İlhami Soysal:
"SAİD NURSÎ’NİN HERŞEYİNİ ÇOK İYİ OKUYUP DA YAZDIM, DEMİYORUM"

Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi’nde tarikat ve
mezheplerle alâkalı bölümde, bir mezhep veya tarikat olmadığını daha ötede
belirttiğiniz, "Demokratların azdırdığı Nurculuk"tan bahsediyorsunuz. Ve bu
bahsin girişinde, "Nurculuğun belirli bir sistemi ve doktrini yoktur. Hissi ve
hurafeleşmiş esaslara dayanmakta, kaderci karakteri ile geri ve cahil kitleleri
kendisine bağlamaktadır" diyorsunuz. "Hissi ve hurafeleşmiş esaslar" nelerdir ve
bunları nerede buldunuz?

Bir defa, bu yargılar bana ait değil. Sanıyorum, Diyanet İşleri
Başkanlığının, şimdi tam hatırlayamıyorum, Diyanet İşleri Başkanlığının
1962’lerde yaptığı bir yayın var. Sanıyorum, o cümle oradan alınmıştır. Ama ben
de benimsiyorum o cümleyi. Hurafeden kastım şu: Biliyorsunuz, Said Kürdî cahil
bir insan değil. Bir kültür birikimi var. Fakat ifadesi günümüzün diliyle
bakarsak, Said Nursi’nin risalelerini okursanız anlamak pek kolay değildir. Son
derece karmaşık bir üslûp var. O karmaşık üslüp içinde benim görebildiğime göre
birtakım hurafeler var.

Gördüğünüz hurafelerden birkaç misal verir misiniz?

Hurafe olan şeyin daha canlısını söyleyeyim. Ben Bediüzzaman’la
yüz yüze görüşmek imkânına sahip oldum. Bana söylediği sözlerden bir tanesi
şudur ki, hiç unutmam bunu: Türkiye’nin başında üç tane belâ vardır: Birisi
komünizm, birisi Halk Fırkası. Bir tane daha vardı, şimdi çıkaramadım. Yani üç
şey saydı.

Bunu Risâle-i Nur’da da söylüyor ve komünizmin ancak Halk
Partisinin himayesinde Türkiye’ye girebileceğini, milletin ise kendi reyleriyle
hiçbir zaman o partiyi iktidara getirmeyeceğini ifade ediyor.

Ve işte bunlardan bir tanesiyle, masonlukla uğraşmayı belki bir
ölçüde yapıyorum. Ama Halk Fırkasıyla uğraşmak bence hurafe, yani yanlış birşey.

Siz buna hurafe mi diyorsunuz?

Tabiî, tabii. Nurculuğun asıl görüşüne göre, "Dünya saadetleri
insana haramdır" diyorsunuz. Halbuki eserlerinde "Dünyanın saadetini, lezzetini
rahatını isterseniz, meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir.
Haricinde ve gayr-i meşru dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu…
elbette anladınız" deniliyor. Valla, ben belki bütününden çıkardım, ama şimdi
hemen şunu söyleyeyim: Siz bana böyle birtakım kitaplardan okur da söylerseniz,
ben bunu birbuçuk iki yıl önce yazmıştım, hemen cevabını pat diye bulamam. Yani,
bunu bir araştırsaydı, size "Efendi Hazretlerinin falan kitabındaki falan cümle
şöyleydi" derdim. Şu anda o kadar hazırlıklı değilim.

Bediüzzaman’ı devamlı olarak "Kürdî" şeklinde
vasıflandırıyorsunuz.

Benim vasıflandırmam değil o. Efkâr-ı umumiyede genel olarak
kullanılmıştır. Bilâkis efkâr-ı umuıniyede bugün "Nursi" olarak biliniyor. Kimse
Said Kürdî demiyor. Kendisi de soyadını değiştirmesinin sebeplerini izah ediyor.
Bilâhare o soyadını hiç kullanmıyor. Siz ise sonraki hayatından bahsederken de
ırkçı bir intiba uyandırıyorsunuz. Yok, İslâmiyette ırkçılık söz konusu
olmadığına göre, ırkçılığı falan kullanmadım. Yalnız ben Said Nursî’nin ırkçılık
yaptığı iddiaları duymuşumdur ve dinlemişimdir. Ama kendim onun bir belgesini
gördüm mü derseniz, hayır.

Yâni duyduklarınıza göre mi yorumluyorsunuz?

Bir defa ben Said Kürdî olduğu sıfatlandırmasını doğrudan İsmet
Paşa’dan dinledim. Yani ben Said Nursî ile mülâkat yapmaya gideceğim zaman Akis
gazetesinde çalışıyordum. Benim gitmeme engel olmak istediler. "Gitme, başına
türlü işler açılır" dediler. Ben "Giderim" dedim. O zaman İsmet Paşa çağırttı
beni yanına. Avni Doğan bir aralık Kastamonu valisi iken Said Nursi ile birtakım
temasları olmuş. O bana birtakım bilgiler aktardı. O da sürekli olarak Said
Kürdi diye söylerdi.

Yazınızda 27 Mayıs’tan sonra İnönü başbakan iken Diyanet
İşleri tarafından bir kitaptan aleyhte bir paragraf almışsınız. Ondan bir sene
evvel Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere Kurulunun 29.6.1963 tarihli kararında,
"İşaret olunduğu veçhile, Nurculuk bir tarikat ve mezhep olmayıp, Said Nursi
adındaki şahsın son zamanlarda yayılma istidadı gösteren dinsizlik cereyanına
karşı Kur’ân-ı Kerim âyetlerini eline alarak Risâle-i Nur namıyla yazdığı
eserlere izafe edilen bir cereyandır" deniliyor. Ve buna mümasil Diyanet İşleri
Müşavere Kurulunun pekçok müsbet kararı var.

Eğer bunu haber verseydiniz, daha evvelden hazırlanırdım. Şimdi
ben sadece bir sohbet diye şey yaptım. Bunun bir mülâkat olduğunu bilseydim, ben
size gelirdim. Daha rahat şey yapardık. Kendi kaynaklarımı ortaya koyardım.

Yine de gelirsiniz. Ansiklopediye yazdığınız makalede,
"Nurculuk Ortaçağ karanlığına özlem duyan bir akım olarak Isparta ve göller
bölgesi, Kastamonu, İstanbul ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaygındır" diyorsunuz.
Biliyorsunuz, Risâle-i Nur bugün Amerika’da, Almanya’da, İngiltere’de de yaygın.
Zaten aynı makalede Almanya’da yaygın olduğundan bahsediyorsunuz. Ayrıca, "Said
Nursi öldüğü zaman yerine birçok halife çıkmıştır. Bunlardan biri Konya ilinin
Ilgın kazası Reis Köyünden Ali Osman’dır" diyorsunuz. Hiç duyulmamış bu mâlûmatı
nereden aldınız.

Valla, bunu nereden edindiği mi şu an da pat diye söyleyemem.
Buna bakmam lazım. Bazı notlara, bilmem neye. Herhalde onu kendi kendime
uydurmadığıma göre, bir kaynağım var. Ama ezbere bunu çıkaramam.

Bir önemli yanlış daha var makalenizde. "Ankara’daki Ulusal
Kurtuluş Savaşı yöneticileri aleyhine fetvâ veren Dürrizade ve takımını
"ekpekü’l-küpekâ" diye niteleyen ve Halifeyi kurtaracak diye gördüğü Ankara
hükûmetini öven Said Nursi" diyorsunuz. Bediüzzaman, İngilizlerin baskısı
altında çıkarıldığı için "Dürrizade’nin fetvası mualleldir" diyor. Ancak
"ekpekü’l küpekâ" sözünü Dürrizade’ye değil, o zaman ki İngiliz hükûmetine
söylüyor.

Eee, bilemiyorum onun şeyini. Zannediyorum, onun kaynağı Çetin
Özek’tir, bana göre. Sanıyorum, ordan bir yerden bir alıntı yapmışım.

Akabinde, "Van’da Risâle-i Nur’ları yazmaya başlayan"
diyorsunuz. Bediüzzaman Risâle-i Nur’ları Isparta’da yazmaya başlamıştır.

"…"

"Topluca oturup Risâle-i Nur okumak ve zikretmek biçimindeki
Nurculuk uygulaması, Türk Ceza Yasasına göre suç sayılmaktadır ve takibata
uğramaktadır. Lâikliğe karşıtlık, İttihad-ı Muhammedî peşinde koşmak biçiminde
özetlenebilecek olan Nurculuk" derken de bazı hususlar yanlış aksettiriliyor.
Risâle-i Nur okumanın suç olmadığına dair binlerce mahkeme kararı var,
biliyorsunuz. Nurculukta topluca oturup zikretmek esası da yok. Bunu bilmeniz
gerekirdi. Lâikliğe karşıtlık ise, bilâkis Bediüzzaman dinsizlik mânâsında
tatbik edilmek istenen lâikliğin yerine Avrupaî mânâda bir lâikliğin tarifini
getirmiş, lâkliğin dindarlara baskı unsuru olarak kullanılmaması gerektiğini
ifade etmiştir.

Bunu nerde diyor? Ben buna rastlamadım hiç.

Makalenizde Risâle-i Nur’ların içinde bulunmayan bazı yorum
ve düşünceleri ileri sürüyorsunuz. Bunların gerçek yönlerini görürseniz ne
yapmayı düşünürsünüz? Yani gerçek bilgileri elde edince, Bunları kulaktan dolma
bilgilerle yazmışsınız. Mâhkemelerin verdiği bini aşkın beraat ve takipsizlik
kararları ile, Diyanet İşleri Başkanlığının müsbet raporları hakkında ne
diyeceksiniz?

Onlar hakkında politika diyeceğim. Bakın, birşey söyleyeceğim.
Politika derken de şunu kastediyorum. Diyanet İşlerinin yayınlarını ben elimden
geldiğince takip ediyorum, diyemem. Tarafsız olarak. Diyanet işlerinin Nurculuğa
karşı tavrı zaman zaman değişiklikler göstermiştir.

Bir tane menfi karar çıkmıştır. Sonra müsbetler var. Pekçok
var. Yani bire karşı on, yirmi, otuz müsbet karar. Bunlar yine yüksek inceleme
kurulunun kararları.

Tabiî, tabiî.. Bütün bunlar politik atmosferin değişmesine göre
şöyle veya böyle kararlar çıktığını gösteriyor. Yani sade bu konuda değil
aslında politika. Yani Diyanet İşleri Başkanlığının din kurulu vesaire de zaman
zaman havaya göre fetvalar veriyor.

Menfi raporlar daha ziyâde 1960 ihtilâlinden sonra ve Halk
Partisinin iktidarda, İnönü’nün başbakan olduğu devirde verilmiştir.

Yâni, siz bunu nasıl kabul ediyorsunuz? Din adamlarından, din
bilginlerinden oluşmuş-din adamı lafı da yanlış ya zaten-bir kurul, falan
politik iktidar geldiği zaman şöyle fetva verecek, yahut da hüküm verecek; filân
geldiği zaman da böyle verecek. O zaman din bilginliği nerede kalıyor? Ha, demek
ki, kabahat ben de değil, birtakım din bilgini geçinen kimselerde.

Ama siz sadece menfi olanını almışsınız. Tarafsız olmanız
gerekmez miydi?

Valla, ben kendime göre tarafsızım.

Topluma göre?

Topluma göre derken, ben kendime göre derken, ben kendimi
toplumun bir ferdi olarak saydığım için, toplumun genel çizgisine göre şey
yapıyorum. Nurculuk akımı Türkiye’de bir istisnadır. Yani, zaten gene Said
Nursi’nin sözlerine göre, o zaman yarım milyon kişi var diyordu.

1950’den önce Afyon savcısı söylüyordu onu.

Kendisi de ona yakın laflar söylüyordu. Eğer elli milyonluk
Türkiye’de yarım milyon insan böyle düşünmüşse bu, toplumun genel kanısı
değildir.

Fakat Risâle-i Nur’larda topluma ters düşen şeylerin
olmadığını sayısız ehl-i vukuf raporu ve mahkeme kararları ortaya koymuştur.
Dolayısıyla, İslâma ters düşen şeyler yok.

Ben din bilgini değilim. O konuda çok kesin birşey söyleyemem.
Ansiklopedilerde zaten, yahut da gazetelerde yazılan yazılarda genellikle bir
tür derleyicilik yapılır. Birtakım şeyler, efkâr-ı umumiyenin belirlediği genel
çizgilerdeki bilgiler aktarılır. Yani ben yüzde yüz telif, bilmem a’sından
z’sine kadar Said Nursi’nin herşeyini çok iyi okudum, değerlendirdim de şey
yaptım demiyorum yani. Böyle bir iddiam yok. Ben genel çizgisiyle bir gazeteci
gözüyle baktım meseleye. Benim gördüğüm bu. Bunda yanlışlıklar olabilir mi?
Olabilir. Yani ben yanlış yapmam diye bir iddiada falan değilim.

***

Cemil Meriç:
"AYDINLARIN RİSÂLE-İ NUR’A TAVRI: KORKAK, PISIRIK, SAMİMlYETSİZ"

İslâm düşünce tarihi açısından Bediüzzaman Said Nursî’yi
nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bediüzzaman İslâmî düşüncenin son metin kalelerinden bir
tanesidir. Hayatı ile düşünceleri arasında hiçbir tenâkuz olmayan gerçek bir
fikir adamıdır.

Ülkemiz aydınlarının baglangıcından beri Risâle-i Nur’a olan
tavrını nasıl buluyorsunuz?

Umumiyetle korkak ve pısırık, gerçek inanınışların yanında ne
istediğini bilmeyen, kararsız ve mütereddit bir sürü sahte münevver; samimiyeti
olmayan, ne istediğini bilmeyen bir tavır.

Sizce Bediüzzaman Said Nursi asrın meselelerine ne şekilde
yaklaşmıştır?

Bediüzzaman Said Nursî, asrın meselelerine tam bir mütefekkir
olarak yaklaşmıştır. Bizce Risâle-i Nur’ların yeni baştan ve izahlı olarak
neşredilmesi çok faydalı olur.

Eli kalem tutanlar maalesef gerçek ve samimi mütefekkirlerimizi
ihmal edegelmişlerdir. Avrupa bizden daha kadirşinastır. Bir Kenan Rifaî’yi, bir
Muzaffer Ozak’ı bizden daha iyi tanıyorlar. Düşündürücü…

Ve ne düşündürücü! İslâmın son kalesini saygıyla ve şuurla
anmak, tanıyıp tanıtmak aydının gerçek vazifesi değil midir? Siz, fedakârlıkta
ve sadâkatte örnek olarak vazifenize devam edin.

***

Türk halkı nasıl oluyor da, onun peşinden gidiyor? Biz
devrimleri kanun kuvvetiyle koruyoruz. Said Nursî sırtında bir hırkayla
milyonlarca insanı peşine taktı. İşte bu nokta sosyolojik açıdan çok ilginçtir.

Prof. Dr. Cahit Tanyol
Aydınlar Konuşuyor, s. 199

***

Said Nursî konusunda biz şimdiye kadar yanılmışız. Yanlış bilgi
sahibi olmuşuz. İslâmiyetten ayrı bir bid’a hareketi zannetmişiz. Siyasî harıltı
ve gürültüler içinde, Said Nursi’yi çok yanlış tanımışız.

Tarık Buğra
Aydınlar Konuşuyor, s. 409

***

Said Nursi’nin görüşlerinin bir açıdan İslâm dininin ana
kurallarına ve Türkiye’nin ihtiyacı olan gelişim çizgisine ters düştüğüne
inanmam, kendisinin kendi ölçülerinde uygun ve geçerli saydığı ideali uğruna,
yılmadan çaba göstermesini takdir etmeme engel değildir. Gerçekten de, Said
Nursî’nin bir ömür boyu, inancı uğruna kavga verişini, uğraşısını salt bu açıdan
takdir etmişimdir.

Prof. Dr. Çetin Özek
Aydınlar Konuşuyor, s. 61

***

Asrımızda İslâmiyetin ihyası için çalışan liderler arasında
sadece Bediüzzaman mazinin İslâm büyükleri arasında yer alabilir. Onun manevi
şahsiyeti Arap dünyasının ve Hint yarımadasının bütün muasır
liderlerinin-niyetleri ve gayretleri ne kadar samimî, halis ve değerli olursa
olsun-üzerinde çıkıyor. Hakikî bir velinin, bir müceddidin ve bir mücahidin
bütün vasıflarını muhterem şahsiyetinde toplayan Bediüzzaman’ın mirası ve
eserleri Türkiye’ye veya Türklere mahsus kalamaz; bunlar bütün dünya
Müslümanlarının ortak malı haline gelmelidir.

Meryem Cemile
The Light

***

Risâle-i Nur’un son derece etkili bir sesi ve üslûbu vardır. Bir
bakıma, Risâle-i Nur, tek başına, bir İslâm kültürü külliyatıdır. Onun
Anadolu’da, okumamış insandan aydın insana kadar büyük bir kitleyi yeniden İslâm
kültürü ve inancıyla eğittiğini, âdeta, Anadolu’da yeni bir kültür akımı
doğurduğunu ve bir kültür savaşına giriştiğini görmemek mümkün değildir.

Sezai Karakoç
İslâmın Dirilişi, s. 32

***

Eğer Bediüzzaman Hazretleri bir asır önce gelseydi ve
isteklerini Üçüncü Selim Hana arz etseydi, muhakkak ki, Osmanlı İmparatorluğunun
mukadderâtı değişirdi.

Said Şâmil
Aydınlar Konuşuyor, s. 137