Inviolability is possible with Humanity: Some Views on
Human Rights from the point of view of Islamic Law (fiqh)

Bu yazının insan haklarına temel yaklaşımı 'varım, öyleyse haklarım
var' ifadesiyle özetlenebilir. Başka bir ifadeyle insanın haklarının temeli, insanın
varlığıdır. Bu fikir Fıkıh'taki 'İsmet Âdemiyyetledir'1 ilkesine dayanmaktadır.
Bu ilke klasik fıkıh kitaplarında 'El-ismetü bi'l-Âdemiyyeti' şeklinde ifade edilir.
Aşağıda Fıkh'ın insan haklarına nasıl yaklaştığını bu ilke çercevesinde ele alacağız.
Âdemiyyeti veya günümüz ifadesiyle insanlık özelliğini, insan haklarının temeli
yapmakla İslam hukukçuları evrensel bir yaklaşım benimsemişlerdir. İslam hukukunda,
İbrahimiyyet (ehli kitab) ve Âdemiyyet arasındaki ihtilaf.

İnsan hakları tartışmalarında temel diyalektik, evrensel adaleti savunanlar ile,
adaleti sadece kendileri için isteyenler arasındadır; başka bir ifadeyle insan haklarını
aletselleştirenler ile onları bizatihi bir değer görenler arasındadır.2 Bu iki grup
arasında çatışma her toplumda vardır. Her toplum adalet ve hakları aletselleştirmeye
veya onları sadece kendi mensupları için isteyenlere sahiptir. Müslümanlar da bu
konuda bir istisna değildir. Bu nedenle, hangi ülkeden, kültürden, dinden veya ekolden
olursa olsun, evrensel adaleti savunanlar ve değer akılcılığını kullananlar, işbirliği
yaparak, önce kendi toplumlarındaki sonra da başka toplumlardaki adaleti sadece
kendileri için isteyen ve insan haklarını aletselleştirmeye çalışanlara karşı işbirliği
yapmalıdırlar.

Doğu-Batı, Batı-İslam, Avrupa-Türkiye gibi diyalektikler (çatışma tasavvurları),
insan hakları alanında bize yarar sağlamaz. Çünkü bu diyalektiklerin iki tarafında
da adalet ve insan hakları konusunda benzer olumlu veya olumsuz (evrenselci veya
cemaatçi; aletsel akılcı veya değer akılcısı) yaklaşıma sahip insanlar bulunmaktadır.

Bize göre temel diyalektik veya çatışma zalimler ve zulmü savunanlar ile adiller
ve adaleti savunanlar arasındadır. Müslümanın ötekisi zalimlerdir. Kur'an-ı Kerim'de
bu çok güzel bir şekilde ifade edilmiştir:

[… Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur]3

İnsan haklarına saygılı olan insan ister Müslüman olsun ister olmasın onunla
Müslümanların bir toplumda yaşaması mümkündür. Böyle bir insanı 'öteki' olarak görüp
ona karşı düşmanlık yapmak yasaktır. Ancak öbür yandan, bir Müslüman zulüm yapıyor
ve insan haklarına saygı göstermiyorsa, ona karşı çıkmak bir yükümlülüktür. Dolayısıyla,
sosyal seviyede biz ve öteki arasındaki ayrımın ölçütü zulüm ve adalettir. Öteki
zalimlerdir. Burada sosyal seviyede konuştuğumuzun özellikle altını çizmek gerekir;
çünkü akaid seviyesinde konu çok daha farklı bir yaklaşımla ele alınmaktadır.

İslam'ın insan haklarına nasıl baktığı sorusu, en başta hukuku ilgilendiren bir
mesele olduğundan Fıkıh bağlamında araştırılması gerekir. Konuyla ilgili bir çok
ayet ve hadis vardır; ama bunlar konunun İslam hukuk sistemi içinde nasıl ele alınıp
uygulandığını doğrudan ve tam olarak yansıtmaz. Çünkü ayet ve hadisler, diğer şeri
delillerle birlikte başvurulan kaynaklardan sadece iki tanesidir. İcma, kıyas ve
ıstılah bu deliller arasındadır.

Fıkıh'ın insan haklarına yaklaşımı tam olarak, hem soyut hukuki kurallara hem
de somut tarihi uygulamalara bakarak anlaşılabilir. Tarihi uygulanmadan soyutlanmış
olarak bir hukuku anlamak imkansızdır. Bu nedenle Fıkıh'ın insan haklarına yaklaşımının
daha iyi anlaşılabilmesi için, sadece Fıkıh metinlerine dayanan literal bir yaklaşım
yerine, hukuki ve sosyolojik bakış açıları birlikte kullanılmalıdır.4 Elinizdeki
çalışma, söz konusu yaklaşımdan hareketle konuyu hukuk sosyolojisi çerçevesinde
ele alacaktır.

Fıkıh'ın insan haklarına yaklaşımını anlayabilmek için, Fıkıh'ın çok katmanlı
ve çok değerli bir hukuk mantığı kullandığının altını çizmemiz gerekmektedir. Fıkıh'ta
ahkam üç kısma ayrılır: Zaruriyyat, nassiyyat ve içtihadiyyat. Zaruriyyat, hukukun
ebedi ve evrensel aksiyomatik ilkeleri olarak tanımlanmıştır. Nassiyyat, Şari (Allah
ve Resulü) tarafından konulan hükümleri ifade eder. İçtihadiyyat da müçtehitlerin
içtihadıyla sabit olan hükümlerdir. Nassiyyat ve içtihadiyyata, "zaruriyyat"ın mukabili
olarak "zanniyyat" da denilebilir. Burada zanniyyat, zaruriyyat kısmına giren hükümler
gibi aksiyomatik (bedihi veya aklın tartışmasız bir şekilde zorunlu bir veri olarak
kabul ettiği) olmayan hükümler anlamına gelmektedir. Zanniyyat mertebesi de kendi
içinde nassiyyat ve içtihadiyyat diye ikiye ayrılır.

Bu noktada, kavram ve terim ayrımına dikkat çekmek istiyorum. İnsan hakları kavramı
düşünce planında bütün evrensel medeniyetlerde vardır. Ancak her medeniyet, bu soyut
kavramı kendine has bir terminoloji ile ifade etmiş ve gene kendine has bir yolla
meşrulaştırmıştır. İslam hukukunda insan hakları kavramı ile alakalı olarak kullanılan
kavramlardan bazıları şunlardır: Hukûk'ul-âdemiyyin, hukûk'un-nâs, ismet, hurmet,
men', el-ûsul el-hamse, külliyyât, zarûriyyat, kerâmet, vb.5

Başlangıçta dikkat çekmek istediğim bir başka husus da, İslam dini nasıl İbrahimi
gelenekten gelen Batılı bir dinse, İslam felsefesi Yunan felsefesini içselleştirmiş
ve aşmış Batılı bir felsefe ise, İslam bilimi nasıl Batılı bir bilim ise, İslam
hukuku da Batılı bir hukuktur. Batılı olmak iyi midir, kötü müdür, bu ayrı bir konudur;
ama İslam hukukunun, İslam dini gibi,6 Batılı bir hukuk olduğu tarihi bir tespittir.
Aşağıda görüleceği gibi, günümüz dünyasında, genellikle seküler Batı hukuku ile
özdeşleştirilen bir çok insan hakları kavramı klasik Fıkıh düşüncesinde farklı bir
terminoliji ile ifade edilmiştir.

1. Hukukun Konusu Kimdir: İnsan mı, Vatandaş mı?

Fukaha hukukun konusunun, daha açık bir ifadeyle hak ve sorumlulukları yüklenecek
konunun (mevzu, suje, nesne) kim olacağı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmına
göre, hukukun konusu -dini inançları ve siyasi mensubiyeti ne olursa olsun- âdemi,
yani evrensel insandır. Diğer bir kısmına göre ise, hukukun konusu Müslüman veya
Müslüman olmayan insandır, başka bir ifadeyle din temelli vatandaşlıktır.

Başta Hanefi fukahası olmak üzere, evrensel bir yaklaşım benimseyen fukahaya
göre İslam hukuku konu olarak evrensel insanı görür, hak ve sorumlulukları insan
arasında fark gözetmeden herkese aynı şekilde yükler. Diğer mezheplerden de evrensel
yaklaşımı savunan fukaha vardır ama Maliki, Hanbeli ve Şafii mezhebinden fukahanın
büyük çoğunluğuna göre hak ve sorumluluklar kişilerin dinine ve İslam devletinin
vatandaşı olup olmamalarına göre değişir. Müslümanlar için ayrı, Müslüman ve İslam
devletinin vatandaşı olmayanlar için ayrı hukuk kuralları geçerlidir.

"Evrenselci" yaklaşım diye isimlendirdiğim birinci yaklaşıma göre İslam hukuku,
evrensel bir hukuktur, Müslüman olsun olmasın herkesi konusu olarak görür. Âdemiyyet,
yani insan olmak, hak ve sorumlulukların temelini teşkil ettiğinden, din ve cinsiyet
hak ve sorumlulukların belirlenmesinde bir rol oynamaz. Âdemiyyetin hukukun mevzuu
olarak kabul edilmesi, ırkçılık, din ayrımı ve cins ayrımı gibi muhtemel problemleri
daha baştan ortadan kaldırır. Çünkü kadın erkek, Müslüman Müslüman olmayan bütün
insanlar âdemiyyet kategorisine girer.

"Cemaatçi" yaklaşım olarak isimlendirdiğim ikinci yaklaşıma göre ise, "iman"
ve "emân" hak ve sorumlulukların belirlenmesine rol oynar: İsmet iman veya emân
iledir. Cemaatçi yaklaşım açısından din ayrımının hukukta önemli bir rol oynadığını
görmekteyiz. Fakat esas ayrım, modern bir terim kullanarak ifade etmek gerekirse,
vatandaşlar ve vatandaş olmayanlar arasındadır. Çünkü iman ve emân, cemaatçi yaklaşım
açısından vatandaşlığın temeli olarak görülür. İman ve emân sahibi olanlar, vatandaş
olurlar ve hukukun konusu haline gelirler. Vatandaş olmayanlar veya klasik ifadesiyle
'harbîler' ise hukukun konusu dışında kalırlar. Buradan hareketle, cemaatçi yaklaşıma
göre hukukun konusu "vatandaş"tır diyebiliriz.

Evrenselci ve cemaatçi okullar arasında ihtilafa sebep olan soruları şöylece
sıralayabiliriz: Müslümanlar tüm insanlık için hukuk yapabilirler mi? Yaparlarsa
nasıl yaparlar? Böyle bir hukuk yapıldığı zaman, müeyyideleri ya da yaptırımları
ne olur? Cemaatçi okul, Müslümanların İslam devletinin vatandaşı olmayanlar için
hukuk yapmasına karşı çıkar ve bunu bir devletin kendi sınırları dışında kalan insanlar
için hukuk yapamayacağı iddiasıyla temellendirmeye çalışır. Evrenselci okul ise,
bunun zorunlu olduğunu savunur ve İslam'ın maksadı bütün dünyada adaleti temindir,
teziyle bu yaklaşımı savunur.

2. Temel Haklara Kimler Sahiptir: İnsanlar mı, Vatandaşlar mı?

Yukarda ortaya koymaya çalıştığımız ayrımın birçok sonuçları vardır. Bunlar arasında
en önemlisi, temel haklara kimlerin sahip olacağıdır. Cemaatçi yaklaşım, vatandaş
olmayan insanları,7 hukukun konusu olarak görmediğinden onların hak ve sorumluluklarıyla
ilgilenmez ve böyle bir yetkiyi ve sorumluluğu kendinde görmez. Ancak evrenselci
yaklaşım, kendisini bütün insanların hak ve sorumluluklarını belirlemek ve aralarındaki
ilişkileri düzenlemekle sorumlu tutar.

Evrenselci ve cemaatçi yaklaşımlar hukukun aksiyomatik ilkeleri ve temel hakların
ne olduğu konusunda birleşirler. Her iki okula göre de zaruriyyat denilen beş temel
hak vardır: (1) hayatın dokunulmazlığı (ismetü'n-nefs veya ismetü'd-dem), (2) malın
dokunulmazlığı (ismetü'l-mâl), (3) dinin dokunulmazlığı (ismetü'd-dîn), (4) aklın
dokunulmazlığı (ismetü'l-akl), (5) nesil ve onurun dokunulmazlığı (ismetü'n-nesl
ve ismetü'l-ırz). Kısaca "ismet" olarak ifade edilen dokunulmazlık hakkı, evrenselci
okul tarafından hukukun konusu kabul edilen âdemiyet; yani mutlak manada insana
tanınır. Buna karşılık, cemaatçi okul, ismet, yani dokunulmazlık hakkını sadece
hukukun mevzuu olarak gördüğü ülke vatandaşlarına -iman ve eman sahiplerine- tanır.

Din hürriyeti hem şahıs hem de grup seviyesinde düşünülen bir haktır; çünkü din
genellikle cemaatle var olur. Bu yüzden İslam hukukunda dini gruplara 'millet'8
olma hakkı verilmiştir.

Fıkıhta söz konusu edilen her bir milleti, bir medeniyet olarak da görmek mümkündür.
Çünkü her milletin kendine has bir medeniyet ve kültürü vardır. Buradan hareketle,
İslam hukuku çerçevesinde medeniyet haklarından da bahsedebiliriz. Her medeniyetin
millet ismi verilen toplumsal bir düzen içinde varolma ve kendi kültürünü yaşatma
hakkı vardır. Fıkhî bir yaklaşıma göre, medeniyetler arasındaki ittifak, zaruriyyat
seviyesinde gerçekleşir, bunun dışında her medeniyet kendi farklılıklarını yaşama
hakkına sahiptir.9

Evrenselci okul âdemiyyet, cemaatçi okul ise İbrahimiyyet temelinde kurulmuştur
denebilir. Çünkü Ehli Kitap Hz. İbrahim neslindendir ve cemaatçi okul Ehli Kitap
dışındakileri, İslam hukuku dışında mütalaa etmektedir. Ehli Kitap millet olma hakkının
tek sahibi midir? Sadece Ehli Kitaba millet statüsü tanıyan fukaha ve bütün dinlere
millet statüsü tanıyan fukaha arasındaki ayrımın temelinde âdemiyyet ve İbrahimiyyet
yaklaşımları arasındaki fark yatmaktadır.

Evrenselci yaklaşımı benimseyen fukahaya göre, Müslümanlarla Müslüman olmayanlar
arasında ki de facto (bilfiil) ilişki, barış üzerine kurulmuştur. Çünkü onlar Müslümanlara
saldırmadıkça, Müslümanlar onlara saldıramaz. Ancak cemaatçi yaklaşımı esas alan
fukahaya göre, zimmet akdi yapmamış olan gayrı Müslimlerle Müslümanlar arasındaki
ilişki savaş ilişkisidir.

Kadın hakları açısından, evrenselci ve cemaatçi okul arasında, zaruriyyat söz
konusu olduğunda bir fark yoktur. Her iki okulun da bu seviyedeki hakların sahipleri
konusundaki yaklaşımında cinsiyet bir yer tutmaz. Ne âdemiyyet ve ne de iman ve
emân cinsiyetle alakalı özellikler değildir. Bütün insanlar kadın veya erkek olmalarına
bakılmaksızın âdemi kabul edilir, iman edebilirler veya eman antlaşması yaparak
zimmi olabilirler.

3. Temel Haklar Verili midir, Kazanılmış mıdır?

Yukarda ortaya konulan ihtilafın bir başka sonucu da hakların verili mi yoksa
kazanılmış mı olduğu ile alakalıdır. Evrenselci yaklaşıma göre, dokunulmazlık "ismet"
insanın doğuştan getirdiği bir haktır. Aşağıda önde gelen Hanefi fıkıhçılarından
Serahsi'den (ö. 1090) yapılan alıntı, bu bakış açısını güzel bir şekilde özetlemektedir:

Allah, insanı emanetini taşımak maksadıyla yarattığından dolayı, kendisinin yükleyeceği
sorumluluklara ehil hale gelsin diye ona akıl ve zimmet (kişilik hakkı) bahşetmiştir.
Sonra, ona dokunulmazlık, özgürlük ve mülkiyet hakkı bahşetmiştir ki, hayatını devam
ettirebilsin ve omuzladığı görevleri yerine getirebilsin. Sonra bu sorumluluk, özgürlük
ve mülkiyet hakkı -kişinin mümeyyiz veya gayr-i mümeyyiz olduğuna bakmaksızın- herkes
için doğuştan sabittir. Aynı şekilde, hak ve sorumluluk taşımaya uygun zimmet (kişilik
hakkı) sahibi olmak da -kişinin mümeyyiz veya gayr-i mümeyyiz olduğuna bakmaksızın-
herkes için doğuştan sabittir.10

Bu yaklaşımın örneklerini başka fakihlerin eserlerinde bulmak mümkündür. Fakat
burada yazıyı uzatmamak için sadece bir iktibasla yetineceğiz.

Serahsi'den yapılan iktibasın ortaya koyduğu gibi, evrenselci yaklaşıma göre,
insan hakları doğuştandır, Allah tarafından verilmiştir, devlet-vatandaş ilişkisi
yerine Allah-insan ilişkisi merkezlidir ve insan hakları, devlet de dahil olmak
üzere hiç bir otorite tarafından asla alınamaz.

Cemaatçi yaklaşıma göre ise, insan hakları akitseldir ve devlet-vatandaş ilişkisi
merkezlidir. İman ve eman ile kazanılan vatandaşlığı hak ve sorumlulukların temeli
olarak gören cemaatçi yaklaşıma göre, haklar devlet tarafından vatandaşlarına verilir.
Vatandaşlıklarını kaybedenler haklarını da kaybederler.

4. Azınlık Hakları: Zimmet Nedir, Cizye Niçin Ödenir?

Evrenselci okula göre, yukarda Serahsi'den yaptığımız alıntının açıkça ortaya
koyduğu gibi insanlar doğuştan "zimmet"le doğarlar. Daha açık bir ifade ile her
doğan insan, günümüzde kişilik hakkı denilen hak ve sorumluluklara ehil olarak doğar.
Bu yaklaşıma göre, Müslüman olmayanlarla yapılan zimmet akdi, zaten var bir hakkın
yazıya geçirilerek teyit edilmesinden ibarettir. Evrenselci fukahaya göre, bütün
insanlar âdemiyyet sebebiyle, aynı temel haklara sahip olduklarından ve insanlar
arasında din farkı gözetilmeden hepsi dokunulmaz kabul edildiğinden dolayı, aslında
akd-i zimmet ile verilen yeni bir hak yoktur.

Bu nedenle cizye, dokunulmazlık hakkının karşılığı olarak görülemez, çünkü dokunulmazlık
hakkı zaten doğuştan bütün insanlarda vardır. Evrenselci yaklaşıma göre, cizye Müslüman
olmayan vatandaşlara yüklenen bir vergiden ibarettir. Müslümanlar, nasıl zekat gibi
farklı bir ödeme yükümlülüğü altındaysa, Müslüman olmayanlar da cizye ödeme yükümlülüğü
altındadır.

Diğer yandan, cemaatçi okula göre, insanların doğuştan getirdikleri bir hak yoktur.
Zimmet, yani kişilik hakkı da diğer haklar gibi devlet tarafından verilen bir temel
haktır. Bu nedenle, devlet, akd-i zimmet yapan Müslüman olmayanları vatandaşlığa
kabul eder ve onlara dokunulmazlık hakkı verir. Burada devlet ile vatandaş arasında
bir kontrat söz konusudur.11

5. Fıkıh'ta Haklar ve Yaptırım

Haklar üçe ayrılır: İnsan hakları, pozitif haklar, ahlaki haklar. İnsan hakları
ve pozitif haklar devlet müeyyidesi ile uygulanır; ahlaki haklar dini, kültürel
ve sosyal müeyyideler ile uygulanır. Öte yandan, insan hakları evrenseldir, pozitif
haklar sadece bir devletin vatandaşlarına aittir.

Fıkıh'ta da hakları üç kısma ayrımak mümkündür: (1) Evrensel olarak bütün insanlığa
tanınan haklar. Yukarda sözünü ettiğimiz beş temel hak; (2) Vatandaşlar arasında
bir gruba tanınan haklar. Belli meslek erbabına veya belli bir bölgede yaşayanlara
devlet tarafından tanınan haklar; (3) Ahlaki haklar, mesela anne ve baba hakları.

Dayandıkları hükmün özelliği açısından mukayese edersek, birinci gruba giren
haklar, zarurriyyat ve külliyyat denilen ahkam ile sabit olur. İkinci ve üçüncü
gruba girenler ise nass veya içtihat ile sabit olur.

Haklar ve makasıd arasında da önemli bir ilişki vardır: (1) Zaruriyyat: Bu kısma
giren haklar, modern hukuktaki birinci nesil insan haklarına benzeyen haklardır
ve devletin sorumluluğundadır; (2) Haciyyat: Modern hukuktaki ikinci nesil insan
haklarında, yani ekonomik, sosyal ve kültürel haklara benzerler. Devlet bu hakları
destekler ama sorumlu değildir. Mesela temel ihtiyaçların (havaici asliyye) karşılanması
bu gruptandır. (3) Tahsiniyyat: Üçüncü nesil ahlaki haklar olarak görülebilir. Devletin
sorumluluğu ve yaptırım alanı dışındadır.

6. Tarihte Uygulama

Yukarda kısaca ortaya koymaya çalıştığımız insan haklarına dair farklı yaklaşımlar
İslam tarihi boyunca farklı yönetimler altında ve farklı coğrafyalarda uygulanmıştır:
Emeviler, Abbasiler, Endülüs Emevileri, Hindistan'ta yaşamış olan Babürlüler ve
Osmanlılar en başta gelen örnekler arasındadır.

Osmanlılar yukarıdaki bahsi geçen yaklaşımı özellikle 19. asırda dönemin değişen
siyasi ve hukuki şartları altında yeniden gözden geçirmiş ve tecdid yaklaşımıyla
reform yapmışlardır. Bu reformlar arasında en önemlileri şunlardır: 1808 Sened-i
İttifak, 1839 Tanzimat'ın ilanı, 1876 Birinci Anayasal ve parlementer rejim, 1908
İkinci Anayasal ve parlementer rejim.

Bu reformlar Fıkıh'taki evrensel insan hakları yaklaşımının yeni bir terminoloji
ile ifadesi olarak görülmüştür. Bu yüzden, Halife, Şeyhülislam ve ulemanın büyük
çoğunluğunu söz konusu reformları İslam'dan uzaklaşma olarak görmemiş, karşı çıkmak
yerine onları onaylamıştır.

Sonuç

Müslümanlar tarihte yukarıda kısaca ortaya koymaya çalıştığımız evrenselci yaklaşım
sayesinde, çok dinli ve çok medeniyetli siyasi sistemlerin hukuki zeminini hazırlamışlar
ve bunu başarıyla çok geniş bir coğrafyada ve uzun asırlar boyunca uygulamışlardır.
Ancak bu miras günümüzde unutulmaya yüz tutmuştur.

Huntington'un meşhur kitabında12 bahsettiği dokuz medeniyetten altı tanesi Müslümanların
yönetimi altında yaşamıştır.13 Dünya medeniyetlerinden sadece üç tanesi İslam yönetimi
altında yaşamamıştır. Çok medeniyetli bir yönetim hukuki ve felsefi temelini 'ismet
âdemiyyetledir' ilkesinde öz bir şekilde ifade edilen evrenselci Fıkıh yaklaşımından
almıştır.

Âdemiyyetin ve dokunulmazlığın insan olma özelliği üzerine kurulduğu yaklaşımının
günümüzde Fıkıh içindeki yerini yeniden kazanması, Müslümanların içinde yaşadığımız
dünyada insan hakları tartışmalarına yeniden katkı yapabilecek bir konuma gelmeleri
için ön şarttır.

Öz

Bu yazının insan haklarına temel yaklaşımı 'varım, öyleyse haklarım var' ifadesiyle
özetlenebilir. Başka bir ifadeyle insanın haklarının temeli, insanın varlığıdır.
İslam hukukçuları insanlık özelliğini, insan haklarının temeli yapmakla evrensel
bir yaklaşım benimsemişlerdir. Bu çalışmada Fıkıh'ın insan haklarına nasıl yaklaştığı,
insan haklarını nasıl ele aldığı hukuk sosyolojisi çerçevesinde incelenmektedir.

Anahtar Kelimeler: İnsan hakları, ismet, ademiyet, fıkıh, adalet, evrenselci
yaklaşım, cemaatçi yaklaşım

Abstract

The fundamental approach of this text to the human rights can be summarized with
the following phrase: "I am, therefore I have my rights." In other words, the basic
of the human rights is the existence of human being. While Islamic jurists were
making the feature of being human the basic of human rights, they claimed a universalistic
approach to human rights. This article investigates how Fiqh approaches human rights,
and how it deals with human rights from the point of the view of sociology of law.

Key Words: Human rights, inviolability, humanity, fiqh, justice, universalistic
approach, communitarian approach

Dipnotlar

1. Âdemiyyet, 'insan olmak' (humanity), 'ismet' dokunulmazlık (inviolability)
demektir.

2. Burada ayrım sosyolojide Max Weber tarafından ön plana çıkarılan, 'aletsel
akıl' (instrumental rationality) ve 'değer akılcılığı' (value rationality) ayrımına
gönderme yapmaktadır.

3. Bakara 192.

4. Metot konusunda ayrıntılı bir tartışma için bkz. Recep Şentürk, "Haklar Sosyolojisi:
İslam'da Evrensel ve Cemaatçi Yaklaşımlar Arasında İnsan Hakları" [Sociology of
Rights: Human Rights in Islam between Communal and Universalistic Perspectives],
(Tr. Şule Akbulut), İnsan Hakları Dergisi [Human Rights Review], 2005 (5), pp. 43-100.

5. Bu konuda bkz. Recep Şentürk, "Adamiyyah and 'Ismah: The Contested Relationship
between Humanity and Human Rights in the Classical Islamic Law", İslam Araştırmaları
Dergisi (Turkish Journal of Islamic Studies), ISAM, 2002 (8), pp. 39-70.

6. Dinler tarihinde, dinler tasnif edilirken, İslam dini, Yahudilik ve Hıristiyanlıkla
beraber Batılı dinler arasında sayılır. Bu yaklaşım genellikle bilinen bir husustur.
Ancak, İslam hukukunun Batılı bir hukuk olduğunun anlamı üzerinde durulmamış ve
araştırılmamış bir husustur.

7. Yani Müslümanları ve zimmileri.

8. Kendi iç işlerinde kısmen özerk dini topluluk. İslam idaresinde bütün dini
topluluklar 'millet' olarak görülür. Mesela, İslam milleti, Yahudi milleti, Ermeni
milleti gibi. İslam milleti, millet-i hakime (yönetici millet) kabul edilir.

9. Fıkıh sadece insanlar arası ilişkilerin hükümleri üzerinde durmaz. Aynı zamanda
milletler veya medeniyetler arası ilişkilerin ahkamını da üretir. Burada iki analiz
seviyesi görmekteyiz: 'Mikro-Fıkıh' ve 'makro-Fıkıh'. Mikro-Fıkıh, fertler arası
ilişkileri, makro-Fıkıh gruplar, dinler ve medeniyetler arası ilişkileri konu edinmektedir
denebilir.

10. Bu ibarenin aslı şöyledir: "Li enne Allâhe te'âla lemmâ halaqa'l-insâne li
hamli emânetihi ekramehû bi'l-'aql ve'z-zimmeti li yekûne bihâ ehlen li vücûbi huqûqillahi
te'âla aleyhi. Sümme esbete lehû el-'ismete ve el-hürriyyete ve el-mâlikiyyete li
yebqâ fe yetemekkene min edâ'i mâ hümmile mine'l-emâneti. Sümme hazihi'l-emânetü
ve'l-hürriyyetü ve'l-malikiyyetü sâbitetün li'l-mer'i min hînin yûledu, el-mümeyyiz
ve ğayru'l-mümeyyiz fîhi sevâun. Fekezâlike ez-zimmetü's-salihatü fi vücûbi'l-huqûqi
fihâ sâbitun lehû min hînin yûledu yestavî fihi'l-mümeyyizü ve ğayru'l-mümeyyizi."
Bkz. Serahsi, Usûl: s. 333-4.

11. Daha ayrıntılı bir tartışma için bkz. Recep Şentürk, "Minority Rights in
Islam: From Dhimmi to Citizen" in Islam and Human Rights (ed. Shireen T. Hunter
and Huma Malik) Washington, DC: Center for Strategic & International Studies, 2005,
pp. 67-99.

12. Samuel P. Huntington, The Clash of Civilizations and the Remaking of World
Order, New York: Simon and Schuster 1996.

13. Huntington, dünya düzeninin nasıl yeniden yapılanacağından bahsettiği eserinde,
günümüz dünyasında dokuz medeniyet olduğundan bahsetmektedir: Batı, Latin Amerika,
Afrika, İslam, Çin, Hind, Ortodoks, Budist ve Japon. Huntington bu medeniyetlerin
kaçınılmaz olarak çatışacağı tahminini yürütmektedir. Dikkat edilirse bu medeniyetlerden
altı tanesi İbn Haldun zamanında tamamen veya kısmen Müslümanların yönetiminde birlikte
yaşamaktaydı: İslam, Afrika, Hind, Ortodoks, Budist ve Endülüs'ü tecrübesinde olduğu
gibi kısmen Batı. Huntington'un sözünü ettiği medeniyetlerden, sadece Çin, Japon
ve Latin Amerika medeniyetleri İslam yönetimi altında değildi. Huntington'a göre
medeniyetler arasındaki kültür ve değer farklılıklar kaçınılmaz olarak çatışmaya
dönüşmek zorundaysa, Müslümanların yönetimi altında adı geçen medeniyetler nasıl
oldu da asırlarca birlikte yaşayabildiler?