki, gazete, dergi ve sinema gibi kitle iletişim araçlarının
ulaşabildiği yerleşim yerleri modernleşmenin uygulama alanı bulması açısından
Batı hayat tarzının yaygınlaştığı yerler olmuştur. Bu dönemde TRT televizyonunun
etkinliği hem zaman, hem de ulaşım açısından sınırlı idi. 80’li yıllara
gelindiğinde ise durumun değiştiğini, devlet televizyonu TRT’nin yayın alanını
genişleterek, iki, üç kanalda birden yayın yapmaya başladığını, daha sonra özel
televizyon kanallarının devlet televizyonunu bile geride bırakarak ülke çapında
etkinliğinin arttığı görülecektir. Televizyon, 1980 sonrası Türkiye’deki hızlı
toplumsal değişimin en önemli dinamiği olarak ortaya çıkacaktır.

2.3. 1980 Sonrası Dönemde Medyanın Kadın Ekseninde Toplumsal Değerleri
Değiştirmedeki Etkisi

Türkiye’de başta Anayasa olmak üzere pek çok yapıyı temelden değiştiren 12 Eylül
askeri darbesinin, ülkedeki siyasi ve ekonomik yapının değişmesinde de önemli
rolü olmuştur. Bu darbe sayesinde, zaten daha önce zemini hazırlanan ve dünyada
yaygınlaşmaya başlayan yeni liberal politikalar, toplumdan fazla direniş
göremeden kendine uygulama alanı bulmuştur. 1980’li yıllar küreselleşmenin ayak
seslerinin duyulmaya başlandığı ve Türkiye’nin hızla dışarıya açıldığı bir dönem
olmuştur.

Bu dönemdeki siyasi baskılardan fikir gazeteciliği imkansız hale gelmiş, magazin
ve müstehcenlik bir milyona yakın tirajlara ulaşan gazeteler vasıtasıyla her eve
girmeye başlamıştır. Bu şartlarda ortaya çıkan Gelişim Yayınlarının öncülüğünü
yaptığı ansiklopediler ve dergiler de toplumdaki cinsellik konusundaki
hassasiyetin yanında ahlaki değerleri de büyük ölçüde tahrip eder hale
gelmiştir. Önceleri cinsel eğitim adı altında bazı haber dergilerinde yer almaya
başlayan cinsellikle ilgili konular, daha sonraları gazete ve dergilerde hiçbir
sınır tanımadan yer almaya başlamıştır.

Bazılarınca İslami gelişmenin hızlandığı dönem olarak anılan 80’li yıllar,
aslında toplumdaki yerleşik ahlaki değerlerin de kitle iletişim araçları
vasıtasıyla aşındırılmaya başlandığı ve bunun geniş kitleleri etkiler hale
geldiği bir dönem olmuştur.

1980 sonrası kıyafet-zihniyet paralelliği dergilerin yazılarıyla sunulan
kıyafetlerin aynı üslup içinde olmasıyla bir bütünlük gösterir. Bu bütünlük daha
önceki dönemlerde görülmez. Kadın magazin dergileri kentli orta sınıf, eğitimli,
çalışan veya çalışma beklentisi olan kadınları okuyucu kitle olarak
benimsemiştir. Bu bakımdan çalışan iyi giyimli, özgür kadın, dergilerin takdim
ettiği ideal kadın tipidir. Aynı ideal kadın takdimine moda defilelerinde
rastlanır.77

1980 sonrası, kitle iletişim araçları, gazete, dergi, sinema ve televizyon
toplumdaki gerek ahlaki değerler, gerekse daha görünür olan kadın
kıyafetlerindeki değişimi hızlandırmada önemli rol oynamıştır. Bu dönemde,
özellikle de romanlar, dergiler, filmler aracılığıyla kadının bireyselliğinin ve
cinsiyetinin dışa vurulması eğilimi gözlemlenmiştir.

Gerek sinemada kadını konu alan filmler, gerek Kadınca dergisi, gerek Duygu
Asena’nın kitapları, kadının bireyselliğini, annelik ve zevcelik rolleri
dışında, cinselliğini keşfettirerek dile getirmekte; kadın-erkek eşitliği
talebini kamusal alandan özel alana, iç dünyalara taşımaya çalışmaktadır.
Özellikle, Asena’nın Kadının Adı Yok kitabında, kadının kendi cinselliğine,
arzularına taviz vermeden sahip çıkması savunularak, bir anlamda kadına ilişkin
"saygınlık" tabusu kırılıyor; dişiliğin gizlenmesi üzerine kurulu kadın
saygınlığı kadının en gizli arzuları, cins kimliği pervasızca açığa vurularak
yok ediliyordu.78

2.3.1. Müstehcenlik ve Gazeteler

1980 sonrası dönem aynen 70’lerde olduğu gibi tehlike sinyalleri vermeye
başlamış, kamuoyu baskısı sonucu hükümet, müstehcen yayınların önlenmesiyle
ilgili bir kanun çıkarmıştı. Ama, bu aşamadan sonra bu eğilimin önüne geçilmesi
mümkün görülmüyordu. Çünkü, olay sadece bir kanun meselesiyle halledilmekten çok
uzaktı. Konu sadece birkaç dergiyle sınırlı gibi anlaşılmaktaydı. Bu önemli
problem basının da yönlendirmesiyle "birkaç derginin poşete girerek" yayın
yapmasıyla sınırlı kaldı. Ancak, yayınlar aynı şekilde devam etti.

İlgi çeken bir başka husus da müstehcenliği savunan yayın gruplarıyla, "tabular
yıkılmalı" diyerek dine, evliliğe, aileye saldıranların, eşcinselliği,
transseksüelliği savunanların aynı gruplar olmalarıydı. Aynı gruplar bekaret
kavramına, "toplumun değerlerini yeniden gözden geçirmek" sözüyle saldırıyordu.
AİDS hakkında yapılan yorumlardan rahatsız olanlar, lezbiyenlik ve
homoseksüelliğe arka çıkanlar, aile içi cinsel ilişki, komünal hayat, grup seks
gibi konulara el atanlar aynı zümrenin mensuplarıydı.79

Bu şartlar altında Türkiye’de bazı çevreleri Amerikan porno dergisi Playboy’un
ilk İslam ülkesi olarak Türkiye’de yayınlanmasını gururla yazmaktaydılar.

1980’lerin ilk yarısında Türkiye’de çıkan gazeteler, 12 Eylül’ün hemen ardından
darbeyi meşrulaştırmak için genellikle cinayet haberlerine, aile facialarına yer
vermiş, daha sonra ise bu haberler yerini, "özel hayat haberlerine" bırakmıştır.
1980’lerin ortalarından itibaren özel hayat kamusallaşmaya başlamıştır.
Türkiye’de o zamana kadar mahrem kabul edilen birçok alan ilk kez kamuoyunun
gündemine gelmiştir. Cinsel eğilimler sınıflandırılmıştır (eşcinseller,
biseksüeller, transseksüeller, zıtcinseller). 1989 yılında büyük gazeteler,
gazetelerin yanında Pazar günleri, ücretsiz magazin dergisi adı altında
çıplaklığın bol miktarda sergilendiği dergileri ek olarak vermeye başlar.80

1983 yılında Günaydın’dan ayrılan Rahmi Turan, bu kez erotik öykü ve
fotoğraflarla magazin haberlerine daha çok yer veren, yine Sedat Simavi’nin
oğullarında Haldun Simavi’ye ait Tan gazetesini çıkarır. 1983 yılında Tan
gazetesinin günlük tirajı 850 binlere ulaşır.81

1982 yılında sağ kesimin önemli gazetelerinden Tercüman gazetesinin sahibi Kemal
Ilıcak’ın eşi Nazlı Ilıcak Bulvar gazetesini çıkarmaya başlar. Ilıcak gazetenin
ilk sayısında şu satırlara yer vermiştir: "Dünyanın her yerinde fikir
gazetelerinin yanısıra büyük tiraj yapan bulvar gazeteleri de yayınlanır.
(Bulvar gazetesi) okuyucusunun hem gözüne, hem gönlüne hitap eder. Sevimli
çizgileriyle öğretirken eğlendirir, düşündürürken gülümsetir. Biz, ismimizden
anlaşılacağı üzere Bulvar gazetesiyiz."82 Bulvar gazetesi müstehcenlikte Tan
gazetesinden geri kalmayan yayınlar yapmıştır.

Müstehcenliği yaygınlaştırma hususunda önemli rol oynayan Türk basınının
başörtüsü yasakları ve bu yasakların protesto edildiği dönemlerde attığı
manşetlerden bazıları ise şöyleydi.: "Yasakbaşlılar rektörlüğü kuşattı", "Türban
çarşafa dönüştü", "Azgın sakallıya coplu ders", "Siyah başkaldırı kırılıyor",
Çarşaflı tahrik", "Türbanın arkası kara çarşaf", "Bugün türban yarın çarşaf",
"Çirkin kılık", Gösteride çarşaflı erkekler de vardı", "Türbancılar okul bastı",
"Kıyafetine bak, tarikatını tanı".83

2.3.2. Geleneksel Değerlerin Sorgulanması ve Dergiler

1980’lerden sonra çıkan gazete ve dergiler pek çok geleneksel değeri
değiştirmede önemli rol oynamıştır. Özellikle Nokta ve Tempo gibi dergiler haber
dergisi adı altında, insanların 80 sonrası oluşan baskı ve depolitizasyon
döneminde haber ihtiyacını karşılamak için bu dergilere yönelmesini fırsat
bilerek toplumda daha önce tartışılmayan pek çok konuyu toplumun gündemine
sokmuştur.

Bu dergiler kapak konularında, Türk toplumunun tabuları olarak görülen ve dini
ve geleneksel değerlerden kaynaklanan bekaret gibi pek kavramı tartışmaya açarak
ve toplumda daha önce hiç duyulmamış eşcinsellik, lezbiyenlik, komünal yaşam,
telekızlar, jigololar gibi konuları toplum gündemine taşıyarak, bunların
meşrulaştırılması yönünde önemli etkisi olmuştur.

1970’lerden sonra genç kadınlara hitap eden dergilerin söylemleri iyi bir eş,
anne ve ev kadını nasıl olunur öğütlerinden uzaklaşarak liberal feminist
söylemleri ticari ve popülist söylemlerle birleştirip kadınların kariyerlerinde
yükselebilmeler, cinsellik ve yaşamın diğer alanlarında kendilerini
geliştirmeleri, zevk almaları, cinsiyetler arası eşitsizliklerle mücadele
edebilmeleri gibi çeşitli konular üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır.84

Bu dönemde, herkesin özel hayatı sergilenmeye başlamış, Türkiye’de belki ilk
defa hayat biçimleri sınıflandırılarak toplumda meşruiyet kazandırılmaya
çalışılmıştır. Türk toplumunun o zamana kadar duymadığı varlığından bile
haberdar olmadığı konular, çoğu zaman zorlamayla halkın gündemine sokulmaya
çalışılmıştır. Bunlar sanki toplumsal bir konu işleniyormuş gibi, çok uç bazı
örnekler ön plana çıkarılarak, bazen de kurgulanarak önce haber dergilerinde
yayınlanmış, daha sonra gazete ve televizyonlara sıçramıştır.

İlginç olan, kapak konularıyla Türk toplumunun daha önce hiç karşılaşmadığı
konuları gündeme getiren ve çıplak kadın fotoğrafları yayınlayan bu dergilerle,
irtica adı altında dine ve dini değerlere de en çok saldıran ve dindarları
devlete ihbar eden yayınlarda başı çeken dergilerin aynı yayın organları
olmasıydı.

Nokta dergisi’nin kapak konularının başlıklarından bazıları şöyleydi: "Dinci
gençlik-OKULLARDA İSLAMİ AKIMLARIN ETKİSİ ARTIYOR"; "TEDİRGİNLER-Devlet
kuruluşlarının değerlendirmesi-İRTİCA YENİDEN FAALİYETTE (Devlet kuruluşlarının
hazırladıkları raporlara göre, şeriatçı akımların yürüttüğü gizli çalışmalar
tehlikeli boyutlara ulaştı.)"; "TARİKAT OLAYI-Nakşibendiler, Ticaniler,
Rifailer, Süleymancılar, Mevleviler, Nurcular"; "MÜSLÜMANLAŞIYORUZ-Büyük din
araştırması: Dinsel eğilimler kadar şeriat özlemi de artıyor."; "Devlet atağa
kalktı. HEDEF SÜLEYMANCILAR"; "Demirel’in Nurcuları"; "Askeri Okullarda 2.
İRTİCA OPERASYONU"; "İSTANBUL’UN GÖBEĞİNDE BİR İSLAM GETTOSU"

Tempo dergisi de aynı dönemde benzer şekilde "Şeriatçılar örgütleniyor",
Tarikatlar Meclis’te" gibi başlıklar kullanmakta, Elele dergisi ise "İRTİCA"nın
ayak sesleri" başlığını kapak konusu yapmaktaydı.

Gerek haber dergisi formatında çıkanlar, gerekse erkek dergisi adı altında
yayınlanan dergiler, işledikleri konular ve yayınladıkları resimlerle, 80
sonrası dönemde cinsellikle ilgili toplumsal değerleri değiştirmede çok önemli
rol oynamışlardır. Bu dergilerin ortak özellikleri o dönemde toplumda yer
almayan sorunları, haber konusu yaparak toplumun gündemine sokmaları ve bunların
bir yaşam biçimi olarak toplumda yer edinmesini sağlamalarıdır. Bu dergiler
ilgili ilgisiz her sayılarında kapaklarında yayınladıkları çıplak kadın
fotoğraflarıyla, kadının bu yayınlarda cinsel bir meta olarak daha çok yer
alması ve bunun toplumca normal karşılanır hale gelmesini sağlamak gibi bir
fonksiyon da ifa etmiştir. Sözkonusu dergiler kadının toplumda daha çok yer
alması ve daha çok özgürleşmesi yolundaki söylemleriyle, modernleşme yönündeki
eğilimi hızlandırma konusunda da önemli katkılarda bulunmuşlardır.

2.3.3 Televizyon Yayınlarının Kadın Ekseninde Toplumsal Değerlerin Değişimine
Etkisi

Bu incelemenin kapsamı içinde buraya kadar bahsedilenler arasında kadın
ekseninde toplumsal değerlerin değişimi ve özelde kadın kıyafetindeki
modernleşme sürecinde en etkili medya araçlarından biri televizyondur.
Özellikle, 1980’li yıllarda TRT’nin artan kanal sayısı, 1990’lardan itibaren
Türk toplumunun hayatına giren özel televizyonlar bu süreci hızlandırmada önemli
rol oynamıştır.

Televizyon, gazete ve dergiye göre daha etkili bir kitle iletişim aracıdır.
Gazeteden ve dergiden en önemli farkı, her eve, her yaştan ve cinsten aile
bireylerine kolayca ulaşabilen ve insanların tavır ve davranışlarını daha çok
etkileyebilen bir güce sahip olmasıdır.

Kitle iletişim araçlarının gelişmesi modanın evrensel bir giyim şekline
dönüşmesinde önemli bir role sahip olmuştur. Özellikle, televizyon
kanallarındaki yabancı dizi ve filmler Amerikan ve Avrupa hayat tarzının ve
giyim kuşam anlayışının Batılı olmayan ülkelere taşınmasında etkili olmaktadır.

Çalışan kadınlar daha ziyade parlak baskılı magazin dergileri tüketirken, ev
kadının dünyasındaki güzel, şık, bakımlı kadın imajı televizyondaki pembe
diziler ve magazin programlarıyla beslenmektedir.

Reklam kuşağında çok basit bir ürünün tanıtımında bile şık, bakımlı, modayı
takip eden bir kadın imajının kullanılması, geleneksel kadının yok sayılmasına
neden olmaktadır. Geleneksel kadın imajı sadece olumsuz bir etki meydana
getirmek için kullanılmaktadır. Moda defileleri son on yıl içinde Batı
televizyonlarıyla hemen hemen aynı tarihlerde yayınlanmakta, televizyon
kanallarının defilelere çok büyük önem atfetmesi seyirciyi modanın
vazgeçilmezliği konusunda ikna edici bir rol oynamaktadır.85

Günümüzde çalışan kadın imajı oldukça değişmiştir. İdeal kadın simgesi hem
medyada, hem de defilelerin takdiminde "çağdaş, dinamik ve çalışan kadın" olarak
ortaya konulmaktadır. Çünkü, modanın taşıyıcı grubu çalışan kadınlardır. Çalışan
kadınlar hem ekonomik özgürlükleri olması hasebiyle, hem de cemiyet içindeki
zevk ve beğeni etkileşimine daha yoğun olarak maruz kaldıklarından, ev
kadınlarına göre modayı daha yakından takip eden bir kategoride bulunmaktadır.86

Özel televizyonlardaki yayınların hiçbir kurala bağlı olmadan sürmesi ve bu
yayınların, kişi hak ve özgürlüklerine, toplum ahlâkına yönelik saldırıları,
özel hayata yönelik müdahalelerinin yanısıra şiddet ve cinsellik öğeleri
taşıması da ayrı bir sorun olmuş ve toplum tarafından tepki görmüştür. Bu
durumdan basın mensupları bile rahatsız olmuş ve "bu durumun basın özgürlüğüyle
bir ilgisi olmadığını" özellikle vurgulayarak, "bunun basın özgürlüğünün
istismarı" olduğunu yazılarında ifade etmişlerdir. Mesela, özel televizyonların
ilk döneminde Doğan Heper, Milliyet gazetesindeki köşesinde bu sıkıntısını şu
yazısıyla dile getirmiştir:

"Çoluk çocuk TV seyrederken bir de bakıyorsunuz ki bir seks sahnesi! Hemen bitse
neyse, uzuyor da uzuyor. Sapık ilişkiler, homoseksüeller, lezbiyenler,
transseksüeller, biseksüeller, travestiler, jigololar hepsi her an odamızın,
ailemizin içinde, ya TV ekranında, ya da sinemada, ya mecmuada. Artık,
yaşantımızın parçaları olma yolundalar."87

Bu yayın politikası uzun süre kamuoyunda ve basın yayın organlarında
tartışılmıştır. Politikacılar bu yayınlardan dolayı rahatsızlıklarını belirtmiş,
"çocuklarıyla rahatça televizyon seyredememekten" yakınmışlardır. Ülkenin en üst
düzeydeki yöneticisi olan Cumhurbaşkanı da "bütün evlere, hatta odalara giren
televizyonlardaki, çocuklarla beraber seyredilemeyecek programların çokluğundan"
yakınarak, televizyonlardaki "çıplaklık konusunda şikâyetlerin varlığından"
bahsetmek gereğini duymuştur.88

Özellikle, televizyonlardaki haber programları, reyting uğruna düzeylerini çok
düşürerek, magazin programlarına dönüşmüşlerdir. Şahin’in deyimiyle reytinge
endeksli habercilik "Kanlı, cesetli, mahremiyet röntgenciliği yapılan, şiddeti
vitrine çıkaran, insanın en maraz meraklarına seslenen haberciliğe" prim
vermektedir.89

Medyanın yayın politikaları kültürel açıdan önemli yozlaşmaya neden olmaktadır.
Batı’nın Türk toplum yapısına aykırı bir takım davranış biçimleri de medya
aracılığıyla toplum kültürünü etkilemektedir. Bu durumu Usluata şu şekilde dile
getirmektedir:

"Bugün artık gazetelerimiz büyük puntolarla ‘TV’nin Number One’ları’ diye başlık
atabiliyorlar; yabancı filmlerin çevirilerinde kullanılan uygulamalarla yabancı
kökenli sözcükler ya da teknolojilerin sunduğu yeni sözcükler giderek dilimize
iyice yerleşiyor; Kültürümüzde hiç de alışkın olmadığımız davranışlar
sergileniyor; özel radyo kanallarından İngilizce aksanıyla Türkçe konuşarak
dinleyicilere sesleniliyor; Anneler gününün, Noel kutlamalarının ardından
‘Sevgililer günü’ (Aziz Valentine günü) de-iletişim araçlarıyla sevgililere
çiçekler gönderilerek, gazetelere sayfa sayfa ilanlarla sevgililere
seslenilerek-kutlanıyor. Cadılar bayramı büyük ihtimalle daha sonra
gelecektir."90

Magazin programları ve diziler: 1980’li yıllarda yayınlanan kadın dergilerinde
ortaya konular kadın kimliği şu şekilde tasvir edilmekteydi: "Bu yayınlarda yer
alan kadınlar, erkekleri büyüler, zengin veya ünlü erkeklerin peşinde koşarlar,
başka kadınların sevgilisini elinden kaparlar, nikahsız beraberlikler yaşarlar,
sık sevgili değiştirir ve böylece eğlence yerlerinde görülürler, cesur kadınlar,
soyunmaktan korkmayan, sapmalardan çekinmeyen, değer tanımayan kişilerdir".91

Sınırlı sayıda insana hitap eden bu dergilerdeki kadın tipleri televizyonlar
sayesinde toplumun bütün kesimlerine iletilmektedir. Bunu sağlamada en büyük
rolü televole tipi magazin programları oynamaktadır.

Televoleler futbolcularla, şarkıcıları, mankenleri, dansözleri aynı noktada
buluşturdu. Diğer bir deyişle, kadınlarla erkekleri aynı saatte ekran başına
toplamayı başardı. Artık, bu programları en az erkekler kadar kadınlar da
ilgiyle izlemektedirler. Kadınlar futbolcuları ve erkek şarkıcıları, erkeklerse
kadın şarkıcı ve mankenlerin yaşamlarını, eğlendikleri mekanları ve modayı bu
programlardan öğrenmeye başladılar. Bu programlar aile fertlerinin hep birlikte
izledikleri programlar haline gelmiştir.

Son zamanlarda televole programlarına konu olan kimi kişiler dizi filmlerde rol
alan sanatçılardır. "Asmalı Konak", "Zerda", "Gülbeyaz" gibi dizilerin
oyuncuları nerede eğlenir, kimlerle flört eder, ne yerler, ne içerler?…
Programlar bunlarla doludur. Bugün tüm kanalların bir televolesi var. Herkese
hitap ettiği için sunulan bu ürün, tamamen bunalan günümüz insanını bir anlamda
uyuşturarak etkisiz hale getirmekte ve yeni yaşam biçimleri (Futbolcuların ve
şarkıcıların tükettiği ürünler aracılığıyla) sunarak, insanların ekonomik kriz,
eğitim, sağlık, çalışma şartları gibi sorunları düşünmeden yaşamasını
sağlamaktadır.92

Türk televizyonlarında son dönemde peşpeşe yerli diziler yayınlanmaya
başlamıştır. Bunların bir kısmı güneydoğudaki ağalık sisteminin günümüze
uyarlanmış modern versiyonları, okul ve öğrenci dizileri, ev, aile ve mahalle
dizileri olarak sınıflandırılabilir.

Ama, bu dizilerin ortak noktası, modern hayat tarzlarının, modern kadın
kıyafetlerinin dizilerin değişmez unsurları haline gelmiş olmasıdır. Bu diziler
büyük çoğunlukla Türkiye’de sadece modern seküler hayat tarzının egemen olduğu,
dinden ve dini değerlerden arındırılmış bir toplum biçimi kurgular.

Öyle ki, "Çocuklar Duymasın", "Asmalı Konak", "Kınalı Kar", "Lise Defteri",
"Gelin", "Hayat Bilgisi" gibi dizilere dışarıdan bakan bir kişi bu dizilerdeki
insanların hangi dine mensup olduğu konusunda hiçbir fikir yürütemez. Bu
dizilerdeki insanların mensup olduğu bir dini simgeleyen, hatırlatan hiçbir
görüntüye yer verilmez.

Söz konusu dizilerden kent ortamında geçen dizilerde, kadınlar moda
başkentlerindeki podyumlarda sergilenen son moda giysileri giyerler. Mini
etekler, kot pantolonlar, streç pantolon, tişört kadınların dişiliğini
sergilediği son derece dekolte kıyafetler bu dizilerde sergilenen karakterlerin
günlük kıyafetleridir. Mesela, "Çocuklar Duymasın" dizisinde dini değerleri
bırakın Türk toplumunun ahlaki değerleri bile gözardı edilir. Dizide anne
rolündeki kadın, aynı zamanda modern, kentli ve çalışan bir kadındır. Her zaman
bakımlı, makyajlı, dekolte kıyafetlerle kayınpederinin ve babasının yanında bile
rahatça dolaşabilen bir karakteri sergiler.

Bazı araştırmalara göre toplumun yüzde 68’ini oluşturan başörtülü kadınlara bu
dizide rastlanmaz. Sadece temizlikçi kadın başını bağlar. O da temizlikçi kadın
öyle olması gerektiği içindir. Çünkü, tam tesettürlü olmasa da başörtüsü
temizlikçi kadının doğal kostümüdür.

Dini simgeleyen kıyafet ve davranışlara köy dizilerindeki gündelik hayat
içerisinde bile rastlamak çok zordur. Köydeki kadın ve kızlar ancak yarım
bağlanmış bir başörtüsüyle karakterize edilirler. Çoğu kere de yaşlı kadınların
kıyafetlerini tamamlayan, yarım bağlanmış fularlardır bunlar. Bu dizilerin
içerisinde toplumun değer yargılarına en yakın olan "Ekmek Teknesi"nde bile asla
bir başörtülü ve tesettürlü kadın bulunmaz.

Sözkonusu dizilerde dinle ilgili karakter ya kötü ya da dalga geçilen zayıf
karakterli biridir. Bunlardan "Hayat Bilgisi" dizisindeki "Din Bilgisi"
öğretmeni, kimseye faydası dokunmayan, asosyal bir tiptir. Reşat Nuri
Güntekin’in romanlarındaki yobaz karakterinin biraz daha günümüze uyarlanmış
şekli gibi durmaktadır. Dizilerde öğretmenin eş anlamlısı olarak lise ve
üniversitelerde kullanılan "hoca" ifadesine bile dini bir çağrışım yaptığı için
tahammül edilmez ve bu dizinin modern Cumhuriyet öğretmenin ağzından "hoca
camide" ifadesiyle aşağılanır.

Hatta, bir dönem devlet kurumu olan Aile Kurulu tarafından yapılan bir dizideki
imam, iyi, yardımsever, aydın bir din adamı olarak karakterize edildiği için TRT
tarafından yayınlanmamıştır. TRT’nin gerekçesi ilginçti. "Böyle iyi bir imam
karakteri olamaz"dı.

Sonuç olarak Türk televizyonlarındaki dizilerde din ve dini değerler tamamen yok
sayılmaktadır. Din ve dini simgeler ancak aşağı sınıflara mensup, fakir,
eğitimsiz, cahil, gelişmemiş insanları ait modası geçmiş değerler olarak
karakterize edilmektedir. Modern hayat biçimi ve modern kıyafet ise topluma
olumlu karakterlerle sunulmaktadır.

Bu anlayış, Türk toplumu tarafından da benimsenmiş, en azından kanıksanmış
görünmektedir. Çünkü, bu diziler aynı zamanda en çok seyredilen dizilerdir. Bu
dizilerdeki hayat tarzı, kılık kıyafet biçimleri toplumu önemli ölçüde de
etkilemektedir. Daha önceleri sadece büyükşehirlerin merkezlerinde görülen
kıyafetlerin bugün Türkiye’nin en ücra kasaba ve köylerinde görünmeye
başlamasında televizyonlardaki bu dizilerin ve dizilerdeki karakterlerin önemli
payı vardır.

Kentin merkezindeki çalışma mekanlarına giden otobüs ve minibüsleri,
Büyükşehirlerin varoşlarında yaşayan başörtülü annelerin, streç kotlu, kazaklı,
makyajlı kızları doldurmaktadır. Eğitim düzeyi çok düşük bu kızlar için
kendilerini ispat etmenin tek yolu, o dizilerde gördükleri genç kızlar gibi
giyinerek sahip oldukları tek değer olan vücutlarını teşhir etmektir.

Reklam içerikleri: Günümüzde çok pahalı bir yatırım gerektiren televizyon
yayıncılığı, ancak reklamlarla yayınlarını sürdürebilme imkanına sahiptirler.
Reklam verenler ve reklam ajansları tek amacı tüketimi körüklemek olan ve bunun
için her türlü yolu mubah gören bir anlayış içinde reklam programları
üretmektedirler.

Reklamcılık, hem kendisi hem de sunduğu ürünler açısından modernizmin ürünüdür
ve modernizmin amaçlarına hizmet eder. Gıda ve hizmet sektörüyle ilgili
reklamları bir kenara bıraksak bile sadece kadınlara yönelik ürünler,
kozmetikler ve kadınlara özgü ürünlerin sunumu hemen hemen tamamen güzellik,
gençlik ve sağlık unsurları üzerine kurulmuştur.

Günümüzde reklamlar artık yerel özellikleri bile dikkate almadan evrensel
ölçütlerle üretilmektedir. Yani, bunun anlamı, kadını bir cinsi meta olarak
gören kapitalist anlayışın ayrım gözetmeksizin dünyanın her tarafında aynı
reklamları yayınlamasıdır. ABD’de ya da Avrupa’da gösterilen reklamlar
Türkiye’de de hiç değiştirilmeden yayınlanmaktadır.

Reklamlarda ister kadınlara yönelik olsun, isterse diğer kesimlere, reklamlar
kadın unsurunun bütün cinsel kışkırtıcılığıyla kullanıldığı programlardır. En
ilgisiz reklamlarda bile mini etekli, makyajlı, bakımlı, cinsel mesajların
verildiği görüntüler yayınlanmaktadır. Bu açıdan reklamlar hem tüketim
kültürünün hem de modern hayat tarzının yaygınlaştırılmasında kullanılan etkili
yöntemlerden biridir. Ve toplumun hiçbir kesimi ve hiçbir alan bu yayınlara
karşı korunma içinde değildir.

2.4. Modernleşme Bağlamında muhafazakâr Medya ve Kadın

Okumak ile okuyup bir şey olma arasındaki boşluğun İslami hayat tarzı ile
düzenlememe sıkıntılarının en fazla hissedildiği dönem 1980 sonrası dönemdir.
Dindarların kendilerini bireyciliğin ve tüketimin hayat tarzı haline gelmiş
olmasından koruyamamaları, zaaf noktalarının geometrik bir şekilde artmasına
sebep olmuştur. 1980 sonrası muhafa-zakâr kesimin "Özal felsefesinden" yoğun
olarak etkilenmeleri neticesinde, mevcut hayat anlayışını İslami esaslara göre
yeniden düzenleme idealinden uzaklaşmışlar ve tüketim zihniyetine uygun her
türlü hayat tarzının "İslami versiyonunun" üretilmesi yoluna gitmişlerdir.
Günlük hayat içerisinde her şeyin "Müslümancası" üretilerek tüketim kalıpları
Müslümanlar için yeniden düzenlenmiştir.

Bu tüketim kalıplarının Müslüman kadına nasıl bir rol verdiği, özellikle
başörtüsü reklamlarıyla belirginleşmektedir. 1970’li yılların en önemli tartışma
meselelerinden olan "Müslüman kadının görünürlülüğü" özellikle 1990’ların
başından itibaren "en şık şekliyle görünmeye" çevrilmiştir. Tesettür ve defile
kelimelerinin yanyana ve birbirini tanımlar bir şekilde kullanılıyor olması bile
"görüntü" ve "görünür olma" probleminin geldiği noktayı gözler önüne
sermektedir.

Başörtülü kızlar için "görüntü" probleminin ikinci safhası kendilerine şehrin
bazı mekanlarının yasak olduğu dayatmasıyla ortaya çıkmaktadır. Şehrin bazı
mekanları "arındırılmış" bir tanım içinde benimsenmekte, bu arındırılmış
mekanlarda başörtülüler "sakıncalı" insan durumuna düşmektedir. Bu baskılar
başörtülü genç kızların-özellikle lise ve üniversite çağı-toplumsallaşmasını
engelleyen bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. "Sen buraya giremezsin!"
çıkışına maruz kalmadan önce o tip mekanlara girmeyi düşünmeyecekleri halde,
kendilerine karşı gösterilen yasaklayıcı tutumdan dolayı-ki bu yasaklama dini ve
ahlaki endişeden dolayı konulmuş bir yasaklama olmayıp sınıfsal bir yasaklama
şeklindedir-"başörtüsüyle her yerde olma" şeklinde bir hayat tarzı
geliştirdikleri görülmektedir.93

Podyuma çıkmış "tesettür giyim" ile moderni tanımlayan yeni bir kategori ortaya
çıktı. Başörtülü kitlenin varlığı tüketimi körükleyici bir unsur olarak yeniden
keşfedildiğinde, Müslümanların gündemine modernlik olumlu bir kategori ile
oturtulmaya çalışıldı. Kendi markasını birinci sınıf ilan etmeye kalkan bütün
başörtü firmaları, tatil köyleri, oteller vurguyu modern (başörtülü) kadınlara
yaptılar. Modern ve başörtülü olmanın çatışmalı bir alan olmadığı, daha doğrusu
tüketim kültürünün önüne bir set çekmediği İslami kanallarda yapılan reklam
diliyle içselleştirilmektedir.94

Reklamlar artık küresel, daha doğrusu ABD ve Batı hayat tarzına göre
üretilmektedir. Yerel değerler hiçbir şekilde bu reklamlarda dikkate
alınmamaktadır. Böylece dünyanın en dejenere reklamları diğer kanallarla
birlikte muhafazakâr kanallarda yayınlanmaktadır. Şampuan reklamları, kadın pedi
reklamları cinsel mesajlar içeren ve açıklığı teşvik eden görüntülerle
kurgulanmakta, dini bir programın veya filmin arasında bu reklamlar aniden
evlerin salonlarına doluşmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında ister muhafa-zakâr olsun, ister olmasın bütün televizyon
kanalları ahlaksızlığın, açık saçıklığın normalleştirilmesi, olağanlaştırılması
fonksiyonunu ifa etmektedir. Bu aslında insanları zararlı ve ahlaki olmayan
yayınlardan korumak için kurulan muhafazakâr kanalların ayrı bir paradoksunu
oluşturmaktadır. Bu kanallar ister istemez gayri İslami hayat tarzının
propagandacısı konumuna gelmektedir.

Ancak, burada muhafazakâr kanallar açısından çok büyük bir handikap mevcuttur.
Kendilerini muhafazakâr olarak tanımlamasalar bile yayın muhtevası itibarıyla
dini ve geleneksel değerlere saygılı olma amacında olan ve büyük ölçüde hizmet
gayesiyle yola çıktığını iddia eden bu kanallar, yayın politikalarına tamamen
zıt bir amaca hizmet eden film ve programları yayınlamak durumundadır.

Muhafazakâr kanalların, film ve programları elemeye tabi tutsalar bile
reklamları geri çevirme şansları hiçbir zaman yoktur. Bu büyük ulvi ideallerle
kurulan televizyon kanallarının yaptıkları, aslında farkında olmadan modern
hayat tarzının en uç noktalardaki biçiminin kendi televizyonları vasıtasıyla,
dindar ya da muhafazakâr kitleye sunmaktır. Bu kanallar ister istemez karşı
çıktıkları hayat tarzlarının propagandacısı durumuna düşmektedirler.

Ebedi gençliği ve güzelliği ahiret inancında araması gereken muhafazakâr
seyirci, ebedi gençliği ve güzelliği cilt kırışıklıklarına çözüm olan kremlerde,
nemlendiricilerde, şampuanlarda bulacağı konusunda bir reklam bombardımanıyla
karşı karşıyadır. Bu ürünler tamamen cinselliğin ön plana çıkarıldığı, güzel
olmanın, bakımlı olmanın amaç olarak ortaya konduğu ve Batılı fiziğe sahip kadın
ve erkeklerin karakter olarak kullanıldığı programlardır.

Söz konusu televizyon kanalları muhafazakâr seyirciyi, diğer televizyon
kanallarından daha fazla etkileme ve savunmasız bırakma gibi bir tehlikeye de
açık bulunmaktadır. Diğer kanalları hayat biçimine uymadığı için izlemeyen bir
kadın ya da genç kız, bu televizyonlardaki reklamlara karşı diğerlerinden daha
korumasızdır. Dini bir programı ya da bir hocaefendinin vaazını dinleyen bir
genç kızın, tam verilen dini mesajların etkisindeyken "erkekleri tavlamak için
ahenkle dans eden saçlara sahip olma çabası içinde olan" ya da "etkileyici ve
çekici görünmek için mutlaka filanca kremi kullanan" yahut sokağın ortasında
çıkarak kadın pedi soran "cesur!, delikanlı! ve çağdaş kızların" yer aldığı bir
reklam kuşağını ailesiyle birlikte seyretmek zorunda kalmasının insanlarda nasıl
bir psikolojik travma meydana getireceği psikiyatrinin önemli araştırma
alanlarından birini oluşturacaktır.

Kısaca reklamlar, tüketimi, cinselliği, açık saçıklığı, hiçbir sınır tanımayan
kadın erkek ilişkilerini teşvik eden programlardır. Bizatihi reklamların kendisi
modernizmin ve din dışılığın ve seküler hayat biçiminin propagandasını yaparak
ideolojik bir boyut taşımaktadırlar. Bu bağlamda muhafazakâr televizyon
kanalları da ister istemez bu ideolojinin propagandacısı haline gelmektedirler.

Açıklık olabildiğince teşvik edilirken, kamusal alan gerekçesiyle eğitim ve
öğretim hakkından mahrum bırakılan tesettürlüler için sığınılabilecek tek
mekanda onu televizyon beklemektedir. Başlangıçta problem oluşturmayan bu durum,
özel televizyonların yaygınlaşması ve insanların en vazgeçemedikleri eğlence
aracı haline gelmesiyle, evlerde bile insanların hayat tarzlarını tehdit etmeye
başlamıştır.

Önceleri TRT’li günlerde halka açık eğlence programlarında başörtülü tek bir
kadın görülmezdi. Ancak, bu durum tesettürlü kadınlar açısından çok fazla bir
eksiklik duygusu da oluşturmazdı. Çünkü, hem mesture olmak hem öyle bir programa
katılmak ilkesizliğin görüntüye bulanmış hali olarak algılanırdı.

Özel kanallar arka arkaya açılmaya başlandığında adarada sırada çok nadir olarak
tesettürlü kadınlar ekranlarda görülmeye başlandı. Önce stüdyo seyircisi olarak,
daha sonra tartışma programlarının seyircileri ve daha sonra katılımcıları
olarak. En sonunda eğlence programlarında çifte telli oynarken görülmeye
başladılar.95 Tesettürlülerin toplumdaki "görünürlük" çabaları sonunda bu
noktalara kadar gelmişti.

Aslında, bütün bunlar dini hassasiyeti olan insanların ne kadar kuşatılmış bir
dünyada yaşadıkları ve modernizm karşısında ne kadar savunmasız kaldıklarını
göstermesi açısından da ilginçtir. İnsanların bunlara karşı sığınabileceği bir
evi bile yoktur. Modernizm insanları evlerinin içinde bulmakta, hayat tarzını
dayatmakta ve hiçbir zorlama yapmadan insanları etkilemektedir. Medyanın etkisi
bu açıdan dehşet vericidir.

Sonuç

Kitle iletişim araçları, işlevleri itibarıyla insanların, yaşam biçimlerini,
kültürel yapılarını, estetik zevklerini, eğlence biçimlerini
etkileyebilmektedir. Bu da medyayı toplum mühendisleri ya da toplumu kendi
amaçları doğrultusunda değiştirmeyi düşünenler açısından medyayı çok önemli
kılmaktadır.

Tüketim kültürünün egemen olduğu günümüzde, medya, moda, reklam ilişkisi de hem
modern yaşam biçiminin yaygınlaşmasında, hem de kadın görünümü ve kıyafetini
önemli ölçüde etkilemiştir. Bu etki ülkemizde de toplumsal değişimi ve kültürel
yapıyı değiştiren faktörlerin en önemlisidir.

Kitle iletişim araçları bunu, hem modernleşme sürecinin bir ürünü, hem de bu
sürecin en önemli itici gücü olarak ve bu nedenle de devletin modernleşme
ideolojisinin sadık bir müttefiki olarak gerçekleştirmiştir. Cumhuriyet
döneminde yasaklar ve baskılarla desteklenen bu süreç, kadın açısından daha çok
medyanın modernleştirici etkisi kullanılarak sürdürülmüştür.

Erkek kıyafetinde şapka örneğinde olduğu gibi değişiklikler kanun zoruyla
yapılırken, daha hassas bir konu olan kadın kıyafeti bunun dışında bırakılmış
-zaman zaman idari uygulamalar olsa da-, bu alandaki değişikliklerin süreç
içinde gerçekleşmesi hedeflenmiştir.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında büyük kentlerde etkili olan modernleşme
süreci 1950 sonrasında köylerden kentlere göç ve demokrasiye geçiş neticesinde,
tesettürün kentlerde de yaygınlaşmasıyla kesintiye uğramış, başörtülülerin
1970’lerden sonra eğitim ve çalışma hayatında görülmeye başlaması, 1980 Askeri
Darbesi’yle üniversitelerdeki başörtüsü yasağı uygulamalarının başladığı bir
dönemi başlatmıştır. 28 Şubat süreci ve sonrasında İmam Hatiplere ve İlahiyat
Fakültelerine kadar genişleyen yasak, son olarak Cumhurbaşkanı ve Yargıtay
tarafından Çankaya köşküne ve mahkemelere kadar taşınmıştır.

Bu açıdan bakıldığında günümüzde "başörtüsü yasağı ve tartışmalarında" sembol
olarak nitelenenin sadece başörtüsü olmadığı görülmektedir. Burada sembolleşenin
daha çok kadın giyiminde modernizmin totaliter yorumu ve bunun uygulamaya
yansımasının olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Günün birinde kadınlar başörtüsünü çıkarsalar bile, baskılar mutlaka başka
bahanelerle, mesela, eteklerin uzun olmasından, vücut hatlarının belli
olmamasına kadar çeşitli gerekçelerle gene sürecektir. Ancak, başörtüsünün çok
önemli bir direnç eşiği olduğu ve kırıldığı takdirde gerisinin çok kolay
geleceği de bir vakıa olarak bu yasağı devam ettirenlerce bilinmektedir.

Bu açıdan başörtüsü yasağı; müstehcenlik, moda, güzellik yarışmaları; bekaret,
flört ve cinsel özgürlük tartışmaları; toplumla hiçbir şekilde örtüşmeyen ve
daha çok kurgulanmak istenen toplum mühendisliğinin yansıması olan televizyon
dizileri ve reklamlar aynı ideolojik ve totaliter anlayışın göstergeleridir. Bu
toplum kurgusu farklı usullerle; bazen alıştırarak, bazen teşvikle, bazen
başörtüsü örneğinde olduğu gibi yasaklamalarla ve baskılarla yapılmaktadır.

Özellikle, son dönem televizyon dizilerinde incelendiğinde Türk toplumuna örnek
olarak sunulan bütün dizilerde, modern, dini hatırlatacak her türlü sembolün
tamamen dışlandığı bir hayat tarzının oluşturulmaya çalışıldığı açıkça
görülmektedir. Bu diziler Türk toplumunu değil, olması istenen ve bu çerçevede
kurgulanan toplumu yansıtmaktadır.

Türkiye’de kadın kıyafetlerindeki modernleşme süreci, Osmanlı’nın son döneminden
itibaren çeşitli safhalar geçirmiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde gazete ve
dergilerdeki çarşaf ve peçe konusundaki tartışmalarla başlayan süreç Cumhuriyet
döneminde laikliğin bir yaşam biçimi haline getirilmesi ve Batı’daki
gelişmelerin de etkisiyle kadın kıyafetindeki açılma eğiliminin Batı’da
görünenden da bile uç noktalara vardığı bir sürece girmiştir.

Burada temel sorun laiklik anlayışının daha görünür olduğu için en çok kılık
kıyafet biçiminde dayatılmasıdır. Tesettür ve kapalılık ülkede egemen olan
anlayış tarafından laiklik ve çağdaşlık karşıtı bir davranış, açılma yönündeki
eğilim ise çağdaşlaşmanın ve laikliğin gereği olarak görülmüştür. Bu nedenle
tesettür ve başörtüsü okullarda, devlet dairelerinde ve askeri tesislerde
yasaklanırken, güzellik yarışmaları, tangolar, daha açık kıyafetler hayatın her
alanında teşvik görmüştür.

Modern kıyafet, kadın erkek bütün toplumda bir değişime neden olmakla
birlikte, Batıcılar ile muhafazakârlar arasındaki tartışma daha çok kadın
kıyafetinde odaklanmıştır. Mahrem ile namahrem alan arasındaki sınır çizgisini
belirleyen kadın kıyafeti geleneksel ile modern, dini olanla seküler olanın
mücadelesini en şiddetli yaşandığı alan olmuştur. Bu mücadelenin en önemli
araçlarından biri medya olmuştur.

Medya kadın kıyafetindeki modernleşmenin en önemli itici gücü olmuştur. Çünkü,
toplumları etkileme ve yönlendirme gibi büyük bir gücü elinde bulunduran medya,
moda, reklam ve tüketim ilişkisinde en önemli araç olarak, bu alanda
kullanılmakta ve kadını bir cinsel obje haline getirmektedir. Cinselliğin
teşhirinde ise tesettür önemli bir engel olarak durmaktadır.

Türkiye’de Batılılaşmanın başladığı 19. yüzyılın ortalarından başlayan kıyafet
tartışmalarında, eğitim sistemindeki Batılılaşma ve gazete ve dergilerin
yayınlanmasıyla kadın kıyafeti üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemlerde de kadın
kıyafetine yönelik eleştiriler açıkça dine karşı yapılamayan eleştirilerin
ortaya konulduğu bir zemin teşkil etmiştir.

Meşrutiyet sonrası dönemde çıkan gazete ve dergiler kadın ve kadın kıyafeti
önemli tartışmalara sahne olmuş, Batıcılar, Türkçüler ve İslamcılar
tartışmalarının bir kısmını kadın kıyafeti konusuna ayırmışlardır. Ayrıca, bu
dönemde yayınlanan kadın dergileri Batı hayat tarzının kadınlar arasında
yaygınlaşmasında önemli rol oynamış, daha sonra Cumhuriyet dönemindeki
uygulamalara zemin hazırlamıştır.

Meşrutiyet döneminde kadın kıyafeti konusunda ortaya konulan yaklaşım,
Cumhuriyet dönemindeki bakış tarzını da etkilemiştir. Bu yaklaşım temel olarak
kadınların sosyal hayatta yerlerine almadıkları müddetçe Osmanlı Devletinin
gelişmesinin mümkün olamayacağı, ve bunun da ferace ve çarşaf ile
gerçekleşmeyeceğidir. Ancak, Cumhuriyet döneminde, özellikle 1980 sonrasında,
ferace ve çarşafa yönelik eleştirel başörtüsüne yönelmiştir.

Cumhuriyet döneminde kadın kıyafetinin modernleştirilmesi konusunda zaman zaman
baskılar olmuşsa da daha çok modern kıyafetin bir çağdaşlaşma ve statü
göstergesi olarak özendirilmesi yönüne gidilmiştir. Gazete ve dergilerdeki
yayınlarda bu imaj telkin edilerek, ideal modern kadın tipi oluşturulmaya
çalışılmıştır. Bu yayınlarda kadının toplum içindeki rolü de modern hayatın
gerekleri çerçevesinde yorumlanarak, topluma sunulmuştur.

1980’lerden sonra çıkan gazete ve dergiler pek çok geleneksel değerleri
değiştirme konusunda çok etkili olmuştur. Bu gazete ve dergiler Türk toplumunun
tabuları olarak görülen ve dini ve geleneksel değerlerden kaynaklanan bekaret,
namus, nikah gibi kavramları tartışmaya açarak ahlaki değerlerin
zayıflatılmasında önemli rol oynamıştır. Başlangıçta gazete ve dergilerle
başlayan bu süreç, televizyonun toplum hayatına girmesiyle daha etkili bir hale
gelmiştir. Türk toplumunda yüzlerce yılda gerçekleşmeyen değişimin, televizyonun
toplum hayatına girdiği son otuz yılda gerçekleşmiş olması bu kitle iletişim
aracının gücünü ve etkinliğini göstermektedir..

Bu değişim sadece bu hayat tarzına eğilimi olanları değil, büyük ölçüde
muhafazakâr kesimi de etkilemektedir. Öteki kesimde açılma yönündeki eğilim,
muhafazakâr kesimde tüketim kültürünün etkin hale getirilmesi, tesettürün
dejenere edilmesi, yaşam biçimlerinin modernizmin kötü bir kopyası haline
getirilmesi şeklinde tezahür etmektedir

Özellikle, reklam ve film sektörünün tüketim kültürünü yaygınlaştırma
doğrultusunda çalışması, muhafazakâr televizyon kanallarını zor durumda
bırakmakta, istemeden bu hayat tarzının propaganda araçları haline
dönüştürmektedir.

Bu açıdan medyanın toplumun yaşam biçimi üzerindeki bu büyük etkisinin ayırım
gözetmeden bütün kesimleri etkilediği gerçeği gözardı edilmemelidir. Kitle
iletişim araçları, özellikle televizyon yaşam biçimimizi, kültürümüzü,
inancımızı tehdit etmektedir. Bizim nasıl yaşayacağımıza, nasıl giyineceğimize,
nasıl eğleneceğimize, neleri öncelikli göreceğimize medya karar vermekte ve bunu
uygulatmada da büyük ölçüde başarılı olmaktadır.

1980 sonrası dönemde toplumun tüm kesimlerinde görülen kültürel dejenerasyonun
muhafazakâr kesimlerde de aynı ölçüde görülmesi medyanın gücünü göstermektedir.
Bu çerçevede, özellikle muhafazakâr dindar kesimin, modernizmin bu olumsuz
etkilerinden kendilerin koruyabilmek için yeni çözümler aramaları ve bunu hayata
geçirmeleri gerekmektedir. Bir dönem siyasal İslam söylemlerin etkisindeki
insanlar, şimdi de tüketim kültürünün egemen olduğu ve modernizmin dayattığı bir
yaşam ve düşünce biçiminin etkisi altına girmiştir. Bu açıdan, Batı felsefesinin
farklı bir yansıması olan modernizmin fikri temellerini yerle bir eden Risale-i
Nur hakikatleri her zamankinden daha çok anlaşılmaya muhtaç görünmektedir.

Kaynaklar

AGNEL, Jean, "Televizyon Meslekleri: Yeni Sınırlar, Yeni Meslek Kuruluşları",
Charon, Jean-Marie (der.), Medya Dünyası, Çev. Oya Tatlıpınar, İletişim
Yayınları, İstanbul, 1992.

ALTINEL, Halime Yücel, "Kozmetik Reklamlarında Kadın ve Nesne İlişkisi" Kocaeli
Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Dergisi, S. 1., Bahar 2002.

AKTAŞ, Cihan, Tanzimattan Günümüze Kılık Kıyafet ve İktidar, II. Cilt, 2. Baskı,
Nehir Yayınları, İstanbul 1991.

AKTAŞ, Cihan, Tesettür ve Toplum, Nehir Yayınları, İstanbul, 1992.

AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, 3. C., 16. B. Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.

BELSEY, Andrew, Ruth Chadwick, "Medyada Etik ve Siyaset: Kalite Arayışı", A.
Belsey, R.Chadwick (Der.), Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Çev.: Nurçay
Türkoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998.

CAPORAL, Bernard, Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayını, Ankara, 1982.

CERECİ, Sedat, Büyülü Kutu Büyülenmiş Toplum, Şule yayınları, İstanbul, 1992.

DOĞAN, Mehmet D., "Türkiye’de Kadın ve Aile Anlayışı Konusunda Kitle İletişim
Vasıtalarının Tahrip (veya tahrip) Edici Tesirleri", Yeni Türkiye Medya Özel
Sayısı, Kasım-Aralık, Ankara 1996.

GÖLE, Nilüfer, Modern Mahrem, Medeniyet ve Örtünme, 3. B., Metis Yayınları,
İstanbul 1992.

GÜNEŞ, Sadık, Medya ve Kültür, Vadi Yayınları, Ankara, 1996.

HABERMAS, Jürgen, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora-Mithat Sancar,
İletişim Yayınları, İstanbul, 1997.

İNUĞUR, Nuri, Türk Basın Tarihi, (1919-1992), Gazeteciler Cemiyeti Yayını,
İstanbul, 1992.

İRVAN, Süleyman (der. ve çev.) Medya Kültür Siyaset, Ark Yayınları, Ankara,
1997.

KAHRAMAN, Ahmet, Cici Basının Sefalet ve Rezaleti, Tümzamanlar Yayıncılık,
İstanbul, 1996.

KARABIYIK BARBAROSOĞLU, Fatma, İmaj ve Takva, 3. Baskı, Timaş Yayınları,
İstanbul, 2002.

KARABIYIK BARBAROSOĞLU, Fatma, Moda ve Zihniyet, 2. B. İz Yayıncılık, İstanbul,
2002.

KEANE, John, Medya ve Demokrasi, Çev. Haluk Şahin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,
1992.

KIRCA, Süheyla, "Kadın Dergileri: Popüler ve politik söylemin buluştuğu yer",
Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2000/1.

LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 2. B., Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1984.

MARDİN, Şerif, "Türkiye’de Din ve Laiklik", Çev. Fahri Unan, Türkiye’de Din ve
Siyaset, 3. B., İletişim Yayınları, İstanbul, 1993.

MADDELART, Armand, Reklamcılık, Çev.: Fatoş Ersoy, İletişim Yayınları, İstanbul,
1991.

MATTELART, Armand, "Les Nouveau Scenarios de la Communication Mondial", Le Monde
Diplomatique, Ağustos 1995. Çev. Erdal Peker, "Dünya İletişiminde Yeni
Senaryolar", İ.Ü. İletişim Fakültesi Dergisi, S. VIII, 1998, ss. 104-105.

MAC BRİDE, Sean (Başkan), Bir Çok Ses Tek Bir Dünya-İletişim ve Toplum-Bugün ve
Yarın, UNESCO Raporu, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Ankara, (Raporun yazılış
tarihi 1980)1993.

MUMCU, Ahmet, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İnkılap
Kitabevi, İstanbul 1988.

NURSİ, Bediüzzaman Said, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1994.

SEVERİN, Werner J., TANKART, James W., İletişim Kuramları: Kökenleri, Yöntemleri
ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımları, Çev.: Ali Atıf Bir, N. Serdar Sever,
Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir, 1994.

SEVİN, Nurettin, On üç Asırlık Türk Kıyafet Tarihine Bir Bakış, Kültür Bakanlığı
Yayınları/1195, Ankara, 1990.

SOYGÜDER, Şebnem, Eyvah Paparazzi, Om İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.

USLUATA, Ayseli, İletişim, Yeni Yüzyıl Kitaplığı, İletişim Yayınları, İstanbul,
[tarih yok].

WOLTON, Dominique, "Televizyon ve Yaşam Biçimleri: Bir kimlik, Değişim ve
Meşrulaştırma Faktörü", Medya Dünyası, Der. Jean-Marie Charon, Çev. Oya
Tatlıpınar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992.

Süreli Yayınlar

Bizim Aile, S. 97, Şubat 1998.

Hürriyet, 31 Mart 1994.

Köprü, S. 97, Nisan 1996; S. 69, Ocak-Şubat-Mart, 2000.

Milliyet, 29.11.1993.

Nokta ve Tempo dergilerinin 1984-1990 tarihleri arasındaki tüm sayıları.

Radikal, 4 Eylül 1999.

Yeni Gündem Dergisi, S. 96, 3-9 Ocak 1988.

 

Dipnotlar

I. "İ’lem Eyyühel Aziz! Küre-i Arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i
sefîheyle gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Tâdili, büyük bir himmete
muhtaçtır. Ve kezâ, beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır.
Bunların kapatılması, ancak Allah’ın lütfuna mazhar olanlara müyesser olur."
(Mesnevi-i Nuriye,
s. 105.)

II. Son olarak Voleybol maçlarında bayan sporcuların mayo yerine şort giymesi
tartışmalarında bu bakış açısının yansımaları görülmektedir. Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğünün Uluslararası Voleybol Federasyonunun da öngördüğü şekilde
bayan sporcuların şort giymesi konusunda talimatına rağmen Türkiye’de tartışma
çağdaşlık tartışmasına dönüşmüştür. Konuyla ilgili olarak bkz. "Avrupa’nın
giydiği tayt bizde sorun oldu", Sabah Gazetesi, 18 Ocak 2003; "Tesettüre Blok
Geldi", Cumhuriyet Gazetesi, 19 Ocak 2003. Özellikle, Cumhuriyet gazetesinin
zikredilen sayısında konuyu "Tesettüre Doğru" altbaşlığıyla "Voleybolda taytın
serbest olduğu dönemlerde bazı takımlar uzun tayt giyerken çoraplarını da dize
çekme yöntemiyle ‘tesettüre" doğru ilk adımı attılar." ifadelerini kullanması
aslında kadın kıyafeti konusunda Cumhuriyet döneminin genel bakış açısını
yansıtması açısından ilginçtir.

III. Aslında başörtüsü kelimesinin Türk medyası tarafından nasıl ustaca "Türban"a
dönüştürülerek toplumsal desteğin kesilmeye çalışıldığı ve bu kelimenin
muhafazakar medya tarafından bile benimsendiği göz önüne alınırsa, "ciddi ve
başarılı bir proje olarak" bu süreç iletişimciler tarafından ayrıntılı bir
inceleme konusu yapılmalıdır. Ama, kısaca belirtmek gerekirse; başörtüsü yasağı
üniversitelerde uygulanırken, bu konudaki kamuoyu tepkisi karşısında dönemin YÖK
başkanı İhsan Doğramacı önce kız öğrencilerin "İsmet İnönü’nün eşi Mevhibe
hanım’ın giydiği türbanla okullara girebileceği" açıklamasını yapmış, az sayıda
da olsa bir kısım kız öğrencinin bu yöntemi uygulamaya başlaması, ancak daha
sonra buna bile izin verilmemesi nedeniyle bu öğrenciler "türbanlılar", devam
eden sorun da "türban sorunu" olarak anılmaya başlanmıştır.

IV. Barbarosoğlu’nun bu sıralamasına belki bir 6. olarak 1990’dan sonraki özel
televizyon kanallarının yayınlarına başladıkları dönemi eklemek gerekir.
(Yazarın notu)

V. Bu dönemde gazete, dergi ve edebiyat eserlerinde kadın konusunda Batıcı,
İslamcı ve Türkçüler tarafından yapılan tartışmalarla ilgili ayrıntılı bilgi
için bkz., Caporal, s. 77-101; Aktaş, Tanzimattan Günümüze Kılık Kıyafet ve
İktidar,
s. 76-122.

VI. Her ne kadar şapka devrimini savunanlarca fes Batı, hatta Yunan kaynaklı
olarak nitelendirilse de, son tahlilde o dönemde fes bir Osmanlı ve Müslüman
simgesi haline gelmişti. Şapka ise Müslümanlık karşıtı bir simge olarak
görülmekteydi. "Müslüman Türk toplumunda fes ve şapka o hali almıştı ki, şapka
gavurluğun, Hıristiyanlığın bir işareti haline gelmişti". Aydemir, s. 222.

 

1. Ufuk Özdemir, "Küresel Köyün Kavalcısı Medya", Köprü, S. 69,
Ocak-Şubat-Mart 2000, s. 25.

2. Charles Wright, Mass Communication, New York: Random, 1959, s. 16. Akt.:
Werner J. Severin, James W. Tankart, İletişim Kuramları: Kökenleri, Yöntemleri
ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımları, Çev.: Ali Atıf Bir, N. Serdar Sever,
Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir, 1994,
s. 511-514.

3. Armand Mattelart, "Les Nouveau Scenarios de la Communication Mondial", Le
Monde Diplomatique, Ağustos 1995; Çev. Erdal Peker, "Dünya İletişiminde Yeni
Senaryolar", İ.Ü. İletişim Fakültesi Dergisi, S. VIII, 1998, ss. 104-105.

4. Sedat Cereci, Büyülü Kutu Büyülenmiş Toplum, Şule Yayınları, İstanbul, 1992,
s. 60.

5. Sadık Güneş, Medya ve Kültür, Vadi Yayınları, Ankara, 1996,
s. 162.

6. John Keane, Medya ve Demokrasi, Çev. Haluk Şahin, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul, 1992, ss. 71-72.

7. (MacBride Raporu), Sean Mac Bride (Başkan), Bir Çok Ses Tek Bir
Dünya-İletişim ve Toplum-Bugün ve Yarın, UNESCO Raporu, UNESCO Türkiye Milli
Komisyonu, Ankara, (Raporun yazılış tarihi 1980) 1993, s. 18.

8. Andrew Belsey, Ruth Chadwick, "Medyada Etik ve Siyaset: Kalite Arayışı", A.
Belsey, R.Chadwick (Der.), Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Çev.: Nurçay
Türkoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998, s. 18.

9. Peter Golding ve Graham Murdock, "Kültür, İletişim ve Ekonomi Politik"
Süleyman İrvan (der. ve çev.) Medya Kültür Siyaset, Ark Yayınları, Ankara, 1997,
s. 57.

10. Macbride Raporu, s. 176.

11. Severin ve Tankart, s. 514.

12. Jean Agnel, "Televizyon Meslekleri: Yeni Sınırlar, Yeni Meslek Kuruluşları",
Jean-Marie Charon (der.), Medya Dünyası, Çev. Oya Tatlıpınar, İletişim
Yayınları, İstanbul, 1992, s. 300.

13. Keane, s. 71.

14. Dominique Wolton, "Televizyon ve Yaşam Biçimleri: Bir Kimlik, Değişim ve
Meşrulaştırma Faktörü", Medya Dünyası, Der. Jean-Marie Charon, Çev. Oya
Tatlıpınar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992, s.189.

15. Süheyla Kırca, "Kadın Dergileri: Popüler ve Politik Söylemin Buluştuğu Yer",
Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2000/1, İstanbul,
s. 144.

16. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, 2. B. İz Yayıncılık,
İstanbul, 2002,
s. 51.

17. a.g.e., s. 57-59.

18. Keane, s. 63.

19. a.g.e., s. 73.

20. Armand Mattelart, Reklamcılık, Çev.: Fatoş Ersoy, İletişim Yayınları,
İstanbul, 1991, s. 10.

21. Jürgen Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora-Mithat
Sancar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s. 321.

22. Halime Yücel Altınel, "Kozmetik Reklamlarında Kadın ve Nesne İlişkisi"
Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Dergisi, S. 1. Bahar 2002, s.
81.

23. "a.g.m.", s. 84,

24. Süheyla Kırca, "Kadın Dergileri: Popüler ve Politik Söylemin Buluştuğu Yer",
Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2000/1, İstanbul,
s. 142.

25. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, İmaj ve Takva, 3. Baskı, Timaş Yayınları,
İstanbul, 2002, s. 93.

26. Barbarosoğlu, İmaj ve Takva, s. 97.

27. Nilüfer Göle, Modern Mahrem, Medeniyet ve Örtünme, 3. B., Metis Yayınları,
İstanbul 1992, s. 32.

28. Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, s. 144.

29. Bernard Caporal, Kemalizm’de ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayını, Ankara, 1982, ss. 66-67.

30. Cihan Aktaş, Tanzimattan Günümüze Kılık Kıyafet ve İktidar, 2. Cilt, 2.
Baskı, Nehir Yayınları, İstanbul 1991, ss. 76-77.

31. Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, s. 144.

32. Muhaddere Taşçıoğlu, Türk Osmanlı Cemiyetinde Kadının Sosyal Durumu ve Kadın
Kıyafetleri, Akın Matbaası, Ankara 1958s. 12-13. Aktaran: Aktaş, a.g.e., s. 77.

33. Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, s. 141.

34. a.g.e., s. 145.

35. a.g.e., s. 152-153.

36. Aktaş, Tanzimattan Günümüze Kılık Kıyafet ve İktidar, s. 83.

37. "Neden Müstehcenlik" Köprü, Nisan 1986.

38. Aktaş, Tanzimattan Günümüze Kılık Kıyafet ve İktidar, s. 80.

39. Nurettin Sevin, On Üç Asırlık Türk Kıyafet Tarihine Bir Bakış, Kültür
Bakanlığı Yayınları/1195, Ankara, 1990, ss.144-145.

40. Caporal, s. 147.

41. a.g.e., s. 148-149.

42. Barbarosoğlu, İmaj ve Takva, s. 93.

43. Göle, s. 24.

44. Ahmet Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İnkılap
Kitabevi, İstanbul 1988, s. 107.

45. Barbarosoğlu, İmaj ve Takva, s. 92.

46. a.g.e., s. 93.

47. Şerif Mardin, "Türkiye’de Din ve Laiklik", Çev. Fahri Unan, Türkiye’de Din
ve Siyaset, 3. B., İletişim Yayınları, İstanbul, 1993,
ss. 75-76

48. Mardin, 77-78.

49. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. C., 16. B. Remzi Kitabevi, İstanbul,
1999, ss. 221-222.

50. Göle, s. 53.

51. Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 2. B., Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1984, s. 270.

52. Caporal, s. 648.

53. "Neden Müstehcenlik", Köprü, Nisan 1996, S. 97, s. 25.

54. Göle, s. 22.

55. Aydemir, s. 246

56. P. Gentizon, Mustapha Kemal ou I’Orient en marche, Paris, 1929, s. 167.
Aktaran: Caporal, s. 650-651.

57. Barbarosoğlu, İmaj ve Takva, s. 174-175.

58. Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet,
s. 160-161.

59. "Kainatın ve sevginin sırrı: güzellik", Bizim Aile, Şubat 1998, S. 97, s.
11.

60. Şebnem Soygüder, Eyvah Paparazzi, Om İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s.
87.

61. Bizim Aile, s. 12.

62. Caporal, s. 652.

63. Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, s. 168.

64. Mühit, "İş Hayatına Atılmış Kadınlardan". Kanun-i Evvel 1929. Aktaran:
Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet,
s. 162.

65. Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, s. 161.

66. Lewis, s. 316.

67. Caporal, s. 657. Aynı yöndeki tespitle ilgili öteki çalışmalar için Bkz..
Lewis; Mardin.

68. Ahmet Kahraman, Cici Basının Sefalet ve Rezaleti, Tümzamanlar Yayıncılık,
İstanbul, 1996, s. 133.

69. Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, s. 169.

70. a.g.e., s. 169.

71. Soygüder, s. 88.

72. Caporal, s. 657.

73. Soygüder, s. 90.

74. Caporal, s. 682.

75. Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, s. 170.

76. Lewis, s. 316.

77. Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, s. 173

78. Göle, s. 75.

79. "Neden Müstehcenlik", Köprü, Nisan 1996, S. 97, s. 26.

80. Soygüder, s. 95.

81. a.g.e., s. 91.

82. Nuri İnuğur, Türk Basın Tarihi, (1919-1992) Gazeteciler Cemiyeti Yayını,
İstanbul, 1992, s. 482.

83. Cihan Aktaş, Tesettür ve Toplum, Nehir Yayınları, İstanbul, 1992, s. 166.

84. Süheyla Kırca, "Kadın Dergileri: Popüler ve Politik Söylemin Buluştuğu Yer",
Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2000/1, İstanbul,
s. 139.

85. Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, s. 90.

86. a.g.e., s. 92.

87. Doğan Heper, "Seks ve Diğerleri", Milliyet, 29.11.1993.

88. Hürriyet, 31 Mart 1994.

89. Haluk Şahin, "Televizyon Haberciliğinde Yeni dönem", Radikal, 4 Eylül 1999.

90. Ayseli Usluata, İletişim, Yeni Yüzyıl Kitaplığı, İletişim Yayınları,
İstanbul, [tarih yok], ss. 68-69.

91. Mehmet D. Doğan, "Türkiye’de Kadın ve Aile Anlayışı Konusunda Kitle İletişim
Vasıtalarının Tahrip (veya tahrip) Edici Tesirleri", Yeni Türkiye Medya Özel
Sayısı, Kasım-Aralık, Ankara 1996, s. 1315.

92. Soygüder, s. 90.

93. Barbarosoğlu, İmaj ve Takva, s. 96-97.

94. a.g.e., s. 166.

95. Barbarosoğlu, İmaj ve Takva, s. 179-180.