Kuruluş dönemi

Orta ve Güney-batı Asya’daki Büyük Selçuklu hakimiyetinin
1157’de sona ermesi üzerine, bölgedeki dengeyi, özellikle Haçlıların kendi
lehlerine değiştirme çabalarına, belki de kendini aşan bir kapasite ile karşı
koyan Anadolu Selçuklularının 1243’de Kösedağ savaşında Moğollara mağlup olması,
Anadoluyu bile küçük devletçikler öbeği haline gelmişti. Moğolların Doğu ve Orta
Anadolu’da etkili olması dolayısıyla buralardaki Türkmenlerin büyük bir kısmı
yönlerini Moğol baskısının ulaşmadığı, Batıdaki uç bölgelerine çevirmişlerdi.
Serhad bölgesindeki Türkmen nüfusunun artmasına paralel olarak Bizans ile-deniz
hariç-en geniş sınırı bulunan Osmanlı Beyliği Bursa, İznik, İzmit, Üsküdar
istikametinde birikmiş insan gücünü kullanarak genişlemiş ve Anadolu
Selçukçulularının yıkılmasıyla ortaya çıkan kaos ortamında Bizans’ın Anadolu
içlerine doğru yeniden harekete geçmesine engel olmuştu. Selçukludan kalan
alanda birbirleriyle mücadele eden beylikler yerine Osmanlı’nın, Bizans’a
yönelmesi Anadolu’daki insanların Selçuklu varisliği hususundaki Osmanlı’ya
teveccühünde önemli bir amil olmuş ve Osmanlı’nın temayüzüne yol açmıştı.

Osman Bey, 1303’de, İznik şehrini baskı altında tutarak,
İstanbul boğazı istikametinde ilerlemeye çalışırken, Bizans’ın İznik’i kurtarma
çabası, Koyunhisar savaşının Osmanlılar tarafından kazanılmasıyla başarısızlığa
uğramıştı. Bursa’yı ele geçirmek isteyen Osman Bey, 1321’de Mudanya limanını ele
geçirerek Bursa’nın dış dünya ile olan irtibatını kesmişti.

Hem doğu hem batı (Anadolu-Balkan) yönündeki stratejileri

Orhan Bey daha önceki politikaya uygun olarak, 1326’da Bursa’yı
ele geçirdikten sonra, İznik(1331), Gemlik(1333) ve nihayet 1337’de İzmit’in ele
geçirilmesi ile Osmanlılar Karadeniz’e ulaşarak, Üsküdar’a kadar olan Kocaeli
yarımadasına sahip olmuşlar ve neredeyse Bizansı İstanbul Boğazı’na kadar olan
Anadolu topraklarından uzaklaştırmışlardı. Bizansın başşehrinin olduğu İstanbul
Boğazı’ndan Trakya’ya geçmenin zorluğu ortada olmakla beraber, Çanakkale
istikametinde ilerleyerek buradan Trakya’ya geçmek, Bizans’a güneyden deniz
yolunu kapatmak hedefiyle, Orhan Bey zamanında, Osmanlılar ilk defa ciddi olarak
bir Türk beyliği ile karşı karşıya gelmişti. 1345 tarihinde, Balıkesir-Çanakkale
bölgesindeki Karesi Beyliği’ndeki iç anlaşmazlıklar nedeniyle, bazı beylerin
yardım istemesinden de istifadeyle, Orhan Bey’in Karesi seferine çıkması üzerine
Balıkesir, Manyas ve Kapıdağı gibi şehirler Osmanlı Devletine dahil olurken,
kısa zamanda bu beylik Osmanlı ile bütünleşmiş, hem coğrafi ve hem de insan gücü
bakımından Osmanlı’ya katkısı olmuştu. Böylece, Osmanlıların Çanakkale üzerinden
Trakya’ya geçmeleri için bir engel kalmamıştı. Bu arada, Sivas merkezli Eretna
Beyliği’nin en batısında olan Ankara şehri, iç karışıklıklar içerisinde
oldukları bir sırada Osmanlı sınırlarının doğusunda Orta Anadolu için muhkem bir
nokta olan burası ele geçirilmişti (1354). Böylece Osmanlılar Anadolu’da çok
stratejik bir yere ayaklarını basmışlardı.

Bizans’taki taht kavgalarından faydalanan Osmanlılar, Çanakkale
Boğazı’ndan Trakya’ya geçerek 1354’te Gelibolu ve çevresini feth etmişlerdi.
Böylece, Çanakkale Boğazı ve çevresi ele geçirilerek Marmara Denizi’ne
Akdeniz’den giriş ve çıkışları denetim altına alınmış, Bizans kontrol altına
alınırken, Balkanlardaki genişlemenin köprübaşı tutulup, ilerlemenin önü
açılmıştı. Böylece, Osmanlı Devleti, toprak olarak küçüklüğüne rağmen, iki
kıtada toprakları olan, stratejik üstünlüğe sahip ve sadece ele geçirme değil,
bölgeye doğudan gelen Türk boylarını iskan etme ve meskun halkı kendine bağlama
politikaları ile daimî yerleşme siyasetini uygulamaya koymuştu. Bölgenin sadece
siyasi değil, etnik ve dini mensubiyet haritasını da değiştirerek böl-geye hakim
olmak için pratik ve reel bir siyaset uygulamışlardı.

Orhan Bey döneminde, Anadolu’da Ankara’yı alarak sağlam bir
zemine dayanan Osmanlılar, Trakya’da Marmara Denizi’nin Avrupa yakasını kontrol
edecek ve Balkan istikametinde kilit rol oynayacak olan Edirne’yi ele
geçirmişlerdi. Bu sayede küçük Osmanlı Devleti, iki istikametli politikasını
yürürlüğe koymuştu. Hem Doğu yani Anadolu, hem de Batı yani Balkanlar
istikametinde genişleme politikasını tatbike başlamıştı. Bu siyaset Selçuklu
varisliği için Anadolu’da hakimiyeti tesis etmek ve yeni alanları ele geçirerek,
Anadolu Selçukluları döneminde bölgede eksik olarak gerçekleşen hakimiyetlerini
kâmil hale dönüştürmek tarzında cereyan ediyordu.

I. Murad (1362-1389) da bu Osmanlı politikasını devam
ettirmişti. Ankara’yı yeniden (1362) halkın isteği ve memnuniyeti ile ele
geçirerek Anadolu’da konumunu sağlamlaştıran I. Murad döneminde, Edirne ve
Trakya’yı takviye etmek, Balkanların ortasında Meriç vadisinde önemli bir
mevkide olan ve Bulgarlar ile Bizans’ı birbirinden koparan, hatta Sırp Kralının
konumunu zora sokacak bir şekil-de Filibe ele geçirilmişti(1363). Bunun üzerine,
Bizans Osmanlılarla anlaşmaya mecbur kalarak, İstanbul’un gıda ihtiyacını ancak
garanti altına almış oluyordu. Artık, Bizans Osmanlının çevrelediği bir şehir
konumuna dönüşüyordu.

Filibe’nin Osmanlıya geçişi, Papa V. Urban’ın teşvikiyle Sırp,
Macar, Eflak ve Bulgar arasında bir ittifak oluşturdu. Macar Kralı Layoş’un
idare ettiği ordunun Sırpsındığı savaşında (1364) yenilmesi Osmanlıya,
Balkanlardaki Macar nüfuzunu kırma fırsatı verdi. Osmanlı’ya karşı Haçlı
seferlerinin devamı niteliğinde sayılabilecek ve Avrupa’da hazırlanan bu
müşterek mukavemete darbe indirme şansını vermiş ve Osmanlı ilk defa, Avrupalı
bir güce karşı başarı elde etmişti. Papanın yeni bir ittifak teşebbüsü üzerine
Savoy Dükü II. Amedeon Gelibolu’yu ele geçirip Bizans’a verdi (1366) ise de,
Osmanlılar burayı kısa bir süre sonra tekrar ele geçirdiler. Çok geçmeden
Makedonya’ya ulaşan Osmanlılar Serez, Selanik, Drama, Kavala ve Sofya’yı feth
ettiler. Böylece batı istikametinde ilerleyen Osmanlı kuvvetleri orta Balkanlara
yerleşmişlerdi.

I. Murad, Batı Anadolu’dan başlayarak Anadolu Beyliklerini
Osmanlıya katma politikasında zaruret olmadan çatışmaya girmeme tarzını
benimsemişti. Siyasi evlilik yoluyla, mesela Şehzade Bayezid’i Germiyanoğlu
Süleyman Şah’ın kızı ile evlendirerek Kütahya, Simav, Eğrigöz ve Taşanlı’nın
çeyiz olarak Osmanlıya katılmasını sağlamıştı. Nüfuz ve kudreti artan Osmanlı
Devleti, I. Murad’ın teklifiyle Hamidoğullarından Akşehir, Beyşehir, Karaağaç,
Yalvaç, Seydişehir ve Isparta gibi şehirleri satın almıştı. Böylece savaşsız
olarak Batı Anadolu’da büyük alan kazanan Osmanlılar, Kastamonu-Sinop civarında
hüküm süren Candaroğullarını hakimiyetine katmak istemişlerdi. Bu doğrultuda,
Şehzade Süleyman’ı himayeye aldı ve Osmanlı ailesine damat yapılarak kaynaşmayı
sağladı. Süleyman Bey de seferlerde Osmanlıya kuvvet vermeyi ihmal etmedi.

Germiyanoğullarından bazı toprakları alan Osmanlı Devleti
Konya’ya doğru bir ilerleme sağlamıştı. Kendilerini Selçuk-luların varisi gören
Karamanoğulları ile Osmanlılar arsında rekabet kızışmıştı. I. Murad, Karamanoğlu
Alaeddin Ali Bey’i kızı Nefise Sultan ile evlendirerek akraba olmayı, Anadolu’da
birliği sağlamayı ve Anadolu’dan emin bir surette Balkanlara yönelmeyi
istiyordu. Fakat Venedik, Sırp ve Papalık Osmanlıya karşı Karamanoğulla-rını
tahrik etmeye başlamışlardı. Anado-lu’dan emin olmak isteyen I. Murad, Sırp
Lazor tehlikesini bir yana bırakarak, Karamanoğullarının üzerine yürüdü ve
Osmanlı üstünlüğünü Alaeddin Bey’e kabul ettirdi. Böylece, Orta Anadolu’da da
Osmanlı üstünlüğü tescil edilmişti.

Sırp kralı Lazor kumandasında Osmanlıya karşı kurulan Sırp,
Bulgar, Bosna kuvvetlerine karşı ilk defa Karaman, Saruhan, Aydınoğulları
kuvvetlerinin katılması ile Kosova savaşında Lazor kumandasındaki ittifakı
yendi. İlk defa üç Türk Beyliğinden kuvvetlerin katılımı ile başarı sağlanması
Anadolu’nun birleşmeye doğru attığı adımların da göstergesi olmuştu. Hem doğu
hem de batı istikametinde başarılı politikalar ortaya koyan I. Murad, Kosova’da
savaş bittikten sonra şehid edildi. Savaş dışında da stratejileri çok iyi
uygulayan I. Murad ortadan kaldırılmıştı.

Yıldırım Bayezid, Sırplarla vergi vermek, askerlik yapmak şartı
ile anlaşma yoluna giderken, Üsküp şehri alınarak buraya Türk ahali
yerleştirildi. Edirne dini, eğitim ve sosyal eserler inşa edilerek bir kültür
merkezi haline getirmeye çalışıldı. Yıldırım, Balkanlarda sükuneti sağlayacak
yerleşmeyi sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Onun esas hedefi Anadolu birliğinin
sağlanması idi. Zira burada hakimiyet problemsiz olarak sağlanmadan büyük
açılımlar mümkün görünmüyordu.

Bu gaye ile Saruhan, Aydın, Menteşe ve Germiyan Beyliklerini
kısa sürede (1389-1390) ele geçirilerek Kütahya merkezli Anadolu eyaletini
kurdu. Batı Anadolu’daki bu birlik, Osmanlının Akdeniz’de bir deniz gücü haline
gelmesine zemin hazırladı. Menteşe ve Aydın Beyliklerinin filolarının da
Osmanlıya intikali ile Venediklilerin Batı Anadolu’daki deniz üstünlüğü sona
ermiş ve Osmanlı deniz kuvvetleri, Sakız, Eğriboz ile Venediklilerin elindeki
adalara seferler düzenlemeye başlamışlardı. Böylece, Batı Anadolu’ya hakim olan
Osmanlı, Haçlı seferlerinden beri bölgede deniz etkinliklerini devam ettiren
Avrupalı kuvvetlere karşı ciddi bir güç olarak çıkmıştı (1390).

Bizans üzerindeki baskıyı artıran Yıldırım Bayezid, İstanbul’da
camisiyle beraber, yüz haneli, bir Türk mahallesinin kurulmasını kabul
ettirerek, İstanbul’un içerisine barış yolu ile yerleşmede önemli bir adım
atmıştı (1391).

Anadolu birliği için en büyük engeli oluşturan Karamanoğulları
üzerine bir sefer düzenleyen (1391) Bayezid, bu beyliğin önemli bir kısmını
Osmanlıya bağlarken, Mısır’daki halifeden “Sultanu’r-Rum (Roma)” (Anadolu
Sultanı) ünvanını alarak (1392) Selçuklu Sultanlarının varisliğini halifeye
tasdik ettirmişti. Böylece, Osmanlı Devleti, Anadolu’daki Türkmen beylikleri
üzerine yapmış olduğu seferleri meşrulaştırmış oldu.

Osmanlıların Macar sınırlarına dayanmasından rahatsız olan Macar
Kralı Sigismund’un isteği ile Fransa, İngiltere, İskoçya, Lehistan Avusturya,
İtalya, İsviçre ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinden gelen Haçlı kuvvetlerini
Niğbolu’da yenen (1396) Bayezid, Anadolu’da karışıklık çıkaran Karaman Beyliği
üzerine yürüdü ve Beylik, Osmanlılara bağlandı (1397). Canik bölgesi ve Kadı
Burhaneddin Devleti de Osmanlı hakimiyetine girdi (1398). Böylece haçlılara
karşı sağladığı üstünlüğünü, Anadolu’da Beylikler üzerinde de perçinlemiş oldu.
Ancak, Orta Asya merkezli büyük devlet kuran Timur’la Ankara’da yapılan savaşı
Bayezid kaybedince Osmanlı Devleti bir fetret dönemine girmişti.

1403’ten 1448 tarihine kadar başlangıçta iç mücadele yapılırken,
daha sonra ise özellikle II. Murad döneminde Balkan ve Anadolu’da Osmanlı
hakimiyeti yeniden tesis edildi. 1451’de, Fatih’in başa geçmesi ile bu ivme daha
da hızlanacaktı.

Güçlü merkezin tesisi

Fatih’le yeni bir döneme giren Osmanlı da Balkan politikasının
devam ettirildiğini görüyoruz. Orta ve Batı Anadolu’da taht değişikliğinden
istifade ile huzursuzluk çıkaran Karamanoğulları üzerine ilk seferini düzenleyen
Fatih, Anadolu’da birliği sağlamak için kesin karar vermişti. Bunun çözümünü
Osmanlı Devleti’nin ortasında sıkışıp neredeyse bir şehir devleti halinde kalan,
fakat gerek Anadolu, gerek Balkan-Avrupa’da Osmanlı aleyhine ittifakları teşvik
eden, denizden yardım aldığı gibi Osmanlıların Anadolu-Balkan aksamı arasını
zayıflatan Bizans’ı ortadan kaldırma kararını tatbike koydu. Osmanlılar bu
problemin çok önceden beri farkında olmalarına ve ortadan kaldırma çabalarına
rağmen başarısız kalınmış, sadece etrafı çevrelemek suretiyle etkisiz hale
getirilme yoluna gidilmişti. 1453’te İstanbul’u alan Fatih li-derliğindeki
Osmanlılar, devletin iki kanadı arasındaki gövdedeki zaafa son vermişler,
bütünlüğü sağlamışlar, kuzey-güney veya güney-kuzey istikametindeki en önemli su
yolu olan Boğazların tek hakimi haline gelmişlerdi.

Fatih, Anadolu’nun tartışmasız ve problemsiz hale getirilmesi
için, Anadolu’nun bir kısmını da ellerinde tutan Batı Asya ve Doğu Akdeniz’deki
büyük devletler yani Akkoyunlu ve Memluklular ile müca-delelerin neticelenmesi
için yeni bir dönem başlattı. Bu hem Anadolu’nun ve Osmanlı’nın büyük bir devlet
olması için zaruri, hem de üç kıtanın birleştiği bölgede hakim olmanın temeli
haline gelmişti. Bu istikamette hareket eden Fatih, Karaman (1467), Adana (1474)
ve Trabzon’u (1461) ele geçirirken, Doğu Anadolu bölgesini de elinde bulunduran
Anadolu’da Osmanlı egemenliğine karşı en büyük engel olan Akkoyunlu Devletini
1473’te Otlukbeli’nde yenerek büyük bir başarı elde etti ve artık Doğu
Anadolu’nun Osmanlıya meyli kesinleşti. Güney Anadolu’da etkinliğini sürdüren
Memluklularla mücadeleye girişen Fatih, Halep ve Şam’daki halkın yönünü
Osmanlıya çevirecek kadar aktif bir politika uyguladı. Bölgede Memluk
hakimiyetinin varlığı devam ederken, Osmanlı nüfuzu yerleşmekteydi. Bunun Yavuz
dönemi hareketinde büyük faydası görülecekti. Fatih’in politikası ile mücadele
alanı biraz daha güneye doğru kaymış oluyordu. Fatih, 1481’de Mısır seferine
çıkmak üzere iken vefat etmişti.

Kuzey stratejisinin başlaması

Fatih’in Trabzon’un fethiyle Karadeniz’in güney sahillerini
Osmanlıya bağlaması neticesinde Osmanlıların yeni bir politikaya başladıklarını
görüyoruz. Bu güneyden kuzey istikametinde Karadeniz’e sahip, kuzeye hakim olma
siyaseti idi. Zira Kırım, Kazan, Astrahan üçgeninde büyük bir devlet olan
Altınordu devletinin inkırazı üzerine Kırım ele geçirilerek, Hazar’dan Baltık’a
kadar bir hattın oluşturulması, Osmanlının kuzeyinin garanti altına alınması ve
Balkanların emniyetinin daha iyi hale getirilmesi politikasını başlatmıştı.
1451-54’te Sohum’u ele geçiren Osmanlı Devleti, 1475’e Kırımı kendisine
bağlarken, aynı yıl, Taman, Kuban, Nogan diyarı, Çerkezistan, Çeçenistan,
Dağıstan’dan oluşan Kafkas bölgesinin Hazara kadar Osmanlı hakimiyet bölgesine
dahil edildiğini görüyoruz. Bu hareketle Kuzey Karadeniz’deki Ceneviz kaleleri
alınarak müstemlekeleri ortadan kaldırıldığı gibi, Moskova ve çevresinde bir güç
olarak ortaya çıkan Ruslara, güney istikametinin kapatılması manasına da
geliyordu. Fatih Dönemi kuzey politikası ile Karadeniz’de hakimiyet Osmanlıya
geçmiş oluyordu.

Avrupa-Akdeniz politikasının deklarasyonu

Fatih Dönemi politikalarında yeni bir açılım de batı
istikametinde yaşanmıştı. Yıldırım Bayezid’in Selçuklu varisliğini Doğu Roma’nın
coğrafyasına hakimiyetini de çağrıştıran bir tarzda Sultanu’r-Rum (Roma )
ünvanını elde etmesi sonrasında, Fatih, Balkanlarda Doğu Roma (Bizans)
topraklarını ele geçirme istikametinde Anadolu’da hakim olan gücün tabii bir
şe-kilde ihtiyaç duyduğu bölgeye yöneldi. 1460’ta Mora, 1463’te Bosna ve Hersek,
1479’da Arnavutluk’u ele geçirerek Adriyatik Denizi’ne ulaşmıştı. Fatih bir adım
daha atarak Avrupa ve Akdeniz hakimiyetinde önemli bir yer olan İtalya üzerine
yürüyerek, yani Otranto (1480-81) seferine çıkarak, bir dünya gücü olarak ortaya
çıktığını deklare ediyordu. Böylece Fatih ile, Batı istikametindeki politika,
yani Balkan politikası yerine, Avrupa ve Akdeniz politikası haline dönüşüyordu.

Doğu Avrupa politikası

Mevcudu koruma ve eski siyaseti devam ettirme niteliğinde ve
oldukça sakin geçen II. Bayezid devrinde, Doğu Avrupa’da önemli bir adım atılmış
Kili, Akkerman, Yaş ve Hotin alınarak, Boğdan’a hakim olunmuştu. Böylece, doğuda
Rusya ve batıda Macar, Avusturya arasında Baltık kıyılarına kadar bölgeyi
kontrol eden Lehistan (Polonya) ile mücadele dönemi başlamıştı. Bu Osmanlı’nın
Karadeniz-Baltık bölgesinde politikalar belirlemeye başlamasına yönelik önemli
bir girişimdi. Zira, Doğu Avrupa’daki bu açılım daha sonra Avrupa’nın kaderini
belirleyecek, önemli olaylara sahne olacaktı.

Doğu, Güney ve Kuzey Afrika stratejileri

II. Bayezid Döneminde Osmanlı-Memluk rekabetinin kızıştığını,
Dülkadirli-Memluk işbirliğine paralel, doğuda yeni bir güç olarak Safevilerin de
ortaya çıkması Osmanlıyı doğu ve güney politikalarında zor duruma düşürmüştü.
Ancak, Ümit Burnu’nu dolaşarak 1503’te Hindistan sahillerine sağlam bir şekilde
yerleşen Portekizliler, Hürmüz’ü alarak Acem körfezini kapatmışlardı. Bununla da
yetinmeyen Portekizliler, Mekke-Medine’yi yağmalama ve Hz. Peygamberin cesedini
çalmak üzere planlar yapmaları ve Süveyş’in girişinde önemli bir mevki olan
Aden’i tehdide başlamaları Memlukluları Osman-lılara yaklaştırmıştı. Akdeniz’de
büyük bir güce sahip olan Osmanlılardan, Memluk-luların yardım talebi üzerine,
Türk denizcilerinin yardımı ile hazırlanan 20 gemiden oluşan filo 1915’te, Hind
Denizi’ne hakim olan ve Kameran’ı ele geçiren Portekizlilere karşı sefer
düzenlenmiş, fakat başarısız olunmuştu. 1916’da da Bender-i Aden’e kurtarmak
için yapılan sefer de başarısız olmuştu. Böylece, İslam dünyası ilk defa bir
Avrupalı güç tarafından doğudan tehdit edilmeye başlanmış ve Hindistan
kıyılarını da elde tutarak İran’dan Mısır’a kadar bütün bölge muhasara altına
alınmıştı. Bu, bütün Güney-Batı Asya’nın sömürgeleştiril-mesinin yaklaştığı
anlamına geliyordu.

Sömürgeleştirme tehdidi sadece doğudan değil, batı
istikametinden de yaşanıyordu. Kuzey Afrika’nın en batısındaki Kanarya adalarına
1402’de İspanyolların ayak basması, 1479’da kendilerine bağlamaları sonunda yeni
bir dönem başlıyordu. Bütün Kuzey Afrika, özellikle İspanyol sömürgeciliğin
tehdidi altına girmişti. Barbaros’un kardeşi Oruç Reis, Cezayirlilerin daveti
üzerine, Cezayir’e giderek İspanyollara karşı onları korumaya çalışmıştı. Bu
dönemde Fas’tan Hindistan’a kadar alan Avrupalı sömürgecilerin tehdidi altına
girmişti.

Batı’nın dünyayı keşfetmesi-sömürmesinin başladığı bir sırada,
Yavuz Sultan Selim, Osmanlı tahtına geçiyordu (1512). Anadolu’yu, Maraş’a kadar
tehdit eden Safevi Devleti’nin başındaki Şah İsmail’in, Yavuz’un İran seferi ile
1514’te Çaldıran’da yenilmesi, Anadolu birliğinin doğu istikametinde temini ve
tehdidin esas itibariyle sona ermesini sağlamıştı. Mısır merkez olarak,
Doğu-Akdeniz Kuzey-Afrika’yı elinde bulunduran ve İspanyol-Portekiz güçlerine
karşı başarısız olan Memlukluların üzerine bir sefere çıkan Selim, 1516
Mercidabık Zaferi ile Halep-Şam bölgesini, 1517’de, Ridaniye Zaferi ile de
Mısır’ı ve Hicaz’ı ele geçirmişti. Arabistan ve Kuzey Afrika’nın kapısı olan
Mısır’ın Osmanlının eline geçmesi bölgede köklü bir değişime yol açmış, Osmanlı
hakimiyet veya nüfuzu Hind Denizi’nden Fas’a kadar kısa süre içinde yerleşmişti.
Mesela, 1518’de Cezayir hemen Osmanlının himayetine girmişti. Osmanlı, Mısır’ı
ele geçirmesi ile Mukaddes Bölgeleri de elinde bulunduran İslam dünyasındaki en
büyük güç haline gelmişti. Fiili olarak liderliği alan Osmanlılar, halifeliği de
üzerlerine almışlardı. Dini bir kimlik ile de bütünleşen Osmanlılar Avrupalı
Emperyalistler karşısında İslam dünyasının da koruyucusu konumuna gelmişlerdi.

Merkezi Avrupa politikası

Devletin süper bir güç haline dönüştüğü bir sırada başa geçen
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde, Osmanlı Devleti’nin bütün yönlerde
uyguladığı stratejilere devam edildiğini, bazı boşlukların doldurulduğunu ve
yeni tehditlere karşı yeni projeler geliştirdiğini görüyoruz.

Macaristan üzerine defalarca sefer düzenleyerek ele geçiren,
Viyana’yı kuşatarak merkezi Avrupa’daki en büyük gücü etkisiz hale getiren
Kanuni, Fransa’ya yardım ederek Batı Avrupa’da belirleyici konuma gelmişti.

Doğu Avrupa politikası

Doğu Avrupa’da Boğdan-Basarabya ile Kırım arasındaki Bucak ve
Yedisan’ı alarak kuzeybatı Karadeniz’deki boşluğu kapatmış ve Karadeniz ve doğu
Avrupa’da Kuzeyden beliren Rus tehdidine karşı Lehistan-Baltık istikametinde
politikalara geliştirerek Rusya’yı sınırlamaya Avusturya ile Rusya arasını
tahkime çalışmıştı.

Rusya’ya karşı kuzey stratejisi

1522’de Kazan’ı alarak doğu istikametinde yayılmaya başlayan
Rusya, 1556-57’de Astrahan’ı alarak Hazar Denizi’ne ve Kuzey Kafkasya’ya
ulaşmıştı. Hazar-Azak denizleri arasındaki Nogay Türklerini tehdit eden, Terek
nehri ağzından Kafkasya’ya yerleşmeye çalışan Ruslara karşı tedbirler alınmaya
başlanmıştı. 1556’da Kırım Hanı Devlet Giray’ın Astrahan’a yaptığı sefer
başarısız olmuş, Çerkezler de ilk başlarda Osmanlının karşındaki Rusların
yanında yer almışlar ve bölgede Rusların güçlenmesine neden olmuşlardı.

Rusları, Hazar ve Azak denizlerinden çok yukarda, Don-Volga
nehirlerinin birbirlerine yaklaştığı yerden daha ileride tutmak ve bu sınırın
güneyindeki Nogay, Çerkez, Çeçen, Kabartay ve sairleri Rus tehlikesinden
korumak, Rusya’yı kuzeyde büyük bir tehdit haline dönüşmeden bertaraf etmek
için, Don-Volga (Ten-İdil) Kanal projesi 1563 tarihinde ortaya atılmıştı. Ancak,
bu proje Kanuni sonrasında 1568-1569’da açılmaya başlanmıştı. Fakat Kırım
Hanı’nın gönülsüzlüğü ve Osmanlı’nın bu bölgede fazla etkin olmasının
rahatsızlığı yanında, Moskova’ya gizliden adam göndererek haber vermesi gibi
sebeplerle başarılı olmamıştı. 1569’da Osmanlının Astrahan seferi başarısız
olduğu gibi, Rus tehdidinin ciddiyetini daha sonra kavrayan Kırım Hanı’nın
1571’deki Moskova seferi de başarısız olmuştu. Kanuni döneminde ortaya konan bu
projenin gerçekleşmemesi Kafkasya-Kırım istikametinde bir süre sonra bir Rus
tehdidine neden olacaktır.

Kanuni döneminde Azerbaycan istika-metine genişlemek suretiyle
Hazar’a ulaşılacak, Türkistan ile doğrudan bağlar kurulmaya çalışılacaktır.

Güney ve kuzey Afrika stratejiler tahkimi

Hürmüz’ü ele geçirerek Basra Körfezi’ni tehdit eden
Portekizlilerin oluşturduğu tehlikeye karşı, Kanuni döneminde Irak ele
geçirildiği (1538) gibi, Körfezin Batı ve Güney kısımları Osmanlı himayesine
girmişti. Bu hareket tam zamanında yapılmış, Körfez bölgesinin
sömürgeleş-mesinin önüne geçilmişti. Yavuz’un Süveyş’ten Hint Denizi yönünde
başlattığı hareket, Kanuni tarafından Arabistan yarımadasının doğusunu da
içerisine alacak şekilde tamamlanmıştı.

Hint Denizi’ndeki Portekiz hakimiyetine karşı mücadeleye devam
eden Kanuni, Süveyş limanı merkez olmak üzere donanma oluşturmuş ve bir Mısır
Kaptanlığı kurmuştu. Hindistan’daki Gucerant ve Kalikut Müslümanları da
Portekizliler karşı Osmanlıdan yardım istemişlerdi. Hint Denizi’nde
Osmanlı-Portekiz mücadelesi başlamış, Pîrî Reis Hint Kaptanlığı’na atanmıştı.
Yapılan mücadelelerde, Akdeniz’e göre hazırlanmış gemiler dolayısı ile başarısız
olunmakla beraber, Osmanlının 1517’de Kızıldeniz’e, 1538’de Basra Körfezine
inmesiyle birlikle Portekizliler bölgeden uzaklaşmak mecburiyetinde kalmışlardı.
Fakat, Hindistan yönündeki politikalarında Osmanlı başarısız olmuştu.

Kanuni döneminde Trablusgarb, Tunus, Cezayir’in tamamı ele
geçirilirken, 1550’lerde Fas’ı ele geçirmeye çalışan İspanyollara karşı
mücadeleye iştirak edildiği görülmektedir. Böylece, Yavuz dönemini bir devamı
olarak, Mısır’dan Fas’a kadar olan bölge Osmanlı nüfuzuna alınmıştı.

Akdeniz

Büyük bir deniz gücü haline gelen Osmanlılar, Haçlı seferlerinin
bakiyeleri olan Akdeniz adalarındaki Avrupalıların hakimiyetlerine son verilmesi
ile yeni gelişen Avrupa sömürgecileri ile birleşmelerine engel olunduğunu
görmekteyiz. Avrupa filolarını da yenerek, Akdeniz’e hakim olan Osmanlılar,
Rodos (1522) ve Sakız (1560) gibi adaları aldıkları gibi, Kanuni sonrasında da
Kıbrıs (1571), Girit (1645-1669) gibi adaları da ele geçirerek Anadolu’yu
yakından çevreleyecek ve merkezi tehdit edecek adalar da ele geçi-rilmişti.

Doğu Avrupa

Kanuni sonrasında Doğu Avrupa’da Rusya’nın büyük bir güç olarak
belirmesi karşısında kadim Osmanlı politikası çerçevesinde 1573’te Lehistan
(Polonya) Osmanlı himayesine alınarak iki büyük güç olan Avusturya-Rusya
arasındaki bölge Baltık Denizine kadar Osmanlı nüfuz bölgesine alınmış, bu iki
düşman gücün Osmanlıyı kuzeyden tehdit etmesinin önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Rus tehlikesinin Kırım üzerinde ağırlığını hissettirmesi üze-rine 1663’te de
Ukrayna Osmanlı himaye-sine alınmıştı.

Sonuç

Osmanlının bir beylik halinde iken başlattığı stratejik
uygulamaları, yükseliş döneminin şahıslara bağlı olmaksızın uygulandığını
görmekteyiz. Merkezi devamlı olarak güçlü ve bütün tutma politikası, Yavuz
dönemine kadar önceliğini korumuş, daha sonraları da Anadolu’yu tehdit edecek,
çevreleyecek alan üzerinde hassasiyetle durulup, bu tehdit unsurları bertaraf
edilmiştir.

Genişleme, bir alan veya yönle sınırlandırılmadan doğru biçimde
bütün istikametlerde, tehdit-açılım önceliğine göre yapılmıştır.

Selçukluların Haçlı Seferlerine karşı koymalarından sonra,
ikinci dalga olarak, Balkanlar üzerinden gelen Haçlı tipi toplu saldırılara da
Osmanlılar, başarılı bir şe-kilde karşı koymuşlardır.

Avrupa’nın yükseldiği ve sömürge politikalarına başladığı bir
dönemde Adriyatik Denizi-Kırım Hanlığı, Hazar çizgisinde, Avusturya-Rusya
tehdidine karşı bir hat oluşturulmuştur.

Sömürgecilik ve emperyalizmin Kanarya Adalarından Hindistan’a
kadar alandaki bölgede yayılma ve yerleşmesi hengamında Osmanlı müdahalesi ile
bu dönem 300 yıl gibi bir süre geciktirilmiş ve bölgenin, siyasi, dini, hatta
bazı kısımların etnik yapısının bile değişmesine engel olunmuştur.

Osmanlı, Halifeliği de uhdesine almasıyla, İslam dünyasının
temsilcisi ko-numuna gelmişti. Osmanlılar, bu istika-mette yürüttükleri
politikalar ile hakimiyeti ve nüfuzu altında olan bölgeleri korumuşlardır. Tabi,
bu durum, Avrupalı güçlerin sömürge politikaları karşısında en büyük engeli
teşkil etmesi ve onları uzun süre uğraştırması dolayısıyla Osmanlılara ve
Türklere tarihi düşmanlık oluşmasına da sebep olmuştur.

Osmanlı’nın uyguladığı strateji, ters bir istikamette, farklı
unsurların katkısı ile uygulanarak, iç zaafın büyük ve belirleyici faktörü
sayesinde başarılı olmuş ve Osmanlının çöküşü gerçekleşmiştir.