Dissipation in the Context of Poverty

Şüphesiz yoksulluk bir kader değildir. Ancak her insanın varlıklı bir ailede
dünyaya gelmesi realite olarak mümkün olmadığı gibi, çalışıp kazanma becerilerini
sergilemede zeka, kabiliyet ve aktivite olarak da insanlar farklı yaratılmış; edindikleri
bilgi, buldukları ortam ve imkanlar hiçbir zaman aynı ve eşit olmamıştır. Bu da
tarihin her döneminde ve her toplumda -şöyle ya da böyle- yoksul insanların mevcudiyetini
kaçınılmaz kılmıştır. Dolayısıyla yoksulluk alanında verilecek mücadele şüphesiz
hayat sınavının bir parçası olacaktır.

İnsanlık tarihi boyunca yoksulluk probleminin çozümü ile yönetimler ve ideolojilerin
yanı sıra, bütün dinler ve ahlâkî öğretiler de ilgilenmiş, sorunun çözümü için değişik
yöntemler geliştirmişlerdir. Bazı dinler, ortaya koydukları çözüm yöntemlerini ibadet
sorumluluğu çerçevesinde ele almış, onu bir ibadet vecibesi olarak kabul etmişlerdir.
Yoksulluğun önlenmesi çerçevesinde İslamiyet'in almış olduğu tedbir arasında 'bireysel
ve toplumsal alanda israfı önlemek' çabasının önemli bir yeri vardır.

İsraf, sözlükte; haddi aşmak, hata etmek, kasti aşmak, yanılmak, bilememek, gaflete
düşmek, boşa harcamak, cehalet, aşırı sevgi, hırs, tamah, açgözlülük, düşkünlük,
tiryakilik, aşırılık manalarına gelen "seref" mastarının bir türevidir. İnanç, söz
ve davranış gibi maddî-manevî her türlü aşırılığı ifade etmekle beraber, "mal veya
imkânların meşru olmayan amaç ve ölçülerde saçılıp savrulması"nı dile getirmek için
kullanımı daha yaygındır.1 "Zaman israfı", "para israfı", "yemek israfı", "ömür
israfı", "gençlik israfı" şeklinde, konuşma dilinde sıkça kullandığımız kavramlar,
söz konusu değerlerin aşırı, yersiz veya boşa harcanmasını ifade eder.

İsraf olgusunun bir eylemsel, bir de söz konusu eylemlerin itici gücünü oluşturan
duygusal boyutu vardır. İsrafın hırs, tamah, aşırı sevgi, tiryakilik, açgözlülük
ve doyumsuzluk gibi manaları, kavramın, kişiyi aşırılığa ve ölçüsüzlüğe sevk eden
duygusal yönünü ifade eder. Örneğin 'bir şeye çok istekli olma duygusu' olan hırs,
sahibini ölçü ve sınır tanımamaya, kısacası her şeyde ideal ölçülerin dışına çıkmaya
iter, bu da doğal olarak aşırılığa/israfa neden olur.

'Gözün başkasının malında olması' anlamına gelen tamah duygusunun yanı sıra,
haddinden fazla sevgi, bir şeye aşırı düşkünlük, tiryakilik, açgözlülük ve doyumsuzluk
gibi duygular da, kişiyi aşırı tüketime ve sınır tanımazlığa sevk eden duygulardır.
Tamah eden kişiler, sahip oldukları imkân ve nimetleri küçümserler; başkasının elinde
bulunanı her zaman değerli ve ulaşılamaz bulurlar. Açgözlü kimseler de böyledir.
Bu tür insanlar hayatın hiçbir alanında başarılı olamadıkları gibi mutlu da olamazlar.
Ellerindeki nimetin kadrini bilmedikleri için sürekli gözleri ve gönülleri dışardadır.
Örneğin, sahip oldukları mesleği, aldıkları maaşı, ellerindeki kazancı beğenmeyip
sürekli başkasının mesleğinde olmak, onun işine, malına ve maaşına sahip olmak isterler.
Ellerindeki ile yetinmezler, Allah'a şükür de etmezler. Ellerinde yeterli mal olsa
bile gönülleri hep fakirdir ve sürekli kendilerinden üstün olanlara bakarlar.

Genelde insanoğlu fıtraten doyumsuz ve aç gözlüdür; huzuru yakalayabilmesi için
onun bu duygularının eğitilmesi gerekir. Aksi takdirde eğitilmeyen bu doyumsuz gönüller
her zaman fakir kalır ve bu fakirlik duygusunu sürekli olarak yaşarlar; varlığın
ve zenginliğin doyum duygusunu yaşayamamaktadırlar. Allah hem Kur'ânî öğütlerle,
hem peygamberleri vasıtasıyla insanları her konuda eğitmektedir. Doyumsuzluk noktasında
Hz. Peygamber, insanlara, sürekli yukarıdakilere değil, zaman zaman aşağıdakilere
de bakmaları gerektiğini bildirerek onları eğitmekte, böyle yapmanın Allah'ın nimetlerinin
kadrini bilmek açısından da daha iyi olacağını söylemektedir.2

Eylemsel boyut olarak bazı âyetlerde israf, haddi aşmak anlamına gelen şirk,
küfür ve zulüm gibi dinin temel esası olan tevhit inancından sapmayı, İslâm'a ve
Müslümanlara karşı kibirli, inatçı, saldırgan ve alaycı gibi olumsuz davranışlar
sergilemeyi ifade ederken,3 diğer bazı âyetlerde helâl kılınmış nimetlerin haram
sayılması4 veya suçsuz bir kimsenin haksız yere öldürülmesi5 gibi 'dinî hükümleri
ihlâl, hak ve hukuka tecavüz' anlamı ifade etmektedir.

"…Yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez."6 âyetindeki
"İsraf etmeyiniz!" ifadesi, bazı yorumculara göre "yenmesi helâl olmayan şeyleri
yemeyiniz" demektir.7 Buna göre 'helâl olmayan bir şeyi yemek' israftır. Çünkü Allah'ın
haram kıldığı şeyleri yemek haddi aşmaktır.

Bazı ayetlerde ise israf, kişinin kendisine ait veya sorumluluğu altında bulunan
her türlü mal, nimet ve imkânları gereksiz ve boş yere harcamasını ifade eder. "Rahman'ın
o has kulları, harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de kısarlar; bu ikisinin
arasında orta bir yol tutarlar."8 âyetinde, israf, 'harcamalardaki aşırılığı ve
savurganlığı' ifade etmektedir.

Ayette yer alan, "israf etmezler" ifadesi, "uygun olmayan yerlere harcama yapmazlar,
yerli yerince harcalar"; "kısmazlar" ifadesi ise, "hak ve uygun olan yerler için
kısmayıp gereken harcamayı yaparlar" şeklinde açıklanmıştır.9 Bu yoruma göre, doğru
ve meşru yerlere de olsa 'haddinden fazla yapılan harcamalar' ile, miktarı ne olursa
olsun 'yanlış yerlere yapılan harcamalar' israftır.

Süfyân, israfı; "Allah'a itaat dışında yapılan her harcama"; İyâs b. Muâviye
de, "Allah'ın hakkından kısılan şey" olarak ifade etmektedir.10 Bu iki yaklaşımdan
da anlaşıldığı gibi israf olgusu, biri ifrat diğeri de tefrit olmak üzere iki yönlü
bir aşırılık ifade eder. Meşru da olsa aşırı harcamalar ifrat, harcama yapılması
gereken yerde aşırı kısmak ise tefrittir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Dinin,
aklın ve örfün belirlediği ideal ölçü ve sınırların ötesine geçmek ifrat, bu ölçü
ve sınırların gerisinde kalmak, tefrittir; her ikisi de israftır. Bu ikisinin ortası
ise itidâl, yani orta yoldur. Orta yol ise bir işte ideal olanı yapmak, en mükemmel
standardı yakalamaktır. Bütün işlerde başarının sırrı da buradadır. Onun için Hz.
Peygamber, "(Her işte) orta bir yol izleyin, orta bir yol izleyin ki, hedefe ulaşabilesiniz!"
buyurmuştur.11 İsraf da zaten sözlükte "itidâlin zıddı" demektir.12 Onun için sorumlulukların
ihmaline yol açacak derecede ibadetlere dalmak bile dinde hoş karşılanmamış, ibadet
ve hayırlarda dahi ölçülü olmak gerektiği ifade edilmiştir.13 Örneğin, Hz. Peygamber,
Muaz b. Cebel'in malının tamamını tasadduk etme teklifini kabul etmemiş,14 daha
çok ibadet yapmak amacıyla yeme, içme ve aile içi günlük aktivitelerini asgari düzeye
indirmek isteyenlere de sıcak bakmamıştır.15 Bir seferberlik esnasında Hz. Ebû Bekr'in,
ailesine hiçbir şey bırakmadan nakdî varlığının tamamını ortaya koyması16 olağanüstü
durumlara mahsus bir istisna olarak değerlendirilmektedir. Böyle hallerde dinin,
nefsin ve neslin korunması malın muhafazasının önüne geçer.17 Ancak Hz. Peygamber'in,
dağ gibi altını olsa onu Allah yolunda harcamayı temenni ettiğini18 ileri sürerek
ibadet ve hayırda ileri gitmenin israf sayılmayacağını savunanlar da olmuştur.19
Çünkü iyilik ve yarar sağlayan yerlere yapılan harcamaların sonuçta üretime dönüşeceği
farz edilmektedir.

İdeal ölçüler çerçevesinde yapılan her harcama israfın dışındadır. Ancak ideal
olan ölçü nedir? Şunu belirtmek gerekir ki, ideal ölçünün bir kemiyet, bir de keyfiyet
boyutu vardır. Keyfiyet; davranışın ortaya konma, sergilenme biçimidir. Bunun ölçüsü,
'davranışın sergilenişinde failin kendisine ve başkasına zarar vermemesi' şeklinde
ifade edilebilir. Kemiyet ise, ölçü ve miktar ifade eder. Bu da 'sergilenen fiilin
boyutu' yanı sıra daha çok matematiksel harcamalar için söz konusudur. Bunun ölçüsü,
harcamayı yaparken 'kime' ve 'ne oranda' yapılacağını bilip ona göre yapmak; harcamada,
'yararlı olma'yı esas almaktır.

Miktarların tayininde amaçlar belirleyici rol oynayabilir. Elmalılı'nın ifadesiyle
harcama ya bir zaruret veya bir ihtiyaç ya da bir güzellik için yapılır. Bunlara
İslam Hukuku dilinde zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât (kemâliyyât) denir. Zaruri
olan harcama yapılmazsa yaşamak mümkün olmaz; örneğin, ölmeyecek kadar yemek bir
zarurettir. İhtiyaç duyulan harcama yapılmazsa güçlük çekilir; dolayısıyla doyacak
kadar yemek, ihtiyaçtır. Tahsînî/güzelleştirme amaçlı harcama yapılmazsa, sadece
güzel olmaz; hoş ve leziz bir yemeği yemek gibi. Bu derecelerde her fert ve toplumun,
kazancına göre kendine özgü bir sınırı vardır. Şu halde zaruret, ihtiyaç ve güzellik
dışında faydasız ve zararlı olup meşru olmayan yerlere yapılan harcamalar herkes
için israf iken, muhtaç insanların mevcut olduğu bir ortamda bolluk içinde yaşamak
da güzel olmayıp israf kapsamına girer. Ayette belirtildiği gibi Rahmân'ın kulları
faydasız, hayırsız ve boş yere harcama yapmazlar. Hakkını da kısmazlar, ikisi arası
orta bir yol tutarlar. İşte itidâl olan orta yol da budur. Buna denge de denir.20

"Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin, için
fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez."21 âyetinde belirtildiği gibi
güzel giyinmek, aşırı olmaksızın yiyip içmek israf değildir, fakat çok yemek yiyip
aşırı doymak israftır. Zira çok yemek sağlığa zararlıdır; zararlı olan her harcama
ise israftır. "Ey İnsanlar! Yeryüzündeki temiz ve helâl şeylerden yiyin, şeytana
ayak uydurmayın, zira o sizin için apaçık bir düşmandır."22 Bu âyete göre de 'israf
olmayan yiyecekler', 'temiz ve helâl' olan yiyeceklerdir.

"Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar,
şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür."23
Yakınların, düşkünlerin, yolda kalmışların bireysel servetin üzerinde hakları vardır.
Onların hakkını vermek gerekir ve bu tür harcamalar da israf değildir.

"Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin)
hasretini çeker durursun."24 ayeti geçim harcamalarında orta yolu emredip cimriliği
yermekte ve israfı yasaklamaktadır. Kimseye bir şey vermemek şeklindeki bir cimrilik
de, gücün üstünde yapılan harcamalar da pişmanlıkla sonuçlanan tüketimlerdir. Mal
sahibi olup da çevresine ve yakınlarına karşı cimri davrananlar, sevilen tipler
değildir, kınanır. Gücü aşan harcamalar da birgün iflasla sonuçlandığında, sahibi
insanların teveccühünü kaybedip yalnızlığa mahkûm olur. Gücü üstünde elini açıp
harcama yapanların birgün gelir, ellerinde harcayacak bir şeyleri kalmaz, sonuçta
üzülür ve kaybettiklerinin hasretine yanar dururlar; zayıf ve âciz kalırlar.

Allah'ın sevgili kulları, harcama yaparken ideal ölçülere riayet ederler. Ne
gerekli harcamalarının sınırını aşarak israfta bulunurlar, ne de para biriktirip
yığmak için acınacak durumlara düşerler; fakat tutumludurlar. Hz. Peygamber'in yolunu
izleyenlerin, nefsanî arzularını karşılamada alabildiğine harcama yapan zenginlerle,
mallarını hayırlı yerlere harcamayı kısan cimrilerden ayıran özelliklerden biri
budur.

İsrafın kapsam ve boyutlarının belirlenmesinde inanç, örf, âdet, tutum, tercih
ve alışkanlıkların rolü inkâr edilemez. İsrafı belirleyen kıstas dinî, millî, içtimaî,
ailevî, meslekî temel rollerin hakkıyla ifası için ruhen, aklen ve bedenen ihtiyaç
duyulan şeylerin tatminine yönelik kaynak istihdamı ve harcamalarda din, akıl ve
örfün belirlediği sınırın aşılması olarak düşünülebilir. İslâmî anlayışa göre beşerî
ihtiyaçlar sınırlıdır; arzu ve ihtiraslar ise sınırsızdır; salt nefsanî arzuların
tatmini için yapılan aşırı tüketimler israftır. İsraf yasağı temeli üzerinde oluşan
İslâmî üretim tarzı vatandaşların gıda, barınak, giyecek, eğitim, sağlık, güvenlik,
ulaşım, haberleşme gibi ihtiyaçlarını karşılamayı hedefler. Üretimi yönlendiren
şey fert ve kamu yararıyla kayıtlı olan tüketimdir. İslâm'da hedef insanın kemâlidir;
buna ise, tüketmekle değil, daha erdemli olmakla ulaşılır; erdemle tasarruf arasında
olumlu bir ilişki bulunduğu ise muhakkaktır.25

İslâm'ın öngördüğü yol, terazinin dilini ortada tutmaktır. Bu konuda Hz. Peygamber
şöyle buyurmaktadır: "Yaşayışta 'itidâl' üzere olmak, bilgeliktir."26 Çünkü itidâl,
İslamiyet'in fert ve toplum hayatının her alanında gerçekleştirmek istediği bir
hedeftir; bütün ilkelerini bu esasa göre bina etmiştir. Bu aynı zamanda İslam'ın
yaşam felsefesidir. Dolayısıyla zenginlik aşırı harcamayı gerektirmez.

İslamiyet ferdi mülkiyeti tanımış olmakla beraber, Müslüman kendi malını dilediği
gibi harcama konusunda sınırsız özgürlüğe sahip değildir. Müslüman savurganlıkla
eli sıkılık arasında orta bir yol benimsemekle yükümlüdür.

Savurganlık kişiyi ve toplumu olumsuz yönde etkiler. Eli sıkılık ise hem sahibinin,
hem toplumun maldan yararlanmasını engeller, malı hapseder. Çünkü mal sosyal hizmetler
için kullanılması gereken toplumsal bir araçtır. Gerek savurganlık, gerekse eli
sıkılık hem toplumsal ortamda hem de ekonomik alanda büyük sarsıntılara, karışıklıklara
neden olabilir. Malı hapsetmenin yanı sıra sınırsız ve hesapsız şekilde serbest
bırakmak da krizlere yol açar. Bunun yanında gönüller ve ahlâk da bozulur. Kur'ân-ı
Kerîm tarih boyunca lüks ve rahat bir hayat sürüp şımaran toplumların kendilerini
helâke sürükledikleri gibi onlara uyanları da aynı âkıbete sürüklediklerinden bahseder.27

İslamiyet hayatın bu yönünü düzenlerken önce ferdin ruhsal durumundan işe başlar.
Bu yüzden ayette "Bu iki karşıt kutup (ifrat ve tefrit) arasında ölçülü bir tutum
benimserler."28 ifadesiyle dengeli ve ölçülü davranmayı imanın bir özelliği olarak
kabul eder.

Lükse yönelik harcamalar, kaynakların zorunlu tüketim maddelerinin üretimi yerine
lüks mamul ve hizmetlerin üretim ve tüketimine yol açar. Doğal olarak temel ihtiyaç
mallarının piyasaya arzını azaltan bu durum, fiyatların artmasına sebep olacağı
gibi gelir dağılım dengesini de gelir seviyesi düşük kişilerin aleyhine bozmuş olur.

Lüks tüketimin yaygınlaşması sadece savurganlığın artmasına değil, aynı zamanda
sosyal dengenin bozulmasına, sınıflararası kıskançlık ve çekememezlik gibi sosyal
huzursuzluklara da yol açar. Aşırı tüketimin, bir yandan doğal kaynakların israfına
yol açtığını, diğer yandan çevre kirliliğine sebep olduğunu da unutmamak gerekir.
Bu da doğal olarak toplumun, dolayısıyla devletin güç kaybına yol açar.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki, meşru ölçüler çerçevesinde teknolojiden
yararlanmak lüks tüketim ve israf olarak değerlendirilmemelidir. Kişinin iyi bir
hayat sürmesi için yapacağı harcamalara hiçbir şekilde sınırlama getirilemeyeceği
gibi, tüketici de gerekli ihtiyaç maddelerinden kabul edilen malları harcarken,
gereğinden fazla harcamamaya özen göstermelidir. Çünkü insan, elindeki her türlü
imkânı meşruiyet sınırları içinde kullanmakla sorumludur. Bu durum âhirette kişinin
zaman, servet, işgücü ve ilim gibi kaynakları nasıl kullandığından sorguya çekileceğini
bildiren hadiste de açıkça belirtilmektedir.29 "Altın ve ipek ümmetimin kadınlarına
helâl, erkeklerine haram kılındı."30 hadisini de lüks tüketime getirilen sınırlamalar
çerçevesinde düşünmek gerekir. Ayrıca sağlık ve zaman, Allah'ın bir lütfu, bir nimetidir.
'Sağlığa dikkat etmemek', 'zamanı boşa harcamak' da israftır ve kıyamet gününde
bunun da hesabı sorulacaktır.31

Bir kimsenin nafaka sorumluluğunu aksatacak miktarda harcama yapması israftır.
Ancak israfın kemmiyet ve keyfiyet olarak ölçü ve sınırları ekonomik, sosyal ve
kültürel şartlara göre değişebilir. İslâm hukukçuları maslahatı öncelik sırasına
göre zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât (kemâliyyât) olmak üzere üçe ayırmakta,
bunların ötesinde sadece bencil duyguların tatmini için yapılan lüks tüketimleri
israf saymaktadırlar. Ayrıca zarûriyyât dururken hâciyyâta veya hâciyyât yerine
tahsîniyyâta harcama yapmak da israftır. Ancak pratikte bu kavramların sınırlarını
kesin olarak belirlemek imkânsızdır. Böyle durumlarda kimisi halkın değer yargılarının,
kimisi akıllı kişilerin görüşlerinin, kimisi ise akıl ve din ölçülerinin esas alınmasını
önermektedir. Ahlâkçılar ise, insanın nefsânî arzularının yerine aklın ve vicdanın
sesine uyarak hareket edilmesini öğütlemektedir. Ayrıca topluma faydası olmayan
ilim ve sanat faaliyetlerine kaynak, zaman, kabiliyet ve enerji sarfiyatı, insanların
temel ihtiyaçları karşılanmamışken hayvanlara yapılan harcamalar da israf sayılmıştır.32

İsrafın panzehirinin kanaat olduğunu söylemek mübalağa olmaz. Kanaat; elinde
bulunanla yetinmek, hakkına razı olmak, ihtiras, tamah ve israftan kaçınmak, Allah'ın
dünya nimeti olarak verdiği paya rıza göstermek demektir.33 Diğer bir tanıma göre;
yeme, içme ve barınma konusunda bileğin emeği ve alın teri ile kazanılana razı olmak,
başkasının malına ve kazancına göz dikmemek demektir. Kanaat, çalışmayıp, şöyle
ya da böyle sadece ele geçeni kullanmak, tembel oturup başka bir şey aramamak değil,
aksine ihtirastan kaçınıp, özgün kazancıyla gönül huzuru ile yaşamaktır. Dolayısıyla
kanaat genel manada hayatın bütün yapıp etmelerinde, özelde ise geçim konusundaki
harcamalarda orta bir yol izlemenin adıdır.

Ayakkabım yok diye üzülen bir kimse ayağı olmayan birini gördüğünde, ayaksız
olana göre ayakkabısızlığın pek de üzülecek bir şey olmadığını anlar, bu kez ayağı
olduğuna şükreder. Buradaki kanaat elbette ayakkabısızlığa razı olup oturmak, ayakkabı
bulmaya çaba serf etmemek değildir. Burada kanaat sahibi olmak, çalışmanın değil,
üzülmenin önüne geçmek ve üzülmeden yola devam etmektir. Kanaatkârlık adına imkân
bulduğu halde çalışmayıp tembelliği seçmek, kanaatkârlık değil, zillettir.

Hz. Peygamber kanaati ve kanaatin neticesini şu veciz ifadeleriyle özetlemektedir:
"Kanaatkâr ol ki, insanların Allah'a en çok şükredeni olasın!"34 Çünkü kanaat olmazsa
sahip olduklarına razı ve hoşnut olmanın bir göstergesi olan şükür de olmaz.

Sonuç olarak, maddî ve manevî imkânlar, Allah'ın insanlara bahşettiği birer emanettir.
Bunları Allah'ın rızasını elde etmek için harcamak ve insanlığın yararına elverişli
bir şekilde kullanmak Allah'ın emri ve edinen malın kullanımı konusunda İslamiyet'in
temel felsefesidir. Bu nedenle içki, kumar, rüşvet ve fuhuş gibi bireysel ve toplumsal
zararları olan konularda yapılan harcamalarla gösteriş amaçlı tüketimler yararsız
ve savurganlık (israf) kabul edilerek yasaklanmıştır.

İsraf İslam'ın değerler manzumesinde uygun görülmeyen bir tüketim tarzıdır. İnsanoğlunun
yeme, içme ve harcama konusunda belirli bir denge içerisinde kalması istenmektedir.
İsrafın karşıtı olan cimrilik de aynı değerler manzumesinde yasaklanmıştır. Hem
kişiye hem de topluma sayısız zararları bulunan bu iki husus birbirinin zıddı olan,
fakat tasvip edilmeyen alışkanlıklardır. Kanaatkâr olmak israfın önlenmesinde en
güçlü silahtır. Hedeflenen orta yolun takip edilebilmesi için kanaatkâr olmak en
ideal yoldur.

***

Öz

Bu makalede yoksulluğun bir kader olmadığı, çalışıp kazanmanın önemi, israftan
kaçınmanın gerekliliği ve kanaat üzerinde durulmuştur. İsraf İslam'ın değerler manzumesinde
uygun görülmeyen bir tüketim tarzıdır. İsrafı önlemenin en güçlü silahı ise kanattır.
Her hususta olduğu gibi tüketimde de orta bir yok izlemek İslamiyet'in tüketim felsefesidir.
İslamiyet ferdi mülkiyeti tanımış olmakla beraber, Müslüman kendi malını dilediği
gibi harcama konusunda sınırsız özgürlüğe sahip değildir. O, savurganlıkla eli sıkılık
arasında orta bir yol benimsemekle yükümlüdür.

Anahtar Kelimeler: Yoksulluk, İsraf, Kanaat, İtidal

Abstract

This article emphasizes that poverty is not only a result of destiny, the significance
of working, the necessity of the prevention of dissipation and modesty. Dissipation
is an irrelevant consumption type within the composition of Islamic values. The
most important act to stop dissipation is modesty. The Islamic philosophy of consumption
seems to follow, as in all other issues, the modest way. The fact that Islam recognizes
private property does not mean that any Muslim has unlimited liberty in the expenditure
of his own property. He is responsible to keep a mid-way between the meanness and
dissipation.

Key Words: Poverty, Dissipation, Modesty, Sobriety

Dipnotlar

1. İbn Manzûr, Lisânu'l-arab, Beyrut 1994, 'srf' md., IX, 148-150; Râğıb el-Isbahânî,
el-Müfredât fî garîbi'l-Kur'ân, İstanbul 1986, 'srf' md., s. 337-338.

2. Buhârî, Rikâk 30; Müslim, Zühd 9.

3. Bk. A'râf 7/81; Yûnus 10/83; Şuarâ 26/151-152; Yâsîn 36/19.

4. En'âm 6/141; A'râf 7/81.

5. İsrâ 17/33.

6. A'râf 7/31.

7. İbn Kesîr, Tefsîr, II, 210.

8. Furkân 25/67. Ayrıca bk. Nisâ 4/6.

9. İsmail b. Kesîr el-Kureşî, ed-Dımaşkî, Tefsîru'l-Kur'âni'l-azîm, Kahire 1980,
III, 325, Râğıb, Müfredât, s. 337; İbn Manzûr, Lisân, IX, 148.

10. İbn Manzûr, Lisân, IX, 148; Râğıb, Müfredât, s. 337.

11. Buhârî, Rikâk 18; Ahmed b. Hanbel, II, 514, 537.

12. İbn Manzûr, Lisân, IX, 148.

13. Müslim, Sıyâm 193. Ayrıca bk. İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî bi şerhi
Sahîhi'l-Buhâri, Beyrut 1402 H., I, 78.

14. Buhârî, Vesâyâ 2; Müslim, Vesâyâ 7-8; Ebû Dâvûd, Zekât 39.

15. Müslim, Sıyâm 193.

16. Ebû Dâvûd, Zekât 39; Tirmizî, Menâkıb 13.

17. Daha geniş bilgi için bk. Kallek, Cengiz, "İsraf" md, DİA, İstanbul 2001,
XXIII, 179-180.

18. Bk. Buhârî, Fedâilü's-sahâbe 6, Temennî 2, Zekât, 4, Müslim, Münâfîkîn 52,
Zekât 31, Fedâilü's-sahâbe 221, 222; İbn Mâce, Mukaddime 10, Zekât 3.

19. Kallek, "İsraf" md, DİA, XXIII, 179.

20. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul trs., Eser Kitabevi,
V, 3613.

21. A'raf 7/31.

22. Bakara 2/168.

23. İsrâ 17/26-27.

24. İsrâ 17/29.

25. Kallek, "İsraf" md, DİA, XXIII, 180.

26. Ahmed b. Hanbel, V, 194. İbn Kesîr, Tefsîr, III, 320.

27. Msl. bk. Kasas 28/76, 81-82.

28. Furkan 25/67.

29. Tirmizî, Kıyâme 1.

30. Buhârî, Libâs 30; Tirmizî, Libas 1, 2; Neseî, Zînet 40; İbn Mâce, Libâs 19.

31. Buhârî, Rikâk 1; Tirmizî, Zühd 1, İbn Mâce, Zühd 15; Dârimî, Rikâk 2; Ahmed
b. Hanbel, I, 258, 344.

32. Kallek, "İsraf" md., DİA, XXIII, 179.

33. İbn Manzûr, Lisân, 'kna' md., VIII, 297-299; Râgıb, Müfredât, 'kna' md.,
s. 624-625.

34. İbn Mâce, Zühd 24.