Poverty in the Qur’an

Allah insanı sosyal bir varlık olarak yarattığı için bir toplum içinde yaşamak
zorundadır.1 Çünkü bir insan kendi ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz. Bu yüzden
başka insanların yardımına muhtaçtır.2 Yiyeceği ekmeği, giyeceği elbiseyi, oturacağı
evi yapabilmek için bile diğer insanlara gereksinim duyar. Toplum fertleri yaşadıkları
ülkelerde ürettiklerini "mübadele" ederler. Bu değiş-tokuş insanlığın ilk dönemlerinde
üretilen mal ile olurken, daha sonraları üretilen malların paraya çevrilmesi ve
ihtiyaç duyulan nesnelerin bu parayla alınması şekline dönüşmüştür. Bu bir nevi
yardımlaşmadır. Ancak toplum halinde yaşayan insanların bu muamelelerinde bazen
haksızlıklar, zulümler olabilmektedir. Hırs, başkalarını yönetme, kendini herkesten
üstün görme gibi yönlerini ön plana çıkaran insanlar, toplumun diğer fertlerine
haksızlık ve zulüm yapabilmektedir. Bu da zaman içerisinde feodaliteyi, tekelleşmeyi
doğurmakta, bazı insanların haksız yere servetlerini çoğaltmalarına, bazılarının
da yoksul bir hayat sürmelerine sebep olmaktadır. Duyguları ve kuvvetleri kontrol
altına alınmadığı takdirde insan zalimlikte, haksızlık yapmakta sınır tanımaz. Bu
yüzden Kur'an insanda sonsuz bir zulmetme meylinin olduğunu bildirmekte ve onu "zalûm"
olarak nitelemektedir.3 Kur'an-ı Kerim bu zulmü önlemek, insanların serbest iradeleriyle
hür bir ortamda çalışmaları sonucunda elde ettikleriyle mutlu bir şekilde yaşamalarını
temin etmek amacıyla bazı kurallar getirmektedir. Bu kurallar öz olarak insanlığın
yaratılışından itibaren gönderilen bütün dinlerde de vardır.

Kur'an'a göre insanlar ekonomik olarak eşit bir şekilde yaratılmamışlardır.4
Her toplumda fakirler de vardır, zenginler de.5 Esasen toplumun ahenkli işleyişi
için bu farklılık bir bakıma da gerekmektedir. Çünkü herkes aynı ekonomik güce sahip
olsaydı toplumda insanların faydalanacağı bir çok işleri yapan çıkmayacak, bu durumda
da insanın yaşaması zorlaşacaktı. Bu açıdan bakılacak olursa, önemli olan insanların
ekonomik olarak farklılığı değil, çalışmasıdır. Kur'an'da insana çalıştığının karşılığının
verileceği bildirilmekte ve çalışmaya teşvik edilmektedir.6

Allah insana bir rızk takdir etmiştir, bunlardan bir kısmı "zaruri rızk"dır ki,
insanın ölmeyecek derecede yaşaması için lüzumlu olan ihtiyaç maddeleridir. Bu ihtiyaçların
en önemlilerinin, olmazsa olmazlarının "yemek, içmek, ev, elbise ve evlilik" olduğu
söylenebilir. Allah yarattığı bütün canlıların rızıklarını vereceğini taahhüd etmiştir.7
Yani rızık "taahhüd-ü Rabbani" altındadır.8 Örneğin, insan gibi irade sahibi olmayan
bitkilerin rızıkları onların ayaklarına gelmektedir. Allah onlara ummadıkları yerden
rızık göndermektedir. Yeni doğmuş bütün insanî ve hayvanî yavruların tıpkı bitkiler
gibi aciz olduklarından onların rızıkları da anneleri vasıtasıyla hiç ummadıkları
bir yerden gönderilmektedir. Ancak bebekler büyüdükçe bu rızık kesilmekte ve çalışılması
gerekmektedir. Bu yüzden rızk-ı helal, güçle, iktidarla, zekayla ters orantılıdır.
Hayvanlar büyüdükçe avlanarak rızıklarına kavuşurlar, insanlar da çalışarak… Dünya
bir hikmet dünyası olduğundan insanın rızkını elde etmek için de sebeplere başvurması,
yani çalışması gerekmektedir. Tembelliği alışkanlık haline getirenlerin kendileri
için takdir edilen helal rızka kavuşma noktasında büyük zorluklarla karşılaşacakları
bir realitedir. Bu yüzden insanları gerçek anlamda yoksulluk sınırının altına düşüren,
açlık sınırında yaşatan şeyin tembellik olduğunu söyleyebiliriz. (Bazı ülkelerde
insanların aşırı yoksul olmaları ise, servetin adaletsiz dağıtımından ileri gelmektedir.
Bir çok toplumda bir kısım insanlar aşırı lüks içinde yaşarlarken, bir kısım insanlar
yiyecek ekmeği zor bulabilmektedir.) Özellikle günümüzde insanlar, bürolarda masalarda
oturup yüksek maaş almayı umuyorlar. Böyle bir iş olmazsa çalışmayacaklarını söylüyorlar.
Bir insan ister üniversite mezunu olsun, ister ilkokul mezunu böyle düşündüğü sürece
aç kalmaya, yoksul kalmaya mahkumdur. Rızkı kazanmak için en tabii yol ticaret,
zenaat ve ziraattir. Çok az sermaye ile bile bu işleri yapmak mümkündür. Tabii ki,
bütün bunlar için sabırlı olmak, kanaatkar olmak gerekir. Bir anda zengin olma hevesi,
insanları gerçek rızık kaynakları olan bu gibi temel işleri yapmaktan uzaklaştırmaktadır.
Dünya Allah'ın Hakim isminin tecelli ettiği bir yer olduğundan, Allah tarafından
takdir edilen rızkın temin edilebilmesi için çalışmak gerekmektedir.

Eli-ayağı tutan her insan yapacak bir iş bulabilir. Bir kişi bir mesleği kendi
zeka seviyesine göre bir ila üç sene içerisinde öğrenebilir. Bu kadar sene karın
tokluğuna çalışsa bile, daha sonra o mesleği yapabilecek, helal rızkını daha iyi
şartlarda elde edecek bir duruma gelebilir. Önemli olan bu anlayışa sahip olmaktır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus asla hırs peşinde koşmamaktır. Hırs her
zaman hasarete sebep olmuştur. İnsanın rızkını elde etmesi onun çalışmasıyla yakından
alakalıdır. Fakat her çalışan insan da zengin olmayabilir. Çünkü Kur'an'da Cenab-ı
Hakk, dünyada dilediği kimselerin rızkını açacağını, genişleteceğini, dilediğinin
rızkını da daraltacağını bildirmektedir.9 Bunun sebeplerinden birisi de insanın
bu dünyaya imtihan için gönderilmesidir. Allah insanı bazen zenginlikle sınadığı
gibi, bazen de malda, canda ve ürünlerde noksanlıklarla sınar.10 Bu yüzden kimisi
az çalışır çok kazanır, kimisi çok çalışır az kazanır. İnanan bir insan, çalıştıktan,
sebeplere başvurduktan sonra Allah'ın kendisine takdir ettiği rızka "kanaat" etmek
durumundadır. Kanaat şükrün önemli unsurlarından birisidir. Kanaat eden bir insan
mutlu bir insandır. Kendisini zenginlerle değil, yoksullarla kıyaslayan insandır.
Peygamberimiz kanaatin tükenmez bir hazine olduğunu bildirmekle, gerçek zenginliğe
işaret etmiştir. Gerçek zenginlik insanın gönlünün tok olmasıdır. Ama ne yazık ki,
ayetler ve hadisler insanın mala karşı çok hırslı olduğunu göstermektedir.11 İnsan
kendisine bir vadi dolusu altın verilse, bir ikincisini isteyecek kadar hırslıdır.
Bu insan ise görünüşte zengin olmasına rağmen, aslında yoksul bir kimsedir. Yoksulluk
ve zenginliğin bu anlamda da rölatif olduğunu söylememiz mümkündür.

Yaratılıştan insanlar arasında var olan gelir farklığı, insanların Kur'an'da
ve diğer kutsal metinlerdeki "zekat, sadaka" gibi yardımlaşma düsturlarına uymamasıyla
gittikçe artmaktadır. Özellikle son iki asırdır bilimin pozitivist yorumunun etkisiyle
bazı toplumlar Allah inancından ve bütün kutsal dinlerden uzaklaşmaya başlamışlar,
zayıfın yok olmasını, güçlünün ayakta kalmasını öngören sosyal Darwinizmi benimsemişlerdir.
Böylece bütün kutsal dinlerde var olan ve İslam dininde de en mükemmel şekilde bulunan
"muavenet" prensibi yerine, bireysel menfaat ön plana çıkmıştır. Çoğu toplumlarda
diğergamlıktan uzak bu bencil yaklaşımın benimsenmesinden dolayı, fıtraten var olan
zenginle fakir arasındaki uçurum gittikçe açılmıştır ve hâlâ da açılmaya devam etmektedir.
Bugün en gelişmiş ülkelerde dahi, yoksul insanların nispeti % 25'ler civarındadır.
Örneğin, bunu Amerika için söylemek mümkündür.

Türkiye gibi işsizlik oranının yüksek olduğu Müslüman ülkelerde bazı Asya ve
Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi bir isyan görülmüyorsa, bunu da insanların
İslam inancından kaynaklanan "yardımseverlik" özelliklerinde aramak gerekir. Bunların
istisnaları olmakla birlikte toplumumuzda ekonomik olarak çok zor durumda olan insanlara,
yakın akrabaları ya da komşuları yardım elini uzatmaktadır. Bu da insanların birbirlerini
daha iyi tanıdıkları küçük yerleşim bölgelerinde daha çok olmaktadır. Bu açıdan
bir İslam ülkesinde insanların irtica yaftalarıyla İslam'ın değerlerinden uzaklaştırılmaya
çalışılması bu toplumsal yardımlaşma fikrini azaltan bir unsur olmaktadır. Yarım
hurma ile bile olsa sadaka vermeye teşvik eden dinin prensiplerini bilen insanlar,
ellerinde var olanı başkasıyla paylaşma ahlakını edinmektedir. İslam dinini ilerlemeye
engel olarak göstermek isteyenler, ya İslam'ın çalışmaya ve yardımlaşmaya teşvik
eden ayetlerini bilmiyorlar ya da art niyetli insanlardır.

Kur'an, yoksulluğu, fakirliği önlemede çok önemli kurallar getirmektedir. Kur'an'a
göre yaşanırsa, hiçbir toplumun fertleri açlık ve yoksulluk içinde olmaz.. Kur'an-ı
Kerim'in zekat vermeyi zenginlere farz kılan12 ve faizi haram kılan13 iki mevzudaki
ayetleri bile insanlığı yoksulluktan kurtarmaya yeter.14 Örneğin, Türkiye aslında
kaynakları kendisine yetecek kadar zengin bir ülkedir. Ama kaynakların çeşitli sebeplerle
adaletsiz paylaşımı nüfusun % 20'sini çok zenginleştirmiş, %80'ini ise muhtaç duruma
düşürmüştür. Bu yüzde seksenin önemli bir kesimi de geçimlerini çok zor şartlarda
temin etmeye çalışan yoksul, fakir insanlardır. Bu ülkede dinin emirlerini yerine
getirecek kadar inançları sağlam kişiler çoğunlukta olsa, en azından herkes orta
derecede varlık sahibi olur. Çünkü zengin insan, zenginliğin sadece kendi çalışması
sonucunda el ettiği, kendi yeteneğiyle kazandığı bir şey olmadığını bilir, Allah'ın
kendisine bu rızıkları ihsan ettiğinin şuuruna varır. Bu da kendisinin rızkın sahibi
değil, emanetçisi olduğu, muhtaç olan insanların bu servette haklarının bulunduğu
bilincinin gelişmesine sebep olur. Çünkü bilir ki, bu mal kendisine bir imtihan
için verilmiştir. Bunun bir hesabı olacaktır. Bu yüzden etrafındaki fakir insanlara
Allah emrettiği için zekat verir, hatta daha fazla miktarlarda sadaka verir. Böylece
toplumdaki yoksul olan insanlar Allah'ın kendilerine zenginler eliyle verdiği helal
rızıkları sayesinde insan onuruna yakışır bir şekilde hayatlarını şükür içinde sürdürürler.
Böylece zenginlerle fakirler arasında sevgi, şefkat ve saygı bağları kuvvetlenir.
Kur'an zenginlerde fakirlere karşı şefkat duygusunu oluştururken, fakirlerde de
zenginlere karşı saygı meydana getirir. Kur'an'a inanan bir insan, Kur'an anlatılan
çok zengin Karun kıssası gibi kıssalardan ibret alır, kendisinden zekat istenildiğinde
parayı, malı kendi yeteneğiyle elde ettiğini söyleme gafletinde bulunmaz. Zenginle
fakir arasındaki uçurum böylece ortadan kalkar. Yoksulların bu yardımlaşma sayesinde
nasıl normal varlıklı insanlar haline geldiğinin en güzel örneği İslam tarihinde
hicret sonrasında yaşanmıştır. Bütün varlığını Mekke'de bırakarak Allah rızası için
Medine'ye hicret eden muhacirlere, ensarın yaptığı yardımlar, aralarındaki sevgi
ve kardeşlik bağlarını zirveye ulaştırmıştır. Muhacirlere göre daha varlıklı olan
ensar, Müslüman kardeşlerin yoksul yaşamalarına izin vermemiş, onların da kendileri
gibi insan onuruna yaraşır bir hayat yaşamalarına zemin hazırlamıştır. Hatta ensardan
bazılarının durumları iyi olmamasına rağmen, kendi ihtiyaç duydukları maddeleri
bile Mekke'den gelen kardeşleriyle paylaştıklarını görüyoruz. Bunun sırrı sevdikleri
şeylerden infak ederek gerçek imana erişme arzusudur. Böylece insan araç olan para
gibi, mal gibi cansız varlıkları değil, halife-i arz ve eşref-i mahlukat olarak
yaratılan insan gibi Allah'ın muhatap aldığı insanları sevmeyi tercih ettiğini göstermiştir.
Aslında bu örnek, dünyada insanlığı yoksulluktan kurtarmanın da denenmiş bir reçetesini
oluşturuyor.

Diğer taraftan aynı sağlam inanca sahip olan, malı, parayı bir amaç haline getirmeyen
insanlar, çalıştırdıkları insanların çobanları olduklarını idrak eder, onları "çalışan
fakirler" olmaktan çıkarır. Böylece zenginler, komşusu aç iken tok yatan bir komşu,
bir akraba, bir patron olmaktan kurtulmuş olurlar.

Farz olan zekatın ve sünnet olan sadakanın verilmemesi zenginle fakir arasındaki
uçurumu derinleştirdiği gibi, faiz de aynı fonksiyonu icra eder, toplumdaki dengeyi
zenginler lehine bozan bir diğer unsur da faizdir. Kur'an faizin her türlüsünü haram
kılmıştır. Böylece toplumlarda var olması muhtemel "sen çalış ben yiyeyim" düşüncesini
kökünden söküp atmıştır. Kur'an'ın bu düsturu bütün insanlığı mutlu edecek bir formül
olmasına rağmen, kapitalizmin menfaatperest insanları bu formülü görmezden gelmekte
ve insanların ekseriyetini sömürmektedir. Kur'an muhtaç olan insanları iflasa sürükleyen
faiz yerine, "karz-ı hasen" denilen bir toplumsal kurumu önermektedir.15 Bu, ihtiyaç
sahiplerine borç vermektir. Karşıdaki insan eğer borucunu ödeyemeyecek durumda ise,
onun borcunun silinmesi bile tavsiye edilmektedir.

Zekatın yaygınlaştığı, faizin kalktığı, karz-ı hasen kurumunun yaşatıldığı bir
toplumda zenginle fakir arasındaki uçurum gittikçe kapanır, cemiyet mutlu ve huzurlu
olur. Bu yüzden bugün dine bütün kurumlarıyla karşı çıkan insanlar aslında bir bakıma
da insanların çoğunluğunun mutluluğuna karşı çıkan insanlardır. Halbuki zekatın
verildiği, faizin olmadığı, karz-ı hasenin yaygınlaştığı bir toplumda kin ve düşmanlık
yerine, sevgi, saygı ve şefkat vardır. Buraya kadar anlatılan hususlar, "absulute
poverty" denilen gerçek yoksulluğu ortadan kaldırmayla ilgili Kur'an'ın önerileridir.

Yoksulluğun bir de rölatif yönü vardır. Bu da kişinin gerçekten yoksul olmadığı
halde kendisini yoksul sayması, yoksul hissetmesi ya da hissettirilmesidir. Bu da
insanı sadece "tüketen" bir varlık olarak değerlendiren günümüz medeniyetinin zaruri
olmayan ihtiyaç maddelerini, tiryakilik ve görenekle zaruri hale dönüştürmesinden
kaynaklanmaktadır. Said Nursi, mimsiz diye nitelendirdiği medeniyetin dayattığı
bu anlayışın "mecazi rızk" kavramını ortaya çıkardığına dikkat çekmektedir.16 Nursi'ye
göre insan bedeviyette dört şeye muhtaç iken, günümüzde yirmi şeye muhtaç oluyor.
Bu mecazi ihtiyaçları giderebilen insanların oranı ise çok düşük olduğundan, günümüz
medeniyeti insanı "çok fakir ediyor." İşte bu mecazi rızkın, zaruri olmayan rızkın
peşine düşen insan, zulme, haram kazanmaya sevk ediliyor. Esasen insanlığın mutsuzluğunun
altında da bunun sonucunda meydana gelen zengin fakir arasındaki uçurum yatıyor.17
Nursi'ye göre, insanın dünyayı ahirete tercih etmesinin altında da mecazî, yani
zaruri olmayan rızkın peşinde koşması yatıyor.18 Günümüzde insanların mecazi rızıklara
yönelmesi yada zaruri olmayan ihtiyaçları zaruri imiş gibi telakki etmesi nasıl
oluyor? Bazı Batılı yazarlar bunu "reklam"la açıklamaya çalışıyor. Erich Fromm bu
görüşü taşıyanlardan sadece birisi. Ona göre tüketime teşvikin önemli bir aracı
olan reklam sayesinde insanlara gerçekten ihtiyaçları olmayan şeyler ihtiyaçmış
gibi gösteriliyor.19 İnsanlar her yeni çıkan ürünü bir ihtiyaç olarak algılamaya
başlıyor. Özellikle yakın akrabalar ve komşular varlıklarını reklamların etkisinde
kalarak harcıyorlarsa bu onları da etkiler. Kadınların kocalarını komşularda ya
da akrabalarda gördüklerini almaya, şu anda ihtiyaçlarını gören ve daha birçok sene
görmesi muhtemel olan malları değiştirmeye teşvik eder. Böylece toplumun normal
bir ferdi görenek belasıyla aslında temel ihtiyaçlarını giderecek kadar varlıklı
iken bir anda kendisini yoksul hissetmeye başlar. Böyle bir harcama mantığı, -ki,
Kur'an'da buna "israf" denmektedir- çalışmayla elde edilen paranın zaruri olmayan,
ama zaruri hale getirilen ürünlere kifayet etmemesine sebep olur. Bu durumda çalışan
koca başka yollardan bunları giderme yoluna gider. Lüks yaşama tutkusu, hayatını
medeniyet fantaziyeleriyle geçirme arzusu, onu haram yollara iter. Çoğu zaman kadın
da bu tuzağa düşer. Bu bakımdan medeniyet insanı göreceli bir yoksulluğa itmiştir.
Toplumda şans oyunlarına yönelmenin, rüşvetin, dolandırıcılığın, hortumculuğun yaygınlaşmasının
altında yatan en önemli sebep budur.20

Diğer taraftan insan görenek gibi tiryakiliği de "zaruri ihtiyaçlar" kategorisine
dahil etmektedir. Her gün sigara içen, içki içen bir insan buna alıştığı için bunların
zaruri olduğu zannına kapılmaktadır. İçki ve sigara masrafları bir çok ailenin bir
aylık mutfak masrafı kadar harcamayı gerektirmektedir. Şu bilinmektedir ki, tiryakilik
gibi bu tür alışkanlıkları edinen kimseler, kısmen varlıklı da olsalar kendilerine
yoksul varsaymaktadırlar. Bu alışkanlıklar, aile fertlerinin gerekli besin kaynaklarından
yoksun kalmalarına sebep olmaktadır. Bir de tüketim toplumu insanları lokantalarda
yemek yemeye, kafelerde çay-kahve, meşrubat içmeye teşvik ediyor. Bu da bir ailenin
bir aylık mutfak masrafının birkaç gün içinde tükenmesine sebep oluyor. Bu aile
de bu tür harcamaların yanlışlığını düşünmeden kendisine yoksulluk damgasını vurmakta,
her zaman hayatından şikayetçi olmaktadır. Ayağını yorganına göre uzatmasını bilmeyen,
tüketim medeniyetinin ve Süfyan çağının israf tuzağına düşen insanlar, bankalardan
yüksek faizle borç almaya, kredi kartıyla yüklü miktarlarda harcama yapmakta, bu
da kısa süre sonra o ailenin ocağına incir ağacı dikmekte, ailenin dağılmasına sebep
olmaktadır. Bu israf medeniyeti, insanları kazandıklarından çok tüketmeye sevk ederek
onu "human consumer" haline getirirken adeta yoksullaşmasına sevinmekte, Kur'an
medeniyeti ise insanı bu çıkmazdan kurtaracak formüller sunmaktadır.

Kur'an'a göre Allah iştahlı bir mide verdiği insana dünyada sayısız rızıklar
ihsan etmektedir.21 Bu ihsan ve ikramları Allah'ın yarattığı varlıkları ve özellikle
de insanı sevdiğini göstermektedir. Cenab-ı Hakk insanların bu nimetlerden istifade
etmesini, ama asla israf etmemesini istemekte, israf edenleri de sevmeyeceğini bildirmektedir.22
Çünkü israf insanı yoksullaştırmaktadır. Bu sebeple Kur'an insanın harcamalarında
bile cimrilik ile israf ortasında bir yerde olmasını istiyor.23 Çünkü eli çok açık
bir insan, bir gün muhtaç duruma gelebilir, mahzun olabilir.24 Bu konudaki ayetlerden
Kur'an'ın insanı "veren el" konumundan "alan el" konuma düşürmek istemediği anlaşılıyor.

Sonuç olarak, Kur'an insanların yoksul bir hayat yaşamalarını istemiyor ve bunu
önlemek için de bir dizi tedbirler öngörüyor. Kur'an'ın bu yöndeki tavsiyeleri,
emirleri ve yasakları insanın eşyayı, malı-mülkü, parayı, altını, tarlayı-bahçeyi,
nefsini putlaştırmasının önüne geçmesini kolaylaştırıcı unsurları ihtiva ediyor.
Zaten bütün sorun da insanın bu unsurları birer idol haline getirmesinden kaynaklanıyor.
Son iki asırda insanların bir tek Allah inancından ve dinden uzaklaştırılmasının
en önemli sonuçlarından birisi, Allah ve ona bağlı olarak insan sevgisi yerine,
eşya, mal, para, zevk, eğlence sevgisinin ön plana çıkmasıdır. Allah'ı tanımayan,
bilmeyen, O'nun ceza ve mükafat vereceğine inanmayan insanlar, tek yaşam yerlerinin
bu dünya olduğunu düşündüklerinden bu dünyayı kendilerine cennet gibi yapmaya çalışırken
başkalarına cehennem haline getirmekten kaçınmazlar. Bu da sağlam inançtan mahrum
olduğunda zalimlikte sınır tanımayan bazı kişilerinin diğer bir kısım insanları
yoksullaştırmasına ve yoksulları da sömürüp ezmesine yol açıyor. Yoksulların neredeyse
dünyanın yarı nüfusuna erişmesi, medeniyetin israf ve tüketim politikasıyla insanları
gerçek ve rölatif bir yoksulluğun içine sürüklemesi, onları mutsuzlaştırması insanlığın
Kur'an'ın iki dünyada da mutluluk getirici formüllerine ne kadar muhtaç olunduğunu
gösteriyor. Sosyal Darwinizmin, kapitalizmin toplumsal bir varlık olan insanı bireyselliğe
sürüklediği, yardımlaşma prensibi yerine güçlünün zayıfı, zenginin fakiri ezmesine
sevk ettiği çok acı tecrübelerle anlaşılmıştır. İnsanın çoğunluk olarak mutsuzluğuna
sebep olan bu durum, Kur'an'ın yardımlaşmayı esas alan ve insanın toplumsallığını
esas alan yoksulluğun ilacı olan zekatın emredilmesi, faizin ve israfın yasaklanması
ve karz-ı hasen'in tavsiye edilmesi gibi prensipleriyle ortadan kaldırılabilir.
Bu yüzden içerde ve dışarıda İslam'ı teröre destek veren bir din gibi göstermek
isteyenler, aslında bu faaliyetleriyle İslam'ın toplumsal sorunlara sunduğu köklü
çözümleri de örtbas etmiş oluyorlar.

***

Öz

İnsanlar ekonomik olarak eşit bir şekilde yaratılmamışlardır. Her toplumda zenginler
de vardır fakirler de… Aslında toplumun ahenkli işleyişi için bu farklılık bir
bakıma da gerekmektedir. Çünkü sosyal bir varlık olarak yaratılan insanların birbirleriyle
ilişki içinde olmaları, yardımlaşmaları ancak bu farklılıkla mümkündür. Diğer taraftan
insanların bazısı zenginliği, kimisi de fakirliği ile sınanmaktadır. Öte yandan
herkes helal rızkını elde etmek için çalışmak zorundadır. Allah kiminin rızkını
genişletir, kiminkini de daraltır. Ancak zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumu
kapatmak için de varlıkların fakirlere "zekat" vermesini farz kılmış, faizle onları
sömürmelerini de yasaklamıştır. Bu formül ile hem yoksullar onurlu bir hayat seviyesine
ulaşabilir, hem de iki tabaka arasındaki çatışma potansiyeli, sevgi, şefkat, saygı
ve kardeşliğe dönüşür. Kur'an'ın bu çözümü dünyadaki yoksulluğu ortadan kaldıracak
kadar etkili bir yoldur.

Anahtar Kelimeler: Yoksulluk, Gerçek Yoksulluk, Göreceli Yoksulluk, Rızık, Zekat,
Karz-ı Hasen, Faiz, Sosyal Darwinizm, Tüketim

Abstract

People were not created equally in economic terms. There are rich and poor people
in every society… Indeed, this difference is necessary for the equilibrium of society.
Hence, the interaction and mutual assistance of the human being, a social creature
is only possible with this difference. On the other hand, some people are examined
through his wealth, whereas some with his poverty. Another aspect of the issue is
that everybody should work in order to earn his legitimate income. God gives to
some people more than others. But in order to close down the gap between the rich
and poor people, He orders rich people to give to the poor devotion. God also prohibited
the exploitation of poor ones through interest. Thanks to this formula the poor
ones can reach an honorable life-standard. Furthermore, it helps to transform the
potential conflict between these two groups into love, compassion, respect and brotherhood.
This solution of the Qur'an is an efficient means to eliminate poverty in the world.

Key Words: Poverty, Real Poverty, Relative Poverty, Sustenance, Devotion, Beneficial
Debt, Interest, Social Darwinism, Consumption

Dipnotlar

1. Adler, Alfred, İnsanı Tanıma Sanatı, Çev: Kamuran Şipal, Say Yayınları, 1981,
s. 45.

2. Güngör, Erol, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, Ötüken Yayınevi, İst., 1998,
s. 99.

3. Ahzab: 33/72

4. Nahl: 16/71 Bu ayette Cenab-ı Hakk, insanların rızk bakımından farklı şekillerde
yaratıldıklarını beyan etmektedir. Nisa suresinde ise "Allah'ın sizi, birbirinizden
üstün kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanı) hasretle arzu etmeyin.
Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri vardır, kadınların da kazandıklarından
nasipleri vardır. Allah'tan O'nun lütfunu isteyin: Şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir."
buyurarak, insanların ekonomik olarak farklı şekillerde yaratıldığını beyan etmektedir.
(Nisa: 4/32) Ayrıca, İsra suresinde, "Çünkü Rabbin rızkı dilediğine çok, dilediğine
az verir. Şüphesiz ki, o, kullarından haberdardır, onları çok iyi görür." buyurmaktadır.
(İsra: 17/30) Zemahşeri ayetin tefsirinde, rızkı bol vermenin ya da az vermenin
onun hikmet ve maslahata tabi olduğunu, bunun hazineler yanında olan Allah'ın "emri",
yan işi olduğunu bildiriyor. (Zemahşeri, Ebu'l-Kasım, Muhammed b. Ömer, el-Keşşâf,
Darü İhyai't-Türasi'l-Arabî, Beyrut, 1997,II, 621.) Bu insanı çalışmaya teşvik etmekte,
ancak kazancının tamamen Allah'ın elinde olduğunu ifade etmektedir. İnsan çalışmasının
sonunda elde ettiğine kanaat göstermeli ve hırs sahibi olmamalıdır.

5. Nisa: 4/135.

6. Necm: 53/39.

7. Hud: 11/6.

8. Said Nursi, Lem'alar isimli eserinde taahhüd altında bulunan bu hakiki rızkı
insanın, "beşerin su-i ihtiyarı karışmazsa her halde bulabileceğini", bunun için
dini, namusunu ve izzetini feda etmeye mecbur olmayacağını ifade ediyor. (Nursi,
Said, Lem'alar, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 132.)

9. Ra'd: 13/26.

10. Bakara: 2/155.

11. Adiyat: 100/8.

12. Bakara: 2/43, 83, 110, 177, 277; Nisa: 4/77, 162.

13. Bakara: 2/275.

14. Zekatın farz kılınmasının ve faizin haram kılınmasının zenginlerle fakirler
arasındaki uçurumu nasıl kapattığıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Nursi, Said,
İşaratü'l-İ'câz, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1978, s. 47-49.

15. Karz-ı Hasen kavramı ile ilgili bkz: Maide: 5/12; Hadid: 57/11, 18; Tegabün:
64/ 17; Bakara: 2/245; Müzzemmil; 73/20.

16. Nursi'ye göre, mecazî rızk, su-i istimalat ile, gayr-i zaruri rızk, zaruri
rızk hükmüne geçmekte, insan bu gerçekten zaruri olmayan hususlara görenek belasıyla
tirkyaki olup terkedemiyor. Ona göre bu nevi rızk, Rabbanî taahhüt altında değildir.
Bu yüzden bu rızkı tahsil etmek çok pahalıdır. (Nursi, Said, Lem'alar, Sözler Yayınevi,
İstanbul, 1976, s. 132.)

17. Nursi, Said, Emirdağ Lahikası II, Sinan Matbaası, İstanbul, 1959, s. 99.
Nursi, Tarihçe-i Hayat isimli eserinde de bu medeniyetin insanı "fakir, sefih ve
ahlaksız" yapmasından yakınıyor. (Nursi, Said, Tarihçe-i Hayat, Sözler Yayınevi,
İstanbul, 1976, s. 72.)

18. Nursi, Said, Emirdağ Lahikası II, s. 214.

19. Erich Fromm bu konuyu ciddi bir şekilde tartışmaktadır. Ona göre hakim olan
ekonomi ilkesi, daha çok üretmekse, tüketici daha çok istemeye, yani tüketmeye hazır
hale getirilmelidir. Bu durumda sanayi, tüketicinin daha çok meta alması için kendiliğinden
istek duymasına umut bağlamaz. Modası geçmek deyimini otaya atar. Eskiler daha uzun
süre dayanacakken, tüketiciyi yeni bir meta almaya zorlar. Ürünlerin, giysilerin,
dayanıklı eşyanın, hatta yiyeceğin bile şekillerinde değişiklikler yaparak kişiyi,
istediğinden fazlasını almaya zorlar. Sanayici üretimi artırmak ihtiyacındadır.
Bu ihtiyacı da tüketicinin isteğine güvenerek değil, büyük ölçüde tüketicini ne
istediğine karar verme hakkına büyük bir saldırı olan reklama güvenerek belirlemiştir.
(Fromm, Erich, Umut Devrimi, Çev. Şemsa Yeğin, Payel Yayınları, İst., 1995, s. 50-51.)

20. Bkz, Yargıcı, Atilla, "Kur'an'ın Önerdiği İdeal İnsan Modelinin Oluşmasında
Sevginin Rolü", Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, s. 14. Bu çalışmada tüketimin
insanı düşürdüğü durum şu şekilde ifade edilmektedir: "Kazandığı para, zarurî olmayan
ama, alması gerektiği empoze edilen tüketim mallarına yetmeyen veya hiçbir sınır
tanımadan herkesin her istediğini yapabilmesini sağlayan faydası ve zevk ahlakına
uyan kimseler, başkalarına ve kendilerine zarar verir duruma gelmişlerdir. Yapılan
bu haksızlıklar içinde soygunlar, cinayetler, tecavüzler ve uyuşturucu ticareti
gibi zararlı yollar sayılabilir. Evrensel olarak ahlakın temeli kabul edilen, 'kendine
yapılmasını istemediğin bir davranışı, sen de başkalarına yapma' prensibi, artık
büyük ölçüde hükmünü kaybetmiştir."

21. Maide: 5/ 88; En'am: 6/142; Enfal: 8/26; Bakara: 2/172.

22. En'am: 6/141; A'raf: 7/31

23. Bakara: 25/67.

24. Bu konuda İsra suresinde, "Eli sıkı, cimri olma; büsbütün eli açık da olma.
Sonra kınanır (kaybettiklerinin) hasretini çeker kalırsın." buyurmaktadır. İsra:
17/29.