Human Rights

Nedir, Ne Değildir?

İnsan hakları, modern zamanların kavramı. Ancak ilgilendiği alan adalete ilişkin
olduğu ölçüde ilk insanla birlikte vardır. İnsanın yaşadığı her yerde, ikinci insanla
birlikte bir hak sorunu ortaya çıkar. İnsanın topluluk halinde varlığı ve topluluklarda
yaşayan insanların ihtilafları ve yönetenlerin haklara ilişkin tasarrufları hakların
temelli sorun olmasını sağlamıştır.

Her topluluk hayata; insan nesli olarak nereden geldiğimize, nereye gittiğimize
ve insanın ne olduğuna dair verdiği cevaplarla bir kültür ve medeniyeti inşa etmiştir.
İnsanın aidiyeti veya aidiyetteki öncelikleri hakkındaki cevaplar: İnsanın aile,
cemaat, devlet, şirket, sivil toplumdan hangisiyle öncelikli olarak tanımlanacağı
veya bunlardan hangisinin insanı şekillendireceği veya bu kurumları şekillendirenin
hangi insan olacağı gibi konular hakkındaki sorulara verilecek cevaplar, haklar;
bu arada insan haklarının ne olduğuna ilişkin vereceğimiz cevapları da belirleyecektir.

Örneğin: Ölüm sonrası hesaba inanmayan veya bunu öne çıkarmayan, bireyciliği
öne çıkaran ve kişinin bedeni hakkında sonsuz tasarrufuna inanan bir düşünce sistemi
ötenaziyi bir hak olarak değerlendirebilecek iken, öldükten sonra hesaba inanan,
bunu önceleyen, bireyi tanısa da ona aile ve toplum içinde karşılıklı sorumluluklar
yükleyen bir sistem ötenaziyi bir hak olarak kabul etmeyecektir. Bu nedenle düşünce
sistemlerinden bağımsız bir insan hakları alanının varlığı kabul edilemez.

İnsan Hakları Hangi Coğrafyada Ortaya Çıkmıştır?

Batı'da insan haklarının Kant, Hegel, Marks, Locke, Hobbes, Rousseau gibi düşünürlerin
düşüncelerinden hayat bulduğu ve bu düşüncelerin bir çerçeveyi yansıttığı; sosyal
sözleşme, milli irade, birey, devlet, vatandaşlık gibi kavramların insan haklarının
doğumunda önemli olduğu görülmektedir. Aydınlanma düşüncesi olarak bildiğimiz bu
düşünce, Antik Yunan düşüncesi, Roma Hukuku ve Hıristiyanlık inancından etkilenmiştir.
Bu anlayış ile kendi tarihinde beylere, krallara ve özellikle kiliseye karşı verdiği
mücadele sonunda elde ettiği haklara Batı dünyası 'insan hakları' demiştir. İkinci
Dünya Savaşından sonra savaşın getirdiği katliam ve yıkım, toplum nezdinde insan
haklarının önemini artırmıştır. Bu nedenle İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi gibi metinler ortaya çıkmıştır. Yine bu sözleşmelerin uygulanmasının
denetimini sağlamak üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi mekanizmalar geliştirilmiştir.
Bu mücadeleyi takdir etmek gerekir.

'İnsan Hakları' Tek midir?

İnsanlık tarihi Batı tarihinden ibaret değildir ve toplumların değişik tecrübe
ve birikimleri olmuştur. Buna göre her kültür temel hakları ifadelendirmede ve onu
yaşatan değerleri geliştirmede farklılıklara sahip olabilir.

İnsan haklarını tek bir anlayış/söyleme indirgemek ve diğer insanların bu anlayışa
teslim ve tabi olmaktan başka bir yolu olmadığını söylemek bir dayatmacılık olacaktır.
Bu durum; insan haklarının evrenselliği söyleminde kendine yer bulabilmektedir.

Evrenselliğin; "..Batı dillerindeki karşılığı olan 'universal'ın Latince kökündeki
'unos' (bir) ile 'versum' (dönüştürme) kelimelerinden mürekkep olmasına dikkat çekilerek,
'ektipleştirme' mantığı içinde hareket eden bir 'bir bütün içinde bir kılma' anlamının…"
örtülü bir egemenlik oluşturmaya müsaitliği, yaşanılan tecrübe nedeniyle de üzerinde
düşünmemizi gerektirmektedir. Bunun karşısına, "cihanşümul"ün "çokluk içinde"liği
içerdiği…" çözümlemesi insan haklarının özde aynı olmakla çeşitli ifade şekillerini
mümkün kılan bir anlayış olarak görülmektedir. Kültürel göreceliğe ilişkin tartışmaları
da bu kapsamda değerlendirmek gerekir. (Bkz; Ahmet Demirhan, İnsan Haklarının Dekonstrüksiyonu:
Evrensel Versus Cihanşümul, MAZLUMDER İnsan Haklarında Yeni Arayışlar Sempozyumu,
Mayıs 2006, İstanbul)

Batı'da insan hakları liberalizm üzerine gelişiyor. Liberalizm, düşünce olarak,
tek bir düşünce metodu olabileceğini dayatıyor insanlara. Her şeyi tartışma alanına
çekiyor, insanların kutsalları da dahil. Ama kendisini hiçbir şekilde tartışmaya
açmıyor; insan hakları dili, yalnızca liberalizm üzerinden mümkündür gibi. Bu Batı'da
yaşayan insanlar için bir şanssızlık. Liberalizm, özgürlük gibi algılanıyor ama
bu doğru değil. Tüketme adına, belli bir yaşam tarzına ne isterseniz yapabilirsiniz;
ama farklı bir yaşamın olduğunu dillendirdiğinizde bu reddediliyor. Tüm medeniyetlerin
kendi tecrübesine uygun olmasını arzu ediyor bu akım. Bu anlamda da bir dayatmacılık
var.

'Hakk'ın Dayanağı

İslam düşüncesinde hakların dayanağı; Allah'ın insana emaneti teklif etmesi ve
insanın bunu yüklenmesidir. "Kalu Bela"daki misak/sözleşme hakların da kaynağıdır.
Emanet, haklar kadar sorumlulukları da gündeme getirmektedir. Emanet kendine ve
kendisi dışındaki insan, toplum ve doğa ile sorumlu bir ilişkiyi gerektirmektedir.
İnsan fiillerinde özgür davranabilirse de Allah'a hesap verme yükümlülüğü sorumluluğunu
pekiştirmektedir.

İslam dini kaynaklı olan geleneksel ilke olan "kendin için istediğini başkası
için de iste, kendin için istemediğini başkası için de isteme" sorumluluğun hayata
geçirilmesi bakımından ileri bir ilkedir.

Batı düşüncesinde insan hakları kavramının insanı öncelemesine ve bu nedenle
birey olan insanın mutlaklığı nedeniyle onun haklarını belirlemede, kendisi dışındaki
insan, toplum ve doğayı nesneleştirmektedir. Bunun karşısında 'empati' kendini karşındaki
insanın yerine koyma duygusu geliştirilmeye çalışılmaktadır. Ne ki, empatide karşıdakinin
yerine koyarak onun ne hissettiğini bilme gayreti, "kendin için istediğini başkası
için de iste"deki kadar aktif bir durumda olmayı gerektirmemektedir.

Batı düşüncesinde, hakların dayanağı sosyal sözleşmeye dayandırıldığında; bir
varsayım da olsa sözleşmenin gerçekleşme şekli, icap ve kabulün insan topluluğu
içinde kimden kime yöneltileceği, sözleşmenin kapsamının her bir kişi veya kişiler
açısından nasıl belirleneceği hakkında müphem noktalar vardır. İslam düşüncesinde
ise, "Kalu Bela"daki sözleşmede, icabın kimden geldiği, neyi içerdiği ve herkesin
aynı sözleşmeyi kabulü ve doğrudan Allah'a karşı sorumluluğu ile diğer insan ve
varlıkların haklarına mahiyet olarak aynı derecede riayet etme gereği hiçbir kapalı
nokta bırakmamaktadır.

İslam düşüncesi hakları bir bütün olarak ele alan ve yaşatan bir yaklaşımın sahibidir.
Hüseyin Hatemi'nin 'maun düzeni' dediği bir düzene sahiptir, İslam. Yani temel hakları
saymakla yetinmemiş, onları hakikat alanına çıkaracak şekilde imkanlarla donatmıştır.
Örneğin yaşam hakkı başta olmak üzere diğer temel hakların yaşanılabilmesi, imkan
dahiline girmesi için infak, zekat yoluyla teşvik edilmiştir. İslam, haklar yanında
sorumlulukları da önde tutmaktadır. Örneğimizdeki gibi infak ve zekat imkanı olan
için bir sorumluluk olmaktadır. Benzeri örnekler çoğaltılabilir.

İnsan Hakları ve Uygulama Sorunları

Yukarıda bahsettiğimiz insan haklarının kaynağına ilişkin farklı düşüncelere
karşın; insanın doğuştan var olan haklara sahip olduğu düşüncesi, her kültürde ve
medeniyette var olmuştur. Bu nedenle, en azından ana başlıklar için düşünüldüğünde
insanlığın ortaklaşacağı bir haklar alanı mevcuttur. Can, mal, akıl, nesil, din
alanlarında hakların kabulü ve diğer insanlara ve yönetimlere sorumluluk yüklemek
konusunda ortaklaşmak mümkün görülmektedir.

Uluslararası Düzlemde Uygulama Sorunları

İnsanlığın ortaklaştığı alanlarda dahi, ona riayet etmeme ve özellikle çifte
standart uygulaması gündeme gelmektedir. Özellikle uluslararası düzlemde çifte standart
daha çok göze batmaktadır. Bugün için uluslararası düzeni sağladığını ileri süren
ABD ve AB ülkeleri çifte standartta özellikle 11 Eylül olayından sonra sınır tanımamaktadırlar.

11 Eylül'den önce hiç değilse kamuoyuna yanlış bilgi vererek manipüle etme, kendilerini
iyi gösterme gayreti içindeydiler. 11 Eylül'den sonra ise bu gayretlere bile ihtiyaç
duymadıklarını, doğru bildikleri neyse onu yapacaklarını ilan ettiler. 11 Eylül'den
sonraki konuşmasında Bush, artık uluslararası hukuk mekanizmaları vesaire dinlemeyeceğini,
terörle mücadele için bildiği şeyi yapacağını söylüyordu. Bu söylemi toplumlara
yönelik sahici de olamayan özgürlük-güvenlik ikilemi takip etmiş ve bu nedenle insan
haklarından sarfınazar edileceğini de ilan etmişlerdir. Bu sahici olmayan ikilem
insan haklarına hiçbir şekilde, şeklen dahi, riayet edilmeyeceğinin bir delilidir.

BM düzeninde veto yetkisine sahip ülkelerin varlığı çifte standartlara da kaynaklık
etmektedir. Batı dışı ülkeler hakkında ve de özellikle Ortadoğu ülkeleri hakkında
çifte standart had safhadadır. Bölgede her türlü saldırganlığı yapan, insanların
hayatını kasten yok eden İsrail hakkındaki uygulamalar çifte standardın zirveye
vurmasına neden olmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa'da insan haklarının yerleşmesinde
çok önemli bir misyon üstlenmiş iken; söz konusu davalar Türkiye ve İslami konular
olduğunda çifte standarda düşebilmektedir. Refah Partisi davası, Leyla Şahin davası,
hatta Kıbrıs davası bunun örneklerindendir. Bu kararlarında mahkeme, diğer kararlarının
aksine şiddet içermeyen düşüncelerin yerinde olup olmadığına karar verme cüretini
kendisinde görmüştür.

Avrupa siyasal organlarının ve STÖ'lerinin de Türkiye'de insan hakları sorunlarıyla
ilgilenirken seçmeci davrandıkları iddiası dayanaksız sayılamaz.

Ne Yapalım?

Uluslararası arenadaki bu çifte standart karşısında ne yapmalıyız? Kabul edelim
ki, çifte standart sahipleri devletler, hükümetlerdir. Toplumları bütünüyle genellemeye
dahil etmek haksızlık olacaktır. O halde siyasal dünyanın verilerinin farkında olarak,
insanlık ailesinin tüm mensupları ile sorunlarımızı paylaşmaya, konuşmaya devam
etmeliyiz. İnandığımız, bildiğimiz, teklife değer gördüğümüz düşüncelerimizi birbirimize
açmalıyız. Teklif ve düşünce açıklama hakkı karşılıklı olarak devam etmek zorunda.
Aksi halde insanlık kısır bir döngüde kalmaya ve sonu felaket olan çatışmalara mahkum
olabilir.

Ülkemiz Açısından Sorunlar

Ülkemiz hak ve özgürlükler bakımından zor zamanlardan geçmektedir. Özellikle
düşünce ve ifade özgürlüğü, cezaevleri sorunları, din ve vicdan özgürlüğü halen
ciddi bir sorun olarak devam etmektedir. Eski TCK 312, 159, Terörle Mücadele Kanunu,
5816 sayılı kanun halen ifade özgürlüğü alanındaki ihlal nedenlerinin başında gelmektedir.
Dernekler Kanunu, Basın Kanunu ve kısmen yeni TCK'daki yasal iyileştirmeleri ve
yaşam hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği ve işkence konularındaki görece iyileşmeyi
söylemeden geçmek eksiklik olacaktır.

Yasal mevzuattaki görece iyileşmeye karşın uygulama sahiplerinin hak ve özgürlükleri
öncelemeyen tutumu esaslı bir sorun olarak devam etmektedir.

Ülkemiz açısından en önemli sorun ise, ABD, AB ve üyesi ülkelerin yer yer siyasal
nitelikte haksız müdahalelerinin insan hakları gerekçesine dayanması nedeniyle,
insan hakları adına yapılan işlerin ve söylemin hep aynı zarar verici nitelikte
kabul edilmesidir. Bunda bürokrasi ve merkez medya tabir edilen çevrelerin kampanyalarının
etkili olduğu açıktır. Bu kampanyaların ülkemizdeki özelleştirme gibi ekonomik alan
ve Güneydoğu'muzdaki yanlış uygulamaların sahibi kadroların sorumluluğunu örtme
niyetiyle yapıldığı açıktır.

Sorumluluk makamındaki insanların her olay sonrasında insan haklarını sorumlu
göstermeleri bir yanıltmacadan ibarettir. Burada siyasal sorunlar ile haklar sorununun
kasten karıştırılarak bir arada gündem yapıldığı ve siyasal talep sahipleriyle,
haklar sorununu gündem yapanların birlikte mütalaa edildiği görülmektedir. Bu durum
tersinden de işleyebilmektedir. Siyasal nitelikteki talep sahipleri bu taleplerini
insan hakları kategorisi olarak sunmaktadırlar. Bu da üzerinde detaylı düşünülmediğinde
bir karmaşa görüntüsü yaratmaktadır. Bu karmaşanın bizi iyi bir yere götürmeyeceği
açıktır. Bu nedenle sorunlarımız hakkında daha çok bilgi sahibi olmak ve düşünmek
zorundayız. Ki, doğru çözümleri bulalım ve kimseye haksızlık etmeyelim.

Her ülkenin sorunu olduğu gibi sorunlarımız vardır. Şu halde bu sorunları konuşacak
bir ifade özgürlüğü ortamına sahip değilsek, hak ve özgürlükleri yaşatma ve haksız
olanı ayırt etme imkanından yoksun kalırız. Bu da bizim iyiliğimize olan bir durum
değildir.

Her toplum gibi adalete olan ihtiyaç tartışmasızdır. Adaletin hakkıyla sağlanmasına
aracılık etmek üzere insan hakları sahiplendiğimiz bir değer olmalıdır.

Öz

İnsan hakları, modern zamanların kavramı; ancak ilgilendiği alan adalete ilişkin
olduğu ölçüde ilk insanla birlikte vardır. İnsanın yaşadığı her yerde, ikinci insanla
birlikte bir hak sorunu ortaya çıkar.

İnsanın aidiyeti veya aidiyetteki öncelikleri hakkındaki cevaplar haklar; bu
arada insan haklarının ne olduğuna ilişkin vereceğimiz cevapları da belirleyecektir.

Bu makalede "insan hakları"nın ne olduğu tartışılırken insan haklarının tek bir
anlayış/söyleme indirgenemeyeceği vurgulanmakta, devamında da "hakk"ın dayanağı
gözler önüne serilerek insan haklarıyla ilgili uygulama sorunlarına dikkat çekilmekte
ve bu hususlarda neler yapmamız gerektiği anlatılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: İnsan hakları, hak, adalet, aidiyet

Abstract

Human rights are a concept of the modern times; however, if this concept takes
care of justice, as it exists since Adam. Everywhere if human being exists, then
the appearance of the second person brings about a problem of right.

The answers about affiliation of man and the priorities in this affiliation would
determine the answers we will find out about the rights, in this context, human
rights.

This article discusses the features of "human rights" and emphasizes that it
can not be reduced to a single understanding/discourse. Following that, the base
of "right" has been examined. The author also draws our attention into the problematic
areas of application in human rights and tells us what we should do at that point.

Key Words: Human rights, right, justice, affiliation