The Principles of the Consultation in the Context of Freedom
of Thought (The Handbook of Social Belief – Draft)
A. Giriş
İmanı sadece bireysel bir kabul ve davranış olarak gören ve toplumla ilişkisini
kurmayan fikir akımları, hürriyetle din ve dindarlık arasında olumlu bir ilişki
olabileceği varsayımını da reddetmektedirler. Bu görüşler, bu nedenle, şeairi tahrip
edici sekülerizmi de demokrasinin gereği olarak görmektedirler. Bunlara göre, bir
demokrasi ancak militan demokrasi olmalıdır ki, özünde özgür olması gereken kişiler,
dindarların ve dinî toplumsal motiflerin "dayatma"sından kurtarılabilsin. Bu bir
aşırı uçtur.
Bu aşırı ucun karşı ucundaki siyasal İslamcılar ise her biçimiyle laikliği ve
dolayısıyla hürriyete kapı açan demokrasiyi reddetmektedirler. İslam'ın, özünde
insaniyeti ve dolayısıyla hürriyeti istediğini kabul etmemekte, devlet eliyle-baskı
yoluyla İslam'ı hoş karşılamaktadırlar. Bu da diğer bir aşırı uçtur.
Bediüzzaman, diğer tüm İslam alimleri gibi, Allah'a ve ahirete imanı, kamil insanın
ve hakiki vicdanın kaynağı olarak görmekte, bireyin imanla hakikate ulaşacağını
kabul etmektedir.
Ancak Bediüzzaman, yukarıdaki iki aşırı uçtan uzak durmaktadır. Bediüzzaman toplumun
da bir kolektif şuurunun (vicdan-ı umumi) ve buna bağlı bir kolektif imanının olduğunu
kabul etmektedir.1 Ayrıca toplumun kemale ulaşması için hürriyete dayalı meşveret
sisteminin uygulanması gerektiğini belirtmektedir. Diğer deyişle Said Nursi'ye göre
"toplum"un imanının şartı hürriyet ve meşverettir. Peki toplumsal imanın şartlarının
ayrıntıları nelerdir?
Toplum kavramı, insan topluluklarının her türünü (tümünü) ifade eder. Bir insan,
farklı toplumsal kimlikleri nedeniyle aynı anda birden çok toplumun parçası olabilir:
Türk toplumu, İslam toplumu, işveren toplumu, alimler topluluğu, aşiret toplumu…
gibi. O halde toplum esasen birbiriyle iç içe geçmiş birden çok toplumsal daireden
oluşmaktadır.
Bireysel iman ne kadar kuvvetlenirse hürriyet o derece parlar. Zira Allah'a olan
bağlılık arttıkça başkalarına olan bağlılık da o derece azalır. Tüm toplum türleri
için temel prensip, imanlı olmaktır. Toplumun imanı için ise hürriyet ve meşveret
gereklidir. Bu durumda aynı önermeyle, herhangi bir toplumun imanı olan demokrasi
ve meşveret kuvvetlenirse o toplumun hürriyeti ve dolayısıyla insaniyeti de o derece
parlar.
Aşağıda, toplum tipleri itibariyle meşveretin anlamını ve dinî cemaat türü toplumların
içlerindeki insan haklarının bir basamağı olan meşveretin şartlarını ele alacağız.
B. Devlet Demokrasisi ve Devlete Karşı Hürriyet (Bireyselleşme-Özgürleşme)
Bediüzzaman'ın, toplum türlerinden biri olan vatandaşlar topluluğu mensupları,
yani devlet ve ülkesi için demokrasiyi gerekli gördüğü bilinmektedir (Nasıl bir
demokrasi istediği elbette tartışılabilir ve tartışılmaktadır). Onun bu görüşü,
Türkiye'de ve İslam dünyasında gittikçe daha geniş çevrede kabul görmektedir.
Günümüzde bilinen temel hak ve özgürlüklerin tipik özelliği, çoğunlukla bizzat
devlet tarafından (devletin yetkilileri ve özellikle devlet adına güç kullanan otoriteler
tarafından) ya da en azından bunların göz yummasıyla diğer bireyler tarafından ihlal
ediliyor olmasıdır. Diğer ifadeyle özgürlük günümüzde artık "devlete karşı özgür"lüktür.
Devlet adına güç kullanma yetkisini elinde bulunduranların yetkilerinin sınırlanması,
insanların insanca yaşamasının ön şartıdır. Bu sınırı, bizzat yetkiyi devreden halk
koymalıdır. Bunun için ise, halkın fertlerinin, kendi inanç ve kabulleri ile baş
başa kalabilecek ölçüde özgür; yani başka fertlerden bağımsız olması şarttır.
Halkın özgürlüğü, ülkenin bağımsızlığı ile de ilişkilidir. Halkı özgür olan bir
ülke, başka ülkelerdeki halkların ya da güç merkezlerinin de boyunduruğu altına
girmeye yanaşmaz.2
Demokrasinin tam uygulandığı bir ülkede bireyler (halk) de hürriyetini tam olarak
yaşar. Zira tüm kainat ve insan için aslolan hayır ve iyiliktir. İnsan toplumlarında
da çoğunluğun tefessühü istisnai ve arızi bir durumdur. Sonuçta vicdan harekete
geçer ve çoğunluğun sağduyusu galip gelir.
Bu nedenle çoğunluk ilkesine dayalı demokrasi özünde iyi sonuç veren bir sistemdir.
Üstelik bu sonucun çoğunluğun Müslüman olup olmaması ile de ilgisi yoktur. "Neyin
doğru ve adil", "hangi davranışın hürriyet kapsamında bir hak" olduğuna karar veren
çoğunluğun "iyi insan (erdemli insan)" hatta "insan" olması yeterlidir.3
C. Sivil Toplumlar (Cemaatler) Demokrasisi ve Cemaate Karşı Hürriyet (Bireyselleşme)
Bediüzzaman sadece devlet için değil, diğer toplum katmanları için de demokrasiyi
ve meşvereti gerekli görmektedir. Bu durumda yukarıda devlet demokrasisi için yaptığımız
tesbitler, cemaatler demokrasisi için de geçerli olmalıdır.
Bu aşamada cemaat mensupları için bağımlılık ve bireyselleşememe ihtimalini (kimilerine
göre riskini) de değerlendirmek gerekir.
1. Mistik bir havanın hakim olduğu tarikat tipi yapılanmalarda, mürit, şeyhin
aklını ve özellikle kalbini kendisininkinden daha kuvvetli ve keskin kabul eder.
Bu kabul mürit olmanın tabii sonucudur. Bu kabul yoksa şeyh-mürit ilişkisi de olmaz.
Mürit böyle kabul ettiğine göre aklını şeyhinin aklı ile yarıştırması anlamlı değildir.
O halde, bu tür cemaatlerde, hiyerarşi nedeniyle, demokrasiye ihtiyaç yoktur.
Ancak bu durum, tarikat mensubunun bireyselleşemediği anlamına gelmemeli ya da
en azından bu iddia fazla abartılmamalıdır. Zira aklını şeyhin aklı ile yarıştırmamak
başka şeydir, aklını hiç ya da asgari muhakeme ölçülerinde dahi kullanmamak başka
şeydir. Tarikata girmek iradî olduğu gibi çıkmak da iradîdir. Girmeyi gerektiren,
nihayetinde akıldır, çıkmayı emreden de yine akıl olacaktır. (Olmaz ya; çıkmaya
kalkanı vuruyorlarsa -vurmak illa tabanca ile değil, iradeyi baskılayan başka metotlarla
da olabilir- o bir tarikat değil, terör örgütüdür.)
Bu durumda, şeyh de şayet doğru ve kolay yönetilen bir kitle ve böylece maksada
daha kolay ulaştıran bir sistem istiyorsa, kitlenin istek ve fikirlerini nazara
almalı ve buna uygun yarı demokratik bir sistem geliştirebilmelidir. Uygulamada
bir çok modern tarikatta yapıldığı üzere, şeyhin âkil adamlardan oluşan bir danışma
organı kurması da bir tür yarı-demokrasidir.
2. Din dışı cemaatlerde (dini asıl birleştirici unsur olarak kullanmayan sosyal
gruplarda) mistik bir yapı beklenmez. Örneğin bir siyasi partide, bir meslekî ya
da ekonomik örgütlenmede veya bir şarkıcının sevenlerinin kurduğu bir fan kulüpte,
durum böyledir. Dünyevi menfaatler veya zevkler uğrunda bir araya gelinir ve gayret
gösterilir.
Bu tür cemaatlerde de demokrasi faydalı ve hatta gereklidir. İrade özerkliğini
ve etkileme eşitliğini sağlayan özgürlükçü anlayış, fertlerin, cemaat olmaktan azami
fayda ve tatmini elde etmelerine yardımcı olur.
3. Aklı geri plana atmayan dinî cemaatlerde ise kurucu lidere karşı bir anlamda
ve bir yönüyle var olan teslimiyet ve tâbiiyet, kurucu liderin ölümü ile birlikte
yerini akılcı bir bağlılığa bırakır. Bu tür cemaatlerde, bu noktadan itibaren, demokrasi,
üyeler arasındaki bağların kopmasını engelleyebilmek için kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Ama aynı zamanda cemaatin zorunlu işbirliği faaliyetlerini yürütebilmesi ve kendini
gerçekleştirmesi için de gerekli, fıtraten zaruri bir sistemdir.
Bu da göstermektedir ki, akla önem veren cemaatlerde demokrasi, cemaate karşı
hürriyetin ve dolayısıyla cemaate ihlas ve sadakatle dahil ve tabi olmanın da teminatıdır.
O halde, cemaatin, bireyselleşmeye ve ferdin kendini gerçekleştirmesine (teşebbüs-ü
şahsiye) engel olmaması için, doğru bir demokratik yapılanmaya ihtiyaç vardır. Bu
yapılanma kendisini meşveret prensipleri şeklinde gösterir.
Aşağıda bu prensipleri incelemeye çalışacağız. Üstelik söylediklerimizin bir
kısmının tartışmaya açık şeyler olduğunun farkında olarak biz de buradaki sözlerimize
uygun bir bireyselleştirme denemesi yapmış olacağız.
D. Dinî Cemaat Demokrasisinde (Meşverette) Uyulması Gereken Temel Prensipler
1. Dünyaya ait ve bölününce azalan ortak menfaatler değil, ahirete ait ve bölününce
çoğalan ortak menfaatler üzerinde müzakere yapıldığına göre, cemaatlerin meşveretlerinden
menfaat çatışmasına yol açacak bir kararın çıkması söz konusu değildir. Aksi halde
cemaat, dinî cemaat olmaktan çıkar ve dünyevi bir cemaate dönüşür.
2. Meşveret ortaklaşa bir muhakeme faaliyeti yürütmektir.
Bu faaliyette hisler değil, akıl önder olmalıdır. "Akıl için yol bir" olduğundan
ve menfaat çatışması da söz konusu olmayacağından, teorik olarak, her konuda oy
birliğini sağlamak mümkündür ve ideal olanı budur. Ancak bilgilenme eksikliği, süre
ya da müzakere yetersizliği gibi hususlar oybirliğini engelleyebilir. Bu nedenle
bazı kararlarda ve prensipte oy çokluğu ile yetinilmektedir.
3. Meşveret kararları eleştirilemez değildir.
Meşveret-i şer'i ile hürriyet-i şer'i arasında önemli bir bağ olduğuna ve hürriyet-i
şer'i fikir hürriyetini de kapsadığına göre, karara muhalif kalanlar ve başkaları,
kararı tartışabilir ve hatta tartışmalıdır. Yeter ki, "nazar ve niyet" iyi olsun
ve tartışma doğru zeminde, doğru üslupla yapılsın. Esasen mükemmele ulaşmak da ancak
bu şekilde mümkün olur.
4. "Cemaat gibi düşünmek", anlam olarak mümkün değildir, dolayısıyla cemaat ve
meşveret mensuplarından bu istenemez. Birileri gibi düşünmek cemaat gibi düşünmek
demek değildir.
Herhangi bir konuda "cemaatin çoğunluğu gibi düşünmek" mümkündür, ama zorunlu
değildir. Cemaat için "temel" meseleler sayılan konularda kurucu liderden ya da
çoğunluktan farklı düşünen kişi, zaten ya henüz cemaate "mensup" değildir ya da
artık cemaatle bağını da zayıflatmaktadır denilebilir.4
Hiç kimse, başkalarının fikrini kabul etmeye zorlanamaz. O halde cemaate sadâkât,
cemaatin meşru zeminlerinde alınan kararların "uygulamasına dahil olmak" demektir.
Bu durumda, cemaatin temel ön kabullerinin koruyucusu da yine çoğunluktur.
5. Meşverette alınan karara, müzakereye katılmamış olanlar ve karara muhalif
kalanlar dahil, herkesin "uyması" esastır. Karara uymamak, cemaat ile mensubiyet
bağını zayıflatan bir durumdur.
Azınlıkta kalan fikrin sahibi ya da taraftarı, cemaate ve meşverete dahil olurken
heyetin doğru karar vereceğini de varsaydığına göre, heyetin kararına tabi olmayı
benimsemelidir.
Karara uymak ile kararı eleştirebilmek farklı şeylerdir.
Bediüzzaman "Cemaatte vahid-i sahih olmazsa cem ve zam kesir darbı gibi küçültür"
derken, vahid-i sahih (net doğrunun tekliği) ile fikir birliğini değil, uygulama
birliğini (uygun adım yürümeyi) kastetmiş olmalıdır.
6. Şartlı kabul, kabul değildir. Meşveret sistemine ve bu sisteme sahip cemaate
dahil olan kişi, sisteme; "kararı beğenirsem", "aklıma yatarsa" gibi ön kayıtlarla
girmemelidir. Böyle yaparsa buz parçası hükmünde olan şahsiyetini ve enaniyetini
cemaatin ortak aklından ve hamiyetinden oluşan sıcak havuza atarken, bir ambalaja
sarıp öyle atmış gibi olur. Havuzun sıcaklığında buz parçası erise de havuzun suyuna
karışmaz. Bu tür ön kayıtlarla gelen şahıs, her an kendisini (nefsini-aklını) ortak
aklın havuzundan çıkarıp yeniden buz parçası haline dönüştürmeyi düşünüyor demektir.
Gerçek ihlas bu olmadığı gibi, gerçek sadakat ve terk-i enaniyet ('ben'i terk edip
'biz'e geçmek) de bu değildir.
7. Muhalif kalmış olan bir üye çoğunluğun kararına uymayı içine sindiremiyor
olabilir. Üyenin azınlık psikolojisi yaşamasının önüne geçmek ve bu duygudan kurtulmasını
sağlamak, öncelikle, onu da cemaatin bir ferdi olarak görmeye devam etmeyi isteyen
çoğunluğun görevidir.
8. Herhangi bir konudaki bir teklifin sahibi, kendi teklifi reddedildiği zaman,
bizzat ve şahsen kendisi reddedilmiş gibi düşünmemelidir. Zira fikrin namusu, fikrin
sahibine değil, fikre davet edilenlerin kabulüne aittir.
9. Cemaatin bütün fertlerinin, cemaat ile ilgili her konudaki müzakereye, karara
ve oylamaya katılması esastır. Mensubiyet objektif kıstasla belirlenmelidir.
Doğrudan demokrasinin mümkün olmadığı geniş kapsamlı toplantılar ve müzakere
konuları için ise temsilde adalet sistemi gereklidir.
Temsilcisini seçen/seçebilecek olan herkes, temsilcinin verdiği oyun ve temsilcilerle
alınan kararların da sahibidir. Zira temsilci "doğrudan temsil"e göre hareket etmektedir.
10. Cemaat mensubu olan her akıllı birey ehildir ve seçmendir. Herkesin oyu eşittir.
"Meşveret uzmanlarla yapılır" prensibi yanlış anlaşılmamalıdır, uzmanlarla "karar
alıcı meşveret" yapılmaz, onlara danışılır.
Meşveret mensupları karar verirken, akılda, basirette ve fazilette kendilerinden
daha üstün gördükleri kişilerden (özellikle haslardan ve kıdemlilerden) etkilenebilir.
Ancak bu, etkileyen tarafa, etkiyi devam ettirmek biçiminde bir hak vermez. Aksine
sadece vicdanî vebalini artırır. Öte yandan kimin has ya da kıdemli olduğunu tayin
için bir denetleyici otorite yoktur. Vardır dersek sistem demokrasi olmaktan çıkar,
aristokrasiye döner.
11. Demokratik cemaat yapılanmaları yatay düzlemde oluşur. En geniş anlamıyla
seçmen, olsa olsa, icracılardan oluşan merkezin dışını oluşturan "çevre"dir.
Diğer deyişle cemaat yapılanması dikey değildir. Seçmen de dikey düzlemde "tavanı"
seçen bir "taban" değildir.5 Eğer bir hiyerarşiden söz etmek gerekirse; seçen her
zaman yukarıdadır.
Seçilen ve göreve getirilen, denetlenmeye ve değiştirilmeye hazır olmalıdır.
Zira tam demokratik ve cumhuriyete ulaşmış sosyal yapılarda hiç kimse imtiyazlı
statüde değildir, ferit makamı cemaate aittir. Bu nedenle, hiç kimse, "ömür boyu
temsil" ile yetkilendirilmemelidir.
12. Meşveret uzmanla yapılmaz, uzmana danışılır. Cemaatin uzmana danışması mümkündür.
Ancak kararı kendisi verecektir.
Bu nedenle her meşveret meclisinin, uzmanlardan ve tecrübelilerden (âyân/senatör)
oluşan daimi ve geçici danışman kadrosuna ihtiyacı vardır. Bunlarla yapılan meşveret
uzmanlığa dayalı bilgilerinden oluşan fikirlerini almak anlamında olmalıdır. Son
sözü seçmenler ve/veya onların seçtikleri temsilciler söylemelidir. Aksi halde cemaat
içi demokrasiden değil, uzmanların yönetimi anlamındaki meritokrasiden bahsedilir.
13. Cemaatin umumunu temsil eden temsilciler meclisi, devletin yasama (teşri)
organı gibidir. Prensip kararları alır ve kendi içinden bu kararları yürütecek bir
yürütme (icra) organı seçer. Seçtiklerini denetlemek üzere bir tür yargı (kaza)
sistemi de kurabilir.
Cemaatin icra organları ve yönetim kurulu, "cemaati yöneten kurul" değildir,
cemaatin işlerini ve "müesseselerini" yöneten kuruldur.6
14. Cemaat içi demokrasi, icra heyeti açısından muhalefetsiz demokrasidir. Elbirliği
ile yönetim ilkesi geçerlidir.
Bu nedenle icranın denetimi muhalefetçe değil, elbirliği ile ve tüm seçenlerce
gerçekleştirir.
Yine bu nedenle bir iş için birden çok kişinin görevlendirilmesi amacıyla yapılacak
seçimlerde "tulum liste" yarışı yaşanmamalıdır. Aksi halde, mensuplar gruplaşarak
dönem dönem birbirlerine rakip olur, iktidar listesi-muhalif kanat listesi gibi
ayrışmalar yaşanır ve kabiliyetli kişiler bir kenarda kalır. Hatta çoğu zaman, ekipler
arası rekabet, bir haksız rekabete dönüşür; "fabrika sahibi de fabrikayı kırıp dağıtır".
15. Şahs-ı maneviler, şahs-ı hükmîlerden (tüzel kişilerden) farklı olarak, kayıt-kuyudat
sistemine tabi değildirler/tabi tutulamazlar. Cemaatler de şahs-ı manevilerdir ve
cemiyetlerden (derneklerden) farklı olarak, tüzel kişilik perdesi altına alınamayacak
kadar gevşek ve gönüllü varlıklardır.7
Tüzel kişiler, tasdikli karar defterlerinde ve resmi sicil dosyalarında yer alan
bilgiler ve kayıtlar yardımıyla, ihtiyaç duyduklarında devletin hakemliğinden yararlanabilirler.
Oysa cemaatlerin bu tür kayıtları olmadığından meşveretlerinde gerçek hakem vicdan-ı
umumidir.
16. Seçenlerin seçtiklerini denetlemelerinin yolu, seçilen heyeti dinleyebilmeleri
ve izleyebilmeleridir. Bu nedenle her demokratik meclisin dinleyici locası bulunur.
Elbette gerekli hallerde kapalı oturumlar da yapılabilir. Ancak uhrevi bir cemaatin
gizlilik arzusu istisnaidir. (Sırren tenevveret, sadece gizlilik anlamına gelmeyecek
kadar geniş kapsamlı bir kavramdır ve hizmet yaklaşımıdır.)
17. Meşveretin herhangi bir gündem maddesinin meşveretten önce çeşitli üyelerce
gruplar halinde görüşülmesi mümkündür ve çoğu halde gereklidir. Bunu yasaklamak
anlamlı ve gerekli değildir. Zira her meclisin kulisi bulunur.
Kulis esasen kötü bir şey değildir. Kötü olan, niyeti kötü bazı kişilerin, meşvereti
yanıltarak, yani yok sayarak, istediklerini elde etmeye çalışmalarıdır. Cemaatte
böyle kişiler varsa ya cemaat onları ıslah veya ıskat ederek ayıklar ya da cemaatin
sahibi, fabrikayı kırıp dağıtır.
Kulisin kötü işlemesini meşveret kültürü önler.
18. Herhangi bir görev için bir kişi ya da bir heyet seçileceği zaman, bazı prensiplere
uyulmalıdır:
» Meşveret önce görevin net tanımını yapmalı, ardından adaylarda bulunması gereken
zorunlu şartları belirlemelidir. Zorunlu olmayan, ancak bulunması faydalı olan özellikler
de ayrıca belirlenmeli ve bundan sonra aday tespiti yapılmalıdır.
» Aday tespitinde ise önce zorunlu şartları taşıyan adaylar belirlenmeli ve diğerleri
elenmelidir. Adaylardan en avantajlı şartlara sahip olanın seçilmesini sağlamak
için tam bir bilgilenme yapılmalıdır.
» Göreve aday gösterilen kişi, durumu uygunsa görevi reddetmemelidir.
» Bir kişinin bir göreve kendisini aday göstermesi de mümkün ve uygundur. Zira
dünyevi bir makama değil, yüke talip olmaktadır.
» Adayların toplantı sırasında değil, mümkünse toplantıdan uzunca bir süre önce
belirlenmesi sağlanmalıdır. Tâ ki, adaylar seçmen tarafından en geniş katılımla
müzakere edilebilsin.
» Katılımcıların toplantı sırasında adı bildirilen adaylar hakkında kendi aralarında
müzakere yapması sağlanmalıdır. Bu amaçla gerektiğinde toplantıya ara verilmelidir.
» Bir adayın "işe ehil" olduğunu söylemek kolaydır, ehil olmadığını söylemek
ise zordur, ama esasen hakkaniyet gereği, bunu yapmak çok daha gereklidir.
» Oy verecek kişilerin, meşveret öncesinde, adayların amaca ve işe uygunlukları
ve nitelikleri hakkında bilgilenmek üzere uygun gördüğü kişilerden bilgi istemesi
mümkündür. Hatta kendisini vicdanen sorumlu gören kişilerin, kendisine sorulmadan
da, ilgili gördüğü kişilere "bilgi" vermesi mümkündür. Bu gıybet değildir. Yeter
ki; kötü niyetle, eksik, yanlış ya da yanıltıcı bilgi verilmiş olmasın. Nihai kararı
zaten seçmen kendisi verecektir.
» Seçilemeyenlerin niçin ben seçilemedim diyerek oy vermeyenlere ya da verdirmeyenlere
hesap sormaya kalkması yanlıştır. Bu duygu ancak dünyevi işlerde mantıklı olabilir.
» Göreve seçilen kişi yetkili değil, görevli olduğunu düşünmeli, böylece denetlenmeye
de hazır olmalıdır.
19. İyi bir meşveret için önce meşveretin "yöntemi" iyi olmalıdır. Zira usûl
asıl içindir ve asıldan önce gelir. Bu amaçla;
» Seçilen yönetici; sürat-i intikal kabiliyeti yüksek, yönetim tecrübesine sahip,
sakin yapılı, mümkünse ak saçlı-yaşlı kişilerden olmalıdır.
» Seçilen yardımcı; iyi bir gözlemci olmalıdır.
» Seçilen sekreter (kayıt tutucu), konuşmaya istekli olmayan ancak yazmayı seven,
yazısı okunaklı olan ve arşivlemeyi becerebilen bir kişi olmalıdır.
» Meşveret iyi yönetilmelidir. Temel yönetim prensipleri önceden ve üyelerce
de müzakere edilerek belirlenmiş olmalıdır. Meşveret üyeleri mümkün olduğunca iyi
tanışmalıdır. Hissiyat hakim olmamalıdır.
» Bir kişi hislerine kapılırsa diğerleri buna önem vermemeli, ancak duygusallaşmasının
sebebini de nazara almalıdır.
» Müzakerede üslup doğru olmalıdır, ancak üslup yanlışlığına takılmamalı, söylenenlere
önem verilmelidir. Gerektiğinde havanın soğuması için müzakerelere ara verilmelidir.
20. Meşveretteki ve öncesindeki hiçbir fikir kınanmamalıdır. (Bu yazıdaki fikirler
dahil.)
Öz
Bu makalede iman ile hürriyet arasındaki bağdan ve hürriyetin bir şartı olan
meşveretin toplumsal iman göstergesi olmasından hareketle, demokratik devlete ulaşmak
için demokratik bir cemaat yapılanmasının da gerekli olduğu vurgulanmış ve demokratik
cemaat yapılanmasında uyulacak meşveret prensipleri ortaya konulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Fikir hürriyeti, devlet, demokrasi, cemaat, sivil toplum örgütü,
istişare, meşveret, meşveret prensipleri.
Abstract
This article emphasizes the need of the constitution of a democratic community
structure in order to reach a democratic state. This idea originates from the connection
between the belief and freedom and from the fact that consultation which is one
of the requirements of freedom is an indicator of social belief. This text also
clarifies the principles of consultation in a democratic community structure.
Key Words: Freedom of thought, state, democracy, community, non-governmental
organization, consultation, council of consultation, principles of consultation
Dipnotlar
1. Bu kavramlaştırma okuyucumuza yeni ve iddialı gelebilir, ancak Bediüzzaman'ın
Şam'daki meşhur hutbesinde İslam aleminin meselelerine çözüm yollarını anlatırken
sarfettiği son sözler bu kavramlaştırmaya ulaşmak açısından oldukça önemlidir.
Şöyle diyor: "Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti
ve sermayesi pek cüz'î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların
çoğalmasıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hâcetlere
karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i
insaniyesi dayandığı gibi, hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikinden gelen
şûrâ-yı şer'î ile yaşayabilir, o düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol
açar." (http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=HutbeiSamiye&Page=68)
Görüldüğü üzere bu bakış açısına göre, imanın, beşerin kişisel hayatına (şahsiyet-i
insaniyeye) verdiği güç (dayanak noktası) ile; imandan gelen meşveretin beşerin
sosyal hayatına (cemiyete) verdiği destek hemen hemen aynı niteliktedir. Bu durumda
meşveret imanın toplumsal yansımasıdır. Bir adım daha ileri gidersek, meşveret toplumsal
imanımızdır. (Böyle bakınca istibdat da toplumsal küfrümüzdür denilebilir, her neyse…)
2. Ülkemizde bu prensip anlaşılmadığı için ya da gerçek iktidarı elinde tutanlar
halkın hürriyetine mani olan müstebidane yetkilerini ellerinden kaçırmak istemedikleri
için, hürriyet isteyenleri bölücülerin ve dış düşmanların oyununa gelmekle suçlamakta,
devletin bağımsızlığına vurgu yaparak toplumun hürriyetini engellemektedirler. Oysa
toplumun ve devletin başka devletlere karşı bağımsızlığı ile bireylerin ve toplumun
devlete karşı özgürlüğü birbirine zıt değil, birbirine paralel ve esasen at başı
giden iki kavramdır.
3. Unutulmamalıdır ki -istisnaen de olsa- dinsiz insanın da faziletli olması
mümkündür.
4. O halde bağı zayıflatabilecek konular, gerekli değilse, temel mesele yapılmamalıdır.
5. Seçmene "taban" denilen bir demokraside "Filler ve Çimen" filmi cari olur.
Filler tepişir, olan çimenlere olur.
6. Nitekim olgun demokrasilerde devlet de hizmetkar kurumlardan ibarettir ve
bu kurumlar "yöneten" değil, halk (çoğunluk) tarafından "yönetilen" varlıklardır.
7. Cemaatlerin cemiyet olmaması ya da olamaması sadece rejimin cemaatlere bakışından
kaynaklanmamaktadır. Rejim tamamen serbest bırakacak olsa dahi "cemaat" ve "cemiyet"
ayrı varlıklar olacak bulunacaklar, cemaatler tam olarak dernekleşemeyeceklerdir.
Siyasi bir cemiyet olarak algılanan İttihad-ı Muhammedi'yi Bediüzzaman'ın bir cemaat
olarak tarif etme biçimi kanaatimizce buna örnektir.