Modernliğin anlamı

Bu yazıda sosyolojik bir kavram olan Modernleşme ile felsefi bir
kavram olan insanileşme olgusu arasında nasıl bir alaka olduğu veya olması
gerektiği üzerinde durulacaktır.

Modernleşme bireysel bakımdan geleneksel (an’anevi) kabul ve
yaşama üslubunun terk edilip; bunların yerine daha yeni, daha geniş kitleler
tarafından benimsenmiş bir yaşama biçimini kabul etmek olarak anlaşılabilir.
Toplumsal olarak ise, belirli bir derecede (görece) statikleşmiş, yerleşik
müesseselerin yerine, yine görece daha kuvvetli kabul edilen müesseselerin
oluşturulması olarak kabul edilebilir. Buna göre modernleşme kavramı sadece
toplumsal değil aynı zamanda—belki evvela—bireysel-zihni bir tavrı içerir.

Modern, modernlik, modernleşme ve modernizm kavramlarının
altında yatan psikolojik tutum dikkatlice çözümlendiğinde şu ortak yargıyla
karşılaşılır: Şimdiki zaman yani şu anki çağ, geçmiş (bütün) zamanlardan ve
çağlardan “daha üstün”, “daha ileri”, “daha gelişmiş” ve daha mütekâmildir. Bu
yargıya göre, şu an “moda” olan modern fikir yada tutumlar, mazide geçerli olan
fikir, gelenek yada müesseselerden daha iyi ve övgüye layıktır.

Buna göre “modern” kavramı, eski ve geçmişte kalan her şeyden
daha üstün bir hayat tarzını ve bilincini; aynı zamanda bir insanın yaşadığı
zamanın bütün yaşanmış zamanlardan daha yüksek bir standarda ulaşmış olduğu
fikrini ihtiva eder. Şu an moda olan, önceki moda olanlardan daha iyidir! Önceki
çağlarda düşünülenler, yaşananlar insana kesin bir mutluluk, huzur, güven,
gelişmişlik ve olgunlaşmışlık duygusunu tattırmaktan uzak, geride kalan bir
hatıradır artık. Önemli olan şu an, hazır zaman yada çağdır. Ne nankör bir
tutum!

Modern insanın bu halini bir Yirminci yüzyıl filozofu şöyle
ifade ediyor: “Olgunluk devri denen bu çağlar (modern çağ) aslında şuur-larının
derinliklerinde daima bir özel biçimde hüzün hissetti. Uzun yıllar sadece birer
kavram olan arzular On dokuzuncu yüzyılda nihayet gerçekleşmiş gibi
göründüğünden, artık kendilerini bir tek kelime ile, “modern kültür” kelimesiyle
tanıttırmak istiyorlar. İsmin kendisi bile rahatsız edici. Kendisini “modern”
diye adlandırıyor. Yani “son”, “kat’i” ve onun varlığı karşısında bütün
değerleri tevazu ile bugünü hazırlayan, bugünün özlemini çeken sadece birer
mazi; “Ah hedefini şaşırmış tesirsiz oklar!” (Modern insan için, modern olmamak,
tarihi seviyenin altına düşmek demek. Oysa belirli bir kültürün (modern)
nihai-son olduğunu iddia etmek, gerçekte tam tersine görüş sahasını
inanılmazcasına darlaştırmak ve katletmek ile eşanlamlıdır.”1

Buna göre modern bakış açısı, geçmişe ve tarihe değersiz bir
çöplük muamelesi yapmaktadır. Hatta modern bilimlerden antropoloji, insanların
önemli bir kısmını “ilkel” kategorisine yerleştirerek modern insanların
kendilerini daha iyi hissetmelerini temin et-meye çalışmıştır. Alllahtan
sonraları Straus gibi “daha modern” antro-pologlar ilkel insanın kültürünün de
kendi içinde bir değeri olduğunu kabul ederek, bu tarihi yanılgıyı az çok
düzeltmeye çalıştılar. Bugün postmo-dern söylem, bu tür kültürleri özellikle
sanat alanlarında ön plana çıkararak yeni bir “moda” geliştirmeye çalışmaktadır.
Aslında bu tavrı da On dokuzuncu yüzyıl modernliğinden sıkılan Yirminci yüzyıl
modernlerinin yeni bir “moda” bulma arzuları olarak değerlendirmek mümkün.

Modern ve ilkel olarak kültürlerin tasnife tabi tutulmasının
altında, mo-dern çağın kendini üstün görme arzusu yatar. Bu yaklaşım, insanın
tarihi bir varlık oluşu gerçeğini yok saymaktadır. Evet insanoğlu, doğrusuyla
yanlışıyla, iyisiyle kötüsüyle bir tarihi süreç yaşamıştır. Bugün gelinen seviye
eğer öncekilerden daha iyi, daha güzel ise, bu önceki çağlarda düşünülen ve
yapılanların üzerine bir bina kurmak gibi de yorumlanabilir.

Modernliğin ihracı ve tahakküm

Kendisinin daha modern olduğunu varsayan kişi yada toplumlar
ile, gelenekçi kişiler yada geleneksel toplumlar arasında sürekli bir karşılıklı
etkileşim yada çatışma varolmuştur. Bu karşıtlığın ve çatışmanın, bütün
toplumların tarihinde varolduğunu reddetmek mümkün değildir. Fakat bu çatışmanın
daha bariz, daha hızlı, daha vahşice bir şekilde vuku bulduğu tarihi dönem On
dokuzuncu ve Yirminci yüzyıllar yani modern dönemler olmuştur. Modern güçler,
dünyanın coğrafi ve demografik dengelerini alt üst etmek pahasına, daha ilkel ve
daha az gelişmiş olarak gördükleri toplumları sömürgeleştirmiş; ellerindeki
hammaddeleri zorla gasp etmiş, onları köleleştirmiş, dahası kitle-ler halinde
katletmiştir. Ve bugün mo-dern medeniyet olarak reklamı yapılan her şey On
dokuzuncu yüzyıl vahşi ka-pitalizmi ve sömürü düzeninin üzerine bina edilmiş,
günahkâr bir medeniyettir. Bu günahlar yetmemiş, Yirminci yüzyılda meydana gelen
iki dünya savaşı ve milyonlarca ölünün üzerinde tepinircesine uzun yıllar
ideolojik kamp- laşmalarla dünya huzursuz edilmiştir. Niçin? Daha modern olmak
için!

Yirminci yüzyılın tarih filozoflarından Danilevsky’nin
“medeniyetlerin etkileşimi” teorisine göre, ülkeler üç tür modernleştirme
baskısıyla karşı karşıya bırakılmıştır:

1- Kolonileştirme,

2- Aşılama,

3- Besleme.

Kolonileştirme daha çok On yedi, On sekiz ve On dokuzuncu
yüzyıllarda uygulanmış; Yirminci yüzyılda kültür aşılama ve teknolojik besleme
yöntemleri uygulanmaktadır.2

İnsanın daha çok boş heveslerini tatmine yönelik olarak
belirginleşen modern medeniyet, daha çok Batı medeniyeti kavramıyla kendini
bütün dünyada kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu tahakkümler sonucunda tarihi
birikimleri ile yeni unsurların arasında bocalayan insanlar çeşitli modern
hastalıklarla tanışmak zorunda kalmaktadır. Psikolojik olarak doyumsuzluk ve
stres; biyolojik olarak ise dünyanın büyük bir kısmını açlıktan, diğer bir
kısmını da olağanüstü çeşitli tüketim mallarını kaldıramayan midelerin ve
organların hastalığından muzdarip kılmaktadır. Ekolojik olarak ise bütün
dünyanın dengesi bozulmaktadır.

Kuvvetli olanın haklılığı, menfaatin yüceltildiği, mücadelenin
kutsallaştırıldığı, ırksal üstünlüğün teşvik edildiği ve maddi zevk alma
güdüsünün kışkırtıldığı bir büyük panayıra dönüşen Batı modern medeniyeti,
dünyanın bütün psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve de ekolojik problemlerinin
dağı-tımını yapmaktadır. Hem de karşılığında diğer kültürlerin kellesini
isteyerek. Daha doğrusu insan kendi kendisinin kuyusunu kazmaktadır.

W. Schubart’a göre Prometuscu Batı kültürü tek yanlıdır.
Yaklaşan yozlaşmasını durdurabilmek için Hind, Çin, Rus ve diğer Doğu
kültürlerini (İslam kültürünü de eklemek gerekir) eklemlemeyi değil, kendi
içinde eritmeyi zorunlu bir çıkış yolu olarak görmektedir. Onların varlığını
tanıyan ve Doğu-Batı bileşimini bir çözüm yolu olarak öneren Goethe, Leibniz,
Schopenhauer, Herder, Humbonldt, Hartmann, Rückert, Neumann ve daha başka
düşünürlerin uyarılarına aldırış etmemiştir. Artan bir gurur ve üstünlük
duygusuyla, Batı dışındaki toplumları ve kültürleri sömürmeye, hakir görmeye ve
ihmal etmeye devam etmiştir.3

Modernleşme ve insanlıkdışılaştırma

Modern Batı medeniyeti bununla da yetinmemiş, sahip olduğu
fantezi araçların bolluğu ile meşgul ettiği insanları yüksek-yüce amaçlardan ve
ideallerden de uzaklaştırmıştır. Onları uzaktan kumanda edilen robotlara
dönüştürmüş, mass-media denilen kitle iletişim araçları ile istediği zaman
sevindirmekte, istediği zaman hüzünlendirip, arada bir mutlu etmektedir. Fakat
bu mutlu anın bitimi yeni bir kendi kendisiyle baş başa kalış olmaması için daha
yeni meşgaleler üretmektedir. İnsanlar kendisini unutmuş, başkaları gibi olma
yarışına girmiştir.

Peki yaratılışında erdemli olanı, iyi olanı aramak olan insan,
bu amaçtan ve anlamdan yoksun olarak nereye kadar gidecektir? Dünyayı maddi
zevklerin tatmin edildiği yalancı bir cennete dönüştürmeyi vadeden modernizm,
altı milyar insanın altıda birine sağladığı bu refah ve mutluluk ile daha nereye
kadar avutmayı sürdürecektir? İnsanlıkdışı-laştırılmış böyle bir dünyayı daha ne
kadar hoş göstermeye çalışacaktır?

Modern toplumlar, kendi aralarında sıkça telaffuz ettikleri
eşitlik, özgürlük, mutluluk, gelişmişlik, demokrasi vs. kavramları dünyanın
büyük çoğunluğu için de istediğinde ve bunu samimi olarak gösterdiğinde belki
insanileş-meye doğru bir adım atılabilir. Yoksa, kendileri modernliğin tadını
çıkarsınlar diye, dünyanın çoğunluğunu bir kaosa, siyasi-askeri çatışmalara,
açlığa ve tembelliğe sürükleyip, sonra da bunlarla alay etmek modernlik
değildir. Gayr-i insani ve vahşice bir tutumdur. Bu vahşet hayvanlar alemindeki
vahşetten daha tehlikeli boyuttadır. Çünkü bir kaç cana kıymakla kalmamakta,
bütün canlara kasdetmektedir.

İnsanın doğasındaki hayvani çatışma-yoketme güdüsünü bastırıp;
yardımlaşma-dayanışma ve yapıcı olma yeteneğini geliştirmesi için çalışmak
gerekir. Belki böylece dünya, insanoğlu için layık olabilir. Yoksa
insanlıkdışılaştırılmış bir dünyanın fazla ömrü kalmamış demektir.

İnsanlığın tabiatına uygun, ruh-beden mutluluğuna dayalı bir
ahlak ve toplum anlayışı; adalet, kardeşlik, içsel özgürlük, yardımlaşma, güven
ve bütün insanlığın ve hatta bütün canlı ve cansız varlıkların aynı temelde
birleştiği inancını gerektirirken; daha nereye kadar bu kavramların ve
duyguların üzerinde tepinmeyi teşvik edecektir.

Anomi, isyan, çatışma, boşluk, her türlü sapkınlık, haklara
tecavüz, intihar, güvensizlik, anarşi, kaos, bunalım ve her türlü
insanlıkdışılaştırıcı bu hastalıklara her geçen gün daha fazla insanın
düşmesinin önüne geçmek için ne zaman “modernlik tahakkümünden” vazgeçilecek?
İnsan olmak isteyen ve insan olmanın erdemli bilinciyle mutlu olmak isteyen bir
kişi olarak modernliğin ardına saklananlara soruyoruz.

Dipnotlar

1. Jose Ortega Y Gasset, Kütlelerin İsyanı, 1976, s. 35.

2. P. Sorokin, Bir Bunalım Çağının Toplum Felsefeleri, 1972,
s. 60-70.

3. A. g. e., s. 121.