Can the Second Constitutional Monarchy be Understood Without the Knowledge About Bediuzzaman?

Osmanlı Devleti’nin son asrı hürriyet ve istibdat tartışmalarıyla
geçti. Hürriyet nedir? İstibdat nedir? Bu iki kavramın İslam’la ilişkisi nasıl kurulmalıdır?
Meşrutiyet İslamî köklere dayandırılabilir mi? Bu ve benzeri soruların cevaplarının
arandığı tartışmalar, Yeni Osmanlılar’dan Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar geçen
süre içerisinde entelektüellerin meşgul olduğu konular olmuştur.

Osmanlı entelektüelleri arasında bu tartışmalar yapılırken, bu tartışmaların
pratik yansımaları da görülmemiş değildir. II. Abdülhamid, başlangıçta meşrutiyet
ve hürriyete taraftar olduğunu ima ederek saltanata geçmiş ise de, sonradan sıkı
bir istibdat rejimi kurmaktan kendini alıkoyamamıştır. Siyasal yapıdaki demokratikleşmeyi
engellemek için, I. Meşrutiyet yönetimini kaldırmakla kalmamış; ek olarak kurduğu
güçlü hafiye teşkilatı ile muhaliflerine göz açtırmamıştır.

İşte istibdat ve hürriyet merkezli teorik tartışmalar ve gündelik
hayat pratikleri Osmanlı Devleti’nin özellikle son yarım asrında insanları çok meşgul
etmiştir. Bu dönemde yaşayan entelektüellerden birisi de hiç kuşkusuz Bediüzzaman
Said Nursi’dir.

Said Nursi, Hizan, Bitlis, Van gibi doğu Anadolu’nun değişik kentlerindeki
ilk tahsilini, bu tartışmaların uzaktan duyulduğu bir ortamda yaptıktan sonra, 1907’de
İstanbul’a gelerek kendisini en heyecanlı fikir tartışmalarının içinde buldu.

Bir yanda hürriyet ve meşrutiyeti yoğunca savunan İttihad ve Terakki Partisi, diğer
yanda ise meşrutiyeti İslam’la bağdaştırmakta güçlük çeken dindarlar vardı. İttihad
ve Terakki Partisi mensupları, meşrutiyeti savunmakla beraber, oldukça çeşitli bir
gündelik hayat pratiğine sahiptiler. Yani içlerinde masonlar da vardı, dindarlar
da… Talat Paşa’da, Enver Paşa’da, Şeyhülislam Musa Kazım da bu partiye destek veriyorlardı.
Buna karşılık dindar görünümlü entelektüellerin meşrutiyete bakışı oldukça problemler
içeriyordu. Batı’dan gelen bu yönetim biçimi, acaba İslami bir yönetim biçimi midir?
Yoksa Batı modernizminin ürettiği İslam karşıtı bir bid’at mıdır? sorularının anlamı
içerisinde bocalıyorlardı.

İşte Bediüzzaman’ın II. Meşrutiyet öncesinde vardığı İstanbul, böyle bir İstanbul’du.
Gündelik hayatları İslami olmayan pek çok kişinin siyasal düşüncesi Said Nursi’ye
benzerken; gündelik hayatları dindar olan pek çok kişinin siyasal düşünceleri de
Bediüzzaman’a benzemiyordu.

Said Nursi, bu muhataralı durumdan kendi düşünce ve hayat pratiğine uygun olanları
seçerek kurtuldu. Yani hem meşrutiyeti savunuyor, hem de İslam’ın özünde var olan
hakikatleri yaşıyordu. Modern zamanlarda karmakarışık olan değerleri analiz ediyor,
vahyin pırıltılarını taşıyan uygulamalara sahip çıkıyor, tersi olanlara da karşı
çıkıyordu. Onun bu tavrı II Meşrutiyet’e giden yolda, padişah II. Abdülhamid’in
karşısında yer almasına, İttihad ve Terakki Partisi ile beraber meşrutiyeti savunmasına
ve İslam’ın tozlarla üstü kapanmış hakikatlerinin gün ortasına çıkarmaya çalışmasına
neden oldu.

II. Meşrutiyet’e giden yolda, Niyazi’nin, Enver’in dağa çıkarak istibdata meydan
okumaları kadar, Said Nursi’nin konuşmaları ve yazıları da etkili olmuştur. Nursi
Meşrutiyet’in ilanının hemen ardından, memleket geneline gönderdiği telgraflarla
bu huzurlu bayramı ehl-i imana müjdelemiştir.

Said Nursi, II. Meşrutiyet’in ilanından önce İstanbul’da, Selanik’te dolaşarak halka
hitap etmiş, Meşrutiyet’in İslami bir rejim olduğunu, Dört Halife Devri’ndeki pratiklerin
örnek alınması halinde Meşrutiyet’e sahip çıkılması gerektiğini, bu hakikatın dört
mezhepten çıkarılabileceğini haykırmıştı. Bediüzzaman’ın bu haykırışı başta padişah
II. Abdülhamid olmak üzere statüko yanlısı olan eski bürokratları rahatsız etmiş
ve Bediüzzaman’ı İstanbul’dan sürmeye karar vermişlerdi. Fakat kader-i ilahinin
garip bir cilvesi ki II. Meşrutiyet’in ilanı Said Nursi’nin imdadına yetişti. Nursi,
İstanbul’dan sürülmekten Meşrutiyet sayesinde kurtuldu.

Bu gelişmeden sonra, Bediüzzaman’ın çalışmaları farklı boyutlarda yoğun bir şekilde
devam etti. İstanbul’daki yazı ve konuşmalarıyla Kanun-ı Esasi’nin yeniden uygulamaya
konulmasının ne büyük bir bayram olduğunu anlatmaya çalıştı. Gazetelerde neşrettiği
makalelerinde hürriyete hitaben, “Sen olmasaydın ben ve umum millet zindan-ı esarette
kalacaktık. Seni ömr-i ebedi ile tebşir ediyorum” diyordu. Bediüzzaman II. Abdülhamid’in
istibdatı ile meşrutiyeti kıyaslıyor ve meşrutiyeti padişahın otuz senelik istibdadına
sabretmenin bir mükafatı olarak gösteriyordu.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, Nursi’nin faaliyeti gazetelerde yazılar yazmaktan
ibaret kalmadı. Hürriyet fikrinin tabana yayılması için Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgesini karış karış gezerek hürriyet ve Meşrutiyet’in ne büyük bir nimet olduğunu
anlattı. Daha sonra, Münazarat adında kitap olarak neşredeceği bu konuşmalarıyla
halkın zihinlerinde var olan problemlere çözüm bulmaya çalıştı.

Bediüzzaman köy köy, aşiret aşiret dolaşarak hürriyet ile iman arasındaki ilişkiyi
anlattı. Özellikle Doğu Anadolu’da kendi hemşehrileri arasında Meşrutiyet sempatisinin
artması için çalıştı. Gerçekten, onun dışında hangi entelektüel Meşrutiyet’i bu
yoğunlukta savunmuş ve çaba sarf etmiştir.

I. Meşrutiyet’in ilanından önce, gazetelerde neşrettiği makaleleriyle ehl-i imanın
Meşrutiyet’e sempati beslemesine neden olmuştur.

II. Meşrutiyet’in ilanı sırasında ve sonrasında İstanbul’da Meşrutiyet’i yanlış
anlayanlara karşı, Meşrutiyet’in doğru anlatımını sağlayarak tenvir görevini yapmıştır.

III. Meşrutiyet’in ilanından sonra aşiret ileri gelenlerine gönderdiği telgraflarla,
doğabilecek muhalif hareketlerin önüne geçmeye çalışmıştır.

IV. Meşrutiyet’in ilanından sonra, kendi büyüdüğü coğrafya olan Doğu ve Güney Doğu
Anadolu bölgesine giderek, Meşrutiyet’le ilgili halkın zihninde oluşan istifhamları
gidermeye çalışmıştır.

V. Bütün bunlarla da yetinmeyerek eserlerinde Meşrutiyet’in İslamî naslarla çatışmayan
bilakis örtüşen bir idare şekli olduğunu söyleyerek entelektüeller arasında fikri
bir hizmet yerine getirmiştir.

Bütün bu maddelerden sonra herhalde şu soruları sormaya hakkımız vardır. Bediüzzaman
Said Nursi kadar Meşrutiyet’i içselleştirerek savunan ikinci bir entelektüel var
mıdır? Nursi kadar Meşrutiyet’i pratik hayatının bir meselesi yapan ikinci bir aksiyon
adamı var mıdır? Said Nursi gibi memleket sathında dolaşarak meşrutiyet ve hürriyetin
güzelliklerini anlatan ikinci bir hürriyet havarisi var mıdır?

Bu sorulara verilecek cevap “yoktur” ise; şu hükme ulaşmakta hiç zorluk çekmeyiz:

Bediüzzaman Said Nursi’yi dikkate almadan II. Meşrutiyet’i anlamak mümkün değildir.

Öz

Osmanlı Devleti’nin son asrı hürriyet ve istibdat tartışmalarıyla geçti. Hürriyet
nedir? İstibdat nedir? Bu iki kavramın İslam’la ilişkisi nasıl kurulmalıdır? Meşrutiyet
İslamî köklere dayandırılabilir mi? Bu ve benzeri soruların cevaplarının arandığı
tartışmalar, Yeni Osmanlılar’dan Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar geçen süre
içerisinde entelektüellerin meşgul olduğu ve tartıştığı konular olmuştur. İşte istibdat
ve hürriyet merkezli teorik tartışmalara katılanlardan biri de Bediüzzaman Said
Nursi’dir. Bu yazıda Bediüzzaman’ın meşrutiyetle ilgili pratiklerinden bahsedilmekte
ve Bediüzzaman Said Nursi’yi dikkate almadan II. Meşrutiyet’i anlamanın mümkün olamayacağı
savunulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Meşrutiyet, hürriyet, istibdat, Said Nursi

Abstract

The argumentations about freedom and autocracy were the main
subjects of the last age of the Ottoman Empire. What is freedom? What is
autocracy? What must be the relation of this two concepts with Islam? Can the
constitutional monarchy be connected with Islamic roots? These kind of
discussions were the main problems which the intellectuals had thought about
during the period from the New Ottomans to the end of Ottoman Empire. One of
those intellectuals who had discussed theoretically the freedom and autocracy
was Bediuzzaman Said Nursi. In this article, we mentioned about the practical
contributions of Bediuzaman about constitutional monarchy

Keywords: Constitutional Monarchy, Freedom, Said Nursi