Medeniyeti şekillendiren en önemli unsurlardan biri teknolojidir.
Teknoloji, bilimin pratik hayata yansıyan sonuçları şeklinde algılanabilir.
Bu yönüyle de günlük yaşantıyı yakından ilgilendiriyor ve yaşam şekillerini
değiştiriyor; hatta günümüzde teknolojinin bu fonksiyonu iklim, kültür
gibi kavramların bile önüne geçmiştir.

İbn Haldun’un dünyayı yedi iklim bölgesine ayırarak, o bölgelerin coğrafi
özelliklerinin ahlak ve medeniyet üzerine etkilerini ortaya koyduğu
bilinmektedir.1 Bugün orada anlatılanların kısmen önemi azalmış ve
teknolojinin akıl almaz bir hızla gelişimi dünyayı adeta bir köy haline
getirmiştir. Herkesin evinden bütün dünyaya açılan percereler, binlerce
kilometre uzakta yaşayan insanları, yan komşu haline getirmiştir. Bunun
sonucu olarak, medeniyetlerin şekillenmesinde teknoloji önemli bir rol üstlenmeye
başlamış; iklim, coğrafya, kültür gibi unsurlar ikinci plana inmiştir. Küreselleşme
kavramının daha sık kullanılması, artık neredeyse coğrafi sınırların
bile kalkacağı tüm dünyanın ortak bir kültür ve medeniyete doğru adım
adım ilerlediğinin işareti olarak kabul edilebilir. Yani dünya yavaş yavaş
tek bir medeniyete ve ortak bir kültüre doğru ilerlemektedir.

Aslında medeniyetin iklim, kültür, coğrafya, teknoloji gibi unsurların
hangisinden etkilendiği konusu, mülk dairesinde bir değerlendirmedir.
Medeniyet konusunda göz ardı edilen önemli bir konu, tevhid nazarıyla/harfî
bakış ile algılandığında ortaya çıkan tablodur. "Medeniyet kimin
eseri?" sorusunun cevabında insanlık ve insanlar akla gelir. İnsanlığın
geldiği nokta, insanoğlunun üstünlüğü, aklın ve bilimin gücü gibi
konular gündeme gelir. Avamın nazarında, çiçek, böcek ya da dağın oluşumunda
İlahi bir gücün işleyişi nazara alınırken, bir araba, uçak, bilgisayar
ya da gökdelenin oluşumunda, ön planda insan ve insanlık vardır. Teknolojik
ürünler ve bununla bağlantılı olarak ortaya çıkan medeniyet, insanlığın
kolektif şuurunun, topyekün insanlığın ürünü olarak algılanır. Zaman
zaman da İlahi kudret ile insanlığın gücü mukayese edilmeye kalkışılır.
Mesela, camide vaaz veren bir hoca sözünün ulaşacağı noktayı bilmeden,
"İnsanlar, uçağı yapıp uçurabilirler, ancak bir sinek büyüklüğünde
yapsınlar da görelim" derken, İlahi kudreti nasıl tezyif ettiğinin
muhtemeldir ki farkında değildir. Bu bakış açısında teknolojik ürünler
insana, biyolojik canlılar da kudret-i İlahiyeye verilmektedir. Böylece,
Allah’ın iradesi vehmî bir şekilde sınırlandırılmaktadır. Bediüzzaman
bu gibi durumları nazara alarak, "…dinsizliği işmam eden dehşetli
kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar."2 der. Bu durumda
iradenin sadece cüz’i oluşu nazara alınmakta, garazî, vehmî ve itibarî oluşu
gözardı edilmektedir. İradenin sadece "cüz’i" oluşu dikkate alınıp
diğer özellikleri gözardı edilirse, gerçek konumunun çok üstünde bir
mahiyet kazanmaktadır. İnsana ait işlem alanı, belki elinin yetişebildiği
yer, aslında o kadar bile yokken, bazan tüm dünyayı hatta kâinatı etkilediğini
düşünebilmektedir.

Aslında insan, mükemmel işleyen bir silsilenin sonucu olan kâinatın geçirdiği
bütün safhalarla bağlantılı ve her safhada oluşumuna yönelik hazırlıklar
yapılmış bir canlıdır; tek hücrenin bölünüp, çoğalıp, değişerek
trilyonlarca hücre haline dönüşmesiyle şekillenmiştir. Ancak insan, düşüncelerinin,
duygularının, algılarının ve beden fonksiyonlarının hepsine sahiplenme ve
bunu ifade eden "ben"lik duygusu taşımaktadır.

Hangi alana kadar kendi işleyişi olduğu, hangi alandan sonra kendi dışında
cereyan ettiği konusu, aslında duygu ve düşünce planında bile net değildir.
Sosyal hayattaki organizasyon, farklı alanlar ve farklı bölgelerdeki kişilerin
ayrı ayrı iradelerinin, muhteşem bir uyumla bir araya getirilmesi bir üst
tanzimi gerekli kılmaktadır. Tek kaynaklı olmayan farklı oluşumlar ya da
gelişimlerin birbiriyle uyumlu olabilmesinin mümkün olmadığı düşünülürse
kâinat gibi mükemmel bir organizasyonun ayrı alanlardaki farklı gelişimlerin
birleşimiyle oluşabilmesinin de mümkün olmayacağı açıkça ortaya çıkacaktır.
Muhteşem bir ahengin varlık lisanıyla ve kâinat orkestrası tarzında icrası
bir orkest-ra yöneticisi olmaksızın icra edilemez. O halde hiçbir teknolojik
ürün, tek insanın bilgi ve iradesinin kullanılmasından kaynaklanmamaktadır.
İnsanlık tarihinde hiçbir insan, -dahiler de dahil olmak üzere- herhangi bir
teknolojik ürünün bütününü kuşatabilecek bilgi ve beceriye sahip olmamıştır.
Mesela, bir cep telefonu veya bilgisayarı baştan sona bütün detayları ile
bilen ve bu bilgisi ile her detayını yapıp baştan sona imal edebilecek hiçbir
şahıs yoktur. Garip bir organizasyonla, akıl almaz bağlantılarla, sanki herşeyin
gerisinde işleyen gizli bir el vurmuşçasına, bütünü tamamlayan ayrı ayrı
parçalar biraraya getirilir. Biri elektriği keşfetmiştir, biri digital
sistemlerle çalışan devreleri, mikroçipleri oluşturmuştur, biri fiberoptik
kabloları, bir diğeri elektromanyetik dalgaları bulmuş ve bunların ihtiyaca
göre biraraya getirilmesi ile teknoloji ağacının meyveleri oluşmuştur.
Arz-talep etkileşimlerinden kaynaklanan ve fıtri bir süreç içinde gerçekleşiyor
gibi gözlenen bu durumu varlığın iç dinamiklerine vermekle de izah mümkün
görünmemektedir. Eşyanın bütününde ve küçük alanlarda muhteşem bir
organizasyon her safhada hissedilmektedir. Organizasyonun mükemmelliği ise, bütünde
çok belirgin hissedilip, sebep ve sonuç bağlantıları daha zayıflamaktadır.

Yerel bakışların ya da kartezyen tariflerin yanında bütüncül ya da
holistik bakış ile bütüne bakmak, varlığı daha sağlıklı anlamamıza
imkan sağlayacaktır. "Evet, sırr-ı vahdetle kâinatın kemâlâtı
tahakkuk eder. Ve mevcudatın ulvî vazifeleri anlaşılır. Ve mahlûkatın
netice-i hilkatleri takarrur eder. Ve masnuatın kıymetleri bilinir. Ve bu âlemdeki
makasıd-ı İlâhiyye vücud bulur. Ve zîhayat ve zîşuurların hikmet-i
hilkatları ve sırr-ı îcadları tezahür eder. Ve bu dehşet-engiz tahavvülât
içinde kahhârâne fırtınaların hiddetli, ekşi simaları arkasında
rahmetin ve hikmetin güler, güzel yüzleri görünür. Ve fenâ ve zevalde
kaybolan mevcudatın neticeleri ve hüviyetleri ve mahiyetleri ve ruhları ve
tesbihatları gibi çok vücudları kendilerine bedel âlem-i şehadette bırakıp
sonra gittikleri bilinir. Ve kâinat baştan başa gayet mânidar bir kitab-ı
Samedânî ve mevcudat ferşten arşa kadar gayet mucîzane bir mecmua-i
mektubat-ı Sübhaniye ve mahlûkatın bütün taifeleri gayet muntazam ve muhteşem
bir ordu-yu Rabbânî ve masnuatın bütün kabileleri mikroptan, karıncadan tâ
gergedana, tâ kartallara, tâ seyyârâta kadar Sultan-ı Ezelînin gayet
vazifeperver memurları olduğu bilinmesi ve her şey, aynadarlık ve intisap
cihetiyle binler derece kıymet-i şahsiyesinden daha yüksek kıymet almaları
ve ‘Seyl-i mevcudat ve kafile-i mahlûkat nereden geliyor ve nereye gidecek ve
niçin gelmişler ve ne yapıyorlar?’ diye halledilmeyen tılsımlı suallerin mânâları
ona inkişaf etmesi, ancak ve ancak sırr-ı tevhid iledir. Yoksa, kâinatın bu
mezkur yüksek kemâlâtları sönecek ve o ulvî ve kudsî hakikatleri zıtlarına
inkılâp edecek."3

Bediüzzaman’ın vurguladığı bu hale en fazla maruz kalan unsurlar,
teknolojik ürünler ve medeniyet olarak önümüze çıkmaktadır. Bunların
ortaya çıkışının yalnızca "iktiran" ile yakınında bulunan
sebeplerle irtibatlandırılması "ayinedarlık ve intisap ciheti"ni gölgelemektedir.
Bugün insanlığın refahına hizmet eden teknolojik ürünler bilim, bilimadamı,
sanayi, madencilik, emek gibi kavramlarla irtibatlandırılıp İlahi kudretle
bağlantıları çoğu zaman gözardı edilmektedir. Bu kendini inançlı olarak
tanımlayan fertler için de karşımıza çıkan bir problemdir. Bu problemin
çözümü ise bütüncül bakış ya da tevhidi nazar olmalıdır. Bu eşyanın
kesretinden çıkıp onun içinde boğulmamaya bir vesiledir. Mesela cep
telefonu ile üretici firma ve elektronikçilerin geldiği akıl olmaz nokta
akla gelirken, kâinatta yaratılan ilk ortam ve ardından yaşanan birbirini
tamamlayıcı silsilelerin sonucu ve ürünü olan bir cep telefonu kavramını
da nazara almak gereklidir. Aksi takdirde muhteşem bir varlık ağacı olan kâinatın
cep telefonu şeklindeki meyvesinin yalnızca ağacın bir veya iki dalı ile
irtibatı algılanacak hem havada kalacak hem de bu muhteşem ağacı görebilme
şansı kalmayacaktır.

Topraktan minerallerin bir araya getirilerek harika yaprakları netice vermesi fıtri
bir süreç olarak gözlenip İlahi kudretle daha rahat irtibatlandırılırken,
aynı minarellerin bir otomobilin, bir uçağın ya da uzay mekiklerinin
kaportası haline dönüşümü yalnızca insan, bilim ve teknoloji ile irtibatlı
olarak algılanacaktır. Oysa ağacın içindeki kanallardan yaprakları su taşıyan
kurallarla yeryüzünün pek çok yerine yayılmış uçaklar, otomobiller ve
gemilere petrol taşıyan kanallar arasında garip bir benzerlik vardır. Toprak
ve yeryüzü arasında işleyen bir el kimi zaman topraktan rengarenk yaprakları
dokurken, kimi zaman renk renk otomobil kaportaları dokur. Küçücük
yumurtalardan sinekler ve kelebekler imal ederken fabrikalarda uçaklar ve uzay
mekikleri üretir. Bunların hepsinin hesabı da varlığın başlangıcında,
belki ilk atomda yapılmış olmalıdır. Sinekle uçak arasındaki oluşum farkı,
araya irade sahibi olan insanların girmiş olmasıdır. Oysa insanlar da ayrı
işleyişin ürünü tek hücreden trilyonlarca hücre haline dönüştürülmüş
ve hayatı kâinatın genel işleyişi içinde dönen çarklara bağlı olarak yürütülen
bir varlıktır. Beyninin ve bedeninin işleyişi tamamen kendi kontrolünün dışında,
istekleri ve talepleri külli bir irade tarafından değerlendirildikten sonra
fiilleri şekillenen bir varlıktır. Her bir fiilinde işleyen çok komplike
mekanizmaların pek çoğunu henüz bilmemektedir. Üstelik zerreler düzeyinde
bakıldığında en küçük fiili bütün kâinatla ve kâinatın başlangıçtan
bugüne geçirdiği bütün sayfalar ile alakadardır.

Tüm bunlar göz önünde alındığında, çiçeklerin, böceklerin,
gezegenlerin yaratılması kadar teknoloji ve medeniyetin yaratılması da İlahi
bir kudretin eseri olmalıdır. Bir roketin muhteşem bir nizam içinde uzaya
hareketi, bir gülün açısından "bir kitab-ı Samedani" "bir
mecmua-i mektubat-ı Sübhaniye" olmak yönüyle daha geri kalmaz. Kanımızda
dolaşan eritrositler kadar otobandaki tırlar ve kamyonlar da Rahmani bir
tecelliye işaret ederler. Vücudumuzun savunmasında rol alan lökositler kadar
modern silahlarla donanmış ordular da Celal ve Kahhar’a işaret ederler.

Kısacası, medeniyet ve teknoloji kâinatın bütün zerrelerini ve tamamını
yaratan kudret-i İlahiyenin eseridir ve O’na, O’nun isimlerinin güzelliklerine
işaret eden unsurlardır. Evinizdeki televizyona bu nazarla baktığınızda
Rabb-i Rahim’i size anlatan munis bir alet olur. İçindekileri değil,
televizyonun lisan-ı halini dinlemek lazım.

Dipnotlar:

1. İbn Haldun, Mukaddime I, Çev: Süleyman Uludağ, İstanbul 1982.

2. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1994, s.
181.

3. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1997, s. 17.