Is the Scale of Justice in Equilibrium
or is it Possible to Attain the Justice Through the Positive Science?
A. Sembolden Gerçeğe
1. Terazi Sembolü
Doktorların ve sağlık hizmetlerinin sembolü çift yılandır. Denizcilik gibi diğer
bazı meslekler için de çeşitli semboller kullanılmaktadır. Bu mesleklerle bu sembollerin
ilişkilendirilmesi her zaman kolay olmayabilir. Sıradan kişilere bu sembollerin
anlamı ve niçin seçildiği sorulduğunda, ortak ve makul bir cevap alınamayabilir.
Hukukçuluk mesleği ve adalet için kullanılan evrensel sembol terazidir. Terazi
sembolünün hangi mesleğe ait olduğunu soracağımız insanların büyük çoğunluğu, terazinin
hukuk ile ilgili olduğunu söyleyecektir. Aynı şekilde hukukun sembolü sorulduğunda
çoğu kimse yine teraziyi söyleyecektir. Diğer ifadeyle somut bir varlık olarak terazi
ile soyut bir varlık olan hukuk arasında kuvvetli bir sembolleştirme ilişkisi vardır.
Gerçekten eski çağlardan beri, adaletin timsali olarak, elinde terazi tutan bir
kişi ya da terazinin kendisi tasvir edilmiştir. Örneğin, eski Mısır'ın "tanrı"larından
adalet tanrıçası "Maat"; bir elinde (ya da başında) kuş tüyü ve diğer elinde terazi
tutan ve ölen kişilerin amellerini (kalbini) tüy yardımıyla bu terazide tartarak
cezasını ya da mükafatını belirleyen bir tanrıça olarak tasvir edilmiştir. Yine
eski Yunan batıl inanışında, adalet tanrıçası "Themis", bir elinde terazi, diğer
elinde kılıç tutan gözleri bağlı bir kadın olarak tasvir edilmiştir.
Ortaçağda ve sonrasında devletler ve sülaleler kendilerini tanıtan armalar hazırlarlardı
ve adaleti ifade ve temsil etmek üzere genellikle armaya bir terazi de dahil ederlerdi.
Nitekim Osmanlı'nın özellikle Tanzimat'tan sonra hazırlattığı şatafatlı armalardaki
önemli ve vazgeçilmez sembol unsurlardan biri terazi olmuştur.
Günümüzde hukuk ile ilgili bütün kamusal ya da özel kuruluşların arma ya da sembolleri
içinde, ana unsur olarak, vazgeçilmez biçimde, terazi figürü (de) yer almaktadır.
Yine hukukla ilgili kitapların kapaklarında, web sitelerinin desenlerinde, genellikle
bir terazi resmi yer almaktadır.
Başta mukaddes kitaplar olmak üzere dini metinlerde de terazi, adaleti ifade
eden bir sembol olarak görülmektedir. Örneğin, Kur'an-ı Kerim'de Enbiya Suresi'nin
47. ayetinde, mealen, "Kıyamet günü adalet terazileri koyacağız. Hiç bir kimseye
hiç bir haksızlık yapılmaz. Hardal tanesi kadar bile olsa yapılanı ortaya koyarız.
Hesap görenler olarak bizler yeteriz" denilmiş ve adaletin bir terazi ile sağlanacağı
belirtilmek suretiyle adalet ile "terazi" arasında ilişki kurulmuştur.
2. Terazinin Dengesi
Bu sembolleştirmelerle adalet somutlaştırılmış ve böylece adaletin, insanın sadece
manevi duygularına değil, cismani duygularına da hitap ettiği ifade edilmiştir.
Nitekim adalet kavramının ve adaleti gerçekleştirme eyleminin, her şeyden önce
bir akıl yürütme ve vicdan muhasebesi içerdiği, akıl yürütmenin ve vicdan hesabının
ise bir tür manevi terazi ile yapıldığı varsayılmaktadır.
Bu nedenle herhangi bir sosyal olayla ilgili olarak adaletsizlik iddiası ya da
tespiti ortaya konulurken, adalet terazisinin bozulduğu ya da yamulduğu dile getirilir.
İşte bu noktada önemli bir felsefî mesele ortaya çıkmaktadır. Acaba adalet terazisi
dengede mi durmalıdır, yoksa bir tarafa meyilli mi olmalıdır? Şüphesiz bu soru ilk
bakışta sembole ilişkin ve sembolik bir soru gibidir. Ancak bu soru ve cevabı, adalet
anlayışımızı etkileyen bir zihnî kaydı da ortaya çıkarmaktadır.
O halde "Adalet terazisi dengede mi?" sorusundan önce, "Dengede olmalı mı?" sorusunun
cevaplandırılması gerekir.
B. Gerçek Adalet Nedir?
1. Terazi Neyi Ölçüyor?
Terazi ağırlık ölçmeye yarar. Ağırlık belirlemekte kullanılan kilo, gram, dirhem
ve benzeri bir ölçü birimi malzemesi kullanılarak herhangi bir eşyanın ağırlığı
ölçülür. Bilinenden yola çıkılarak ve kıyaslama yapılarak bilinmeyene ulaşılır.
Esasen bütün ölçü aletleri aynı mantıkla iş görür. Ancak diğer ölçü birimleri
ile terazi arasındaki fark şuradadır: Ölçü birimi olan malzeme sahih (doğru) ise
ölçülenle ilgili sonuç da mutlaka sahihtir. Zira iyi çalışan bir terazide ya terazinin
dili dengeye gelir (ve konuşur/doğruyu söyler) ve durur ya da kefelerden biri ağır
basar ve ölçüm gerçekleşmemiş olur. Diğer ifadeyle terazi ölçmez. Ölçen, terazinin
kefesine konulan ölçek malzemedir. Bu malzeme yanıltmazsa terazi asla yanıltmaz
diye düşünülür. Oysa, sözgelimi metrede ölçü birimi yanında, ölçenin doğru ölçebilmesi
de önemlidir.
Adalet terazisinin neyi ölçtüğüne gelince:
Adalet, esasen "az adalet" ve "çok adalet" şeklinde ölçülebilir bir kavram değildir.
Bu nedenle, ideal soyut adalet için, "şu çözüm şuna göre daha adil" gibi kıyaslamaya
dayalı tespitler de geçerli olmamalıdır. Zira "daha az adil" olanın "adil olan"a
göre zalimce olduğu yolundaki savunma ancak pratik gereklerle ve faydacı gerekçelerle
savuşturulabilir.
Nitekim Bediüzzaman da Mektubat'ta (s. 57) adalet-i mahzayı tarif ederken "Bir
mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti
için feda edilmez. Cenâb-ı Hakk'ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne
bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin
rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa,
o başka meseledir. Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz'ü feda eder. Cemaat
için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya
çalışır. Fakat adalet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse
zulümdür" derken kanaatimizce bu gerçeğe işaret etmektedir.
Bu nedenle, bu dünyada, özellikle seküler adalet terazisinin ölçeceği şey, soyut
bir varlık olan ve Allah'ın Adl isminin tam tecellisinden ortaya çıkan "ideal adalet-mutlak
adalet" değil, olsa olsa somut olayda geçerli olacak şekilde basit adalettir.
Adil-i Mutlak olan Allah'ın adalet terazisi başlıca iki şeyi ölçecektir: İmtihana
tabi olan fertlerin hayırlarını ve şerlerini. Bir yandan (bir teraziyle) hayırlar
en hassas ve doğru biçimde ölçülecek, diğer taraftan da aynı şekilde şerler ölçülecek
ve bu ikisi karşılaştırılarak amel defteri de denilen muhasebe (hesap) defterine
nihai çizgi çekilecektir. Aktifler toplamı pasifler toplamından fazla ise hayırlar
galip, aksi halde şerler galip gelmiş olacak ve hesap da bu muhasebeden çıkan bakiyeye
göre görülecektir.
Dikkat edilirse, Adil-i Mutlak olan Allah'ın adalet terazisinde hayırlarla şerler
terazinin birer kefesinde değildir. Ama sonuçta tartılan bu iki mevcut birbirinden
mahsup edileceğine göre yine bir anlamda iki kefenin bilgisi kullanılmış olacaktır.
Nitekim A'raf Suresi'nin "Mîzânları ağır basanlar, işte onlar kurtulanlardır. Mîzânları
hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları haksızlıktan ötürü kendilerini zarar ve
ziyana uğratanlardır" mealindeki 8-9. ayetleri de buna işaret etmektedir.
Dünya adaletinin terazisi ise iki tür işte kullanılacaktır.
Birincisi, suçluyu belirlerken ve cezasını takdir ederken teraziye ihtiyaç vardır.
Suç delillerinin ispata yeterli olup olmadığı, bir manevi terazi ile ölçülecektir.
Suçlu belirlendikten sonra, hadd-i layık cezası da yine bir terazi ile belirlenecektir.
Her iki ameliyede de terazinin bir kefesinde "kanun" diğer kefesinde "suç" ya da
"ceza" vardır.
İkincisi, terazinin haklıya hakkını vermek için kullanılmasıdır. Bu halde haklı
olduğunu iddia eden iki kişiden her birinin iddia ettiği hak, yine kanun ölçeği
yardımıyla manevi bir terazide ayrı ayrı ölçülecek ve hangisinin "haklı" ya da "daha
haklı" olduğu belirlenecektir. İşte bu noktada, "haklı" ile "daha haklı" arasındaki
fark ve ilişki, adaletin göreceli (izafî) hale gelmesine yol açmaktadır.
Belirtelim ki, yukarıdaki iki ihtimal sadece devletin adaleti için değil; babanın,
öğretmenin, işverenin ve hüküm veren diğer herkesin uygulayacağı adalet için geçerlidir.
O halde manevi terazi sadece hukukçulara değil, herkese lazımdır.
Şunu da belirtelim ki, kainatta sürekli durağanlık yoktur. Elbette kainatta müthiş
bir istikrar vardır; ancak istikrar yani kararlılık, ebedi durağanlık anlamında
değildir. Hayat faaliyettir ve faaliyet durağanlığı reddeder.
Bu durumda adalet terazisinin (hatta her terazinin) iki kefesi bir kere dengeye
getirildikten sonra, artık bunların ilelebed ya da hiç değilse dünya yerinde durdukça
aynen dengede kalacağını ileri sürmek mümkün değildir. Zira başka hiçbir araz musallat
olmasa dahi, zaman arazı, terazinin kefelerinden birini aşağı indirebilecektir.
2. Bilimsel Doğruluk ve Adalet İlişkisi
Bugünkü fizik bilgisi yardımıyla, bir doğru parçasının (örneğin doğrusal ışığın)
uzayda da doğru olarak süreceğine yönelik eski varsayımın artık geçersiz olduğunu
okuyor ve öğreniyoruz. Işık dahi düz gitmiyor ve kavis çiziyor. Sadece ışık değil,
uzayda hareket eden her şey düz bir hatta değil, kavis yaparak ilerliyor. Kainatın
genişlemesinden ya da daralmasından bağımsız olarak, kainatın hareket halinde olmasından
kaynaklanan bu durum, bize, hayatın ancak faaliyet içinde var olduğunu veya olabileceğini
gösteriyor.
O halde bu dünyanın hatta evrenin "doğrular"ı gerçekten "tam doğru" değil ya
da en azından doğru olmaması da mümkün olan bir doğru, yani "şimdilik doğru". Bu
kural, maddi alem ve onun varlıklarının dengesi ve düzeni, yani "doğru"luğu için
geçerli olduğu gibi, gayr-ı maddi alem ve onun temeli olan adalet için de geçerli.
Zira yukarıdaki bilgiyi adaletteki "doğru"ya uygularsak, bir adalet uygulayıcısı
tarafından ortaya konulan somut adalet anlayışı, İlahî adaleti sağlamaya yönelik
kurallardan hareket etmiş dahi olsa, bu dünyaya ait arazlarla ve en önemlisi doğrunun
izafiliği arazıyla malûldür. Çünkü adaleti uygulayan sıradan insanın aklı da dünyevi
arazlarla malûldür.
Allah'ın Adl isminin nurundan nasipsiz adalet olamaz. Adalet arayışında bu nur
ne kadar parlaksa adaleti bulma ihtimali de o kadar yüksektir. Şöyle ki;
1. Adalet uygulayıcısı, gerçek doğrunun (istikamet-i mutlakın) sahibi olan Müstakim-i
Mutlak'a ne kadar yakınsa, adaleti de mutlak doğruya o kadar yakın olacaktır.
2. Adalet uygulayıcısının aklı, vicdanı ve diğer melekeleri İlahi adalet anlayışından
ve Adil-i Mutlak'tan ne kadar uzaksa, adaleti de o kadar arzîleşecek, izafileşecek,
mutlak doğrudan uzak bir adalet olacaktır.
3. Adalet uygulayıcısı, Adil-i Mutlak'ın varlığını reddediyor ve kendi aklı ile
hükmediyorsa, onun adaleti, doğru zannettiği bir eğriden, adalet zannedilen bir
zulümden ibaret olacaktır.
3. Gerçek Adalet Nerede, Nasıl?
Adalet de kainatla birlikte bir yere doğru akıyor. Adalet dünyada lazım olduğu
gibi, orada da lazım olacaktır. Hatta asıl orada lazım olacaktır. Burada eksik kalan
kısmı da elbette orada tamamlanacaktır.
Bildirildiği üzere, kıyamet koptuktan sonra büyük tasaffi (ayrışma-saflaşma)
yaşanacaktır. Hayırlar ve iyiliklerle beraber, mükafatları ve hak edenleri Cennete
gidecektir. Şerler ve kötülüklerle beraber mücazatları ve hak edenleri Cehenneme
gidecektir. Kimin neyi hak ettiği ise Kur'an'ın da bildirdiği adalet terazisi ile
ve vahyin ölçülerine göre belirlenecektir.
Üstelik bu adalet terazisi arazlardan münezzeh olacağından, ortaya koyacağı adalet
de mutlak adalet olacaktır. Gerçekten, dünyanın arazları dünyanın adaletine bir
kavis çizdirmektedir. Yani doğrunun mutlak doğrudan az ya da çok şaşmasına paralel
olarak adalet de mutlak adaletten uzaklaşmaktadır. Buna karşılık ahirette tasaffi
gerçekleşmiş ve arazlar önceden ayrılmış olacağından adalet terazisi şaşmayacaktır.
O halde galiba terazi sembolü en çok haşir meydanı için yakışır. Gerçek ve en
hassas terazi oradadır. Zira terazinin ölçeği tartışmasız tektir: Dirhem değil,
kilo değil, mutlak doğru. Terazinin sahibi tektir: Her şeyin sahibi, mutlak maliki
ve mutlak adaletin de tartışmasız sahibi.
İlk çağlardan beri teraziyi kendisine mal edenlerin neye cüret ettiklerini bilmedikleri
böylece ortaya çıkmaktadır. Gerçekten ilahi teraziyi arzîleştirenler, adaleti dünyevileştirenler,
evvela Adil-i Mutlak'a zaaf ve acz isnad etmektedirler. Teraziyi güya kendisine
almayıp da ilahelere atfetmiş olanlar ve onların yolundan gidenler teraziyi ilahelerin
eline verip hakkı da o şeriklere isnat etmekle, Hakk'a hakaretin en büyüğünü yapmaktadırlar.
4. Terazi Neyle ve Nasıl Tartmalı?
Adalet terazisi elbette dengede olmalıdır ki, tartma fonksiyonunu yerine getirsin.
Ancak terazinin gerçek adalete göre ölçebilmesi için kefesindeki ölçek de "gerçek"
ve "hak" olmalıdır. Arzî "hak" ve "gerçek", izafi gerçektir. Bugün hukukçular için
bilimsel olan "gerçek", yarın, ideal adalete bir adım daha yaklaşıldığında, safsata
olacaktır.
O halde evreni kuşatan ve "evrensel doğru"ya dahi hükmeden "mutlak adalet" namına
olmayan adalet dağıtma gayretleri, gerçek adalete yabancıdır. Gerçek ve mutlak doğruyla
ölçmeyen terazi de gerçek adalet terazisi değildir.
Bu nedenledir ki, Bediüzzaman Said Nursi Hutbe-i Şamiye'de (s. 84), vahye dayanan
adalet anlayışı ile akla dayanan adalet anlayışını hırsızlığın cezası bağlamında
mukayese ederken; "Had ve ceza, emr-i İlâhî ve adalet-i Rabbaniye namına icra edildiği
vakit, hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki lâtifeleri müteessir
ve alâkadar olurlar. İşte bu mânâ içindir ki, elli senede bir ceza, sizin her gün
müteaddit hapsinizden ziyade bize fayda veriyor. Sizin adalet namı altındaki cezalarınız,
yalnız vehminizi müteessir eder. Çünkü biriniz hırsızlığa niyet ettiği vakit, millet,
vatan maslahatı ve menfaati hesabına cezaya çarpılmak vehmi gelir. Yahut, insanlar,
eğer bilseler, ona fena nazarla bakarlar. Eğer aleyhinde tebeyyün etse, hükûmet
de onu hapsetmek ihtimali hatırına geliyor. O vakit yalnız kuvve-i vâhimesi cüz'î
bir teessür hisseder. Halbuki nefis ve hissinden çıkan -hususan ihtiyacı da varsa-
kuvvetli bir meyelân galebe eder. Daha o fenalıktan vazgeçmek için o cezanız fayda
vermiyor. Hem de emr-i İlâhî ile olmadığından, o cezalar da adalet değil. Abdestsiz,
kıblesiz namaz kılmak gibi battal olur, bozulur. Demek, hakikî adalet ve tesirli
ceza odur ki, Allah'ın emri namıyla olsun. Yoksa tesiri yüzden bire iner." demektedir.
Öz
Terazi ile adalet arasında önemli bir sembolik bağ vardır. Bu bağ aynı zamanda
adalet ölçüsü ve adalet anlayışı ile de ilgilidir. Adalet terazisinin doğru ölçebilmesi
ve gerçek adaleti sağlayabilmesi için, terazinin bir kefesinde Adil-i Mutlak'ın
adaleti olmalıdır. Hak namına olmayan adalet gerçek adalet değildir. O halde teraziyi
seküler bir tanrıçanın eline değil, hakkın eline ve emrine vermek gerekir.
Anahtar Kelimeler: Adalet, pozitif bilim, terazi, mutlak adalet, Adil-i Mutlak
Abstract
There is an important symbolic connection between the scale and justice. This
connection is also related to the norms and understanding of justice. The justice
of the Ultimate Just should be placed on the one side of the justice scale, so that
the scale of justice could measure correctly and secure the true justice. Any form
of justice which is not in the name of the righteous God can not be named as true
justice. However, the scale should be given not to the hand of a secular goddess,
but to the hand and order of the righteous God.
Key Words: Justice, positive science, scale, ultimate justice, the Ultimate Just