To Reach the Magical Freedom With EU

Arapça “hur” sözcüğünden gelen hürriyet kelimesi, hukuki ve sosyal anlamda
köleliğin karşıtı olarak, felsefi yaklaşımda ise kaderciliğin karşıtı; yani
irade serbestliği anlamında, 18. yüzyılda Fransızcaya “liberté” olarak geçen
sözcüğün karşılığı olarak kullanılmıştır. Eski bir sözlük olan Hançeri Sözlüğü
hürriyeti; yani “liberté”yi, “Liberté Civile (Ruhsat-ı Şeriye)” ve “Liberté
Politique (Ruhsat-ı Mülkiye)” olarak ikiye ayırmaktadır. Başka bir ifadeyle
sivil özgürlükler “bireye bağlı şahsi özgürlükler” ve siyasal özgürlükler (kamu
özgürlükleri) şeklinde tanımlanmaktadır.1

1808 Sened-i İttifak, 1839 Tanzimat Fermanı, 1876 I. Meşrutiyet,
1908 II. Meşrutiyet, (1921 Kanun-i Esasi), 1924, 1961, 1980 anayasaları ile
demokratikleşme serüvenimiz sürüp gitmekte, son yıllarda da AB “uyum yasaları”
veya “uyum paketleri” çerçevesinde farklı görünümler kazanarak devam etmektedir.

Aslında demokratikleşme, bir bakıma Batı’ya öykünme şeklinde
karşımıza çıkıyor. Batı’da parlamenter sistem olduğu için değil, Batılılaşma
şartı olduğu için demokratikleşmeyi istemek gibi bir durumla karşı karşıyayız.

Demokratikleşme süreci ile hürriyet tarihi arasında bir
paralellik söz konusudur.

Tarihin her döneminde hürriyet farklı biçimlerde algılanmıştır.
Ortaçağ öncesindeki hürriyet anlayışında, bireylerin egoizmi karşısında ilahi
düzenin getirdiği bir sistem vardı. Böyle bir sistemde önce tanrıların, sonra da
tanrının getirdiği bir düzen ile bireylerin bencilliği arasındaki dengeler
hürriyeti tanımlamıştır. Ortaçağ’da Hıristiyanlıkta, Papalıkta dini kurallar ile
imparatorların mücadelesi sonucunda bazı hürriyetler ortaya çıkmıştır.
İmparatorluklar hürriyeti, krallıklar hürriyeti, şövalyeler hürriyeti vb. Daha
sonraki aşamada monarşi ile aristokratların arasındaki mücadeleyle hürriyet
kavramı yeni değişimlere uğramıştır.

18. yüzyıl sonlarından itibaren burjuvazi ile aristokrasinin
arasında gelişen mücadeleler, 19. yüzyıldan sonra ise burjuvazi ile işçi sınıfı
arasındaki mücadeleler hürriyet tanımlamalarına yeni katkılar yapmıştır.

Bizim tarihimiz açısından değerlendirdiğimizde de bir hürriyet
mücadelesi ile karşılaşırız. Tanzimat’tan önce hürriyetin rahatlıkla yaşama
geçirildiği dönem olup olmadığı, bugünü anlamamız açısından çok önemlidir.

Bu bağlamda, Şerif Mardin’in şu cümlesi dikkate şayandır:
Osmanlı döneminde halk ile padişah arasında temelde İslam’ın herkesçe bilinen
“iyiyi, doğruyu savun, kötülüğü men et” ilkesine dayanan üstü kapalı bir
toplumsal sözleşme vardı. Padişah ya da yöneticiler bu üstü kapalı toplumsal
sözleşmenin aksine hareket ettiği zaman, halkın ayaklanma hakkı kendiliğinden
doğardı. Osmanlı Devleti tarih boyunca bu üstü kapalı sözleşmeden doğan birçok
isyan yaşamıştır. Bu isyanlar şöyle sıralanabilir: 1519’da Tokat dolaylarında
Şeyh Celali’nin öncülüğündeki ayaklanmalar, 1525’te Yozgat’ta Baba Zünnun
Ayaklanması, 1526’da Sivas, Amasya, Tokat, Maraş, Adana, Tarsus, İçel
bölgelerine yayılan Kalenderoğlu Ayaklanması, 1559’da, Kanuni’nin sağlığında
oğulları Şehzade Selim ile Şehzade Beyazıt arasında çıkan kavgada; Beyazıt
yandaşlarının dağa çıkması ve medrese öğrencilerinin ayaklanması, 1566’da
Kastamonu, Bolu, Samsun’da, medreseyi bitirmelerine karşın iş bulamayan
öğrencilerin başlattığı ve halkın da katıldığı geniş ayaklanma, 1581’de Bolu ve
Gerede yörelerindeki Köroğlu Ruşen Ayaklanması, 1587-97 arasında Karaman’da
Davudoğlu önderliğindeki ayaklanmalar; Batı Anadolu’da Neslioğlu önderliğindeki
ayaklanmalar; Antalya yöresinde Şahgeldi önderliğindeki ayaklanmalar, 1598’de
Sivas ve Maraş yörelerinde, Karayazıcı’nın başlattığı ayaklanmalar, 1604’te
Kastamonu, Çorum dolaylarında Tavil Halil, Kara Said, Marakaş, Kalenderoğlu
Mehmet ve Gurguroğlu ayaklanmaları, 1622-1658’de Erzurum’da Abaza Mehmet Paşa ve
Abaza Hasan Paşa ayaklanmaları, 1730’da İstanbul’da Patrona Halil Ayaklanması,
1806’da Edirne Ayaklanması, 1807’de İstanbul’da Kabakçı Mustafa ayaklanması,
1822’de Mora Başkaldırısı ve Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, 1831’de
Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ayaklanması vb. Şüphesi bu
ayaklanmaların hepsi bir hürriyet mücadelesi şeklinde değildir. Ancak bahsi
geçen toplumsal sözleşmenin çoğunlukla ihlali bu tür ayaklanmaların gizli
nedenlerindendir.

Osmanlı’da ayaklanmaların başlangıcı şu süreci izliyor: İlk
olarak Padişah çevresindeki kapıkullarının, bürokrasinin, halk ile Padişah
arasındaki üstü kapalı sözleşmenin temel ilkesine aykırı hareket etmesi
gerekiyor. İlk aşamada halk arasında dedikodu başlıyor, ikinci aşama camilerde
ve vaazlarda biraz daha yüksek sesle bu durum seslendiriliyor. Üçüncü aşamada
askeri güç olan Yeniçerilerle siviller arasında bu noktada belirli bir fikir
birliği oluşuyor. Sonuçta Yeniçerilerin öncülüğünde bir isyan başlıyor.

Aslında olayın bir sivil bir de askeri yönü mevcuttur. Bunu
formüle edersek karşımıza şöyle bir manzara çıkmaktadır. Madde 1: Siviller
şikayet eder. Madde 2: Din adamları bu şikayete haklılık sağlar. Madde 3:
Askerler de rejimi değiştirmek için gereken gücü sunar.

Osmanlı’daki ayaklanmalar değerlendirildiğinde, Osmanlı’da üstü
kapalı sözleşmenin temelinden kaynaklanan anlaşmanın çözüldüğü göz ardı etmemek
gerekir. Böylece yeni bir döneme girilmiş, ortaya eskinin iyiliğe yönelik dini
ideali yerine iyiliğe yönelik, bilim aracılığıyla toplumun korunmasına dönük
laik bir toplum idealini esas alan yeni bir anlaşma çıkmıştır.

Sivillerle bağlantıyı kuracak olan bu üstü kapalı sözleşmenin
ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan kopukluk, Türkiye’de çok partili hayatın
gecikmesine ve tam olarak yerleşememesine neden olmuştur.

1960 sonrasına bakıldığında, her on yılda bir yapılan
darbelerden sonra belirli bir asker-sivil grubun iktidarı değiştirdiği
gözlenmektedir.
Türkiye’de 1850’lerden itibaren günümüze değin özgürlükler açısından, devamlı
bir budama yapılagelmiş, bir başka ifadeyle “hürriyet adına hürriyetler adeta
ortadan kaldırılmıştır.”

Mehmet Akif, Meşrutiyet Dönemi çalkantıları içinde Meşrutiyet’in
ilanıyla birlikte duyulan sevinçle birlikte hürriyetin yanlış anlaşılmasından
duyduğu üzüntüyü “Süleymaniye Kürsüsünde” başlıklı şiirinde dile getirir:

Haydarabad’a yetiştim ki, bütün Hindistan,
“Verdi Kanun-i Esasi’yi nihayet Sultan!”
Diye birden bire çalkalandı. İnan kabil mi
Hiç o binlerce havâtır kemirirken içimi
…………………………………………..

Abdurreşit İbrahim Efendi’nin ağzından bunları anlatan Akif, bir
İslam seyyahı olan İbrahim Efendi’nin İstanbul’a ulaştığında karşılaştığı
manzarayı ümit kırıcı olarak ifade eder. Zira Meşrutiyet bekleneni verememiştir
ve bu durum Mehmet Akif’i fazlasıyla üzmüştür. Bu ruh hali İbrahim Efendi’de
dile gelir:

Ne devâirde hükümet, ne ahalide bir iş!
Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş.
Çamlıbel sanki şehir; zabıta yok, râbıta yok;
Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vasıta yok.
“Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı”
Diye mekteblilerin mektebi tekmil kapalı!

Meşrutiyet halk tarafından tam bir serbestlik olarak anlaşılmış
ve İstanbul’da hayat birçok noktada durma noktasına gelmiştir.

Ahmet Hamdi Tanpınar, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” adlı
eserinde, “politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya
ardına kadar açık kapısıdır” der. Tanpınar “Huzur” isimli yapıtında özellikle
belli bir yaşı geride bırakmış olanların da yavaş yavaş inanmaya başladığı
kötümserliği çok güzel açıklamaktadır: “Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber
gelen ve zıtların altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde 7-8 defa
memleketimize geldiğini işittim. Neyin? Hürriyetin… Bir kere bile kimse bana
gittiğini söylemediği halde 7-8 defa geldi. Ve o geldi diye biz sevincimizden
sokaklara fırladık. Bu hürriyeti sımsıkı yakalayamadığımıza göre, demek ki
kimsenin ona ihtiyacı yok.”

1908 II. Meşrutiyet kuşağının özlemi olan hürriyete Ömer
Seyfettin’in “Efruz Bey”i gibi baktık galiba. İçeriğini anlamadan bir hevesle
peşinden koştuk, ama o füsunkâr hürriyeti kaybettiğimizi bile anlamadık.

3 Ekim 2005 tarihi itibariyle başlayan AB tam üyelik
müzakerelerinin sonucu, günlük ulusal gazetelerde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifade
ettiği gibi “sevincimizden sokaklara fırlamış” havasıyla manşetler ilk sayfalara
yansımıştır. Aradan geçen 3 yıl gibi bir zaman zarfında müzakereler istenilen
düzeye ulaşamamıştır. Umarım bundan sonrası, toplumsal belleklerimizde hala
canlı olan, geçmişte yaşadığımız deneyimlerimizin bir tekrarı olmaz.

Uzun Batılılaşma serüveninden sonra artık bütün boyutlarıyla
Avrupalı olduk anlayışıyla, onlara kafa tutabileceğimizi bile düşünüyoruz. Dün
Batı’nın bilim ve teknolojisini alalım diyenlerin bunu kendi hayatlarında bile
gerçekleştiremediklerine şahit olduk. Bugün bizim için Avrupa teknolojiden çok
demokrasiyi temsil ediyor.

Avrupa düşüncesi bugün bizde sadece demokratikleşme olarak bir
anlam ve işlev taşıyor. Teknolojik kabule dayalı Avrupa düşüncesinden salt
siyasal değerlerin kabulüne dayalı bir noktaya geldik.

AB üyelik süreci insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü
ve demokrasi gibi Batı’nın üst-yapısal değerlerinin ülkemize yerleşmesi ve
geliştirilmesi açısından önemli bir süreçtir. Aynı zamanda bu süreç “200 yıllık
Batılılaşma hareketinin” son halkasıdır. AB Uyum Yasaları/Paketleri de bu
sürecin birer basamağıdır. Ancak bunların “füsunkâr hürriyet”ler olup olmadığını
zaman ve uygulama gösterecektir.

Dipnotlar:

1. Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950,
S.16, İmge Yayınevi, 2004

Öz

AB üyelik süreci insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü
ve demokrasi gibi Batı’nın üst-yapısal değerlerinin ülkemize yerleşmesi ve
geliştirilmesi açısından önemli bir süreçtir. Bu yazıda demokratikleşme süreci
ile hürriyet tarihi arasında bir paralellik kurularak bizim tarihimizdeki
hürriyet hareketlerine ve anlayışına kısaca değinilmekte ve AB sürecine bu
noktada vurgu yapılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Hürriyet, demokratikleşme, AB süreci,
Avrupa

Abstarct

The membership process of EU is very important for establishing
and enhancing the post-structural values of the West like human rights,
freedoms, rule of law and democracy. In this article, we will relate the
democracy process and history of freedom and the freedom movements and
approaches will be mentioned and the EU process will be underlined.

Keywords: Freedom, democracy, EU process, Europe