I. İbrahim’in (a.s.) amacı: Tevhid

Bütün peygamberlerin oldugu gibi, Hz. İbrahim’in1 de
amacı insanlara tevhid inancını telkin ederek, gönüllere yerleştirmekti.
Peygamberlerin hepsi kavimlerine karşı delille mücadele etmişlerdir.
Söylediklerine delil getirmiş, halklarını inandırmaya çalışmışlardır.
Putperestlerin, peygamberlerin getirdikleri tevhid inancını ibtal edecek bir
dellileri varsa, getirmelerini istemişlerdir. Bu konuda Kur’ an-ı Kerim’de çok
bariz meydan okumalar vardır. "Eger doğru iseniz, haydi delilinizi getiriniz"2
ayeti örnek olarak gösterilebilir. Nuh (a.s.) ve Musa (a.s.) gibi Peygamberler
de hep Tevhid inancı için mücadele vermişlerdir. İşte diğer peygamberler gibi
İbrahim (a.s.) da aynı inanca davet maksadiyla takib ettiği yöntemde parlak bir
mücadele örneğini vermiştir. Kur’an-ı Kerim onun Bu mücadelesini çok detaylı bir
şekilde, müdafaa ve davayı isbat şaheseri olarak anlatır. "Biz İbrahim’e rüşd ve
hidayet verdik"3 şeklindeki âyetin bir anlamı da, onun tefekkür ve
delil getirme konusunda muvaffak, kılınmış olduğudur. Gerçekten kendisinden
sonra gelen bütün din mensupları tarafından kabul edilen ortak husus onun şirke
karşı, Tevhid inancının savunuculuğunu yapmış olmasıdır. O yıldızlara asla
tapmamış, putlara secde etmemiş, tabiattan yardım dilemeye teşebbüs etmemiştir.
Onun dini bir tek yaratıcıya, bir tek Allah’a davetti. Bu anlamda Hz.
Muhammed’in (a.s.m.) dini de İbrahim’in (a.s.) dinidir. "İbrahim’in Hanif dinine
tabi ol"4 ayeti de bu gerçeğe bir delil sayılır.5 Onun,
Tevhide aykırı davranışlardan şiddetle kaçındığı Kur’an’ın bazı ayetlerinde
işaret edilmektedir. Onun Tevhid amacını şu duasında görmek mümkündür: "Ey
Rabbimiz, bizi Sana teslim olmuşlardan kıl. Zürriyetimizden sana testim olmuş
bir ümmet yap."6 Burada teslimiyetle beraber Tevhid inancını ön plana
çıkarmakta, Allah’a bağlanmış olmayı istemektedir. Devamında aynı Tevhidin
insanlara da ulaşmasını dileyerek şöyle bir dilekte bulunur: "Ey Rabbimiz, o
zürriyetimizden insanlara peygamber gönder ki, ayetlerini onlara okusun, Kitab’ı
öğretsin, hikmeti tanıtsın ve onları temizlesin."7 İbrahim (a.s.),
burada çok açık bir şekilde amacının. Tevhid olduğunu belirterek, buna ulaşmanın
basamakları olan ayetlerin okunmasını kitabın ve hikmetin öğretilmesini ve ruhen
temizlenmelerini Cenab-ı Hak’tan taleb etmektedir. Onun Tevhid eksenli amacını
Yakub’un (a.s.) çocuklarının babalarına verdiği cevapta da görmek mümkündür: "
Yakup, çocuklarına Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?’ diye sorduğunda onlar
şöyle demişti:"Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahına, bir ve tek
olan ilaha ibadet ederiz."8 Şu ayetten de anlaşılacağı üzere o,
yalnız ve yalnız Tevhid’e yönelmeyi amaç edinmiştir. "Ben yüzümü tamamen,
gökleri ve yeri yoktan Vareden’e çevirdim ve artık ben ona ortak koşanlardan
değilim."9 O şirki çirkin görüyor ve babasının putperestlik inancını
taşımasından dolayı müthiş bir rahatsızlık duyuyordu: "Hatırla ki İbrahim,
babası Azer’e ‘Sen putları mabud mu ediniyorsun? Ben, seni ve toplumunu apaçık
bir sapıklık içinde görüyorum’ dedi."10 Kur’an-ı Kerim, onu Allah’ın
"halil"i olarak sunarak Tevhide çağrısını övücü ifadelerle anlatır ve o dine
tabi olmanın önemini vurgular: "İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a veren ve
İbrahim’in Allah’ı Bir tanıyan dinine tabi olan kimseden dince daha güzeli var’
mıdır? Allah, İbrahim’i dost (halil)11 edinmişti."12
İbrahim (a.s.), Babilliler döneminde yaşamıştır. Bunlar tek Allah’a inanmayıp,
putlara ve yıldızlara taparlardı. Babil’de putların hem yapıldığı hem de
tapıldığı puthaneler vardı. Putlarla ilgili olarak -bugünkü tabirle -bir "sanayi
sektörü" vardı. Bu topluluk Sabiî’ydi. Şahıslara ve yıldız heykellerine tapanlar
olmak üzere iki kısma ayrılıyordu. İşte İbrahim (a.s.) Tevhid inancından
böylesine uzak bir kavme hitap ediyordu. Vazifesi bu batıl inancı ortadan
kaldırmak, yerine saf Tevhid inancını yerleştirmekti.13

II. İbrahim’in (a.s.) Tevhide yönelik kullandığı araçlar:

Şüphesiz Peygamberin muhatap olduğu topluluk insanlardan
oluşmaktadır. Dolayısıyla insan psikolojisini dikkate alan bir yöntem kullanmak
gerekmektedir. Aksi takdirde davetin başarı şansı azalır. Bu bakımdan burada
insan psikolojisine değinmekte fayda vardır. Görüleceği üzere İbrahim (a.s.) da
Tevhide davetinde psikolojik araçlar kullanmıştır.

A. Psikolojik araçlar:

Kullandığı psikolojik araçları iki kısımda değerlendirmek
mümkündür. Bunların bir kısmı terhib ve korkutmaya dayalı olan araçlar, diğeri
ise teşvik ve sevdirmeye yönelik araçlardır.

I. Korku enstrumanları: İnsan, yaratılışı itibariyle
korku duygusuna sahip bir varlıktır. Gelecekten korkar bir özellikte
yaratılmıştır. Bilhassa geleceğin onun düşünce dünyasında karanlık olması,
hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmayışı bu korku ve endişeyi daha dâ
şiddetlendirmektedir. Her insanda bu duygu vardır. Hz. İbrahim zamanında olduğu
gibi, günümüzde de var, gelecekte de olacaktır. İnsan unsurunun bulunduğu yerde
bu duygu mutlaka olur. Çünkü insan fıtratında değişiklik yoktur.

Tevhidi isbat ve ona zıt inançları red konusunda Kur’an, Hz.
İbrahim’in üç farklı yerlerde Tevhide davet konusunda takib ettiği yöntemini
anlatmaktadır. O, babasıyla, kavmiyle ve Nemrutla tartışmış, onların batıl
inançlarını çürütmek için güçlü deliller getirmiştir. Buralarda psikolojik
araçlardan insan yaratılışında var olan korku etkenini kullandığını
görnıekteyiz. Kur’an-ı Kerim, onun, babasıyla olan münazarasının bazı
safhalarını anlatmaktadır: "İbrahim babasına demişti ki: ‘Babacığım, işitmeyen,
görmeyen ve sana hiçbir şey kazandırmayacak olan putlara niçin tapıyorsun.
Babacığım, sana gelmeyen bir bilgi bana geldi; bana uy, seni dosdoğru yola
ileteyim. Babacığım şeytana tapma, çünkü şeytan Rahman’a isyan etmişti.
Babacığım, ben, Rahman’dan sana bir azabın dokunmasından korkuyorum. O zaman sen
şeytanın dostu olursun.’ Babası, ‘Ey İbrahim, sen benim tanrılarımdan yüz mü
çeviriyorsun? Eğer onlara dil uzatmaktan vazgeçmessen, and olsun seni taşlarım.
Uzun süre benden ayrıl, git’ dedi. İbrahim, şöyle cevap verdi: ‘selam sana,
senin için yine de Rabbim’den mağfiret dileyecegim, çünkü o bana çok
lütüfkâr’dır. Siz’den de, Allah’tan başka yalvardıklarınızdan da ayrılıyor ve
yalnız Rabbime yalvarıyorum, umarım ki bahtsızlardan olmam." 14
Görüldüğü gibi burada İbrahim (a.s.) psikolojik bir yaklaşımla babasını tevhide
çağırmaktadır. Özellikle azabla tehdit ederek onun korku duygusunu harekete
geçirmeyi deneyerek bir yöntem kullanıyor. Bundan anlaşılıyor ki insanlar sadece
kuru mantıkla tavır ve fikir değişteren varlıklar değil, aynı zamanda ebede
kadar uzanmış duygu ve sezgileriyle de tevhide ulaşmaları mümkündür. Peygamber
bunu çok etkili bir şekilde kullanmaktadır. Bundan şuna da ulaşılabilir ki
klasik Kelam bu Peygamberî metodu geniş ölçüde ihmal etmiştir. Yeni Kelam’da ise
ilk plânda insanların şuur derinlikleri ortaya çıkarılarak bu metodun yaygın
şekilde kullanılması gerektiği inancındayım. Öte yandan Hi. İbrahim ayrıca,
eşyada ve olaylarda var olan gayeyi vurgulamıştır. Görmeyen, işitmeyen ve bir
faydası olmayan gayesiz taşlara, heykellere ibadetin anlamsızlığına dikkat
çekmiştir. Bu gaye de ancak insan tarafından beşerî sorumluluğun merkez üssü
olan akıl vasıtasiyle anlaşılabilir. Asıl mühim olan akla sahip almak değil,
aklı iyi kullanmaktır. Bu bakımdan diyebiliriz ki, Hz. İbrahim aklı en iyi
kullanma ve bireyin varlığının şuuruna erme yolunu göstermiştir.15
İnsanın çeşitli duyularına, hatta pragmatik anlayışına hitap ederek işitmeyen,
görmeyen ve hiçbir fayda sağlamayan varlıkların ilah olamayacağına dikkat
çekerek, Yaratıcı olan Zât’in ise Semi, Basir ve Kadir olmasının gereğini
vurgular.

2. Terğib aracı: Yukarıdaki ayetten anlaşılacağı üzere o,
korku duygusunu harekete geçirirken, teşvik aracını da ihmal etmemiştir.
Semantik olarak incelendiğinde ayette terğib psikolojisi daha açık bir şekilde
görülecektir. Meselâ Hz. İbrahim’in, Allah’ın isimlerinde olan Rahman ismini
burada anması olaya şefkat eksenli bir boyut kazandırmaktadır. Ayrıca
"Rabbim’den sana mağfiret dileyeceğim. Çünkü o bana lütükârdır" şeklindeki
ifadesinde Rabb ve mağfiret terimleri yine teşvik ve umut içermektedir. Bundan
dolayıdır ki babasının itirazına karşı umudunu kesmeyerek Tevhid çağrısın
yinelemiştir. İbrahim’in (a.s.) burada yumuşak bir dil ve uslup kullanması da
muhtaba yönelik olumlu bir yaklaşımdır. Delilin mükemmelliğı yanında, üslubun da
itici ve inciten olmaması Tevhid davetinde önemli bir faktördür. O, hasmı olan
babasını, asla incitmemiş, kendisinden azar işittiği halde, yine ona dua
edeceğini ifade etmiştir.

Korku ve endişe enstrümanlarından biri olan rızık ve beslenme
unsurunu vurgulaması da ilginçtir. Aynı ayette bunların yanında gelecek endişesi
de işlenmektedir. İnsanın, sonunda Allah huzuruna varacağı belirtilmektedir. O,
Tevhidi anlatırken, rızkın Allah tarafından verildiğini ve dolayısıyla şükrün
sadece O’na yapılması gerektiğini kavmine anlatmıştır: "Siz Allah’tan başka bir
takım putlara tapıyorsunuz. Yalan uydurup, onlara tanrı ve şefaatçi diyorsunuz.
Sizin Allah’tan başka taptıklarınız size rızık veremezler. Siz rızkı Allah’ın
yanında arayın. O’na tapın ve O’na şükredin. Hepiniz O’na döndürüleceksiniz.16
Çoğunluğa veya atalara uyma geleneğine sahip bir topluluğun psikososyal yapısını
da bildiği ve bunlara cevap verdiği görülmektedir. Onların "Babalarımızı bunlara
taparken gördük. Biz de tapıyoruz" diyerek taklide başvurmaktan başka
söyleyecekleri sözü yoktu. Hz. İbrahim "Siz de babalarınız da büyük bir dalâlet
içindesiniz" diyerek, aslında bir mesleğin tabilerinin çokluğu, o mesleğin
doğruluğuna delil teşkil etmeyeceğini vurgulamış bulunmaktadır. Razî bu meseleye
temas ederken "Tabilerinin çokluğu sebebiyle bir batıl hak olmaz"17der.
Hz. İbrahim’in kullandığı bu psikolojik araçları özellikle Kelam açısından
dikkate değer görmekteyim. Gerek kendi insanımıza ve gerekse Doğu ve Batı
insanına Tevhidi takdim ederken, insan psikolojisinin derinliğine incelenmesi,
şuur altı ve şuur dibi denilen noktalara inilmesi gerekmektedir. Korku mu, yoksa
sevgi mi önplanda olduğu hususu belirlenip Kelâmî sistemlerin ona göre
düzenlenmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir. Günümüzde Kelamcının sadece
mantıksal kuralları bilmesi yeterli değil, aynı zamanda ileri derecede bir ruh
bilimci ve insan bilimci olması gerektiği inancındayım.

B. Hikmet eksenli araçlar:

Yerlerde ve göklerde hikmeti aramak, sebep ve netice
ilişkilerini bulup, bunları ortaya koymak tevhidin isbatı açısından İslamın
emrettiği hususlar arasındadır. "İnsanın, tabiatı, cemiyeti ve bizzat kendini
tanımadıkça, Allah’ı da tanıyamayacağı hususunu belirten İslâmî bir kıymet
hükmü" bulunmaktadır.18 Hz. İbrahim de hikmete riayet etmiş, buna
uygun bir yöntem takib etmiştir. O, kavmine gördükleri ve inandıkları şeylerin
ilah olamayacağını somut örnekleri ile anlatma yöntemini seçmiştir. Buradaki
tartışmalarında hikmet eksenli kozmolojik delilin izleri görülmektedir.
Yıldızlardan, aydan, güneşten örnekler verilmiştir. Hz. İbrahim, muhatablarını
müşahede aleminden hareketle mücerred bilgiye ulaştırmak, kavminin batıl
inançlarını çürütmek için bunları göstermek, putların yaratıcı olamayacaklarını
anlatmak istemiştir. "Üzerine gece basınca İbrahim (a.s.) bir yıldız gördü.
Bu(mu)dur, rabbim? dedi. Yıldız batınca ‘batanları sevmem’ dedi. Ay’ı doğarken
görünce, ‘budur, rabbim’ dedi. O da batınca ‘Rabbim, bana doğruyu göstermeseydi,
elbette doğru yoldan sapan topluluktan olurdum.’ dedi. Güneşi görünce ‘budur
rabbim, bu daha büyük’ dedi. O da batınca şöyle dedi:’Ey kavmim ben sizin
Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.’ Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri
yoktan Vareden’e çevirdim ve artık ben ona ortak koşanlardan değilim."’ 19
Aslında O, kavmine kâinatın zevalini anlatıyordu. Fani şeylerin yaratıcı
olamayacağı gibi, hakiki manada sevgiye de değmeyeceğini vurguluyordu. Zira
insan kalbi ebediyeti arzu eder. İnsan fıtratı da bu fani ve zevale mahkum
kâinat karşısında bütün gücüyle "Fânileri sevmem" diye haykırır.20
İbrahim’in (a.s.) geçicileri sevmediğini ifade etmesi ve "âfil" dediğinde
kelâmcıların "hadis"ini veya filozofların "mümkün"ünü görmek yanlış degildir.21
Razî de (606/1210) buna işaret ederek, Kur’ân’da Hz. İbrahim’in "Allah’ın
arayışını"22 konu edinen ifadelerin gösterdigi yol ile Kelamcıların
kullandıgı hudus delilinde takib edilen yolun aynı olduğunu savunmaktadır.23

Bilgi elde etmekte büyük değer taşıyan ve hikmetin de önemli
aracını oluşturan diyalog kavramını da Hz. İbrahim’de görmekteyiz. Kavminin
verecegi cevabın ne oldugunu bilmesine ragmen, o, toplulugun dinî inancını kendi
ifadelerinden tesbit etmek için neye taptıklarını sormuştur. Putlara
taptıklarını söyleyen kavminden, putların özellik ve fonksiyonlarını dinledikten
sonra, taptıkları putların ilah olmadıklarını, gerçek ilahın insanları Yaratan,
onlara doğruyolu gösteren, hastalıklarına şifa veren Zat’ın olduğunu
anlatmıştır. Diyalog metoduyla kavminin inancının bozukluğunu ortaya koymuştur.24
Hz. İbrahim kendi iç aleminde de itminan ve istikrar arzusunu taşımıştır.
Kur’an’da buna işaret eden ayetler vardır. Bir âyette anlatıldığı üzere Hz.
İbrahim Cenab-ı Allah’a "Ey Rabbim, ölüleri nasıl dirilttigini bana göster" diye
yalvarmıştı. Cenab-ı Allah" Sen inanmıyor musun?" diye sorunca, O "Evet,
inanıyorum, fakat kalbim mutmain olsun istiyorum" şeklinde cevap vermiştir.25
Burada Hz. İbrahim’in mutmain olmadıgı ve kalbi endişe içerisinde olduğu anlamı
çıkarılmamalıdır. Peygamberlerin itminanları ve kalbî huzurû ile sıradan
insanların itminanları aynı degildir. Bir rivayete göre Hz. Ali "Gayb perdesi
açılsa yakinim artmayacak" şeklindeki itminanı sıddikînlerin itminanıdır. Hz.
İbrahim’in istedigi itminan ise peygamberlerin itminanıdır.26
Ölülerin nasıl diriltildigi hususundaki sorusu, imanında bir naksı ifade etmez.
O, ihyanın keyfiyeti hususunda geniş bilgiye sahip olmak istemiştir. Dikkat
edilirse dirilticinin kim oldugunu sormuyor, diriltmenin nasıl olduğunu
sormaktadır. Cenab-ı Allah o arzusunu yerine getirir. Yüce Allah dört kuş
almasını, onları parçalayıp herbirisini bir dağa koymasını ve dirilip
dirilmediklerini anlamak için çagırmasını ister. Hz. İbrahim (a.s.) böylece
gözüyle ölü kuşların dirildiğini müşahede eder.27 Aslında burada
ilmelyakîn derecesindeki bir imandan aynelyakîn derecesindeki bir imana intikal
da sözkonusudur. Kelâmcıların tartışma konularından olan imanın artıp
artmayacağı meselesine de açıklık getirmekte ve nitelik yönünden artma ve
eksilmeyi göstereceğini ifade etmektedir.28 Hz. İbrahim’in kıssasında
gelip geçici (ufûl) eden varlıkların ilah olmaya layık olamıyacakları
hatırlatılır. Bu ve benzeri ayetler, "yaratıcıyı nasıl tasavvur etmeliyiz?"
sorusuna ait cevaplarla ilgili bir takım ipuçları verir. Selbî yola başvurarak,
mahiyeti itibariyle tam anlamıyla tasavvur edilemeyeni, sınırlı ölçüde de olsa
tasavvur etmeye çalışmak, Descartes’in ontolojik delilinde başvurulan temel
fıkirden sonluluk düşüncesinden sonsuz varlık düşüncesine gidilemiyeceği
görüşünden daha sağlam olsa gerektir.29 Hz. İbrahim "ufûl etmeyen"
bir varlıgı aramaktadır. Şayet aklımızın nazari fonksiyonu açısından bakarsak,
onun bu arayışına kozmolojik bir arayış diyebiliriz. Ancak Hz. İbrahim burada
estetik bir boyut ilave ediyor ve "sevilmeye layık" bir varlığı arıyor. Prof.
Mehmed Aydın’ın ifadesiyle "tabiî teoloji, bir çeşit estetik teolojiyle son
buluyor".30

Bu sorudan hareketle bazı alimler, istidlâlî ilim ile zarurî
ilmin birbiririden farklı olduğunu söylemişlerdir. İstidlalî ilimde bir derece
şüphe kalabilir.31 Nitekim Razî’ye göre kelamcılar da böyle
düşünmektedirler. "İstidlalî ilim, şüphelere maruz olabilir. Hz. İbrahim zaruri
ilim taleb etti ki, kalb onunla istikrar kazansın, şek ve şüphe ile karışık
olmasın."32

C. Mantıksal araçlar:

Hz. İbrahim’in babasıyla olan bir tartışmasında mantıksal
araçları kullandıgı görülmektedir. "Ben sizin taptıklarınızdan uzağım, ben
yalnız beni Yaratana taparım. Çünkü o bana doğru yolu gösterecektir"33
ayetinde ifade edildiği üzere İbrahim’in (a.s.) Tevhid anlatımında akılcı
metodolojinin benimsedigi bir teknik görmekteyiz. Ayette yaratıcısının varlığı
vurgulanır ve ibadet de ancak o yaratıcıya yapılabilir. Burada his ve akıl
unsurunun ikisi de kullanılmıştır. Çünkü duyularla idrâk edilebilen bir
varlıktan; kendi varlıgından bahsetmektedir. Akıl da bu varlıgın var olması için
yaratıcıya muhtaç olduğunu bildirmektedir. Başka bir ifade ile burada his,
düsünce ve tatbikat bütünlüğü vardır. İmân ve ibadet sözkonusudur. Aynı zamanda
hissî (sensible) bir yaklaşım görülmektedir. Tekten genele dogru metodolojik bir
düşüncenin izlerine de rastlanmaktadır. Bunu mantıksal olarak şöyle formüle
edebiliriz: "Ben insanım, siz de benim gibi insansınız. Benim yaratanım kim ise
sizin de yaratıcınız odur. Ben yaratanıma taparım. Siz de yaratıcınıza tapın
Netice itibariyle aynı zâta tapmış olacağız. Kendisini yaratan kim ise, babasını
da yaratan odur. Babasını yaratan kim ise bütün insanları da yaratan odur gibi
mantıksal bir yöntem takib edilmiştir. O, önce yıldızı görür, bunun Rab
olamayacağını söyler. Arkasından ay ve güneşin yaratıcı olmalarının
imkânsızlıgını anlatır. Çünkü tümümün ortak özelliği vardır: Fanilik. Bunları
nazara verdikten sonra gerçek yaratıcıya yönelmenin gerekliliğini halkına
bildirir. "Ben zail olanları sevmem" derken, müşahhas gerçeklerden, genel kanuna
varma yöntemini takib eder. Genel kanun şudur: Zail olan Rab olamaz.

Hz. İbrahim, kavmine önce sözlü olarak putların ilah olmasının
mümkün olmadığını, onlara tapmanın akıl ve mantık dışı olduğunu anlatmıştır. Bu
akli delillerin fayda vermediğini görünce, puta tapmanın anlamsız olduğunu
gözlem ve deneyle isbata çalışmıştır.

Mesajını bir türlü kabule yanaşmayan Babil ahalisi, bir bayram
günü adetleri üzere puthaneye yemek getirmiş, putların önüne koymuş, daha sonra
eğlence yerine gitmişti. Hz. İbrahim (a.s.), rahatsız olduğunu belirterek bu
eğlenceye katılrnamıştı. Onlar eğlenirken, Hz. İbrahim de puthaneye girmiş,
putları tek tek kırmış, en büyüğünü saglam bırakıp, baltayı da onun boynuna
asmıştı. Halkı, eğlence dönüşünde puthaneye uğradıklarında şaşkına dönmüşlerdi.
"Olsa olsa bunu İbrahim yapmıştır" diyerek, sorgulamaya başlamışlardı. "Ey
İbrahim, tanrılarımıza bu hareketi sen mi yaptın ?" sorusuna Hz. İbrahim’in
cevabı mantıksal açıdan anlamlıydı: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır.
Konuşabiliyorsa ona sorun".34

Maksadı putların cansız ve konuşamaz olduklarını fiilen
göstermekti. Halk onların konuşmaktan, meramlarını anlatmaktan aciz olduklarını
itiraf edince, İbrahim (a.s.) tevhid inancını şöyle haykırdı: "O halde, Allah’ı
bırakıp, size hiçbir fayda ve zarar veımeyecek putlara niye tapıyorsunuz ? Size
ve taptıklarınıza yazıklar olsun. Hala akıllanmayacak mısınız ?"35
Tartışmalarında bir fizikçinin fıziki realiteyi yoklaması gibi hadiseleri
yoklamıştır. Bizzat büyük putu konuşturmak istemesi bunun açık bir örneğidir.
Kur’an’da onaltı ayetle bu mesele detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.36
Mantıksal yöntemden bir türlü anlamayınca, sonunda putları kırmak suretiyle
fiilî bir anlatıma başvurmuştur. Böylece putlara tapmanın bir fayda
sağlamayacağını fiilen göstermiş, onları, "putlar konuşamaz, yapamaz, zarar ve
fayda veremez" inancına getirmek istemiştir.37 Bu, bir bakıma sözden
eyleme geçişti. Ancak, höyle bir geçiş daha büyük bir kötülüğü netice
vermeyecekse kabul edilebilecegi de dikkatten kaçmamalıdır.38

O, şımarık bir diktatör olan Nemrut ile tartışmasında da
mantıksal araçlara başvurmuştur. Aslında Nemrut kendi ilahlığına inanmıyordu. O
çok ilahlı bir din anlayışına sahipti. Eğer kendi uluhiyetine inanmış olsaydı,
tedbir ve icad fiilinin yıldızların elinde olduğuna inanan Sabülerce de deli
kabul edilecekti. Kendisini gökteki yıldızların yeryüzündeki vekili olarak
görüyordu. Tanrılar ona hulul etmişti.39 Kur’an, adını anmaksızın
Nemrud’u şöyle anlatmaktadır: "Allah kendisine hükümdarlık verdi diye şımararak,
İbrahim’le tartışanı görmedin mi? İbrahim, benim rabbim odur ki, diriltir ve
öldürür’ demişti. ‘Ben de diriltir ve öldürürüm’ dedi. İbrahim, Allah güneşi
doğudan batıya getirir, sen de onu batıdan getir" deyince inkâr eden o adam,
şaşırıp kaldı. Allah zalim toplumu doğru yola iletmez."40 Bu cevap
karşısında Nemrud mağlup oldu, sözden kesildi, hayrette kaldı.41
Burada bir parantez açarak bir noktaya işaret etmek isterim. Dikkat edilecegi
üzere, Hz. İbrahim bize yöntem konusunda önemli bir metodoloji sağlamaktadır. Bu
da Tevhid esas ve degişmez bir mutlaklık olarak alınıp, Tevhidi isbata yönelik
hususlar çağın bilimsel bulgularından temin edilebilmesidir. Ancak hemen
vurgulamak gerekir ki, bilimsel bulgular çağında geçerlidir ve değişken
niteliklidir. Dikkatten kaçmayacagı gibi, Güneşin doğudan doğuşu ve batıdan
batması o günkü bilimsel birikimin ulaştığı bir sonuçtu. Oysa günümüzde Güneş ve
Dünyanın belli yörüngelerde hareket ettigi bilinmektedir. Burada şu da
söylenebilir: Her çağın Kelamcıları, kendi çaglarında hakim olan bilimsel
paradigma ışığında Tevhidi isbat etmeye çalışmışlardır. Newton mekaniginden
önceki dönemde ilginçtir ki Kelamcılar Aristo Batlamyous fiziğini, Newton
sonrası dönemde Newtoncu mekaniği, Einstein sonrası dönemde ise izafiyet
teorisinin araçlarını kullanmışlardır. Bu da kanımca tutarlı bir metodolojidir.
Sözkonusu ayetin yorumunda tefsirler farklı rivayetleri kaydetmişlerdir. Bazı
rivayetlere göre Nemrud, iki adam getirtmiş, birisini öldürmüş, diğerini de
serbest bırakmıştır. Ancak Razi buna katılmamaktadır: Ona göre, oradaki ahali ve
Nemrud, bunları farkedemeyecek kadar ahmak değillerdi. O ‘Ben de öldürürüm ve
diriltirim’ derken, ölüm ve dirilmelerin maddi sebeplerle olduğunu iddia
etmişti. Çünkü Sabü inancına göre gök cisimleri bunlara tesir etmekteydi. Onun
için delili tamamlayıcı mahiyette güneşi misal vermişti.42 Bazı
tefsircilerin "gizli delilden zahir delile intikal" şeklinde bu ayeti izah
etmeleri çağdaş bir yorumda tenkit edilmektedir. Buna göre Hz. İbrahim’in
öldürmek ve diriltmek delilinden hemen sonra güneşin doğuş ve batış deliline
geçmesi, cüz’iyyetten külliyete geçmektir.43 Güneşin doğması bir ihya
ve diriliş habercisi olduğu gibi, batması da bir ölüm ve kaybolma habercisidir.
Bu da çok geniş bir anlamda ölüm ve dirilişi anlatmaktadır. Tek bir ölüm ve
dirilişten, genel ölüm ve dirilişe geçiş sözkonusudur. Yoksa gizli delilden,
açık delile geçiş değildir. Burada Nemrud’a karşı uslub-i hakîm kullanılmıştır.
Zira o "Ben de yaşatır ve öldürürüm" dediğinde, onun deliliyle uğraşılmamış ve
artık sözedemeyeceği bir tartışma alanına girilmiş44 hayat ve ölümün
Allah’ın elinde oldugu söylenmiştir. Öyle anlaşılıyor ki Nemrud’un maksadı,
konuyu saptırmaktı. Bu sebeble İbrahim (a.s.) onun delilini çürütmekten
vazgeçerek başka bir delile geçti.45 Aslında ikinci delile geçişi,
birinci delilin tamamlanması mahiyetindeydi. Zira İbrahim (a.s:) öldürme ve
diriltme delilinin arkasında gök cisimlerin hareketlerini delil getirmiştir.
Razî, Hz. İbrahim’in Nemrud’a karşı getirdiği delilleri, tahlil ederken, delilde
ifade edilmek istenen hususu şöyle açıklar: "Gözlemlerimizle sabittir ki, eşyayı
yaratmaya mahlukatın gücü yetmez. O halde bunları yapan sonsuz kudret sahibi bir
Kadir’dir. Meselâ: İhya, imate, bulutlat, gök gürültüsü, şimşek, yıldızların
hareketleri gibi". Ona göre insanlar bu varlıkları yönetmekten acizdir.
Binaenaleyh, burada Hz. İbrahim tek bir delil kullanmş, fakat, örnekleri
artırmıştır.46

Ayrıca Allah’ı tanıma noktasında da delil son derece isabetli
seçilmiştir. Zira O’nu tanımanın tek yolu, fiilleridir. O’nun fiillerine kimse
ortak olamaz. Öldürmek ve diriltmek de O’nun fiillerindendir. Nitekim Cenab-ı
Allah da kudretini göstermek için ölümü ve hayatı Kendisinin yarattığını bir
medih ifadesi olarak anlatır.47

Sözkonusu delili derinden tetkik eden alimler dirilişin ölümden
önce zikredilmesinin gerekçesini şöyle anlatmaktadır: "Allah’a davet için
zikredilen delil şüpheye mahal bırakmayacak şekilde açık olmalıdır. Şüphesiz
Allah’ın yaratılış mu’cizeleri hayat halinde daha çoktur. İnsanın onları görüp,
farkına varması daha kolaydır."48

Ayrıca ayette ifade edilen "Rabbim ölüleri öldüren, canlıları
diriltendir" şeklindeki cevap iktirani kıyasın birinci şeklinde küçük öncüldür.
Buna göre kiyasî delil şöyle olur: Rabbim öldürür ve diriltir; Her öldüren ve
dirilten ilahtır/Öyle ise öldüren ve dirilten rabbim gerçek ilahtır. İbrahim’in
(a.s.) bu delilden hemen sonra başka bir delile geçişi Nemrud’un kavrayışına ve
tabiatına daha yakın bir anlayışa geçmesidir. Birinci şekil bir kıyas olan bu
cevapta getirilen delilin aslı şudur: Allah güneşi doğudan getirir/Sen güneşi
batıdan getiremezsin/Güneşi batıdan getiremeyen herkes ilâh değildir/Öyle ise
sen ilah değilsin. Bu cevapta orta terim küçük önermede yüklem, büyük önermede
konudur. Bu iki asıldan doğru bilginin elde edilebileceğini belirten el-Gazzalî,
şöyle der: "Güneşi doğdurmaya kadir olan herkes ilahtır". Bu bir asıldır. "Benim
ilahım buna kadirdir". Bu da ikinci asıldır. Bu iki aslın toplamından "Benim
ilahım gerçek ilahtır, sen değilsin ey Nemrud" neticesi zorunlu olarak çıkar.
Çünkü insan gözlem ve deneyle bilirki, ne Nemrud, ne de başkaları güneşi hareket
ettiremezler. Bu da ilahın Nemrud değil, güneşi hareket ettiren Kadir-i mutlak
oldugunu gösterir".49

Kur’an yorumcuları Hz. İbrahim hadisesinin tarihte olmuş bitmiş
bir hadise olmadığını ve bugün dahi ondan herkesin kendi çapında bazı ibretler
ve dersler çıkarabileceklerini kaydetmektedir. Hayır ve şer mücadelesi kıyamete
kadar devam edeceğinden, her dönemde İbrahim’ler ve Nemrut’lar olacaktır.50
Allah’ın yardımı kiminle beraber ise Tevhid mücadelesinde o galib olacaktır.

Sonuç: Hz. İbrahim’in Tehvid davetinde takib ettiği
yöntem günümüzde de önemini muhafaza ettiği kanaatindeyim. Özellikle psikolojik
araçları kullanması, günümüz Kelam ilminin gözardı edemeyeceği mühim bir
husustur. O alemin yaratılış ve işleyişini bir gayeye matuf olarak görmüştür.
Atomdan, yıldızlara kadar hiçbir şey gelişigüzel değildir. Zaman ve mekânın
farklılığına rağmen, âlemde bazı kurallar vardır. Gerek psikolojik ve gerekse
kozmolojik alandaki bu kuralları günümüz Kelamcıları bilmelidir. İnsanlığa
Tevhidi takdim ederken, insan psikolojisine uygun bir yöntem takib edilmeli ve
insanın psikolojik şartları tesbit edilerek, Kelâmî sistemler ona göre
geliştirilmelidir. Günümüz Kelamcısı avnı zamanda insan ve ruh bilimlerini de
ileri derecede bilmesi önem arzetmektedir. Artık Kelâmcıların kullandıgı klasik
mantık tevhidi isbat konusunda yeterli görülmemektedir. Bu açıdan Kur’ân’ın
sunduğu İbrahimî yöntemden günümüz Kelamı önemli ölçüde yararlanabilir
kanaatindeyim.

Kaynaklar

Ahmed el-Berâ el-Emiri, İbrahim ve Davetuhu, Cidde,1986.

Aydın, Mehmed S., Din Felsefesi, İstanbul,1992.

el-Alusi, Rûhü’I-meâni., I-XXX, Kahire, tarihsiz.

Bediüzzaman Said Nursi, Mektuat, İstanbul, 1977.

Bediüzzaman Said Nursi, Sözler. İstanbul, 1976.,

Bilgiseven, Amiran Kurtkan, Sosyal İlimler Metodolojisi,
İstanbul, 1994.

el-Gazzali, Ebu Hamid, el-Kıstasü’l-Müstakim, Kahire,
tarihsiz.

İyibildiren, Ahmed, Kur’an’da İbrahim, (basılmamış doktora
tezi), Konya, 1990.

Kılavuz, M.Saim, Anahatlarıyla İslam Akaidi ve Kelâm’a
Giriş, İstanbul,1987.

Kurtubi, el-Câmi li Ahkami’I-Kur’ân, I-XXX,
Beyrut,1988I1408.

el-Matüridi, Ebû Mansur, Kitabu’t-Tevhid, İstanbul, 1979.

Mehran, Muhammed Beyyumi, Dirasatun Tarihiyyetun
Mine’l-Kur’ani’l-Kerim, Riyad,1980/1400.

Meydan Laurus, İstanbul,1992.

er-Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, I-XXXIII, Beyrut,
tarihsiz.

Razi, Kelâm’a Giriş (el-Muhassal), trc.Hüseyin Atay, Ankara,
1978.

Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, I-II. Kahire,1968.

Yavuz, Yusuf Şevki, Kur’ân-ı Kerim’de Tefekkür ve Tartışma
Metodu, Bursa, 1983.

Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, I-X,
İstanbul,1992.

ez-Zebidi, Tecrid-i Sarih, terc. Kamil Miras, IX,
Ankara,1982.

ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, I-VI, Kahire, tarihsiz.

 

Dipnotlar

1. İslam literatüründe Hz. İbrahim "Peygamberlerin babası"
ünvanıyla anılmaktadır. Kelime anlamı itibariyle "İbrahim", "cemaatin babası"
demektir. Kesin olmamakla birlikte bazı kaynaklara göre M.Ö. 1263’te doğmuştur.
(bk. Meydan Laurus, IX, 350, Ahmet İyibildiren, Kur’an’da İbrahim, s. 33;
Muhammet Beyyumi Mehran, Dirasatun Tarihiyyetun mine’l-Kur’an’l-Kerim, s.
121-127).

2. el-Bakara (2), 111.

3. el-Enbiya (21), 52.

4. en-Nisa (4), 125.

5. er-Razi, Mefatihu’l-gayb, XI, 57.

6. Bakara (2), 128.

7. Bakara (2), 129.

8. Bakara (2), 133.

9. En’am (6), 79.

10. En’am (6), 74.

11. İslam kaynaklarına göre, peygamberlerin herbiri bazı
özellikleri ile diğerlerinden farklıdır. Mesela Allah ile doğrudan konuşma
şerefine nail olduğu için Hz. Musa’ya "Kelimullah", babasız yaratıldığı için Hz.
İsa’ya "ruhullah", Hz. Muhammede (a.s.m.) "Habibullah" denildeği gibi, Hz.
İbrahim’e (a.s.) "Halilullah" denilmiştir. Bu ünvanın kendisine veriliş sebebi,
insanlara iyiliklerde bulunduğu halde karşılık beklememesidir (bk. ez-Zebidi,
Tecrid-i Sarih, terc. Kâmil Miras, IX, 107)

12. en-Nisa (4), 125.

13. bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, III,
449; Haniflik ve Sabiilik konusunda bkz. Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, II,
35.

14. Meryem (19), 42-48.

15. krş. el-Matüridi, Kitabü’t-tevhid, 102.

16. el-Ankebut (29), 17.

17. Razi, a.g.e., XXII, 180.

18. Amiran Kurtkan Bilgiseven, Sosyal İlimler Metodolojisi,
s. 18; krş. el-Matüridi, Kitabu’t-tevhid, 102.

19. el-En’am (6), 74-79. (Kur’ân meâllerini yazan bazı
zatlar, Hz. İbrahim’in, başta tevhide inanmadığını, yıldızların, ayın, güneşin
zail olduğunu anlayınca inanmaya başladığını söylemiş ve ayetlere öylece meal
vermişlerdir. Bu düşünceyi doğru görmemekteyiz. Hz. İbrahim’in ömrünün en küçük
bir kısmını dahi küfürde geçirdiği kanaatinde değiliz. Burada muhataplarını ikna
etmek için edebi bir sanat kullanmaktadır. Yani sizin taptığınız "yıldız" işte
sizin de gördüğünüz gibi zaildir. "Bu beni yaratmış olabilir mi? siz söyleyin"
diyerek onları imana davet etmektedir. Onun için ilk ayetin mealini soru
işaretiyle verdik.)

20. bkz. Bediüzzaman, Sözler, s. 89.

21. Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, s. 44.

22. el-En’am (6), 74 vd.

23. Razi, Kelâm’a Giriş, trc. Hüseyin Atay, s. 137.

24. bkz. Yusuf Şevki Yavuz, Kur’ân-ı Kerim’de Tefekkür ve
Tartışma Metodu, s. 176.

25. Bakara (2), 260.

26. el-Alusi, III, 27.

27. ez-Zemahşehri, el-Keşşaf, I, 392; el-Alusi, a.g.e., III,
30-31; bunların hangi kuşlar olduğu ve niçin o kuşların tercih edildiği
hususunda bkz. Razi, a.g.e., VII, 40-41.

28. bkz. A. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslam Akaidi ve
Kelâm’a Giriş, s. 35.

29. Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, s. 121.

30. Mehmet S. Aydın, a.g.e., s. 286.

31. Zemahşehri, el-Keşşaf, I, 392-393.

32. Razi, a.g.e., VII, 39.

33. ez-Zuhruf (43), 26; el-En’am (6), 74.

34. el-Enbiya (21), 62-63.

35. el-Enbiya (21), 66-67.

36. es-Saffat (37), 84-100.

37. Kurtubi, el-Câmi li ahkami’l-Kur’ân, XI, 198.

38. Ahmed el-Berâ el-Emiri, İbrahim ve Davetuhu, s. 84.

39. el-Alusi, Ruhu’l-Meani, III, 18-19.

40. el-Bakara (2), 258.

41. bkz. el-Alusi, a.g.e., III, 19.

42. Razi, a.g.e., VII, 24-25

43. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 221.

44. Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., II, 177.

45. bkz. el-Kurtubi, III, 186.

46. Razi, a.g.e., VII, 26.

47. Razi, a.g.e., VII, 24; bk. Mülk (67), 2.

48. Razi, a.g.e., VII, 24; krş. el-Alusi, a.e., III, 17.

49. el-Gazzali, el-Kıstas, s. 30-32.

50. bkz. el-Alusi, Ruhu’l-Meani, III, 15.