II. National Congress of Risale-i Nur – “Science and Religion” [Final Declarations]

İnsanlık tarihi çeşitli inanç sistemlerinin varlığını gösterir. Totemden minyatür
tanrılara, ateş tanrısından gök ve yer tanrılarına kadar çeşitlilik kazanan inanç
sistemleri; insanın bir dayanak noktası ve bir sığınağa olan mutlak ihtiyacına işaret
eder. Mutlak Varlık olan Allah'ı kendi istediği şekilde tanıma ve bilme isteği göstermeyen
insanlar, imgelem, yani hayal dünyalarında bir nevi plastik tanrı imgeleri oluşturarak,
varoluşlarına dayanak noktaları bulmak istemişlerdir.

Modernite ise günümüz insanının önüne başka bir açmazı koymuştur. Modern paradigmalar
insanı kendini dayanak noktası yapması için zorlamaktadır. İnsan kendini merkeze
koyarak; kendi kendine yeterli olabilmek için güçlü, her şeyi kont-rol edebilen,
yönelimini çıkarına odaklamış bir varolma halini idealize ederek, benliğini şişirmeye
çalışmaktadır. Modern paradigmalar böylece başka bir şekilde insanı sakatlamıştır.
Risale-i Nur, benliği, "Cenab-ı Hakk emanet cihetiyle insana ene namında öyle bir
miftah (anahtar) vermiş ki; alemin bütün kapılarını açar" ve "Hallak-ı Kainatın
künuz-u mahfiyesini onunla keşfeder" şeklinde tarif etmesiyle; hem benlik şişmesinin
önüne geçebilmemizin yolunu açmış, hem de benliği marifetin ve marifetullahın temel
anahtarı yapmıştır.

Modern hayatta başka bir anarşi biçimi egemendir. Bir kayıt altına girmeme, sınır
ve otorite tanımama, yıkıcılık, kargaşa olarak anarşi, adalet duygusunu zedeleyerek
erdemliliği tehdit etmektedir. Bugünkü toplumsal hayatta bir kelime olarak dahi
anlaşılması zorlaşmış olan hürmet ve merhamet ancak, Yaratıcı adına ve dolayımıyla
öteki ile kurulacak ilişki ile imkan bulur. Bu ilişki biçimi ötekine varoluşsal
bir ilgi, onaylama, onun varlığına saygı duyma ve karşılıklı bir yükümlülük ve sorumluk
bağı içinde varolma bilincine bizi taşır.

Dayanak noktası ve sığınma olarak Mutlak Varlığı reddeden birey, kendini yalnız,
yabancılaşmış, çaresiz hisseder. Risale-i Nur bizi kendi ontolojik azciyetimiz ile
devamlı yüzleşmeye çağırır. Bizi, kendimizle başbaşa kalma bedbahtlığından kurtararak,
acz ve fakr ve zaafımızdan doğan sıkıntı ve anksiyeti Onun Mutlak Varlığının hissettirdiği
mutlak güven duygusu ile yatıştırır. Dahası, Esma-i Hüsna'nın kainattaki tecellilerinin
tanığı olduğumuzun farkına vardırarak, kendimiz ve hayatla olan bağımızı güçlendirir.

Bilgi, kainattaki yaratılmışlık halinden çıkardığımız bir soyutlamadır. Bu soyutlama
Mutlak Varlığı tanımaya yönelik ise, artık marifetullahtan bahsederiz ki, bu da
bizi muhabbetullaha götürür. Böyle bir bilgi anlamlı, köklü ve derinliklidir. Gerçekte
her bilgi parçacığı da doğru okunduğunda bu işlevi içinde taşımaktadır. Mana-yı
ismi, mana-yı harfi, nazar ve niyet gündelik hayatımızda nesnelerle kurduğumuz ilişkinin
dilini Kur'ani bir temel üzerinden nasıl yürütebileceğimiz konusunda önemli ipuçları
vermektedir.

Ayrıca insan, diğer varlıklar ve Yaratıcı ile kuracağı ilişkide kendini iki ayrı
şekilde konumlandırır. Birincisi; insanın kendini merkeze yerleştirmesidir. Bu şekildeki
bir konumlandırma bencillik, milliyetçilik, dini ayrımcılık gibi sorunlara yol açarak
ötekini aşağılamaya, dışlayıcı bir tutuma sebebiyet verir. İnsanın kendini değil
de Yaratıcıyı merkeze aldığı bir ilişki biçimi ise; hem kendilik bilgimizin inşasını,
hem de diğer varlıklar ile olan ilişki tarzımızın adil, dayanışmacı ve bilgece olmasını
sağlar.

Her toplumsal sistem, kendi yapısına ve işleyişine uygun kişilik örgütlenmesini
ve kendi kültürünü -yani, normlarını, temel kabullerini, deneyimlerini örgütleme
tarzlarını- sosyalleştirici kurumlar aracılığıyla üretir. Hâkim sistem, bir bakıma,
sosyalleştirici kurumlar aracılığıyla bireyi kendi gereksinimleri doğrultusunda
şekillendirir. Bir bakıma her çağ ve toplum kendi özgün kişilik biçimini ve patolojisini
üretmiş olur. Modern çağın bireysel ve toplumsal sorunlarını üreten anlayışın tüketim
ekonomisi ve kapitalist hayat anlayışı arasında karşılıklı bir sebep sonuç ilişkisi
vardır.

Modern kapitalist toplumda üretim giderek toplumsallaşmış, karmaşık bir hal almıştır.
Teknolojik ilerleme beraberinde üretimde bolluğu getirmiş ve emeğin üretim içindeki
rolünü değiştirmiştir. Sistem açısından bireyin kendi olarak bir değeri yoktur;
birey değil, sistem ön plandadır. Sistemin gereksinimleriyle ilgisiz veya çatışan
her nitelik, her gereksinim ve istek değersizleştirilmektedir. Ne olduğumuz, gerçekte
ne hissettiğimiz veya ne düşündüğümüz, ne yaşadığımız ve gerçekten neye ihtiyaç
duyduğumuz değil; nasıl göründüğümüz, ne kadar tükettiğimiz, neye sahip olduğumuz
öne çıkarılmaktadır.

Risale-i Nur bir yandan iktisat, kanaat, şükür gibi kavramlar ile kapitalizm
ve tüketim ekonomisinin arzuları kışkırtıcı tuzaklarına karşı kişiyi dirençli tutmaya
çalışmakta; öte yandan da görünmek yerine varolmanın değerini ve anlamını vurgulamaktadır.

Yine Risale-i Nur zulüm, adaletsizlik, yabancılaşma, şiddet, tahakküm, hedonizm,
yolsuzluk, sefahat, sefalet gibi sorunlarla malul günümüz insanının eline; merhamet,
şefkat, dayanışma, yardımlaşma, diğergamlık, emniyet, empati, ötekini anlayabilme,
dinleyebilme, muhabbet, huzur, sükunet, sekine, tebessüm gibi kavramları vermektedir.