The Traps of Capitalism and Islam

İslamiyet'i tamamıyla idrak edip uygulayan insanların içinde Allah korkusundan
daha üst bir korku yoktur ve diğer insanlara karşı sorumsuz davranışlar göstermezler.
İslam toplumunda tapınma yalnız Allah'adır. Günümüz Müslümanları ise kuvvetli ve
samimi bir şekilde İslam'a sarılmamaktadırlar. Bu yüzden de Allah korkusuna eş (haşa!)
korkulara sahiptirler.

İslam'ı iyi idrak edememiş, zihni karışık, dünyaya meyilli Müslümanlar nefisleri
ile fazla mücadele edemezler ve kendilerine hoş gösterilen şeylere çabuk kanarlar.
Bu gibi kişileri her geçen gün dünya zevklerine biraz daha çekmek kolaydır. İnancı
zayıf olan ya da hiç olmayan, zaten nefsi doğrultusunda hareket etmektedir. İnancı
iyi olduğu halde İslamiyet'i tam idrak edememiş olan ise, dinden uzağa çekilmeye
yatkın olandır.

İşte kapitalizm gibi insan fıtratı karşısında mutlak kötülüğü bulunan, şeytani
yapıya sahip bir ekonomik sistem, bu şeytani özelliği ile insan hayatının her noktasına
girmeyi başarabilmiştir. Bunu, özel mülkiyette sınırsız hak, hür teşebbüs, şahsi
menfaat, rekabet ve devlet müdahalesinin asgari düzeyde olması gibi ilkelerini insanlara
cazip göstererek yapmaktadır. Bu ilkeler içerisinde en tehlikeli olanı ise "şahsi
menfaat"tir ve insanları dininden bu ilke sayesinde rahatça koparmaktadır; diğer
ilkelerin uygulanabilirliği de bu sayede artmaktadır.

Kapitalizmin Cazibesi

Kapitalizme göre en mesut insan, servetlerini kat kat yığan ve bunları hangi
yolla olursa olsun biriktirebilendir.1 Şahsi menfaat, çalışmaya teşvik amilidir.
Randımanın artması ve tüketim hizmetlerinin gelişmesi konusunda kapitalist düzen,
özel menfaatin tatminini esas aldığı için, ferdin eğilimine büyük önem verir. Kapitalistlere
göre bu zaten tabiatın icabıdır; üstelik şahsi menfaat insanı teşebbüse, çalışmaya,
gayret ve rekabete sevkeder. Şahsi menfaat sağlama şansı azaldıkça, ferdin gücü,
gayreti ve atılımı da düşmeye başlar. Şahsi menfaat, fertleri harekete geçiren,
böylece genel menfaate katılmayı teşvik eden, diğer herhangi bir vasıtayla ulaşılması
mümkün olmayacak bir hizmet gören tek itici güçtür.2 Kapitalizmin ortaya çıkışını
kolaylaştıran en önemli unsur Protestanlıktır; daha sonra ise Protestanlığın da
bozulmasıdır.

Büyük Batı dinleri, Hıristiyanlığı da kapsamak üzere, orijin olarak Batılı değildir.
Laikleşme, Batı'da dinin deformasyon tarihidir. Bu, kapitalizmin yükselişinde büyük
katkıda bulunmuştur. Kapitalizm ise Batı'da doğmuş, dini katılığı kırarak gelişmiş
ve şimdi de kendisi dogmatik bir din durumuna dönüşmüştür.3

Batı'da, insan ve onun yaratıcısı arasındaki şahsi bir konu durumuna Protestanlık
yoluyla indirgendiği vakit, dinin devlet ve toplum hayatı üzerinde hiçbir rolü kalmamıştır.
Bugün Batı'da din, daha çok tarihi ve kültürel bir kimlik konumundadır; gelişme
ve ilerleme ile pek ilgili olmamaktadır. Batılılara göre yalnızca bilim, ekonomik
rasyonalite ve teknik ilerleme bir devletin/toplumun gelişmesini sağlamaktadır.4
Din ve siyaset ayrımı nasıl gerçekleştirildi ise siyaset ve ekonomi arasındaki ayrım
da aynı yolla kavramsallaştırılmıştır; yani demokrasi. Demokrasi kavramının içi,
Batılı bilim adamları ve siyasetçilerle ustaca doldurulmuştur. Buna göre birey özgürlüğü
ve hakları, demokrasinin yoğunlaştığı konulardır ve birey, devletin zorbalığından
korunmalıdır.

Bu, kapitalizmin siyasi alandaki görüntüsü olan liberalizmdir. Liberal modele
göre birey özgürlüğü eşitlikten daha önemlidir ve maddi yokluk, bireyin özgürlükten
yararlanmasına engel değildir. Deforme edilmiş dine (Hıristiyanlığa) göre şimdiki
insan, boyun eğen bir inançlı değildir; sorgulayan, aklının yolunu ve mantığını
izleyen ve bunu yapması için de serbest bırakılması gereken egemen bir varlıktır.
Kurth'un dediği gibi "Protestanlık ile zaten deforme edilmiş olan din, Protestanlığın
da deforme olması ile Tanrısız bir din haline gelmiştir".5 Batı'da bu şekilde kapitalizmin
önündeki en büyük engel olan din yok edilmiştir.

Bilimin Kapitalizmi Kolaylaştıran Unsur Olması

XIII. ve XIV. yüzyıllarda bazı keşif ve icatlar6 sonucu ortaya çıkan ve giderek
genişleyen modern bilim, insanlar üzerinde büyük bir hakimiyet kazanmıştır. Öyle
ki, özellikle Rönesans'tan bu yana adeta insanlığın putu olmuştur. Artık ilmi olanın
dışında bir gerçek yoktur. İlmin insan hayatını kolaylaştıran teknoloji boyutu ise
ona itibar kazandırmıştır. Bu itibar arttıkça da insan iradesi, tamamıyla yeryüzünün
maddi ve iktisadi nimetlerine yönelmiş, maneviyat yavaş yavaş yok olmuştur. İnsan
için bundan böyle tek gaye, kâr ve kazanmaktır.

Yukarıdaki satırlardan çıkarılması gereken anlam, bilime karşı olmak değildir.
Bilim ve din yan yana yaşayabilir. Karşı olunan, kapitalizmin ilmi kendisi için
kullanması, önündeki din gibi büyük bir "engeli" bu sayede kaldırmasıdır. Nitekim
modern bilim, Fuat Başgil'in sözleriyle "daha doğuşunda kemiyeti keyfiyete, maddeyi
ruh ve manaya tercih eder bir gidiş almış, insanı bırakıp eşyaya, cansız ve şuursuz
maddeye yönelmişti(r). İlim bu yolda ilerledikçe ve cansız madde sahasında harikalar
oluşturdukça, yavaş yavaş maddeci pozitivizmin hükmü altına girmiştir".7

Pozitivist doktrinin nazarında ise yaratan bir kudret hayal mahsulüdür ve tarihe
karışmış bir faraziyedir. Hayat ve kainat maddeden ve maddeyi oluşturan moleküllerden
ibarettir. Madde, birtakım mekanik ve zaruri kanunlarla kendi kendini var etmiştir
ve kendi kendini idare etmektedir. Bu hayatın ötesinde bir hayat yoktur. Ruh ise,
fizik varlığımızı teşkil eden organizmanın bir nevi fonksiyonudur.

Rasyonalizm ve Maddeci Pozitivizm ile Kapitalizmin Kazancı Nasıl Olmuştur?

Rasyonalizm8 ve maddeci pozitivizm, kişileri ve onların mensup olduğu toplumları
büyük bir çıkmaz içine sokmuştur. "İnsanoğlu sonunda bir hiç olacaksa, ahiret diye
bir şey yoksa, sadece dünyadaki hayat var ve ötesi meçhul ise, bu dünyada adalet
yoksa ve sonunda başka bir yerde de bulunmayacaksa, o halde hak, iyilik, insanlık
için mücadele etmenin anlamı da yoktur" düşüncesi öne çıkmaya başlamıştır. Fazilet,
doğruluk, namus, merhamet, cesaret, güzel ahlak ne işe yarayacaktır… Dolayısıyla
nefsin istekleri doğrultusunda gitmemenin bir anlamı yoktur. Herkes ruhsuz ve şuursuz
bir tesadüfün hükmü altında ise din, ahlak, iyilik hepsi boştur; bu yüzden sadece
zevk ve eğlenceye bakılmalıdır. Bu amaca ulaşmak için her yol mübahtır. Fakirler
için ise ümit etmek ve teselli aramak boş bir inançtır. Bu kişiler için iyi bir
gün diye bir şey olmayacaktır ve yüksek bir adalet beklemeleri boşunadır. O halde
keyfedenler zümresine geçmek için mümkün olan her şey yapılabilir ve yapılmalıdır
da…

İşte kapitalizmin kazancı bu noktadadır. Özetlenen düşünceye sahip insanlar artık
yalnızca nefislerinin isteklerini yerine getirecektir. Her ne kadar insan arzularının
bir doyum noktası var ise de, doyurulan bir ihtiyacın arkasından başkası gelir.
Kısacası kapitalizmin istediği "tüketim hastalığı" herkese bulaşmış durumdadır ve
sınırsız olan isteklerini elde etmek için önünde bir engel de yoktur.

Türkiye'de Durum

Osmanlı'nın çöküşü sürecinden itibaren, kendilerini aydın olarak niteleyen çeşitli
kişiler, Batılı devletlerin iktisadi üstünlüğünün örnek alınarak Osmanlı'ya uygulanması
ile çöküşün duracağı zannına kapılmışlardır. Onlara göre Batı gibi, teknolojinin,
bilimin ve maddiyatın olduğu her alanda gelişmiş toplumların kurumlarının hepsinin
alınıp Osmanlı'ya uygulanması ile meseleler hallolacaktır. Yaklaşık 250 yıldır,
siyasi düzlemde liberal felsefe, iktisadi düzlemde ise kapitalizm, Türkiye'yi modern
Batı seviyesine ulaştıracak unsurlar olarak görülmektedir. Nitekim buna yönelik
uygulamalar yapılmıştır ve yapılmaktadır. Ancak bir türlü Batı seviyesine "çıkılamayınca"
İslam suçlanır olmuştur.

Çözüm reçetesi olarak sunulan ise bir yandan İslam'ın sosyal hayatın her alanına
(siyasete, eğitime, iktisadi hayata, aile hayatına vs.) müdahale eden, kural koyan
geleneksel yapısından sıyrılması ve içinin boşaltılarak siyasetin emrinde pasif
bir din haline gelmesinin sağlanması, diğer yandan da Protestanlığın Batı'da iktisadi
kalkınmayı ve kapitalist süreci başlatan güç olduğu düşüncesi ile İslamiyet'in de
deformasyona uğratılarak kapitalizme engel olma niteliğinin ortadan kaldırılmasıdır.
Batılılaşmanın kurtuluşumuz olduğu düşüncesi halen hakim olarak sürmektedir. Bugünü
dünden farklı kılan ise artık, bazı çalışır kafalar hariç, herkesin bunu istemesidir.

Kapitalizm bugün ülkemize girmiştir ve her evde varlığını hissettirmektedir.
Modern ilim ve teknoloji sayesinde Türkiye'de servet ve maddi konfor artmış, ancak
kapitalizmin tabii kanunu gereğince bu servet sınırlı sayıda kişinin elinde toplanmıştır.
Bir tarafta lüks içinde yaşayanlar, diğer tarafta sefalet içinde hayatta kalmaya
çalışanlar… Kumar, fuhuş, alkol ülkenin her tarafına yayılmış, uyuşturucu, ortaöğretim
seviyesine kadar inmiş durumdadır. Yaşadıkları ümitsizlik nedeniyle intihara teşebbüs
edenlerin sayısı artmaktadır.

Medya zaten kapitalistlerin elinde olduğundan, şehvet dolu yayınlar yaparak genç
beyinlere işlemekte ve ruhları öldürmektedir. En yaygın medya aracı olan televizyon
kanalları, “televole” tarzı seviyesiz programlara ilgiyi toplarken, kasıtlı olarak
toplumu dönüştürme işlevini de yerine getirmektedir. Açıkçası kapitalistler, sahip
oldukları medya aracılığıyla maneviyatı yok edip maddi dünyanın "güzelliklerini"
tanıtmakta, propagandasını yapmakta ve kendine tüketici bir kitle oluşturmaktadır.
Freud gibi her davranışı cinselliğe bağlayan ve bu yüzden kafaları yeterince karıştırmış
olan, çarpık ancak çok tutmuş bir kişinin teorilerinin yardımıyla, uyanık olan ya
da olmayan insan ruhunun derinliklerinde, karanlık duvarlar ardında ya da bireylerin
gizli ilişkilerinde ve toplumun mahrem köşelerinde saklı gayrımeşrulukları, tüm
örtülü kötülükleri ortaya çıkaran kapitalizm, bunları bir de medyaya aktarmakta,
açık bir biçimde sahnelemekte, büyük bir propaganda ve ısrarla göstermekte, sergilemekte
ve en korkuncu da bunları çocuklar bile seyretmektedir.9

Bir de İslami sermaye ya da "yeşil sermaye" diye adlandırılan sermayedarlarımız
vardır. Bunların çoğu da kapitalizmin gereklerini yerine getirerek İslami ticaret
yaptıklarını söylemektedir.10 Bunlar ya ne yaptıklarının farkında değillerdir, yani
kendilerini kandırmaktadırlar ya da müşteriyi kandırmaktadırlar ki, her iki durum
da vahimdir.

Kapitalizm Kazandı, İnsanlık Kaybetti

Bugün toplumlar siyasi, iktisadi ve sosyal buhranlar içinde kıvranmaktadır. İktisadi
kalkınma, özellikle geri kalmış ülkelerde ve dolayısıyla ülkemizde de her zaman
gündemdedir. Oysa ülkeler iktisadi servete ve bolluğa gömülseler de buhranlar bitmeyecektir.
Çünkü insanlar manevi boşluk içindedir. Modern insan, kendini, bilim namına konuştuğunu
iddia eden maddeci ve bozguncu bir pozitivizmin akışına bırakmıştır. Bu doktrinin
nazarında, varlık gibi, kıymet ve menfaat de maddidir. Halbuki insanı yalnız maddi
varlık ve servet mesut etmemektedir. Çünkü, insan ruh taşıyan, hayatın niçinini
ve nasılını merak eden, nereden gelip nereye gittiğini düşünen manevi bir varlıktır.

Günümüz insanı aslında ifadesini, iman ve ideal yokluğunda bulan, derin bir maneviyat
boşluğu içindedir. Servet ve konfor arkasında koşmaktan yorgun düşen modern insan,
bugün kaybettiği imanı ve ideali aramaktadır. Hükümetler ise insanların maddi ihtiyaçları
tatmin edilince her iş düzelecek sanmakta ve maneviyat ile ilgilenmemektedirler.

Modern toplum hasta durumdadır ve bu hastalık fertte, toplumda, uluslararası
ilişkilerde, yani hayatın hemen her safhasında mevcuttur. Maddi alandaki ilerlemelere
rağmen, ferdin ruhi ve zihni seviyesi, ahlak ve maneviyatı aynı derecede yükselmemiştir.
Gayesiz ve sorumsuz bir hayat tarzı, lüks ve konfor sevdası yüzünden ferdin ruhi
durumu bozulmuş ve mukavemet kabiliyetleri azalmıştır. Hatta bugün Avrupa ve Amerika'da
insanlık zeka seviyesinin ve aklı selimin sukutu tehlikesi ile karşı karşıyadır;
ahlak bakımından dejenere ve anormaldir.

Bugün alkol, kumar, uyuşturucu gibi illetlerin yanı sıra, radyo, televizyon,
sinema, eğitim müfredatının manasızlığı da genç neslin özünü kemirmektedir. Müfredat
objektif ve ilmi hakikatlerden çok, devrin hüküm süren rejim adamlarının meddahlığını
yapmaktadır. Kâr ve servet hırsı, eğlence ve her çeşit sefahat modası modern insanda
ahlak ve insanlık vicdanını kurutmaktadır. Haysiyet ve şeref duygusu yokluğu ve
bundan ileri gelen yalancılık, dolandırıcılık, hilekarlık gibi kötü ahlak halleri,
bugün insanların çoğunun seviyesini çok aşağılara çekmiştir.

Kısacası maddeci pozitivizm, insan nazarında, şahsiyet ve karakter kıymetini
sukut ettirmek suretiyle modern toplumu çıkmaza sokmuştur. Menfaatperestlikle ilim
ve tefekkür hayatı birlikte gitmez. Zamanımızda yüksek şahsiyetler, alim ve filozoflar
da vardır ama çürüyen ve içi kokan bir çoğunluğun arasında iyiler ve seçkinler daha
ne kadar dayanır bilinmez.

Bugün lüks içinde yaşayan kesim manevi yokluk çektiği için, çeşitli sapıklıklar
içine girebilmektedir. Her türlü ahlaksızlığı yapmayı paralarının olması sebebiyle
kendilerinde hak olarak görmektedirler. Mallarının bir kısmını muhtaç olanlara vermek
yerine kendi manevi boşluklarını doldurmak için çılgınca şeylerde kullanmaktadırlar.
Fakir kısım ise -ki çoğunluk bu kişilerden oluşur- hem maddi hem de manevi yokluk
içersindedir. Açlık, sefalet içinde yaşarken, aynı zamanda ahlaksızlık da bu kesimde
büyük bir artış göstermiştir.

Bunların arasında bir durumda bulunanlar ise her ne yolla olursa olsun zengin
olmaya çalışmakla ömürlerini geçirmektedirler. Dünyanın karşı karşıya bulunduğu
en acı gerçek, en büyük kapitalist devlet olan ve tüm kötülüklerin tohumlarının
ekildiği ve tüm dünyaya dağıtıldığı yer olan Amerika ve onun destekçileri Avrupa'nın
dünyayı ele geçirme sevdası içinde acımasızca geri kalmış ülke insanlarını sömürmeleridir.
Burada gösterdiği bahane "tüm dünyayı demokratik hale getireceğiz"dir. Asıl neden
ise iştahını kabartan yer altı ve yer üstü zenginliklerini ele geçirmektir; yani
doymak bilmemektir.

Peki ne yapılmalı? Bunun çaresi tabii ki, dini, hayatın merkezine yerleştirmektir.
Zaten kapitalist devletler bunu bildikleri için, toplumları dinden uzaklaştırmaya
çalışmaktadırlar. İslamiyeti birden bire yok edemedikleri için önce değiştirip sonra
dönüştürme yolunu izlemektedirler. Tabii ki, müminler buna müsaade etmezse yapamayacaklardır,
ancak çoğu Müslüman da bunlara çanak tutmaktadır.

Tüm bu sorunlara çare olduğunu anlatmak için öncelikle insanın dünyevi faaliyetlerine
ve umutlarına karşı İslam'ın ne dediği ortaya konulmalıdır. Şüphesiz akıllı bir
yaratık olan insanın bunu kendisinin yapması beklenebilir. Fakat zihni karışık olan
insan dünyevi meselelere çekilmiştir ve doğruyu bulma çabası içinde de değildir.

Bu noktada öncelikle, insanların kafasına takılan en temel mesele konumundaki
"insan dünyadan tamamen uzaklaşıp ahiret için mi çalışmalıdır?" sorusuna cevap vermek
gerekir. İslam insanları miskinliğe davet etmemiş, dünya nimetlerini terk etmeleri
yönünde onlara bir talepte bulunmamıştır. İslam'da manastır hayatı yoktur ve yasaklanmıştır;
hiçbir fert ya da topluluk, kendilerini Allah'a adadıklarını söyleyerek, ruhlarını
temizlemek için nefislerini dünyanın temiz nimetlerinden mahrum bırakacak şekilde
ibadete kapanamazlar. Buna cevaz verilmemiştir.

İslam, bir ferdin bütün enerjisini tüketircesine kendisini yıpratmasını da yasaklamıştır.
Sabahlara kadar ibadetle vakit geçirmeyi ve uzun süreler oruç tutmayı (nafile orucu)
hoş görmemektedir. İslam'ın bütün emirleri, ferdin kendi fiziki bedenine ve sıhhatine
zarar vermeme şartıyla sınırlanmıştır.

İslam doğal olarak, manevi yönün maddi tarafa faik olduğunu söylemiş ve göstermiştir.
Fakat insanın manevi yönünün olgunluğa ulaşabilmesi için de hiçbir zaman, fiziki
yönünü ihmal etmesini, baskı altına almasını ve beşerin maddi yapısının önemini
küçümsemesini istememiştir.

İslam fertteki "ben" duygusunu inkar etmez ve mülkiyet edinme hak ve hevesine
de karşı çıkmaz. Ferdin hayati faaliyetini şartlandıran güdülerini göz önünde bulundurur,
fakat toplumun, ferdin muhafazası için, güçlüklerin gücünü artırıp, acizlerin imkanını
daraltmasını onaylamaz. Çünkü bu takdirde, ahlaki değerler çökecek, gayret, iyi
niyet, aile ve toplumun dayanakları olan diğer yüksek duygular tamamen kaybolacaktır.11

Ferdi etkisi altında tutan ve onu gayelerine ulaşmak için gücünün üstündeki şeyleri
yapmaya ve bu yolda kendini yıpratmaya mecbur eden açgözlülükle tam bir mücadelededir
İslam. İslam servet kazanmanın yollarını açıkça belirtir. Mal ve servet yığmak kendi
başına bir gaye değildir, fakat huzur ve refaha ulaşmak için bir vasıtadır. Servet
kazanmak, başkasının malını gasbetmemek şartıyla serbesttir. Servet kazanmanın talih
ve kumar oyunları, tefecilik, başkalarının hakkını yeme gibi yollarla yapılması
yasaktır. İslam zekat yolu ile de doğru yolla kazanılmış servetten yoksullara yardım
edilmesini emreder. Böylece bu da fakirlerin zenginlere karşı besledikleri kötü
duyguları yok eder.

"Dosdoğru namaz kılın, zekat verin, ruku edenlerle birlikte ruku edin (Kur'an
11/43)".

"Sizin yariniz ancak Allah'dır; Onun peygamberidir; Allah'ın emirlerine boyun
eğici olarak namazı dosdoğru kılan, zekatı veren o müminlerdir (Kur'an:V/55)".

İslam, servetin tekelleştirilerek belli kişilerin mülkiyet ve kontrolü altında
tutulmasına karşı çıkar. Buna göre refah ve zenginlik geniş kitleler arasında daha
adil bir şekilde dağıtılmalıdır. Tekelcilik ahlaksızlık doğurur, ferdi küstahlaştırır,
bencilleştirir; o fert artık kalbini yetimlere, fakirlere kapatır. İftiracılık,
dedikodu bu kişilerin en fazla meşgul olduklarıdır. Aşırı servet hırsı, her türlü
elim ve azap verici günahların en önemli sebeplerindendir. İslam'a göre, servetin
nasıl oluşturulduğu önemlidir, ama bundan da önemlisi servet yığmanın kendisinin
bir şeytanlık olmasıdır.

İslam'a karşı cephe alıp, onu inkar edenlere bakıldığında, ilk izlenim, İslam
dininin ilk cephesinde bulunan Allah'ın birliğine ve ahiret gününe inanmadıkları
yolundadır. Oysa bu küfrün en önemli sebebi, zenginliğin fakirlerle paylaşılmasını
emreden İslamiyet'in uygulamadaki ağırlığına tahammülsüzlüktür. Geçmişte ve günümüzde
inkarcıların iktisadi karşı koymaları, teolojik inkarcılığın, iktisadi protestodan
hayat bulduğu söylenebilir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, tüm sorunların, buhranların cevabı İslam'dadır.
İslam, sadece kişi ile Allah arasında kalan ve bunun dışına taşmayan bir din değildir;
toplumun düzenini, insanlararası ilişkileri ve nihayet insanın kendisini içerir.

Eğer insan derince düşünüp kendisinin ne olduğunu anlasa, Allah'a imana ulaşır.
Zaman ve mekan kavramlarını ve bu iki kavramın birlikte ifade etmiş olduklarının
azametini kavramaya çalıştığı her seferinde, görür ve anlar ki, insan, değişmez
kanunlarla hareket eden ve sadece Yaratıcısının bildiği bir hedefe doğru sevkedilip
götürülen bu kainatın küçük bir zerresinden ibarettir. İşte bu gerçeği anladığı
zaman sadece Allah'a boyun eğer ve yalnızca ona itaat eder. Artık onun hayatta ne
yoksulluktan ne de güçsüzlükten endişesi olacaktır; ruhu huzur ve vakarla dolu olarak
var kuvvetiyle ileriye atılacaktır.12

***

Öz

İnsanoğlunun fıtratında bulunan ve insanı nefsi doğrultusunda başka bir dış etkenle
ortaya çıkarılabilecek ve tamamen insana hakim hale gelebilecek gizlenmiş ve bastırılmış
güdüler… İşte bunlar kapitalizm gibi insan nefsini baştan çıkaran ve böylece kendine
bu yolla alıcı bulan bir sistemin tuzakları olarak kullanılabilmektedirler. Oysa
insanoğlu nefsi doğrultusunda hareket ederken maddi ve manevi buhranlara uğramaktadır.
İktisadi hayatı tek kurtuluş aracı gören ve bu nedenle imanın genel hayatı etkilemesine
müsaade etmeyen bu sistem sonunda insanın felaketi olacaktır ve olmaktadır da. Bu
makale kapitalizmin insan nefsini kötü yönde nasıl harekete geçirdiğini ve insanı
sonunda nasıl bir manevi boşluk içine soktuğunu; bu manevi boşluğun ise İslamiyet'e
sarılmakla giderilebileceğini anlatmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Yoksulluk, Kapitalizm, Rasyonalizm, Pozitivizm, Protestanlık,
İslam, Zekat

Abstract

The human being has many hidden and suppressed drives which are innate and may
appear through some external factors and then may rule a person entirely… So, these
drives may be used as traps of system such as capitalism that seduces people and
thus transforming them into its own customers. But, while acting according to the
desires, people become subject to material and metaphysical crises. This system
which predicts the economic life as the only method for the salvation and therefore
did not allow the faith to affect people's life will ultimately become the disaster
of the human being, and also this is occurring. This article examines how capitalism
moves the spirit of the people towards the forbidden direction and at the end remaining
him into a spiritual lack zone; this zone will only be filled by the Islam.

Keywords: Poverty, Capitalism, Rationalism, Positivism, Protestantism, Islam,
Devotion

Dipnotlar

1. İ. Muhammed İsmail, Çağdaş Ekonomi Doktrinleri ve İslam (Çev.: Cemal Karaağaçlı),
Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1990, (2.baskı), s. 38.

2. A.g.e., s. 23, 24.

3. Xing Li, Dichotomies and Paradoxes: The West and Islam, Global Society, Vol:
16, No: 4, 2002, s. 404.

4. A.g.m., s. 410.

5. James Kurth, The Protestant Deformation and American Foreign Policy, Orbis,
Vol: 42, No: 2, 1998, aktaran A.g.m., s. 409.

6. Marco Polo'nun Asya'yı Avrupa'ya tanıtması, Christopher Columbus'un Amerika'yı
bulması, Gutenberg'in matbaası gibi…

7. Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik, 1954, s. 257.

8. Vahyi inkar ederek her şeyi sırf akıl ile idrak ve izah etmek isteyen ve bu
yolla idrak edilemeyen şeylerin var olabileceğini kabul etmeyen felsefi mezhep.

9. Ali Şeraiti, Dua, Bir Yayıncılık, İstanbul 1985, (2. baskı), s. 70.

10. Mehmet Özer, Protestanlaştırma Çabaları Doğrultusunda İslam ve Kapitalizm
Karşıtlığı, İktibas Dergisi, Sayı: 285, Eylül 2002.

11. Muhammed İsmail, a.g.e., s. 100, 101.

12. A.g.e, s. 106.