The Periodical Köprü as a New Scientific Manifest
Fikir dergileri, başlangıcından bu yana insanlığın entelektüel
birikimini taşıyan araçlar olarak görev yapmışlardır. Resmi kurumlarda sesini
duyuramayan, ekonomik ya da siyasi güce sahip olmayan nice insan, görüşlerini
büyüklü küçüklü dergilerde açıklayarak geniş kitlelerle fikirlerini paylaşma
imkanı bulmuştur.
Bizim gibi vakanüvis geleneğinden gelen toplumlar için dergi
daha da önemlidir. Çünkü, söylenecek farklı şeylerin de olduğu ancak bu
dergilerdeki fikirlerden anlaşılır. 19. yüzyılın entelektüelleri, hakim
düşüncelere muhalif olan fikirlerini Avrupa’da yayınladıkları dergi ve
gazetelerle ilan etmişlerdi. O günlerden bu günlere gelene kadar, II. Abdülhamid
devri ve başta Cumhuriyetin ilk çeyrek asrı olmak üzere sonraki pek çok ara
dönemde de yayın organları gizli gizli neşredilmek ya da yasaklanarak piyasadan
kaldırılmak zorunda kalmışlardır. Köprü dergisi de Cumhuriyet tarihimizde
vakanüvis geleneğine muhalif bir duruşa sahip olarak bu duruşundan dolayı zaman
zaman takibata uğramaktan ve kapatılmaktan kendini kurtaramayan bir dergidir.
Başlangıçta popüler bir dergi niteliğinde olan Köprü,
aktüel-popüler konuları kapak konusu yaparak, manevi değerleri koruma ve
geliştirme işlevi üstlenmişti. Bu dönemde yaptığı yayınlarıyla fikri siyasi ve
ekonomik konularda önde gelen konuları kapak yaparak kamuoyunu aydınlatmayı
hedeflemişti.
Köprü dergisi, 1990’ların başlarından itibaren yeni bir form
kazandı; artık, akademik şekil ve kriterleri dikkate alarak yayın yapmaya
başladı. Bu dönemde derginin geçirdiği değişim sadece şekil olarak kalmadı. Aynı
zamanda içerik ve üslup olarak da değişti. Bu tarihten itibaren belirli konuları
genel muhafazakar değerlendirmelerle ele almak yerine Risale-i Nur’un
yaklaşımlarını ön plana almaya başladı. Artık, yaşadığımız dünyanın sosyal
siyasal ve ekonomik konularına Risale-i Nur’un perspektifiyle bakıyordu.
Dergi, bu dönüşümüyle birlikte, Risale-i Nur’la ilgili
araştırmalar yapılmasına, bu çerçevedeki akademik çalışmaların desteklenmesine
ve Risale-i Nur’daki temel konuların akademik dünyanın kullandığı ortak
kavramlarla ifade edilmesine zemin hazırladı. Köprü bu özelliğiyle Risale-i
Nur’un fikirleri çerçevesinde akademik yayın yapma iddiası ile ortaya çıkan ilk
yayın organı oldu.
Köprü, bu amacına dönük olarak pek çok dosya hazırladı. Bu
sayılarının hepsinde bir konuyu ele alarak Risale-i Nur’un bakış açıları
açısından tahlil etmeye çalıştı. Köprü’nün bu çabası aynı zamanda İslam
düşüncesinin bulunduğumuz zamandaki yorumuydu. Modernite ve gelenek arasında,
yeni bir duruş ortaya koydu. Ne modernitenin ortaya çıkardığı despotizm,
fanatizm ve sefahata çanak tuttu; ne de geleneğin hurafe ve taklitlerine. Her
ikisini de analiz ederek bir Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur’un günümüz
insanına sunduğu imkanları analiz etmeye çalıştı. Köprü’nün bu misyonun üzerine
yoğunlaşması, eşsiz bir yayın organı olmasını zorunlu bir sonuç olarak ortaya
çıkardı. Çünkü, modern batı düşüncesini eleştirdiği gibi geleneğin taşıdığı pek
çok teorik ve pratik birikime de itiraz ediyordu. Derginin bu özellikleri
kalıplaşmış sloganların arasında yer almasını önleyerek, kendine özgü bir duruş
sergilemesini sağladı.
Biz bu çalışmamızda Köprü dergisinin modernite ve gelenek
arasında duruşunu aramak ve her iki duruma yaklaşımını özet olarak analiz etmek
istiyoruz.
I. Modernizme İtirazlar
Batı’da Reform ve Rönesans hareketleri ile başlayan yeniden
yapılanma süreci bilindiği gibi Aydınlanma Çağı’nı ortaya çıkarmış; bu çağda
Modern Batı düşüncesinin şekillenmesini sağlayan fikirlerin geliştiği bir zemin
olmuştu. Katolik kilisesinin aklı iptal eden yaklaşımlarının da etkisiyle
Yaratıcıyı görmezlikten gelen yaklaşımlar hayat bulmuştu. Bu düşüncelerin içinde
Pozitivizm’in önemli bir yeri vardır. Pozitivizm’in sadece gözlemlenebilen ve
duyularla algılanabilen şeylerin doğruluğunu kabul ederek geri kalanını
görmezlikten gelmesi yüzyıllardan beri Yaratıcıyı inkar eden yaklaşımların yeni
bir kılıf bularak “bilimsel” özelliğini taşımaya başlamasına neden oldu. Bundan
sonra, bilimlerin tanımı, sınıflandırılması pozitivizmin sağladığı imkanlar
çerçevesinde ele alınmaya başlandı. Bütün bu yaklaşımlar, pozitivizmi her alanda
hükümler veren modern bir din olarak karşımıza çıkardı.
I.I.
Bediüzzaman, Risale-i Nurları bu zeminde gelişen fikirlerle
mücadele etmek için yazdı. Çünkü, Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı’nın son
zamanlarında ve Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitim, bilim, sanat gibi alanlardaki
yaklaşımlar Pozitivizm’in verdiği imkanlar içerisinde oluşturulmaya başlanmıştı.
Risale-i Nurlarda bu yaklaşım, 13. yüzyıldaki Moğol istilasına benzetilerek
topyekün mücadele edilmesi gereken bir durum olarak tanımlanmıştı.
Dinsizliğin bilim yoluyla gelişmesi, Bediüzzaman’ın bilimsel
verileri kullanarak inançsızlığa karşı mücadele etmesini sağladı. Risale-i
Nur’un diliyle, önceki asırlarda dine karşı yapılan taarruzlar cehaletten
kaynaklandığı halde bu asırda fen ve felsefeden geliyordu. Zamanının fünun ve
ulumuna vakıf olan Bediüzzaman, inançsızlığa karşı bilimsel verileri kullanarak
mücadele etti.
Tabi olarak Köprü dergisinin ontolojik anlayışı da bu çerçevede
oluştu. Varlığı sadece görünen aleme münhasır kılmak yerine, varlığı Yaratıcı ve
yaratılmışlardan oluşan iki anlam kümesinden oluşturuyordu. Bu çerçevede yaptığı
ontolojik tanımlarla bilimsel çevrelerin tanımlarına ters düşmekle birlikte
Kur’an’ın varlık anlayışını bilimsel kavramlarla ifade etti. Aynı zamanda
Pozitivist bilimin düştüğü yanılgıları tekrarlamadı.
I.II.
Varlığın sadece görülen ve dokunulan alemden ibaret kılan bakış
açısı, gerçek bilginin de ancak duyu organları ile elde edilebileceği sonucuna
ulaşmış; mantıksal çıkarım, sezgi, ilham ve metafizik kurgu yoluyla elde
edilebilecek bilgiyi gerçek ve sağlam bilgi alanı dışına itmişti. Aslında
Pozitivizm bu yaklaşımıyla dini ortadan kaldırmış ve onun yerine yeni bir
insanlık dini ihdas etmiş gibi duruyordu.
Risale-i Nur’da genel kurgu bu yaklaşımın doğru olmadığı ve
yaratılmışların Yaratıcıya ulaştırmada bir anahtar rol oynadığı vurgulanıyordu.
Dolayısıyla Pozitivizm’in kahraman bir eda ile dini ortadan kaldırdığını iddia
eden yaklaşımları, Anadolu coğrafyasında Risale-i Nur’un güçlü akli ve mantıkî
delilleri karşısında varlık gösterememiş; pozitivizm sadece resmi yaklaşımlarda
dikkate alınan bir ilkeler bütünü olarak kalmıştır.
I.III.
Modern Ulus Devletler, modernizmin ortaya çıkardığı ortamda
gelişmişti. Yani, Fransız İhtilali’nden sonra bütün dünyada etkili olan
modernist ideoloji, toplumun modernleştirilmesi için belirli devlet aygıtlarıyla
çalışılması gerektiğini ortaya çıkarmıştı. Bu yönüyle modern ulus devletler
demokratik olmaktan çok baskıcı, kişi hak ve hürriyetlerini korumaktan çok
devleti korumayı hedefleyen bir refleks edinmişti.
Aynı şekilde, Osmanlı’nın yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti de
modern ulus devlet özelliğini gösteren bir nitelik kazanmıştı. Yeni Türk devleti
seçkinci elitleri, halkın dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Bu amaçla
örgün eğitimin bütün unsurları devletin yeni ideolojisini taşıyan bir niteliğe
kavuşturulduğu gibi, yaygın olarak da halkın geri kalanı eğitilmek isteniyordu.
Bu amaçla önemli bir misyon üstlenmiş olan Halk Evleri halkın dönüştürülmesi
için önemli bir fonksiyon icra ediyordu.
Bu zorbacı yaklaşımlara karşı Risale-i Nur, seçkinci elitler
cumhuriyeti yerine halkın egemenlikte söz sahibi olduğu demokratik cumhuriyeti
ön plana çıkardı. Devleti kutsal gören anlayış yerine ferdin önemini vurguladı.
I.IV.
Risale-i Nur yukarıda bahsi geçen kişi-devlet konumlamasını
tarihi temelleriyle izah etti. Hz. Peygamber ve ondan sonraki Dört Halife
Devri’nde insan öncelenmiş, devletin varlığı insana hizmet edebildiği ölçüde
saygın kabul edilmişti. Buna karşın, insana zulmeden siyasal yapılanmalar,
zulmün araçları olarak algılandı. Ancak, Hz. Muaviye’den itibaren insanın yerine
devletin kutsal kabul edilmeye başlanması, devlet için ferdin feda edilebileceği
anlayışının yaygınlık kazanması, İslam tarihinde bir milat olarak görüldü.
Hz. Muaviye’den itibaren halkın seçimiyle gelen halifeler
yerine, saltanat yoluyla başa geçen hükümdarların halkı yönetmeye başlaması,
Risale-i Nur’da vahyin insanlığa sunduğu siyasal ışıklardan mahrum kalınması
anlamına geliyordu. Yani modern dönemlerde, ulus devletlerde görülen baskıcı,
otoriter, şekillendirici devlet yapısı Emeviler’den itibaren İslam devletlerinde
de görülmeye başlanmıştı.
I.V.
Modernist düşünürler, her alanda fikirlerle şablonlar ortaya
koyduğu gibi tarih alanında da hükümferma olduğunu düşünerek tezler ileri
sürüyorlardı. Modern Batı düşüncesinde tarih, Reform, Rönesans Aydınlanma çağı
ve bugünkü modern Batı uygarlığı olmak üzere ilerlemektedir. Bundan sonra da pek
çok batılı ideologa göre bu istikamette gelişip insanlığın ulaşabileceği nihai
hedefe ulaşılacaktır.
Batı düşüncesindeki bu temel yaklaşıma rağmen Batılı insanlar
mutlu olamamış; her şeyi madde ile değerlendiren yaklaşımların insanı mutlu
etmeyeceği anlaşılarak manevi değerlere yönelmeler artmıştı. Risale-i Nur,
Kur’an’ın ilerleme anlayışının Batılı düşünürlerin tasavvurlarından farklı
olduğunu ve Kur’an’daki peygamber kıssalarından da anlaşılacağı gibi, tarihin
doğru bir ilerleme değil dönemsel bir gelişme gösterdiğini vurgulamıştır. Yani,
Yaratıcının emrettiği gibi yaşanan dönemler ileri, Yaratıcının emirlerinden
sapmaların yaşandığı dönemler ise geri olarak kabul edilmiştir. Son zamanlarda
tarihin bittiği ve Batı medeniyetinin insanlığa ulaşabileceği nihai cenneti
sunduğuna dair tezler, insanlığın huzursuzluğu ve mutlu olamaması karşısında
akim kalmıştır.
II. Geleneksel Yaklaşımlara İtirazlar
Hz. Peygamber ve ondan sonra gelen Raşid Halifeler Dönemi’nde
İslam’ın akla ve bilime verdiği önem İslam toplumunu her açıdan zirveye taşıdı.
Daha sonraki, yaklaşık beş asırda da İslam toplumunun bu gelişimi devam etti.
Fakat, müteakip asırlarda bu gelişmenin devam ettiğini söylemek mümkün değil.
Çünkü, aklın ve bilimin yerini artık, taklid ve hurafeler almaya başladı. İşte
İslamî gelenek bu sürecin verdiği imkanlar içerisinde oluştu.
Uzun asırlar boyunca, vahyin pırıltıları yanında kültürel tozlar
dinin esasları içinde yer almaya başladı. Öyle ki bir süre sonra popüler din
anlayışı, vahyin pırıltıları yanında kültürel motifleri de içermeye başladı.
İşte bu ortamda kavram kargaşasının had safhaya ulaştığı bir dönemde, Risale-i
Nur önemli bir fonksiyon icra etti. Vahiyden oluşan gerçek din neydi? Kültür ve
vahyi nasıl ayırabilirdik? Toplumda popüler olarak din olarak tanımlanan durum,
gerçekten sadece vahiyden mi kaynaklanıyordu? İşte bütün bu soruların arasında
Allah’ın mesajını arayan insanlar için yeni bir Kur’an yorumu olan Risale-i Nur,
bir deniz feneri fonksiyonu gördü.
II.I.
Risale-i Nur’un günümüz insanına sunduğu imkanlardan birisi,
İslam’ı yaşama biçimidir. Önceki asırlarda, insanlar yine o dönem şartları
içinde ubudiyetin farklı formları olarak tasavvuf, tarikat gibi yollarla velayet
yolunda ilerleyebiliyorlardı. Fakat, Risale-i Nur, İslam’ın günümüz modern yaşam
biçimi içinde, varlığa mana-i harfi ile bakarak yaşanabileceğini gösterdi.
Bugün, ehl-i iman her an pek çok günaha maruz kaldığı için,
imanın taklidi ve zayıf olmaktan çıkarılarak tahkik-i iman düzeyine çıkarılması
gerektiğini vurguladı. Hayali yaşam pratikleri ve nefse eziyet ederek değil;
gerçekçi ve nefsin istediklerine Allah hesabına bakarak, gerçeklerin yaşandığı
bir sahabe hayatı önerdi.
Bu yaklaşımda, modern düşüncenin eğitimin her aşamasında
inançsızlık yaydığını ve buna karşı en etkili karşı koyuşun insanın yaşadığı her
anda çevresindeki her şeye Allah adına bakılması tavsiye ediliyordu. Mana-i
harfiyle bakış da denilen bu yaklaşımda modern bilimin en önemli malzemesi olan
görülebilen ve dokunulabilen alemi Allah’a ulaşmada bir yol olarak sundu. Her
şey gerçek şekliyle okunabildiği zaman, Allah’a götürürdü. Bu çerçevede güçlü
mantıki delillerle desteklenmiş argümanlar Risale-i Nur’da geniş yer tuttu.
II.II.
Risale-i Nur, cihad anlayışında da önemli bir yaklaşım getirdi.
İslamî gelenek içerisinde uzun asırlar, İslam’ın sanki bir savaş diniymiş gibi
Hz. Peygamber dönemini savaşlar tarihi olarak sundu. Halbuki Hz. Peygamber
(SAV)’in bütün ömrü boyunca yaptığı savaşları toplasanız bir yıl bile etmez. Hz.
Peygamber’in (SAV) insanlığa sunduğu tevhid dini, barış, kardeşlik ve sevgi
getiriyordu.
Risale-i Nur, geleneksel olarak kılıçla, silahla güç kullanarak
yapılan cihadın bugün ilimle yapılması gerektiğini vurguladı. Çünkü, bugün
insanlar, konuşarak anlaşabilecekleri belirli bir kültürel düzeye ulaşmışlardı.
Bu seviyedeki toplumlarda ehl-i iman söz ve davranışlarıyla İslam’ın
güzelliklerini gösterirlerse, zaten Müslüman olmayanların bu güzellikleri kabul
etmemeleri mümkün değildi. Dolayısıyla İslam’ın yayılması yani cihad, kuvvet
kullanarak değil, ilimle yapılmalıdır. Bugünün siyasal kavramlarından olan
laiklik de, bu müzakere ortamına serbestlik kazandıracağından, vicdan
hürriyetine zemin hazırlayacağından İslami hizmete engel oluşturacak bir durum
değildi.
II.III.
Asrın Kur’an tefsiri Risale-i Nur, siyasete dair de yeni
yorumlar (yeniden Hz. Peygamber dönemindeki pratiklere uyma) getirdi. Pek çok
ilim adamının siyasal konularda kafalarının karışık olduğu bir dönemde, Risale-i
Nur’da meclis, hürriyet, eşitlik, adalet, meşrutiyet, demokrat gibi kavramlar
hakkında doyurucu bilgiler verildi. Bediüzzaman, meşrutiyet döneminden bugüne
kadar, hürriyetten meşrutiyetten ve adaletten yana olarak, bütün hayatı boyunca
bu kavramların esasının İslami olduğunu ve bunun dört mezhepten
çıkarılabileceğini iddia etti.
Hürriyetin Doğu toplumlarına yakıştırılmadığı, Batılı toplumlara
has bir pratik olarak ele alındığı bir dönemde Bediüzzaman, hürriyet ve
meşrutiyetin Hz. Peygamber (SAV) dönemindeki pratiklerle ilişkisini kurarak,
hürriyetin imanla bağlantılı olduğunu, hakiki imanı elde eden bir insanın
kainata meydan okuyabileceğini vurguladı. Geleneksel siyasal düşünürlerinin
hürriyeti küfür gibi algıladıkları bir dönemde söylenen bu sözler, siyasal
rejimi olduğu kadar, insan hürriyetini gerçek yerine oturtmak açısından da
önemli bir gelişmeydi.
II.IV.
Bediüzzaman, Müslüman olmayan toplumlarla ilişkilere nasıl
bakılması gerektiğini de pek çok geleneksel bakış açısından farklı olarak ele
aldı.
Risale-i Nur’da bu görüş, yer küre üzerinde var olan bütün
güzelliklerin vahiy ve nübüvvetten; çirkinliklerin ise insan aklının uydurduğu
prensipler ve vahyi kabul etmeyen felsefeden kaynaklandığını kabul ettiğinden
Batı medeniyetindeki olumlu gelişmeleri de çeşitli şekillerde vahiyden süzülerek
gelen hakikatlerin bir yansıması olduğu esası üzerinde inşa edildi.
Bu temel gerçekten dolayı, Müslüman olmayanlarla ilişkiler,
onların inançlarını ve sefih hayatlarını taklit ederek değil; onların
ürettikleri teknolojik gelişmeler ve hayatlarında görülen temizlik çalışkanlık
gibi özellikleri örnek alarak olmalıdır. Yani yerküre üzerinde var olan bütün
olumlu gelişmeler, alınması, benimsenmesi gereken güzelliklerdi. Yahudi ve
Hıristiyanlara muhabbetten Müslümanları men eden prensipler ise, bozulmuş
Yahudilik ve Hıristiyanlık dininden men edilmesi anlamına geliyordu.
Sonuç
Burada özet olarak verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi,
Risale-i Nur ne modernist ideolojilerin biçimlendirdiği bir hayat biçimini
benimsiyor; ne de geleneksel hayat biçimlerini. Her ikisinin de bazı yönlerini
eleştirerek, bazı yönlerini de tavsiye ederek günümüz Müslümanlarının bugünün
şartları içinde İslam’ı en iyi yaşayabileceği bir İslamî yaşama biçimi öneriyor.
Ancak bu İslamî yaşama biçimini elde edebilmenin pek çok zorluğunun olduğunu
vurgulamaktan da geri durmuyor.
Bugün pek çok kanaldan gelen modernist yaklaşımlar, bütün
insanlığı olduğu gibi ehl- imanı da etkilemiş durumdadır. Bilimsel, sosyal,
ekonomik ve siyasal tercihler incelendiğinde İslamî olmayan teori ve pratiklere
rastlanabilmektedir. Bu durum da ehl-i iman tarafından fark edilememektedir.
Öte yandan geleneksel pratiklerin ürettiği davranışlarımız da az
değildir. Ehl-i imanın maruz kaldığı tehlikelerden birisi de budur. Alışkanlık,
adı altında İslami olmayan pek çok şey İslami kılıfı giyebilmektedir.
İşte, Risale-i Nur, modernizmin ve geleneğin tehlikelerine
dikkat çekerek, ehl-i imanı uyarmaktadır. İslam toplumunun sömürgecilerin
elinden yeni kurtulduğu ve buna bağlı olarak kafaların karışık olduğu bir
dönemde Risale-i Nur’un modernizmi ve geleneği analiz eden bu yaklaşımı
Müslümanlar için, bulunmaz bir fırsattır. Bu şartlar içinde Risale-i Nur’un
ortaya attığı fikirlerden mahrum kalmak büyük bir eksikliktir.
İşte Köprü dergisi, Risale-i Nur’daki hakikatleri anlama ve
anlatma misyonu üstlenmekle yukarıda özet olarak verdiğimiz fikirleri misyon
olarak seçmiş bulunmaktadır. Köprü dergisi elinizdeki 100. sayıya ulaşıncaya
kadar bahsi geçen fikirlerin pek çoğunu dosya konusu yaparak analiz etmeye
çalışmıştır. Bundan sonra da dergiyi büyük vazifeler beklemektedir.
Öz
Fikir dergileri, başlangıcından bu yana insanlığın entelektüel
birikimini taşıyan araçlar olarak görev yapmışlardır. Resmi kurumlarda sesini
duyuramayan, ekonomik ya da siyasi güce sahip olmayan nice insanlar, görüşlerini
fikir dergilerinde açıklayarak geniş kitlelerle fikirlerini paylaşma imkanı
bulmuşlardır.
Köprü dergisi, 1990’ların başlarından itibaren yeni bir form
kazandı; artık, akademik şekil ve kriterleri dikkate alarak yayın yapmaya
başladı. Bu tarihten itibaren belirli konuları genel muhafazakar
değerlendirmelerle ele almak yerine Risale-i Nur’un yaklaşımlarını ön plana
almaya, yaşadığımız dünyanın sosyal siyasal ve ekonomik konularına Risale-i
Nur’un perspektifiyle bakmaya başladı ve modernite ve gelenek arasında, yeni bir
duruş ortaya koydu.
Bu çalışmada Köprü dergisinin modernite ve gelenek arasında
duruşunu aramak ve her iki duruma yaklaşımını özet olarak analiz etmek
hedeflenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Fikir dergileri, Köprü dergisi, Risale-i
Nur, modernite, gelenek
Abstract
The intellectual journals have been playing the role of
transmitters of the intellectual heritage of humanity from their beginning on. A
number of people without any economic or political power or those who can not
express their ideas in official institutions presented their ideas son
intellectual journals, which lead them to share their ideas with a wider
audience.
The periodical Köprü has got a new form from the beginnings of
90s on and started to make publications after academic criteria. From this date
on, instead of criticizing certain issues from a conservative point of view, it
emphasized the approaches of Risale-i Nur by looking to the social, political
and economic issues in the world through the perspective suggested by Risale-i
Nur. Thus, it gains a new place between the modernity and tradition.
This study aims to look for the place of Köprü between modernity
and traditions; and also to analyze shortly its interpretation of these two
stances.
Kewyords: Intellectual journals, Periodical Köprü, Risale-i
Nur, modernity, tradition