War and Peace according to the Conception by Bediüzzaman
1. Bölüm: Risale-i Nur’da Savaş
Modern çağın özellikle talihsiz bir vaktinde bu panelde1 bir
araya gelmiş bulunuyoruz. Barış hakkında konuştuğumuz şu anda bile, hemen yanı
başımızdaki Irak üzerine bombalar yağmakta, masum insanlar katledilmekte ve
sakat kalmakta, evleri yıkılmakta ve hayatları param parça edilmektedir.
Uluslararası hukuk kuralları ihlal edilmekte, II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya
barışı ve dostluğunu tesis etmek için kurulan Birleşmiş Milletler görmezlikten
gelinmektedir. Sivil toplumun ilerlemesi çok ciddi bir darbe almış ve insanoğlu
barbarlık devrine doğru büyük bir geri adım atmıştır. Şu anda, kuvvetlinin haklı
olduğu orman kanunları, ilahi bir şekilde ortaya konulan kardeşlik, insan
kıymeti, ahlak ve barış değerlerine üstün gelmektedir.
Bu nedenden dolayı, yirminci asırda savaşın manasını ve barışa
giden yolu anlamamızda olumlu yönde katkıları bulunan bir insanın düşüncelerini
incelemek üzere bir araya gelmemiz uygun olmuştur. Said Nursi, savaş ve barış
hakkındaki yazılarını fildişi kulesinde oturup da yazmamıştır. Kendisi bizzat
her iki dünya savaşının dehşetini yaşamıştır. Eski Said I. Dünya Savaşında aktif
görev almış, Rus istilasına karşı vatan müdafaasında Kafkasya’da milis
alaylarını yönetmiş ve kendisi bu yüzden savaş madalyası ile taltif edilmiştir.
Top gülleleri arasında siperlere sığınmayı reddedip at üstünde kalarak
cesaretini göstermiştir. Savaşın ortasında, yanındaki katibe Kur’an tefsiri
yazdırarak sahip olduğu imanı göstermiştir.2 Daha sonra esir düşerek Rusya’nın
uzak yerlerine sürgün edilmiştir.
Otuz yıl sonra, Said Nursi II. Dünya Savaşı’nı yaşamıştır. Bu
esnada, Yeni Said manevi iklimlerde bir seyahat yaşamış, etrafında cereyan eden
dünyevi hadiseler onun dikkatini dağıtamamıştır. Bu devirde günlerini ve
aylarını Kur’an’ı incelemeye adamış ve şöyle demiştir: "Ben dört senedir, bu
harbin ne safahatını ne de neticelerini ve ne de sulh olmuş olmamış
bilmediğimden ve sormadığımdan, Bu kudsî sûrenin, daha ne kadar bu asra ve bu
harbe işareti var? Diye, daha onun kapısını çalmadım."3 Bediüzzaman’ın aktif
kişiliğinden mütefekkir bir Kur’an tilmizine inkılabı, bu konuda benden çok daha
bilgili insanlar tarafından incelenmiştir; ancak sanıyorum savaş tecrübelerinin
onun inkılabı üzerindeki büyük tesirini hiç kimse inkar etmeyecektir.
Risale-i Nur’dan açıkça anlaşılacağı üzere, kâh Rusya’nın uzak
bir köşesinde savaş esiri olan kâh kendi öz vatanında hapse maruz kalan Said
Nursi’nin, savaşı ve uzun süren hapisleri bizzat kendisinin tecrübe etmesi, onun
karakterinin ve dini vizyonunun gelişmesinde etkili olmuştur. Risale-i Nur’da
birçok yerde işaret edildiği gibi onun savaş esiri olduğu ve hapse maruz kaldığı
yerler kendisi için bir "Medrese-i Yusufiye" olmuştur. Bu mekanlarda dünyayı
terk eylemiş, vaktini kesinlikle boşa geçirmemiş, manevi faydalar ve güzel
neticeler elde etmiştir.4
Lem’alar adlı kitaptaki güzel bir paragrafta, Said Nursi onun
manevi gelişimine meydan veren hadiseleri şöyle anlatır:
"Harb-i Umumîde, esaretle, Rusya’nın şark-ı şimalîsinde, çok
uzak olan Kosturma vilâyetinde bulunuyordum. Orada Tatarların küçük bir camii,
meşhur Volga Nehrinin kenarında bulunuyordu. Oradaki arkadaşlarım olan esir
zabitler içinde sıkılıyordum. Yalnızlık istedim. Dışarıda izinsiz gezemiyordum.
Tatar mahallesi, kefaletle beni o Volga Nehrinin kenarındaki küçük camiye
aldılar. Ben yalnız olarak camide yatıyordum. Bahar da yakın. O şimal kıtasının
pek çok uzun gecelerinde çok uyanık kalıyordum. O karanlık gecelerde ve
karanlıklı gurbette, Volga Nehrinin hazîn şırıltıları ve yağmurun rikkatli
şıpıltıları ve rüzgârın firkatli esmesi, beni derin gaflet uykusundan muvakkaten
uyandırdı. Gerçi daha kendimi ihtiyar bilmiyordum; fakat Harb-i Umumîyi gören
ihtiyardır."5
Ölümle yüz yüze gelişi ve savaşta çektiği sıkıntılar da Said
Nursi’nin dini hakikatleri anlayışında etkili olmuştur. Şehitlerin ve
diğerlerinin berzah aleminden nasıl istifade ettiklerini belirttiği yazısında
yeğeni Ubeyd’in ölümünü şöyle anlatır: "Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem
vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede
esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yı
sadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda
tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını
söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilâsından çekindiği için,
yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış."6 Nursi, sonuç olarak bu cüz’i
rüyanın gerçek iman sahipleri için, ölümden sonra hayat olduğu hakikatine tam
bir kanaat verdiğini ifade etmektedir.
İnanan insanlar her ne kadar savaşın insanlıktan uzak
gerçeklerinden önemli dersler çıkarsa da, kendini Allah için adayan bir insan
savaşın kötü sebeplerine ve çirkin sonuçlarına gözlerini kapayamaz. Said
Nursi’ye göre insanlar ve hükümetler I. Dünya Savaşı’ndan ders almamış ve bu
umursamazlık onları daha büyük ikinci bir savaşa götürmüştür.7 Said Nursi’nin
görüşleri "Tarihteki hatalardan ders almayı reddedenler, onları tekrar etmeye
mahkumdur" atasözünü doğrular gibi gözükmektedir. Nursi, II. Dünya Savaşı’nı
"küre-i arzı herc ü merce getiren"8 ve umumi "açlık ve tahribat ve israfat"9
meydana getiren bir hadise olarak dile getirmiştir. Savaşın sebep olduğu bu
umumi acının sorumluları da, Nursi’nin görüşüne göre, siyasiler ve medya idi.
Kur’an’da düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden bahseden Felak
Suresi’nin 4. ayetinin tefsirinde, Said Nursi bu bölümü savaş taraftarı
siyasilerin ve onların kontrolündeki haber medyasının, kendilerine hizmet eden
propagandaları ve diplomatik entrikaları ile ilişkilendirmiştir. Onun
belirttiğine göre, insanoğlunu geri götüren ve insanlığın ilerlemesini durduran
I. Dünya Savaşı’nın sorumluları da yine böyle politikacılar ve medya patronları
idi. Onun ifadeleriyle; "…siyasî diplomatların, radyo diliyle herkesin
kafalarına sihirbaz ve zehirli üflemeleriyle ve mukadderat-ı beşerin düğme ve
ukdelerine gizli plânlarını telkin etmeleriyle bin senelik medeniyet
terakkiyatını vahşiyâne mahveden şerlerin vücuda gelmeye hazırlanmaları tarihine
tevâfuk ederek [mealen-düğümlere üfleyen büyücüler]’in tam mânasına tetâbuk
eder."10 Maalesef, liderler I. Dünya Savaşı’ndan ders almamış ve bencillik,
ırkçılık, acımasız gaddarlık, askeri diktatörlükler, zulüm ve aşırı
milliyetçilik11 ile mukabele etmişlerdir. Bütün bunlar da II. Dünya Savaşı için
"hırs ve haset"12 şeklinde ortaya çıkan insan ihanetine zemin hazırlamıştır.
Bir nesilden diğerine aktarılan ve tekrar tekrar yaşanan yıkım,
korku, öfke ve umutsuzluk. Peki, bir savaşın diğer bir savaşın bahanelerini ve
nedenlerini hazırladığı bu fasid daireden kurtuluş yolu nedir? Said Nursi bu
cevaplaması zor suale "Leyle-i Kadirde İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme"de
cevap verir. Yanlışlıkların, öfke ve intikam arzusunun zincirini keskin bir
kılıç gibi kesecek olan; insanlığı kendine ve başkalarına zarar verecek
davranışlardan alıkoyup onları insanlığın asıl gayesi olan hakiki baki bir
hayata sevk eden yalnızca Kelamullah’tır. İnsanların, anlaşmazlıkları şiddet ve
savaş ile çözme arzusuna Said Nursi’nin esaslı bir cevabı niteliğinde
olduğundan, bu bölümü uzunca nakledeceğim:
"Nev-i beşer, bu son Harb-i Umuminin eşedd-i zulüm ve eşedd-i
istibdâdı ile ve merhametsiz tahribâtı ile; ve bir tek düşmanın yüzünden yüzer
mâsumu perişan etmesiyle; ve mağlûpların dehşetli me’yusiyetleriyle; ve
galiplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhâfaza ve büyük tahribâtlarını
tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla; ve dünya hayatının
bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeniyet fantâziyelerinin aldatıcı ve
uyutucu olduğu umuma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidâdâtın
ve mahiyet-i insaniyesinin umumi bir sûrette dehşetli yaralanmasıyla; ve gaflet
ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında
parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi
olan siyâset-i rûy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakiki sûreti
görünmesiyle … fıtrat-ı beşerin hakiki sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün
kuvvetiyle arayacak."13
İnsanoğlunun hakiki aradığı ve sevdiği baki hayatı Kelamullah’a
uygun yaşayarak ulaşacağına kalbinin derinliklerinde duyduğu itminan sebebiyle,
Said Nursi gelecekten ümitvardır. Savaşlar, siyasetin gerçek yüzünü, askeri
gücün sınırlılığını, insan hayatının faniliğini gösterirler. Her şeye Kadir olan
Allah insanların kendilerini bulaştırdıkları hilelerden daha kuvvetlidir;
liderlerin ve yönetenlerin kalplerini aydınlatmaya ve değiştirmeye muktedirdir.
"Kàdir-i Külli Şey bir dakikada bulutlarla dolmuş cevv-i havayı
süpürüp temizleyerek semânın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu
zulümatlı ve rahmetsiz bulutları izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi
gösterir. Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin
başlarına akıl ve kalblerine iman versin; o vakit kendi kendine iş düzelir."14
Said Nursi, toplumdaki değişimlere etki edebilmek, insanoğlunun
kendini aldatmasını ortadan kaldırabilmek için, Kelamullah’a uygun yaşamaya
çalışan dindar insanların aşikar zaaflarına bakarak cesaretini kırmamıştır.
Şiddet, kuvvet ve ekonomik kazanç güçleri, her ne kadar insancıl ve ilahi
değerlere kıymet veren ve ona uygun yaşayan insanlara üstün geliyor gözükse de,
uzun vadede üstün gelemeyeceklerdir. Çünkü onlar, her şeye Kadir olan Allah’ın
iradesine muhalif bir şekilde hareket etmektedir. Bu nedenle, Said Nursi’nin
savaş meselesi üzerine son sözü, nihai zaferin barış ve ilahi değerler uğrunda
ayakta duranların olacağını doğrular mahiyettedir. Said Nursi şöyle der; "Tâ
mahz ve halis çıksın mebadide, dünyada bâtıl etse galebe, fakat kazanmaz harbi.
"Âkıbetü’l-müttakîn" ona vurur bir darbe"15
2. Bölüm: Risale-i Nur’da Barış
2002 senesinin Eylül ayında, İstanbul’daki barış ve hoşgörü
konulu Uluslararası Risale-i Nur Sempozyumu’nda bir konuşma yapmıştım. Bu
sunumda, Risale-i Nur’da bulunan barış temasının doğasını ve gerektirdiklerini
ortaya koymaya ve bu görüşlerin Papa II. John Paul’ün görüşleriyle uygunluğunu
göstermeye çalışmıştım. Burada o sunumda söylediğim her şeyi tekrarlamayacağım,
ancak Risale-i Nur tarafından gözler önüne sunulan barışa giden yoldaki bir çok
önemli noktayı şu andaki dünya hadiselerinin ışığında sizlere aktarmak
istiyorum.
Barışı tesis etmek isteyenlerin ilk görevi, kurmak istedikleri
medeniyet hakkında belirgin fikre sahip olmalarıdır. Gayelerimiz nedir? Neyi
hedef alıyoruz? Toplumu kurarken sarf ettiğimiz emeklerimizin bizi nereye
götürmesini istiyoruz? Said Nursi için İslam’ın sunduğu ilahi değerleri rehber
edinen medeniyet, zenginin ve güçlünün istediğini elde edebildiği, teknoloji ve
servetteki üstünlüklerini, başkalarının kendilerine itaat etmeleri için
kullandıkları orman kanunlarının geçerli olduğu bir toplum değildir. Said Nursi,
İslam’ın sunduğu ilahi değerleri rehber edinen ahlakı; doğruluk, adalet ve
düzenin en yüce değerler olarak kabul edildiği bir anlayış olarak görmektedir.
"Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği
medeniyet ise: Nokta-i istinâdı, kuvvete bedel haktır ki; şe’ni, adâlet ve
tevâzündür. Hedefi de, menfaat yerine fazilettir ki; şe’ni, muhabbet ve
tecâzübdür. Cihetü’l-vahdet de, unsûriyet ve milliyet yerine, râbıta-i dinî ve
vatanî ve sınıfıdir ki; şe’ni, samîmî uhuvvet ve müsâlemet ve hâricin tecâvüzüne
karşı yalnız tedâfü’dür. Hayatta, düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki;
şe’ni, ittihad ve tesânüddür."16
Said Nursi’nin ardından ilerleyen Müslümanlar, haklı olarak
böyle bir medeniyeti "İslam medeniyeti" olarak adlandıracaklardır. Ancak size
şunu belirtmeliyim ki; bir Hıristiyan olarak Said Nursi’nin yaptığı ilahi
değerleri rehber edinen medeniyet tarifini okuduğumda, benim ve Hıristiyan
dostlarımın kurmaya çalıştığı medeniyet tarifinden farklı bir şey bulamıyorum.
Benim bu söylediklerime inanmak zorunda değilsiniz. Dünyadaki Katolik
Hıristiyanların manevi lideri Papa II. John Paul’ün bütün sözleri, yukarıda
Risale-i Nur’da tarif edilen böyle bir medeniyeti işaret etmektedir.
Gerçek Hıristiyanlar ve gerçek Müslümanlar arasında bir
medeniyet çatışması yoktur. Bunda şaşılacak bir şey yoktur, çünkü her iki
topluluk da bir ve tek Allah’a inanmakta ve o Allah’ın öğrettiği prensipler ve
değerler çerçevesinde bir toplum kurma arayışındadırlar. Eğer bir çatışma varsa,
bu bir tarafta inanan insanların, Said Nursi’nin deyimiyle "müttakîn"in,
medeniyeti ile diğer tarafta Allah’ı günlük yaşamlarında, siyasette, ekonomide
ve sosyal ilişkilerde akıllarına getirmemeye çalışan; dini ise, şahsi inançlara,
etkisiz törenlere ve renkli folklora indirgeyen bir medeniyetin çatışmasıdır.
Yalnızca insan aklı üzerine kurulan ahlak sistemleri başarısız
olur, çünkü onlar Allah’ı insan hayatının Sani’si, Mürebbi’si ve Muin’i olarak
hesaba katmamaktadırlar. Felsefi akılcılık insanın neyi istediğini bildiğini ve
bu istenilen hedefe ulaşmak için daima çalışacağını farz eder. Ancak acı gerçek
şudur ki, insanlar sık sık öfke, korku, kıskançlık ve benzeri sebeplerle kendi
menfaatlerinin aksine hareket eder; bencillik, cahillik ve tembellik gibi
nedenlerle istedikleri şeylere ulaşamazlar. Bununla birlikte, İncil ve Kur’an’da
bize öğretildiği gibi, dini bir yönlendirme inananları pişmanlık ile Allah’a
dönmeye, af dilemeye ve yeni bir biçimde başlamaya sevk ederek insanın hata
yapabileceği gerçeğine de imkan tanır. Said Nursi "Ahlâk-ı İlâhiye"nin
peygamberlerin çağrılarında önemli bir nokta olduğunu belirtir. "Ahlâk-ı İlâhiye
ile muttasıf olup Cenâb-ı Hakk’a mütezellilâne teveccüh edip, acz, fakr,
kusurunuzu bilip, dergâhına abd olunuz."17
Bu sebeple, barış ve adalet temelleri üzerine kurulacak bir
medeniyet tesis etmek için atılacak ilk adım, kendi gayretlerimize güvenir ya da
kendi fikirlerimizi takip edersek başarılı olamayacağımızı anlamaktır. Yalnızca
Allah’tan gelen güce ve rehberliğe ihtiyacımız vardır. Gerçek barış yalnızca,
insanlar Allah’ın emirlerine uyduklarında ve Allah’a samimi bir tevbe ile
döndüklerinde gerçekleşecektir.
Said Nursi, evrensel barış isteğinde dünya üzerindeki
milyonlarca insanın özlemini dile getirmektedir. Her iki Dünya Savaşının
getirdiği sıkıntıyı, kederi ve yıkımı kendi gözleriyle görmüş; herkes için barış
ve refahın olduğu bir devri görmek istemiştir.18 Said Nursi bunu, İslam’ın
yeryüzündeki misyonu ve Müslümanların yerine getirmesi gereken bir görevi olarak
görmektedir. Said Nursi’ye göre, "İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyet’in
kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden
temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek."19
Bu onun Müslümanlar için tahayyül ettiği, benim fikrime göre
Hıristiyanlar ve bir Allah’a ibadet eden, O’nu seven ve O’na itaat eden tüm
insanlar tarafından da paylaşılacak, soylu bir görevdir. Evrensel barış yalnızca
insani bir arzu değil, aynı zamanda bütün inanan insanlara Allah tarafından
verilen bir görevdir. Said Nursi’nin İslam’ın günümüz dünyasında barış sağlayıcı
bir rol oynayacağına dair kanaati, Katolik Kilisesi’nin II. Vatikan
Konsülü’ndeki, Hıristiyanların ve Müslümanların "barış, özgürlük, sosyal adalet
ve ahlaki değerler"20 tesisi için tüm insanlık yararına birlikte çalışmak gibi
ortak bir görevlerinin bulunduğu bildirisiyle aynı doğrultudadır.
Bu hedefin geçmişte Hıristiyan insanlar ve yönetimler tarafından
genellikle takip edilmediği yönünde bir itiraz gelebilir. Dini savaşlar, Haçlı
Seferleri, sömürgecilik ve hatta bugün bile, daha zayıf milletleri bombalayan,
istila ve işgal eden hükümetlerin ve askeri liderlerin hareketleri akla
gelebilir. Ancak, hepimiz hatırlamalıyız ki, İslam’ın yalnızca kendini "İslami"
şeklinde adlandıran kişi, grup ya da hükümetlerin yaptıklarıyla yargılanmaması
gerektiği gibi, Hıristiyanlık da kendini "Hıristiyan" olarak tanımlayan her
kişi, grup ya da hükümetin yaptıklarıyla yargılanmamalıdır.
Aslında, insanların kendilerine ne isim verdikleri ya da
başkaları tarafından kendilerine ne isim verildiği genellikle bir propaganda
malzemesi, insanları gerçeğin zıddı bir şeye inandırma gayretidir. Said Nursi
kendisinin sık sık yanlışlıkla sorun çıkaran ve barışı bozan birisi olarak
suçlandığını belirtir. O, bu suçlamaların dindar olmayan insanların, inançlarını
ciddiye alan insanlara karşı duydukları korkudan kaynaklandığını düşünmektedir.
Said Nursi şöyle der: "Benim hakkımda, müstesna bir surette, pek ziyade ehl-i
dünya tevehhüm edip âdetâ korkuyorlar. Bende bulunmayan ve bulunsa dahi siyasî
bir kusur teşkil etmeyen ve ittihama medar olmayan …bende bulunmayan emirleri
tahayyül ederek evhâma düşmüşler."21
Bu, Said Nursi’nin kendi vicdanına zıt bir harekette bulunduğu
ya da kabul etmediği bir emre itaat ettiği anlamına gelmemektedir. Said Nursi
şöyle der: "…bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen
taraftar değiliz. Ve şahsımız itibarıyla amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene
işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde siyasete karışmadık,
idareye ilişmedik, âsâyişi bozmadık. Yüz binler Nur arkadaşım varken, âsâyişe
dokunacak hiç bir vukuatımız kaydedilmedi."22 Binlerce Amerikalı dostumuzun
kanun ve adalet dışı kabul ettikleri bir savaşı protesto etmek için sivil
itaatsizlik, pasif ve şiddetsiz başkaldırı sergiledikleri böyle bir tarihte,
Said Nursi’nin bu örneği oldukça uygundur. Said Nursi kendi hayatında da
sergilediği gibi, barış yalnızca otoritenin verdiği emirlere itaat ederek elde
edilemez. Hem başta Allah’ın iradesine bağlı olan inanan dindar insanlar olarak,
hem de hukukun gücüne ve sivil topluma bağlı olan düşünen vatandaşlar olarak,
genelde haklı ama bazen derin bir hata içinde bulunan otoritelere eleştirel
yaklaşım, barışa ulaşabilmek için temel şarttır.
Son olarak değineceğim nokta Said Nursi’nin üzerinden tekrar
tekrar geçtiği bir noktadır. Bu da, uzun süreli bir barış için gerçek manada bir
musalahanın gerekliliğidir. Birisi diğerine haksızlık ettiğinde, bir millet
diğerine karşı çatışma çıkardığında, sonuç; korku, öfke ve endişedir. Çatışma
çıkaran tarafta, bir suçluluk duygusu ve kendini haklı çıkarma arzusu vardır.
Televizyon, gazeteler ve bilimsel yayın organları gibi medya unsurları bir
hükümetin politikalarını ve hareketlerini kabul edilebilir göstermek ve
kamuoyunu şekillendirmek için kullanılır, ancak başkalarıyla çatışma ve şiddetin
özünde genellikle insanın açgözlülüğü ve bencilliği yatmaktadır. Said Nursi
şöyle der: "Bunun tek bir çaresi var: O da Kur’ân’ın emrettiği ve hak ve hakikat
ve maslahat ve insaniyet ve İslâmiyet iktizâ ve teşvik ettikleri olan, barışmak
ve musâlâha etmektir."23
Bu, kişilerin ve milletlerin işlediği kötülüklerin genelde
değmeyen nedenler tarafından harekete geçirildiğinin bir kabulünü, dürüstlüğü
gerektirir. "Üç günden fazla, bir mü’min diğer bir mü’mine küsmemek" İslâmiyet
emrediyor diye belirterek, Said Nursi bir musalaha olmadığı takdirde, her iki
tarafın da korku ve intikam sancısı ile ızdırap çekeceğini öğretir. Bu nedenle,
Said Nursi’nin düşüncesinde, hakiki bir musalaha olmadığı müddetçe gerçek bir
barış olmayacaktır.
Bir musalaha olmadığı takdirde, insani ilişkilerde açılan
yaralar mikrop kapar, derinleşir ve dargınlığa inkılab eder. İhtilaf ihtilafı
doğurur, şiddet daha fazla şiddete yol açar ve çatışma hali sonsuza dek sürer.
Bu iç içe giren şiddet tepkileri ile ters tepkilerin döngüsünden tek çıkış yolu
musalahadır. Musalaha, askeri güçlerin asla ulaşamayacağı bir şekilde, birinin
diğerine karşı yaptığı hatalardan kaynaklanan şüphe ve dargınlığı tedavi eder.
Said Nursi’nin dediği gibi; "O cüz’î musîbet büyük olur, devam eder. Eğer
barışsalar ve öldüren tevbe etse ve maktüle her vakit duâ etse, o halde, her iki
taraf çok kazanırlar ve kardeş gibi olurlar. Bir gitmiş kardeşe bedel, birkaç
dindar kardeşleri kazanır."24
Beşeri münasebetlerde büyük gerginlik yaşadığımız şu vakitte,
Risale-i Nur’un mantıklı tavsiyelerine özellikle ulus liderlerinin kulak vermesi
için, insanlık adına adil ve kalıcı bir barış arayışındaki dünya insanları
olarak Allah’a inanan her birimiz dua edelim.
Öz
Bu makale Yeni Asya Gazetesi tarafından düzenlenen,
"İslamiyet’in Dünya Barışına Katkısı" konulu panelde tebliğ olarak sunulmuştur.
Makale’de Bediüzzaman’ın Düşüncesinde Savaş ve Barış kavramları incelenirken
Said Nursi’nin savaş ve barış hakkındaki yazılarını fildişi kulesinde oturup da
yazmadığına kendisinin bizzat her iki dünya savaşının dehşetini yaşadığına
dikkat çekilmiş, Said Nursi’nin eserlerinden yola çıkılarak insanlığı gözyaşına
boğan dünya savaşları gibi büyük zulümlerin, yanlışlıkların sebepleri incelenmiş
ve bundan kurtulma yolları gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Said Nursi, Risale-i Nurlar, Savaş, Barış,
I. ve II. Dünya Savaşları, Kelamullah
Abstract
This article is firstly presented as a paper in the panel of
“The Contribution of Islam to the World-Peace” organized by Yeni Asya Newspaper.
The author deals with the concepts of war and peace according to Bediüzzaman’s
thought. Bediüzzaman did not write his texts on war and peace from an ivory
tower, but he survived and suffered two world wars. The author comments on the
reasons of the failures and of the great oppressions such as world wars which
has caused the whole humanity a lot of fears and sufferings basing his ideas on
Bediüzzaman’s contributions on these issues.
Keywords: Said Nursi, Risale-i Nurs, war, peace, the First
and Second World Wars, God’s words
Dipnotlar
1. Bu makale Yeni Asya Gazetesi tarafından düzenlenen,
"İslamiyet’in Dünya Barışına Katkısı" konulu panelde tebliğ olarak sunulmuştur.
30 Mart 2003, İstanbul.
2. Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul, 1998, s. 94.
3. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Meyve Risalesi, On Birinci
Mesele, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1994, s. 240.
4. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yirmi Altıncı Lem’a, Yeni
Asya Neşriyat, Germany, 1994, s. 258-265.
5. Nursi, Lem’alar, Yirmi Altıncı Lem’a, s. 234.
6. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Birinci Mektub, Yeni Asya
Neşriyat, İstanbul, 2001, s. 12.
7. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Lemeat, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul, s. 651.
8. Nursi, Şualar, Meyve Risalesi, Dördüncü Mesele, s. 184.
9. Nursi, Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s. 151.
10. Nursi, Şualar, Meyve Risalesi, On Birinci Mesele, s. 239.
11. Nursi, Şualar,
On İkinci Şua, s. 260.
12. Nursi, Şualar, Meyve Risalesi, On Birinci Mesele, s.
239.
13. Nursi, Sözler, On Üçüncü Söz, İkinci Makam, s. 140.
14. Nursi, Şualar, On
Dördüncü Şua, s. 379-380.
15. Nursi, Sözler, Lemaat, s. 667.
16. Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şamiye,
Hakikat Çekirdekleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1995, s. 128.
17. Nursi, Sözler, Otuzuncu Söz, Birinci Maksat, s. 499.
18. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 48-49.
19. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 42.
20. II.
Vatikan Konsülü, "In Our Time", 3. paragraf, A. Flannery, Vatican Council II,
Dublin: Dominician Pubs., s. 572.
21. Nursi, Mektubat, On Altıncı Mektubun Zeyli, s. 74.
22. Nursi, Şualar, On
Dördüncü Şua, s. 342.
23. Nursi, Sözler, On Üçüncü Sözün İkinci Makamı, s.
139.
24. Nursi, Sözler, s. 139.