Not: Bir şeyi, bu konuya girmeden önce burada belirtmek
gerekir ki, bu çalışmamız tamamiyle bir denemeden ibaret olup, burada
İslâmiyetin, Kur’ân-ı Kerim’in ve onun bu asra ve ötesine bakan tefsiri
Risale-i Nur Külliyatının fen ilimleriyle uyuşup uyuşmadığı, çatışıp
çatışmadığının ispatına girilmemiştir. Aksinin Köprü okuyucusuna bir eziyet
olacağı inancıyla bu tür çalışmalarımızı ileride daha kapsamlı olarak
kamuoyunun eleştirisine sunacağımızın müjdesini vermek isterim. Bırakın
Risale-i Nur’ların asr-ı hazır fen ilimleriyle uyuşma problemini, akademik
düzeyde çalışmalar yapma temennisinde olan benim inancım ve iddiam şudur ki;
Risale-i Nur’lar üzerindeki araştırmalar, sosyal ve fen ilimlerindeki bir
çok kaidenin ve bu ilimlerin tarihinin sistematiğinin tekrar yazılacağı
yönündedir. İnşaallah, Üstadımızdan aldığımız, "Bu dürûs-u Kur’aniyenin
dairesi içinde olanlar, vazifesi ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu
sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir"1 izniyle kendi sahamızla
ilgili olarak Risale-i Nur’daki meseleleri ilim dünyasının gözü önüne
getireceğiz. Tevfik Allah’tandır. Dualarınızla.
Giriş
Fen ilimlerini; hayatın tam kendisi, beş duyu organımız ve diğer
hislerimizle algıladığımız herşey olarak tanımlamak mümkün. Beşer tarihi boyunca
fen, teknolojinin geliştiği ahirzaman çağına kadar, ancak makro düzeyde (gözle
görülebilen) ele alınabilmiştir.
Fenlerin âciz kaldığı noktalarda ise söz
hakkını, metafizik düzeyde materyalist felsefe* ve İslamiyet almıştır. Aristo
zamanlarına kadar uzanan engizisyonlardan da anlaşıldığı gibi inkârcılık fikri,
kilise taassubuna karşı geliştirilen bir reaksiyon olmaktan çıkmış, ilmi
anarşizme, kör tesadüfe, şuursuz tabiata ve sonuçta Darwin’le beraber
şaklabanlığa kadar uzanmıştır.
Fenlerin açıklamada yetersiz kaldığı soru(n)lara
Kur’ân, "Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?"2 "Üstlerindeki
göğe bakmadılar mı, onu nasıl yaptık, süsledik; hiçbir çatlağı yoktur,"3 "Kün fe
yekûn…"4 "Gördünüz mü attığınız tohumu; siz mi yarattınız onu, yoksa Biz miyiz
yaratan?"5 saflığıyla ve belagatıyla verdiği cevaplar, 1900’lü yılların mikro
fenleriyle de desteklenmiş, ama imana küfür fen cihetiyle geldiğinden inkâr
yayılmıştır.
İşte bu safhada, durma noktasına gelen İslâmî fen çalışmaları**
dinin bu sahadaki görüşlerini günümüz meselelerine uygulayamamıştır. Toptan bir
Batı hayranlığının göze çarptığı Cumhuriyet döneminde ise fen bilimleri
felsefesinde din karşıtı hangi fikir varsa, "Mal bulmuş Mağrîbi" mantığıyla, hiç
süzgeçten geçirilmeden sahiplenilmiştir.
Bu aşamaya gelindiğinde, kendi
deyimiyle, "Risale-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni
skolâstik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası mı zannediyorlar? Ben
bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta
en derin meseleleri hallettim. Hatta bu hususta bazı eserler te’lif eyledim"
diyen ve fenlerde âlim olan Hz. Bediüzzaman, Tabiat ve Haşir risaleleriyle
küfrün belinin kırıldığını, dinsiz ilmin olamayacağını ispatlamıştır.
Burada
hemen şu reddiyeyi göğüsleyelim ki; bugüne kadar risalelerdeki fenni
realitelerin ön plâna çıkmaması bizim değil, din adına ne varsa karşı çıkma inat
ve taassubuna sahip kem damarlıların suçudur.
Risale-i Nur’lar ve Fenler
Günümüzde, "Planc sınırında fizik biter ve devreye din girer"6 tarzındaki
yaklaşımlar, son dönem bilim adamlarınca sıkça dile getirilmeye başlandı. Eski
Yunan’dan bugüne fenlerdeki gelişmeyi ve buna bağlı olarak değişimi göz önüne
alınca, bir zamanların erişilmez dehâları sayılan Aristo’ları, İbn-i Sina’ları,
Newton veya Einstein gibilerini (listeyi uzatmak mümkün) demode saymak
gerekiyor. Şimdilerde hayatını bu uğurda adayan bizler de, gelecek
torunlarımızca mâzide hoş bir sedâ olarak kalacağız. "Fenler peygamberlerîn
mucizelerine kadar gelişecek. O zaman neden bu uğraşı?" dendiğinde, Risale-i
Nur, "Her bir fen Allah’ı gösteriyor… Bütün fenler kâinattaki güzel intizama
birer şâhid-i sâdıktır"7 bakış açısıyla fen felsefesine adımını atıyor.
Risale-i
Nur’ların her olaya olduğu gibi fenlere de yaklaşım tarzı, sorunun (hastalığın)
teşhisiyle başlamaktadır. Üstad Hazretleri İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde kişinin
fenlerle olan münasebetini bir şablona oturtmaktadır ki, girift zannedilen
meseleleri bu şablona vurunca çözüm de (derman) kendiliğinden hasıl olsun.
Fenlerle uğraşanlara düstur olacak nitelikteki bu kaideleri buraya aktarmakta
fayda görüyorum:
1. Bir şahıs, çok fenlerde ihtisas sahibi olamaz.
2. İki
şahıstan südur eden bir söz, istidatlarına göre tefavür eder, yani birisine
altın, ötekisine nazaran kömür kıymetinde olur.
3. Fünun, fikirlerin
birleşmesinden hasıl olup, zamanın geçmesiyle tekâmül eder.
4. Eski zamanda nazari olup, bu zamanda bedihi olan çok
meseleler vardır.
5. Zaman-ı mâzi, bu zamana kıyas edilmez; aralarında çok fark
vardır.
6. Sahra ve çöl adamları basit ve saf insanlar olduğundan,
medenilerin medeniyet perdesi altında gizleyemedikleri hile ve desiseleri
bilmezler ve gizleyemezler. Her işleri merdânedir; kalpleri ve lisanları birdir.
7. Çok ilim ve fenler vardır ki, âdetlerin telkiniyle, vukuatın
talimiyle ve zamanla, muhîtin yardımıyla husule gelirler.
8. Beşerin nazarı, istikbale nüfuz edemez; hususi keyfiyât ve ahvali
göremez.
9. Beşer için bir ömr-ü tabiî olduğu gibi, yaptığı kanunlar için de bir
ömr-ü tabiî vardır; onun nihayeti olduğu gibi, bunun da nihayeti vardır.
10. İnsanların sıfatlarında, tabiatlarında, ahvalinde zaman ve
mekânın. çok tesiri vardır.
11. Eski zamanlarda harika addedilen çok şeyler vardır ki, mebâdi ve
vesâitin tekâmülüyle âdi şeyler hükmüne geçmişlerdir.
12. Def’aten bir fennin
icadına ve ikmal edilmesine, bir zekâ-yı hârika olsa bile, muktedir olamaz. O
fen, ancak çocuk gibi tedricen kemale erer.
Aziz kardeşim! Bu kaideleri birer birer sayıp kafana koyduktan
sonra…8
Bu kaidelerde de açıkça görüleceği gibi, Risale-i Nur fenleri böyle şablonluyor, çünkü bu dersini Kur’ân’dan almış. Bu kaideler ehl-i insaf ilim
erbabınca da kabul edileceğinden, asgari müşterek yakalanmış ve fen felsefesi
tartışılırken başvurulacak odak belirlenmiş olur. Zaten o çaplı bir münazaraya
da İslâm her zaman destekçi olmuştur. İlmin doruk noktaya çıktığı zamanlardaki
çalışmaların felsefi boyutları gözönüne alınmaya değerdir.
Risale-i Nur’lara
göre, "âlemin herbir nev’ine dair bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir. Fen ise
kavaid-i külliyeden (büyük-temel kaidelerden) ibarettir.. Külliyeti kaide ise, o
nev’ide olan hüsn-ü intizamına keşşaftır. Demek cemi’ fünun, hüsn-ü intizama
birer şâhid-i sadıktır."9 Ayrıca, "Aklın nuru fünunu medeniyedir."10 Vicdanı da
aydınlatan din ilimleri olduğu için hakikatin meydana çıkması ikisinin ittifak
etmesini zaruret haline getirir.
Risale-i Nur’lar, sonuç olarak belirtmemiz
gerekirse, müsbet fen ilimlerinin yaradılıştan başlayarak kâinat, insan,
astronomi, atom, madde ilişkileri, fen ve felsefi karşılaştırmaları, biyolojik
kavramlarhatta botanik, zooloji ve mikrobiyoloji genellemeleriyle dahi-tabiat,
coğrafya, fizik, psikoloji, sosyoloji ve metafiziğe kadar ilim nev’inden her
konuyu, satırlarına, ikna edici deliller, ispatlar, dil ustalığı ve kabul
ettiriciliğiyle nakşetmiştir.
Fenler Risale-i Nur’lara göre, din ilimleriyle
paralellik gösteren Sâni-i Zülcelâli tanıma yollarıdır. İlimde inat ve
gösterilecek hırs, hatta inadın dostu olmalıdır. Batının fen ve felsefesiyle
olacak olan ilişki ise, onun fen ve tekniğini, ihtiyaca binaen lüzumuyla almak
ve kendi potamızda eritmek suretiyle olmalıdır.
Fenlerdeki gelişme insanların
hayal güçlerini zorlayacak ve bu da fen felsefesini gündeme getirecekse, bu
eserler o dünyaya-başka dünyalara olduğu gibigirişin kapıları hükmündedir. Çünkü
dersini Kur’ân’dan almış.
Tâbiri câizse, Risale-i Nur’lar için, "İlim ilim bilmektir /
ilim kendin bilmektir…"
Dipnotlar
1. Mektubat, s. 413, Yeni Asya Neşriyatı, Germany 1994.
2. Rahman Sûresi.
3. Kaf Sûresi, 6.
4. Yâsin Sûresi.
5. Vakıa Sûresi, 58-59. Embriyolojik mucize delildir.
6. İngiliz fizikçisi Stephan Hawking.
7. Lem’alar, s. 307, Yeni Asya Neşriyatı, Germany, 1994.
8. İşârâtü’l-İ’caz, s. 167-168, Yeni Asya Neşriyatı,
İstanbul, 1994.
9. Muhakemat, Birinci Makale, Dokuzuncu Mukaddeme.
10. Münazarat, s. 31, Yeni Asya Neşriyatı, İstanbul 1994.
* Buradaki materyalist felsefeden kasıt, İslamiyet dışındaki
bütün metafizik değer yargılarıdır. Ayrıca bir ayırıma—tümü Tehvid akıdesine
aykırı olduğundan—gidilmemiştir.
** Gerileme yıkılış dönemi de olsa Osmanlılarda, son anda
dahi fen ilimlerine önem verildiğini görmekteyiz. Bütün bütün, "İslami fen
çalışmaları durdu" demek yanlış olacaktır. Bu iddiayı yapanlar, öncelikle
unutmamalıdırlar ki, Osmanlı bir çok cephede savaş halindedir. Kendilerine
sormak gereksiz, "Yetmiş yıldır ne üretiyorsunuz?" diye.
*** Asr-ı Saadette Arapların o vahşi halden nasıl büyük bir
medeniyet çıkardıklarına dair Üstad Hazretlerinin tespitidir. (G. Ok)