Poverty, Religion and Civic Society
Yoksulluk, çağlar boyu insanlığın ortak kaderi olmuş toplumsal bir
sorundur. Bu sorun, kimi zaman sermayenin haksız paylaşımından kaynaklandığı durumlarda
önemli sosyal krizlere ve toplumsal düzeni temelden sarsacak kadar tehlikeli boyutlara
ulaşabilmiştir. İşte bu nedenle milletler, kendilerine özgü çeşitli yol ve yöntemleri
kullanarak bu hayatî sorunu çözmek için büyük uğraş vermişlerdir. Kimi toplumlar
yoksulluğu bertaraf etmek için sosyal devlet ilkesine, kimileri sosyal güvenlik
sisteminin yaygınlaştırılmasına, kimileri de işsizlik sigortasının uygulanmasına
vurgu yapmışlardır. Bizatihi dinî müesseseler ve sivil toplum kuruluşları, yoksullukla
mücadelede içtimaî dayanışmayı sağlamak suretiyle etkin bir rol oynayabilecek konumdadırlar.
Zira her şeyden önce din, sosyal hayatın güçlendirilmesi için ön gördüğü yüce prensipleri
sayesinde, zenginlerle yoksullar arasında bir katalizör görevi görebilecek güç ve
etkinliğe sahiptir.
Sahip olduğumuz medeniyetin öteden beri ortaya koyduğu anlayış ve
uygulama, yukarıda söz konusu edilen çözüm yollarını bünyesinde barındırmış olmakla
birlikte, esasen tüm bu anlayışları aşan kendine özgü bir yaklaşımı da öngörmektedir.
Söz konusu bu anlayışın temeli, tabii olarak her insanın yaşadığı ülkenin zenginliklerinden
faydalanma hakkının bulunduğu ve bu hakkın toplumsal bir yükümlülük olarak her hak
sahibine verilmesi gerektiği esasına dayanmaktadır.1 Toplumda çeşitli nedenlerle
ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksun duruma düşmüş kimselere yardımdan kaçınmanın
dinen büyük bir günah olduğu ve ahirette de cezayı gerektirdiği yönündeki dinî uyarılar,2
bu dinin müntesiplerini ve sorumluluk sahibi yöneticilerini yoksullukla mücadele
konusunda kalıcı önlemler almaya sevk etmiştir. Bu önlemler, yalnızca varlıklı insanların
insaf ve merhamet duygularına bırakılmayıp, bir dizi hukukî yaptırımlarla donatılan
toplumsal mekanizmalar şeklinde devreye sokulmuştur. Söz konusu maddî-hukukî müeyyidelerle
desteklenen bu müesseselerin başında, zekat ve fıtır sadakası gibi dinî-malî vergiler,
bazı suç ve ihlallere karşı belirlenen maddî kefaretler, yakınlara verilmesi öngörülen
nafakalar, adaklar, kurbanlar ve sadakalar gibi yükümlülükler gelmektedir.3
İslam'ın dışındaki diğer ilahî dinler de yoksulluk sorununun giderilmesi
konusunda benzer mesajlar vermişlerdir. İlahî dinlerin sorunun giderilmesi için
öngördüğü bu yöntemler ve uyarılar sosyal hayatta yeterince dikkate alınmış olsaydı,
muhtemeldir ki, yaşadığımız dünyada yoksulluk sorunu önemli ölçüde çözüme kavuşturulabilirdi.
Zira dünyamızda insanların ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli düzeyde kaynak ve
servet birikimi, potansiyel olarak zaten mevcuttur. Yeter ki, bu kaynak, haksızlık
ve nankörlük yapılmadan elde edilsin ve insanlar arasında da adaletli bir şekilde
dağıtımı yapılsın. Bu ancak, toplumda sosyal dayanışmayı ve yardımlaşmayı ayakta
tutacak gönüllü sivil toplum kuruluşlarının bu yönde işlev görmesi ve organize olmasıyla
mümkün olacaktır.
Sivil toplumu, "kendi iradesiyle örgütlenmiş sosyal hayat alanı"
şeklinde tanımlayacak olursak,4 toplumlardaki dinî müesseseleri de bir tür sivil
örgütlenme veya sivil toplum hareketi olarak tanımlamak mümkündür. Nitekim Batıdaki
kilise teşkilatı, günümüzde birer sivil toplum örgütü olarak işlev görmekte ve sosyal
hayatın pek çok alanında muhtaç durumdaki insanlara gönüllü hizmetler sunmaktadır.
Bu konuda gözleme dayalı olarak yapılan bir araştırmanın verilerine göre, kilise
teşkilatının hizmet ürettiği alanlar arasında, dil ve uyum sorunu çeken yabancılara
ücretsiz kurs verip dil öğretmek, yargıda sorunu olanlara karşılıksız avukatlık
hizmeti vermek, evinde kullanacak eşyası olmayanlara eşya yardımı sağlamak, tamir
ihtiyacı olan araçların ücretsiz bakımını yapmak, doğum yapacak kadınların hastane
masraflarını karşılamak, yardım sandıkları kurarak muhtaç kimselere yiyecek ve giyecek
yardımı yapmak ve yaz aylarında halka açık kır gezileri düzenlemek gibi gönüllülük
esasına dayalı sosyal yardım aktiviteleri dikkat çekmektedir.5 Bu yönüyle Batıdaki
kilise teşkilatının, toplumdaki yardımlaşma duygusunu harekete geçiren ve yardıma
muhtaç olanlarla yardım etmek isteyenleri buluşturan bir sivil inisiyatif olarak
görev yaptığı söylenebilir.
Gönüllülük esasına dayalı olarak kurulan ve yoksullarla paylaşmayı
ve yardımlaşmayı amaç edinen sivil toplum kuruluşları, kendi medeniyetimizde de
öteden beri önemli bir işlev görmüş ve aynı toplumda yaşayan bireyler arasında gelir-servet
dağılımının dengelenmesi açısından toplum ve devlet hayatımızda derin izler bırakmıştır.
Genelde İslam toplumlarında sivil toplumun bulunmadığı şeklindeki oryantalist söylemin
dayanaktan yoksun bir iddia olduğunu söylemenin ötesinde, şunu da ilave edebiliriz
ki, Avrupa'nın doğusunda kalan bütün siyasal ve toplumsal organizasyonların tek
bir model ya da tek bir kavrama indirgenmesinin ve dolayısıyla bunun dışında kalanları
yok saymanın tarihsel ve sosyal gerçeklikle bağdaşmayacağı açıktır.6 Geçmişte toplumumuzdaki
"dinî cemaat ve tarikatların devletin dışında basit (gündelik) insanî ihtiyaçları
karşılayan sivil örgütlenmeler olduğu; dinin de, bu sivil örgütlenmelerin tutkalı
ve bir direnç hattı oluşturduğu; dolayısıyla toplumsal alanın (bu dönemde) dinsel
kisve ile tezahür ettiği" gerçeği, vakıayı tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.7
Sözgelimi, Osmanlı Devleti günümüz modern devletleriyle kıyaslandığında,
devletin yalnızca klasik kamusal hizmet alanlarında işlev gördüğü, bununla birlikte
sivil toplumun ekonomik, kültürel ve sanatsal alanlarda belli bir özerkliğe sahip
olduğu görülür. Özerklik söz konusu olduğunda bu bağlamda karşımıza, ilhamını dinin
evrensel insanî yardımlaşma ve dayanışma ilkelerinden alan ve yalnızca sivil alanda
topluma hizmet üretmeyi gaye edinen vakıf sektörü çıkmaktadır ki, böylesi bir organizasyonu,
Osmanlı ve daha önceki İslam toplumlarında sosyal hayatın inşa edilmesinde önemli
görevler üstlenmiş, Doğu'ya özgü bir sivil toplum kuruluşu olarak görmek mümkündür.
Zira Osmanlı toplumunda vakıflar, tüm eğitim kurumları, sağlık hizmetleri ve bilumum
sosyal tesislerin kurulması ve yaşatılmasını üstlenmiş devlet dışı kuruluşlardır.
Osmanlıda, dinsel alan da kamusal alandan ayrılarak vakıflara bırakılmış ve dolayısıyla
din hizmetleri de bu özerk kuruluşlar olan vakıflar aracılığıyla yürütülmüştür.8
Günümüzde görevlileri devlet tarafından atanan, okudukları hutbeler
ve vaazlar bizzat merkezî bir teşkilat tarafından belirlenen ve dolayısıyla birer
kamusal alan haline getirilen cami ve mescitler, geçmişte tam anlamıyla birer sivil
toplum kuruluşu olarak işlev görmüştür. Osmanlı döneminde çoğu külliye halinde olmak
üzere vakıflarca inşa edilen, sonrasında bakım ve onarımı bağlı bulundukları vakıflar
tarafından karşılanan camiler, imamların önderliğinde yoksullar ve muhtaçlarla dayanışmanın
sembolü haline gelmiştir. Özellikle mahalleli ve köylülerin sabah ve yatsı namazlarını
cemaatle kıldıkları mescit ve camilerin, imamın önderliğinde mahalle veya köyün
yoksul, hasta, güçsüz, sakat ve öksüzlerini koruma altına alması; kurulan avarız
vakıfları ve çeşitli sandıklar (günümüz tabiriyle fonlar) sayesinde, savaş, yangın,
deprem ve benzeri tabii afetler nedeniyle devlet tarafından talep edilen vergilerin
halk adına ödenmesi, kimsesiz veya yoksulların cenazelerinin kaldırılması, evlenme
çağına gelmiş gençlerin düğün masrafları karşılanarak evlenmelerinin sağlanması
gibi toplumsal hizmetler, böylesi bir sivil örgütlenme tarafından gerçekleştirilmiş
dikkate değer uygulamalardır.9
Dolayısıyla, ilhamını dinin yüce değerlerinden alan kimi sivil toplum
kuruluşlarının, 'yoksullukla mücadele' gibi sosyal açıdan son derece hayatî öneme
sahip bu sorunun çözümüne katkı sağlaması, hem dinin emrettiği bir görev ve hem
de mevcut konumumuz açısından yerine getirilmesi gereken toplumsal bir yükümlülüktür.
Sivil toplum kuruluşlarının, böylesine önemli sosyal bir problemin çözümüne katkı
sağlaması, dinin ve sivil toplumun sosyal işlevini güçlendirmenin yanı sıra, dinî
müesseselere bağlılığı ve bunların saygınlığını da artırmış olacaktır. Sivil toplumun
bu organizatörlüğü sayesinde yoksulluğun ülke insanı için bir tehdit ve tehlike
olmaktan çıkarılması yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. Hiç şüphesiz yoksulluğa
karşı en etkili ve en kalıcı çözüm, yoksul insanlara başkalarına muhtaç olmadan
yaşamlarını sürdürecekleri daimi bir iş imkanının sağlanması ve onların da kendi
ellerinin emeğiyle geçimlerini sağlama hazzına kavuşmalarını temin etmektir. Ancak
ülkemiz kaynaklarının kullanımıyla ortaya çıkarılacak böylesi istihdam alanları
oluşturuluncaya kadar, acil destek ve yardım bekleyen insanlarımızı, sivil toplumun
hizmet üretmesini sağlayacak çeşitli projelerin hayata geçirilmesiyle ivedi olarak
desteklemek, yapılması gereken insanî ve dinî bir görevdir.
***
Öz
Bu makale, yoksullukla mücadelede dinin önemli bir direnç noktası
olabileceği ve etkin bir sivil inisiyatif olarak bu alandaki mücadeleye katkı sağlayabileceği
tezi üzerine kurgulanmıştır. Tarih boyunca İslam dünyasında yoksulluğun giderilmesi
yönünde önemli roller üstlenmiş olan İslam, günümüzde yaşanan yoksulluk sorununa
da önemli katkılar sağlayabilecek sosyal ve kültürel birikime sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Yoksulluk, Din, İslam, Sivil Toplum
Abstract
This article deals with the importance of religion in terms of fighting
against poverty and its contribution to solving this crucial problem as an effective
civic initiative. Islam, which has played an important role in the eradicating of
poverty in Muslim world throughout the history, has a tremendous social and cultural
accumulation that can contribute to the solving the question of poverty even in
our time.
Key Words: Poverty, Religion, Islam, Civic Society
Dipnotlar
1. Bkz. Kur'an, Tevbe, 9/60: "Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir
farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri
(İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere,
borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pek iyi
bilendir, hikmet sahibidir."
2. Bkz. Kur'an, Fecr, 89/17-24: "Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.
Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz.
Malı aşırı biçimde seviyorsunuz. Ama yeryüzü parça parça döküldüğü, Rabbin(in emri)
geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır). O gün cehennem
getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası
var! (İşte o zaman insan:) "Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!"
der." Konuyla ilgili diğer ayet ve hadisler için bkz. Yâsîn, 36/47-9; Enfâl, 8/41;
Ra'd, 13/22; Şûrâ, 42/38; Hâc, 22/35; Bakara, 2/177,267; İbrahim, 14/31; Buhârî,
Edebu'l-Müfred, 61; Buhârî, el-Câmiu's-Sahîh, Edeb, 61; Müslim, el-Câmiu's-Sahîh,
Zekât,13; Birr, 199.
3. Bk. El-Karadâvî, Yusuf, Müşkiletü'l-Fakr ve Keyfe Âlecehâ'l-İslâm, Müessesetü'r-Risâle,
Beyrut, 1987. 37 vd.; Yaman, Ahmet, "Üç Kutsal Kitabın Yoksulluk Tasavvuru ve Aldığı
Önlemler", Yoksulluk Sempozyumu II, Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği,
31 Mayıs-01 Haziran 2003, İstanbul, s. 216 vd.
4. Öztürk, Nazif, "Yoksulluk ve Sivil Toplum Kuruluşları", Yoksulluk Sempozyumu
I, Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, 31 Mayıs-01 Haziran 2003, İstanbul,
s. 13.
5. Köylü, Mustafa, "Günümüz Misyonerlik Faaliyetlerinde Bazı Metodik Yaklaşımlar
(A.B.D. Örneği)", Diyânet İlmî Dergi, C:35/2, Nisan-Haziran 1999, Ankara, s. 41-50.
6. Öztürk, age., s. 10.
7. Bkz. Türköne, Mümtaz'er, "Sivil Toplum Tanrısı Öldü mü?", Yeni Türkiye, Yıl:
3, S: 17-8, Kasım-Aralık 1997, s. 23.
8. Öztürk, age., s. 12-3.
9. Öztürk, age., s. 13.